Edebiyat yaşamın öncüsüdür, onu öykünmez, ona istediği biçimi verir. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Gişe yapmasa, kâr getirmese, onca masraf neden yapılsın ? Siz isteseniz de istemeseniz de ben kısaca özetleyeceğim bu filmi. Genç kuşaklar, yeni bir film sanmasınlar diye...Çünkü, her sahnesinin nasıl acılara, yok oluşlara neden olduğunu, geleceğimizi nasıl yok ettiğini biliyorum ve ola ki duyan olur, elbirliğiyle önlem alınır, diyorum. Genç kuşaklar da yalnızca yeni bir versiyonla karşılaştılarını anlarlar. Daha şafak sökmeden, “Gül parmaklı uyku” okşarken bizi, korku salan sirenler, homurtulu motor sesleri, evlerin önüne yığılan polis arabaları ve askeri araçlar, postal sesleri... Üstüne tiril tiril, kaliteli kumaştan yapılmış pantolon parçalarının, ince güzel derili mokasen ayakkabılara döküldüğü sorgucu ayaklarının, halıları çiğneyişi, göğüslere dayanan silahlar... Fotoğraf çercevelerinin kırılıp dökülüşü, evlerdeki her nenin darmadağınık edilişi, hallaç pamuğu gibi attırılış... Koli koli yüzlerce kitabın, boyunlarını büküp soran bakışlarla kamyonlara hoyratça atılışı... Ağlamayı unutacak kadar donmuş ve büyümüş gözlerle ana babalarının bacaklarına sarılan, oradan, konu komşunun zorlukla koparıp götürdüğü çocuklar...Elleriyle, göğüslerine oyuncakları gibi bastırdıkları ana-baba yüreğiyle, aile büyüklerine ya da komşulara emanet edilmiş küçücük çocuklar... Morarıp buza kesmiş, artık yıllarca birbirine değmeyecek dudakların birbirlerine, gizlice, kısacık, orada hep donup kalacak, hep anımsanacak veda öpücükleri... Neden gündüz gelmezler? Neden hep karanlığa sığınırlar? Neyse...Şimdilik, anlı şanlı adları ziyaret ettiklerinden sanırım, yeni yeni öğreniyorlar, şafağın sökmesini beklemeyi. Sıradan insanlara karşı da bu nezaketi gösteriyorlar mı acaba ? Neden, yazan, bilinen, tanınan düşünen kişilerin, aileleriyle yaşadığı evlere, arabalar dolusu görevliyle ve otomatik silahlarla gelirler? Komşu evlerin küçücük küçücük aralanan perdelerinden içeriye kocaman kocaman korkular sızsın diye mi? Teknolojinin bugünkü olanakları yoktu bir zamanlar. Uzaydan telefonlara yüklemeler, bilgisayarlara sızmalar vs... Cep telefonları yoktu. Telefon bile her evde bulunmazdı. Bilgisayar dediğinse henüz yeni doğmuş dev bir bebekti. Ne garip...Canlıların yavruları küçücük doğuyor, sonra büyüyor. Teknolojinin yavruları ise kocaman doğup sonra küçülüyorlar, görünmez bile oluyorlar değil mi? Kimi evlerden, orada yaşayanların hiç görmediği silah çıkıverirdi bazen. Kimi evlerden, orada yaşayanların hiç bilmediği kâğıtlar, belgeler, isim listeleri, defterler, yayınlar... Bildikleri de vardı elbette. Okudukları kitaplar, el altından ulaştırılmış yasaklı yayınlar da vardı ama çok şey de yasaktı doğrusu. Üstelik bunlardan alınacak ceza, öğrenmekten vazgeçmeğe değer, gözealınmaz türden değildi ki... Görmedikleri, bilmedikleri KANITLARIN, evlerine sokuşturulup tıkıştırılmasındaki amaç, CEZAYI ARTTIRMAK İÇİNDİ. Bakın, ne kadar çok suçları var, demek için. Ceyhun Atuf Kansu’nun “Bağımsızlık Gülü” adlı güzelim şiir kitabı “Bağımsızlık” sözcüğünden ötürü suç kanıtı sayılırdı da Sovyet devrimini anlatan “Saat On Üçte Generalim” kitabı, “general” sözcüğüne hürmeten rafta kalırdı. Böyle bilgiliydiler (!)... Filmin ilk sahnelerinde az sayıda oyuncu görülürdü. Emekçilerin haklarını arayan demokratik örgütlerin yöneticileri olurdu bunlar. Filmin makarası ileri doğru sardıkça, sokaklar, vapur iskeleleri, terminaller, garlar, üstünde iri puntolarla “Aranıyor” yazılı fotoğraflarla donanır, radyo ve TV’den (O zaman TV’ler yoktu) bitmek tükenmek bilmez künyeler okunurdu. Bir yandan, doksan günlük gözaltı süresince durmaksızın çalışan işkencehaneler, dolup taşan mahpushaneler, bazıları onlarca yıl bitmeyen mahkemeler, darağaçları... Sonra görülmemiş bir yağmur...Kapkara bir KİLLE iyice yoğrulmuş “ölü toprağı”nı yeryüzüne indiren bir yağmur. Bardaktan boşanırcasına... O güne değin uyanmaya çabalayan, Hanya’yı Konya’yı anlamaya çalışan toplum, artık iyice bulanmış, sarılıp sarmalanmıştır bu yapışkan ve kazınması ZOR olan kile. Bu kil, arka planı görmeyi engeller. Arka planda yoğun bir çalışma vardır. Anamal (Kapital) büyür ve karanlığı seven ellerde yoğunlaşır, el değiştirir, yeni ortaklıklar kurulur. Topraklarımıza, arazilerimize, ulusal servetimize bir şeyler olur. Kil öyle yoğundur ki biz, olan biteni göremeyiz. Yıllar yıllar yıllar gelir, geçer... Sonra... Ben, zorla, sürekli ve kaç kez seyrettirilen bu filmi izlemekten bıktım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |