Yaşamın her anı hakkını ister. -Goethe |
|
||||||||||
|
Dilin önem ve niteliğinden söz ederken söylenenlerin tekrarından farklı bir noktadan ele almak istiyorum konuyu. Bir ulusu var ve yaşıyor kılan yaşam damarlarından biridir elbette kullandığı dil. Ancak bu kadarla sınırlı olabilir mi? Doğduğumuz günden bu yana bizi biz kılan yalnızca öğretilen bir ses akışı ve kulak dolgunluğundan ibaret değildir dil. Duygu ve düşüncelerimizi ifade etme gücünü, önce hissettiğimiz sonra yaşama geçirdiğimiz bilinçaltı bir reflekstir. Emeklemek, yürümek, beslenmek gibi…. Bir ulusun dil asaleti o ulusun geçirdiği safhalarla orantılıdır bana göre. Ne kadar büyük uygarlıklar süzgecinden geçmişse o kadar olgunlaşmış, gelişmiş ve kalıcı olmuştur. Bünyesindeki büyük değişimler onu olumsuz bir şekilde hiçbir zaman etkileyemeyecektir. Tam burada Türk Dili’nin tarihi gelişiminden dem vurmak gerekebilir; ancak merak eden herkes bunu öğrenebilir. Bu yaşadığımız teknolojik ortamda hiç de zor değil. Çok uzun bir tarihî geçmişe sahip olan Türk Dili’nin sözlü edebiyatından yazılı edebiyatına kadar tüm eserleri incelendiğinde görülür ki Türk Dili uygarlık akışları içerisinde bir nehir gibi akmış, akışında bünyesine farklı ve değişik unsurları almış, zaman zaman da bunların gereksizliğine inanıp bunları saf dışı bırakmıştır. Dilin canlı bir varlık olduğu konusunda hiçbir fikir ayrılığı olmamış bugüne kadar. O zaman her canlı varlık gibi dilin de arayışları, çırpınışları, beklentileri, değişimleri olması normal değil mi? MÖ III. yüzyıldan beri Kuzey Asya ve Doğu Avrupa’yı egemenlikleri altına aldığı bilinen Hun Uygarlığı’nın başlattığı bir dil anlayışının adının Çuvaşça ya da Yakutça olması Türk Dili’nin varlığı açısından insanın geçmiş tarihine baktığı zaman göğsünü kabartmaz mı? İlk yazılı ürünümüz olan Orhun Yazıtları’nın Göktürkçe yazılmış olması, ilk ‘Türk’ adının geçtiği yazılı bir kaynakla belgelenmesi dilimize duyduğumuz saygıyı nasıl beslemez? Sonra Uygurlar… Karahanlılar…Oğuzlar…Selçuklular…Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti. Dilimizin bu oluşumlar içindeki dağılım ve yerleşim alanlarına göre daha pek çok farklılıklar gösterdiğini düşünecek olursak ne kadar köklü, ne kadar olgun ve ne kadar asil bir dil olduğunu da görebiliriz. İnanıyorum ki Türk Dili nasıl sırası geldiğinde içinde bulunduğu ortama ve çağa göre birtakım değişimlere uğramışsa bundan böyle de Karamanoğlu Mehmet Bey gibi Mustafa Kemal Atatürk gibi ulusunu her şeyden çok seven önderler aracılığı ile zaten sağlam olan yapısını korumaya devam edecektir. Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de : "Bugünden geru divanda, dergahta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır." diyerek nasıl ulusal duyarlılık göstermişse, Mustafa Kemal Atatürk de 2 Eylül 1930’da: ’ Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk Dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ diyerek Türk Dili’nin öz benliğine dönmesi için gereken mücadeleyi vermiştir. Bu asil söylemlerin yaşama geçirilmesi önce 11 Temmuz 1932’ de Mustafa Kemal Atatürk’ün arkadaşlarına: ‘ Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?’ sorusuyla başlayan ve ‘ Öyleyse Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.’ sözleriyle biten bir konuşmayla gerçekleşmiştir. Böylece bugünkü adıyla Türk Dil Kurumu 12 Temmuz 1932’de kurulmuştur. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda 26 Eylül 1932 tarihinde ilk kez toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’nın açılış günü ‘Türk Dil Bayramı ‘ olarak kabul görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin mazisi bu kadar derin bir temel üzerine kurulmuş olması Türk Ulusu’nun tüm değerlerine olduğu gibi diline de sahip çıkacağının teminatıdır. Yeter ki sahip olduğumuz cumhuriyetin bekası ve gelişmesi için birlik beraberlik duygumuzu kaybetmeyelim, yeter ki ulusal bilincimizden ödün vermeyelim. Tüm ulusumuzun ‘ Türk Dil Bayramı’ kutlu olsun…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilâl Erboyacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |