Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp |
|
||||||||||
|
Her şair bir önceki dostunu şiir kervanına katıp, duygu yüklü gönül heybesinde dostane taşıyor. Edebiyat dünyasının uzun yol kulvarında yürürken konuk ettiğimiz dünya devlerinden birkaç şaire tesadüf ettim. Biri bizim gönüllerimizi kimi kez aşkla kimi kez de buruk bir acıyla sızlatan şairimiz Nazım Hikmet olmuştu. Onun cömert ruhundan fışkıran mısralar bizim duygu heybemizi zenginleştirirken, ruhumuz da onun mısra anaforlarının girdabına takılır ve özgürlük solumak ister sanki okur. Şair zorlu hayat yolculuklarını dizelerinde bizi misafir ederken gözlerimizi, sessizce onun menzillerinde soluklanır ve onun ruhunun usuna yolcu oluruz genellikle. Çoğu zaman şairin eserlerinin poetikasında, insan ruhun kendi içinde son derece tutarlı bir bütüne ulaşan fikirleri yer alırken “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı dizelerinde gözlerimiz tanıktır, çizdiği BİZ ruhuna… Ülkemizin o yıllardaki insan psikolojisinden fikir verirken, ekonomisinden, sosyal kişiliğine kadar ipucu vermektedir: "Babam neden kapattı dükkânını?" Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına" Diye düşündü 16 yaşında. "Gündeliğim artar mı?" diye düşündü 20 yaşında. "Babam ellisinde öldü, Ben de böyle tez mi öleceğim?" Diye düşündü 21 yaşındayken. "İşsiz kalırsam" diye düşündü 22 yaşında. "İşsiz kalırsam" diye düşündü 23 yaşında. "İşsiz kalırsam" diye düşündü 24 yaşında. Ve zaman zaman işsiz kalarak "İşsiz kalırsam" diye düşündü 50 yaşına kadar. 51 yaşında "İhtiyarladım" dedi, "babamdan bir yıl fazla yaşadım." Şimdi 52 yaşındadır. İşsizdir.” Ve öldüğünde onu sevenler ağladı. Hala da içi sızlar dizelerine gözü değerse insanın. Lakin biri var ki Dünya Edebiyatının önemli bir kalemi, adı Pablo Neruda da ağladı gönül dostunun ardından. Şiiriyle adeta yas tuttu: “Niçin öldün Nâzım? Ne yaparız şimdi biz şarkılarından yoksun? Nerde buluruz başka bir pınar ki, Onda bizi karşıladığın gülümseme olsun? Seninki gibi ateşle su karışık acıyla sevinç dolu, Gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım? ... “Ne yapayım ben şimdi? Tasarlanabilir mi dünya Her yana ektiğin çiçekler olmadan? Nasıl yaşamalı seni örnek almadan, Senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan? Böyle olduğun için teşekkürler, Teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.” Şiir insan ruhunun gizemini görsel olarak bize sunarken, kimi kez şair ruhunun inzivasındaki duygularını dışa vurur. Sizin dizelerinizi okurken, felsefi-psikoloji ve yaşama dair duygu akislerini görebiliyor, o iç sesinizin esintisi esiyor gönlümüzün sayfalarına. Neruda, bir şiirinde ruhumuza hüzünle şöyle esmişti: İspanya iç savaşında öldürülen en yakın arkadaşı Federico Garcia Lorca için de duygulanmış ve ardından gözyaşlarını şiir diliyle gri renge resmetmiştir: “Issız bir evde, Korkudan ağlayabilseydim; Gözlerimi çıkarabilsem de, Yiyebilseydim; Senin sesin için yapardım Bunları, Yaşlı portakal ağacı sesin; Senin şiirin için yapardım Bunları, ... Hayat böyle, Federico, Ey babayiğit, Ey kara sevdalı adam. Sana, Dostluğumun sunabileceği şey İşte bunlar. Sen de epeyce şey biliyorsun Şimdiden. Yavaş yavaş, daha da, Öğreneceklerin var”. *** İşte şiir insanın içsel duygularının dışa vuruşunu; kimi kez coşku, tutkuyla bağlı bir aşkı /dostluğu beslerken, kimi kez de bir çığlıkla, bir acıyla, gerekse bir trajediyle ve hatta mizahi duygu sofrasında yüz mimiklerimizi değiştirecek, temayı işleyerek bir ayna gibi şairin ruhundan yayılır evrene... 1904 yılında Şili'nin Parral kentinde doğan Pablo Neruda, çocukluk yıllarında çekingen, hayalci, sessiz, kendi halinde bir çocukluk geçirmiş. Yoksulluk ve sıkıntılı yaşamından sonra 1971 yılında Nobel Ödüllü şair ve yazar Neruda kansere yenik düşerek 1973 senesinde yaşama veda etti. Ölümünden sonraki yıllarda ondan çok etkilenenlerden biri de Che Guevara da Neruda idi. Yolculuğun insan yaşamında çok önemli olduğunun bilincinde olan Neruda “Yavaş Yavaş Ölürler” adlı şiirinde insanın yaşama son vedasını akıcı bir üslupla kurgulamış olduğunu görmek mümkündür: "Yavaş yavaş ölürler Seyahat etmeyenler. Yavaş yavaş ölürler Okumayanlar, müzik dinlemeyenler, Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar. Yavaş yavaş ölürler * Alışkanlıklarına esir olanlar, Her gün aynı yolları yürüyenler, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler, Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile Girmeyenler, Bir yabancı ile konuşmayanlar. Yavaş yavaş ölürler * Heyecanlardan kaçınanlar, Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı Görmek istemekten kaçınanlar. Yavaş yavaş ölürler Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler, Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar, Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar." * Sokrates, baldıran zehrini içmeden önce iki öğrencisine tebessüm ederek, "beni takip ediniz" Diye vasiyet etmişti. Sokrates böyle bir sözel vasiyeti neden yapmıştı? Nasıl bir çıkarımda bulunmuştu? Bu sorulara yanıt bulmak o zamanın Platon'una göre kolaydı. Eğer ölüm mutlak bir son ise neden korkuya yer verelim? Öyle ya, yaşadığımız sıkıntılardan, sorunlardan ve taşıdığımız yüklerden kurtulacaktık. Sokrates, ölüm eğer insan yaşamının yeni bir başlangıcıysa, o halde üzülmek niye, huzur ve mutlulukla karşılamak gerek ölümü, der gibi bir düşünceyle ölüme koşmuştu. Sokrates'in ölüm temasını Erdem Beyazıt'ın kaleminden okuyalım: “Engin sakin berrak bir denize Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır Nasıl yürürse insan Sokrates öyle yürüdü ölüme. Tilmizleri ağlaşırken O vasiyet ediyordu: -Asklepyos’a bir horoz borçluyuz Unutmayınız. Ne tuhafsınız dostlar Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye Yükselmek varken ölümsüzlüğe. İnanca sahip olmak İnsan olmanın şartı Kölelikler içinde en onulmaz kölelik Hayatın ölümcül yanına Takılıp kalmak değil mi? İlkin ayaklarında duydu Sokrates Zehrin soğukluğunu Ve yavaş yavaş ölüm Yükseldi göğsüne çenesine Dudaklarında donan son bir tebessümle Bir işaret taşı da böylece Sokrates dikmiş oldu ölüme.” * Sokrates’in erdem karşısındaki onurlu ve dik duruşuna tanık oluyorken biz, cesur, bilge ve tarihe yön verici bir kişilik olarak da kanıtlamıştır kendisini. Bunu Atina’daki ihtiyarlar heyetine sunduğu savunmasında maddeye değil de insan ruhuna verdiği değeri göstermekteydi: Öyle ki, yaşamında asıl önem verdiği şeyin, haksızlıktan ve günah işlemekten sakınmak olduğunu İhtiyarlar Heyetine haykıracak kadar da dürüst ve cesurdu: “Benim vazifem size para, pul ile erdem elde edilemeyeceğini, paranın da her türlü iyiliğin de ancak erdemden geldiğini söylemektir.” Ve baldıran zehrini korkusuzca içmeden önce ÖLÜM hakkında söyledikleri çok manidardır: “Ölüm bir kimsenin rüyasız uykusu gibi şuursuzca bir şeyse o zaman mükemmel ve fevkaladedir. Çünkü o zaman zamanın bütün akışı tek bir gece gibi görünecektir.” “Ben bir Tanrı’nın Atinalıların başına musallat ettiği bir at sineğiyim” diye de kendini tanımlamıştır. Emine Pişiren/Edremit – Akçay 16.Ağustos.2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |