Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Büyük Ortadoğu Projesi'nin aslında "Büyük Osmanlı Projesi" (!) olduğu artık ortaya çıkıyor. Projenin perde arkası mimarları Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık belgesi "Lozan Antlaşması" nı imzalamak zorunda kalmış İngiltere, Fransa ve İtalya ile bu antlaşmayı hiç bir zaman tanımamış olan ABD. Maskeler düşmüyor, çıkarılıyor. Yalnız maskelerin altından çıkan yüz Binbir Surat'tan daha beter, Quasimodo'nun yüzünden daha korkunç ve mide bulandırıcı. Yineliyorum: 1923te imzalanan ve Türkiye'nin sınır ve toprak bütünlüğünü belirleyen Lozan Antlaşmasını stratejik ortağımız (!) ABD bugüne kadar tanımamış, ülkemizi er veya geç yıkıma uğratılması ve yağmalanması gereken kolonyal bir devlet artığı olarak görmek istemiştir. I . Dünya Savaşından sonra, İslam coğrafyasında emperyalizme karşı başkaldıran tek ulusal güç olarak yükselen, Sèvres ezberini bozan, Batılı yağmacıların Ortadoğu hayallerini yıkan, Wilson Prensiplerini çöpe atan, savaştan yenik çıktığı ve işgale uğradığı halde Kurtuluş Savaşı ile kısa bir süre içinde derlenip toparlanan, hızla gerçekleştirilen devrimlerle modernleşme ve kalkınma atılımını başlatan, her bir Avrupa ülkesinden daha geniş topraklara sahip olan, 1974 yılında Kıbrıs adasının yarıya yakını ele geçiren Türkiye, sömürgecilerin heveslerini kursaklarında bırakan ve onlara boyun eğmeyen ulusal bir direniş ve güç simgesi olarak hedefteki ilk ülkedir. Türkiye'den 15 yıl sonra bağımsızlığına kavuşan -Orta Asya'dan eski komşumuz ve eski İngiliz/Fransız sömürgesi- Çin Halk Cumhuriyeti büyük bir hızla modernleşmesini ve bir süper güç konumuna gelmesini her şeyden önce emperyal güçlerin karanlık uzantısı olan yabancı vakıf, yardım kuruluşu, misyon ve masonik örgütlerin faaliyetlerini yasaklamasına borçludur. Aynı uygulama ilk önce ülkemizde de yapılmış, tüm gerici, dinci ve masonik kuruluşlar Atatürk devrinde kapatılmıştır. Ancak, onun ölümünden hemen sonra bu kuruluşların faaliyetlerine yeniden izin verilmiş ve böylece bunların siyasal, akademik, hukuk, askeri, dinsel, edebiyat, medya ve sanat çevrelerinde örgütlenmelerinin önü açılmıştır. Masonik dernek ve örgütler Türk devriminin yozlaştırılması, hızının kesilmesi, ulusallaştırma ve sanayileşmenin engellenmesi, halkın ekonomik sefalete sürüklenerek ahlaksızlaştırılması, gericilik ve dinciliğin teşviki ve yaşamsal önemi olan ulusal kuruluşların yabancılara satılarak ülkenin -Osmanlı devleti gibi- her yönüyle dışa bağımlı bir yarı-sömürgeye dönüştürülmesi sürecinin başlatılmasında öncü bir rol üstlenmişlerdir. OSMANLILAŞTIRMA BATAĞI Bu bir geriye dönüş, modernleşmeye tepki, karşı-devrim ve Osmanlılaştırma (Ottomanization) sürecidir; ve günümüzde artık bir sonuca ulaşma aşamasına, hasat zamanına gelinmiştir. AKP'nin iktidara gelmesiyle yeni bir momentum kazanan bu süreç Türkiye'nin kafasına geçirilen bir çuval, giydirilen bir deli gömleği, dayatılan postmodern bir paradigmadır. "Tarihi fırsat, demokratik açılım, tarih yazıyoruz, sorunlarımızı çözmezsek başkaları gelir çözer" zihniyetinin ülkeyi sürüklediği çıkmaz yol, bataklık budur. [Not 1: Bir zamanlar acınacak durumda olan ülkelerin (Güney Kore, Romanya, Hindistan gibi) dünya çapında marka olan araçları kentlerimizin caddelerinde cirit atmaktadır. Ama Türkiye kendi marka aracını yaratamamış ve yapamamıştır. Daha doğrusu İslam coğrafyasında bulunan hiçbir ülkeye gerçek anlamda sanayileşme ve kendi ulusal aracını üretme fırsatı verilmemiştir.] Postmodern Medusa doğmak üzeredir. Ancak bu ucube bebeğin Medusa'dan daha iğrenç ve ürkünç bir yaratık olacağı anlaşılıyor. Daha doğrusu bu yaratık aslında bir varlık da değil, bir çıkartı olacaktır. "Çıkartı" dememe tepki gösterenler olacaktır, ama model budur. Bunu bir yere not edin. ABD güçleri Irak'tan çekilirken "kanlı emaneti" güvenilir bir eşbaşkanlığa devretmeyi, Irak'ta yarattığı kaos, vahşet ve kırımların temizlenmesini bir taşerona yüklemeyi planlıyor. Aynı zamanda Kuzey Irak'ta Çekiç Güç desteği ile 1992 yılında kurulmuş olan Barzani'nin kukla Kürt Federe Devleti'ni güvenilir bir haminin korumasına bırakmayı tasarlıyor. AB ülkelerinin Kuzey Irak'taki bu yerel yönetimin pasaportlarını tanıması, dolaylı olarak, Güney Kürdistan'ın resmen tanındığı anlamına gelmektedir. Sıra Kuzey Kürdistan ile yapay döllenmeyi gerçekleştirmeye gelmektedir. Suriye ile aramızdaki sınırlar kalktığına göre, Kuzey Irak Yerel Yönetimi ile niye kalkmasın? İmdi, durumlar böyleyken, güya Türkiye öncülüğünde oluşturulacak bir İslami-Osmanlı kültür çemberi veya bölgesel bir federatif yapı içinde tüm etnik ve dinsel gruplara özerklik verilecek; milliyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, laiklik, bağımsızlık gibi kavramlar rafa kalkacak, hatta bunlar -bir romancımızın ödül töreninde dillendirdiği gibi- bölge ve dünya barışı için en büyük tehlike olarak görülecek, insanlardan barış ile ulusçuluk/ulusalcılık arasında seçim yapmaları istenecektir. Böylece Türkler de Alevi, Sünni, Şii, Şafi, Hanefi vs diye kendi aralarında bölünebilme özgürlüğüne kavuşacaklardır ! ORTADOĞU BİRLEŞİK DEVLETLERİ "Ortadoğu'nun lider ülkesi", "bölgesel güç", "eşbaşkanlık" dolduruşlarıyla Türkiye "Federal Osmanlı Cumhuriyeti" veya "Anadolu Birleşik Devletleri" veya "Ortadoğu Birleşik Devletleri" ne dönüşecek, bu federal-foseptik çukura tüm iyi İslam ülkeleri (Irak federasyonu, yerel yönetimler, Suriye, Ürdün, vs) tıkıştırılacak, Filistin halkı topraklarından sürülecek, ama onlara Norveç veya Kıbrıs'ta yurt verilebilecek; direnirlerse laboratuvarlarda üretilen insektolojik-viral salgın hastalıklarla demografik yapıları eritilecektir. [Not 2: Ancak, bu arada beklenmedik bir gelişme olmuş bu iğrenç oyunların bir aktörü olmak istemeyen Norveç 23 Ekim 2009 günü yaptığı açıklamayla bundan böyle mülteci almayacağını açıklamıştır.] [Not 3: Obama 2009da Türkiye'ye geldiğinde yiyeceği yemek, içeceği su, diş macunu, sabun ve şampuanı Amerika'dan geldi. Dışkısı ve idrarı da özel kaplarda toplanarak Amerika'ya götürüldü. Yani Obama'nın kaldığı otelde arkasında polisiye bir iz, bir delil bırakmamasına özen gösterildi. Obama'nın yatakta bıraktığı saç, kıl, deri parçacıkları ve sıvısal salgıların (tükürük, burun-kulak akıntısı, çapak vs) da temizlendiğini veya yine yurt dışından getirilen çarşaf ve yastıkların kullanıldığı varsayıyorum. Bunlar abartılı düşünceler değil. Çünkü dışkı, idrar ve sıvısal salgıların çözümlenmesiyle bir insanın sağlık sorunları, hangi hastalıklara yatkın olduğu, bağışıklık sistemi, ne gibi ilaçlar kullandığı, hatta korkuları, kaygıları, psikolojik durumu hakkında çok önemli ve gizli bilgilere ulaşılabilir. Süper güç ABD'nin başkanları için bu konuda gösterdiği hassasiyet böcek, mikrop ve genetik savaşların gündemde olduğunu ve belki de başladığının en büyük kanıtı ve göstergesidir.] Kötü İslam ülkeleri (Lübnan, İran) cezalandırılacaktır. İran zaten şu an doğudan ve batıdan Irak, Afganistan ve Pakistan'daki Amerikan ordusunca dört bir yönden kuşatılmış durumdadır. ABD'nin göz bebeği İsrail doğal olarak bu dinsel çemberin dışında tutulacaktır. Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ise daha önce olduğu gibi yine Rus egemenliğine gireceklerdir.. BÜYÜK ORTADOĞU KOLONİLERİ Neo-Osmanlı modeli veya Osmanlılaştırma bataklığına gömülen Türkiye, bataklık gazıyla, etnik ve dinsel gazla şiştikçe şişecek, büyüdükçe büyüyecek, federatif yapı iyice serpilip yerel yönetimler kendi siyasal, hukuksal, eğitimsel, güvenlik ve askeri düzeneklerini kurunca bu yapay balon minicik bir kıvılcım ile patlatılacak, büyük bir yangın çıkacak ve küresel itfaiyenin müdahalesi sonrasında bir sürü irili ufaklı devletçik oluşacaktır. Aynen Yugoslavya örneğinde olduğu gibi. Neticede bölge tam Batılı sömürgecilerin çıkarlarına uygun "Büyük Ortadoğu Kolonileri"ne (BOK) dönüşmüş olacaktır. Türkiye tıpkı Roma veya Osmanlı İmparatorluğu gibi büyüyerek parçalanmış olacaktır. Bu irili ufaklı koloni-devletçikler de mini süper güç İsrail ve yeni parlayan yıldız Ermenistan tarafından bir bir yutulacaktır. [Not 4: BOP'un kamufle edilmiş hedefi İsrail'in yaşam alanı ve varlığını koşulsuz güvence altına almak, komşularla sıfır sorun sağlamak ve ona gelecekte tehdit oluşturabilecek güçlü devletlerin (Türkiye, İran, Mısır) ekonomik yaptırımlar, terör, psikolojik savaş ve gerektiğinde yapay salgınlar ve genetik hastalıklarla yıpratılarak ortadan kaldırılmasıdır. Bu sağlandıktan sonra İsrail tevratik misyon ve vizyonuna uygun bir şekilde El Aksa ve Kubbetüs Sahra camilerini yıkıp tapınağını rahat rahat, ciddi hiç bir direnişle karşılaşmadan inşa edebilecektir. (26 Ekim 2009da tapınağı inşa etmeyi planlayan vakıflardan bir grup temsilcinin Haremi Şerife girmek istemesi yüzünden bölgede çatışma çıkmıştır.) Daha ciddi kış koşulları oluşmamışken okulların açılmasıyla birlikte Türkiye'de Domuz Gribi salgının başlaması ve aşının güvenirliği konusunda tıp çevrelerindeki spekülasyonlar kuşku vericidir. Salgının kasıtlı olarak başlatıldığı, başlatılmasa bile bir panik ve güven bunalımı yaratılarak halkın psikolojik savaşla sindirilmesi yüksek bir olasılıktır. Sanki birileri 29 Ekim cumhuriyet bayramından sevinç ve gurur duymamızı engellemek istemektedir.] "YENİ OSMANLI" TERİMİ YENİ Mİ? Yeni Osmanlı/Neo Osmanlı yeni bir terim veya görüş değildir. Yeni Osmanlı, Genç Osmanlı, Jön Türk, gibi terimler Osmanlı İmparatorluğunda anayasal ve demokratik açılımları savunan aydınlara verilen genel bir isimler dizinidir. Osmanlı aydınlarının benzer isimlerde çeşitli masonik dernekler kurdukları, ya da, doğrudan bu derneklere üye oldukları bilinmektedir. Bugün olduğu gibi o devirde de şaşkın "Polyanna aydınlar", bilerek ya da bilmeden, çeşitli demokratik açılımlara ön ayak olup sonunda Osmanlı devletini Sèvres Antlaşmasına mahkum ettirecek bir yıkım sürecine katkıda bulunmuşlardır O devirdeki Yeni Osmanlıları yurt içinde sadrazam (başbakan) Mithat Paşa, yurt dışında ise Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa besliyor ve destekliyordu. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın torunu ve etkin bir Mason olan Mustafa Fazıl Paşa 3 milyon altın tutarında bir mirasa konmuş, Fransa'da sefahat hayatı yaşıyordu. Kuşkusuz, Nobel ödülü getirisinden çok yüksek ve Mısır'ı soyarak elde edilmiş böyle bir servetin Devleti Ali'nin çıkarları için sarf edilmesi düşünülemezdi. OSMANLI SAPLANTISI T.C. Merkez Bankası Genel Müdürlüğünün eski başkent İstanbul'a nakli; Dolmabahçe Sarayında Başbakanlık için bir "ofis" tahsis edilmesi; devlet eliyle etnik dilde öğretim-eğitim ve TV kanalları açılması; ülkede otuzu aşkın etnik grup olduğunun en üst makamlarca sürekli dillendirilmesi; alt kimlik, üst kimlik, mozaik söylemleri; Ekim 2009 itibarile isteyenlerin nüfus cüzdanlarına Kürt alfabesiyle isimlerin yazılmaya başlanması, sınır bölgelerindeki mayınları temizlenmesi ve sınırların kaldırılması; askeri ve sivil yetkelerce Osmanlı dönemine bol bol övgü dolu göndermeler; Osmanlıya özlemi dile getiren çeşitli etkinlik, sergi, televizyon programları düzenlenmesi; istinaf (bölge) ve seyyar (!) mahkemelerin kurulması; Osmanlı'nın örnek alınması gerektiğini ima ve iddia etmek; Türkiye Cumhuriyeti'nin yazgısını Osmanlı'ya eklemlemek gibi girişim, söylem, misyon ve vizyonlar ile bu postmodern paradigmanın çerçevesi çizilmektedir. Başbakanın 17 Eylül 2009 günü Dolmabahçe Sarayındaki ofisinde medyaya verdiği iftar yemeğinde “Bizim şu anda üniter yapımızı çok güçlü kılmamız lazım. Eğer üniter yapımızda bir zafiyet başlarsa o cesur adımları atmanız da mümkün olmaz. Şu anda bir defa üniter yapımız üzerinde çizik atmak isteyenler var. Buna bir defa fırsat vermememiz gerekir. Burada ayakları yere sağlam basmamız lazım. Ama şimdi şöyle bir Osmanlı’ya baktığımız zaman, Osmanlı bu noktada çok rahattı. Çünkü ayakları yere zaten sağlam basmıştı. Ondan sonra pergelin bir ucu her tarafa rahatlıkla dönebiliyordu. Bu noktadaydı. Şimdi bizim Türkiye Cumhuriyetimizi o noktaya getirmemiz lazım.” dediğini anımsayalım. (Kaynak: 19.9.2009 Milliyet gazetesi). Bir kahve sohbetini andıran bu sözlerle Osmanlı'nın güçlü dönemleri kastedilmiş bile olsa bir şey fark etmez. Fetih ve yağmayla kurulmuş teokratik bir imparatorlukla bağımsızlık savaşı vererek kurulmuş laik bir cumhuriyeti, bir ulus devleti karşılaştırmak tutarlı bir yaklaşım değildir. Gerçekten de Osmanlı yere o kadar sağlam basıyordu ki dört Türkiye genişliğinde toprak kaybettiği halde bana mısın demedi, istifini bozmadı, hiç bozuntuya vermedi. Yenildi, ama ezilmedi. Demokratik açılım (meşrutiyet) ve bir koyup iki alacağız mantığıyla ülkeyi I. Dünya Savaşına sürükleyen İttihat ve Terakki Partisinin beyin takımı Başbakan Talat Paşa, Milli Savunma Bakanı Enver Paşa ve Donanma Bakanı Cemal Paşa 2 Kasım 1918de Alman denizaltılarıyla yurt dışına kaçtılar. 1923 yılında ise Osmanlı hanedanı bir İngiliz savaş gemisiyle bu toprakları terk etti. İşte açılım diye ben buna derim. Koskoca Osmanlı İmparatorluğunun Başbakan ve Bakanları Alman denizaltılarıyla ve anlı şanlı Osmanlı Hanedanı da İngiliz zırhlısıyla denizlere açılıp ülkeyi terk ediyorlar. Arkalarında mağlup, perişan, baştan başa yanmış, yıkılmış, mahvolmuş bir ülke bırakmışlardı. Ülkesinin baştan başa mahvolmasına yol açan ve ağır bir yenilgiye uğrayan Hitler bile bunlar gibi kaçıp yabancı bir ülkeye sığınmadı; savaştan yenik çıkan Japon devlet adamları ise harakiri yaptılar. Yoksa onur ve erdem konusunda Osmanlı'yı mı örnek alsalardı? Osmanlıyı örnek almaya çalışan, hala İslamiyet ve Osmanlı'nın çağa damgasını vuracağını savunan bilge ve akil adamların dikkatine bir kere daha sunulur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |