Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Bu yazıyı kaleme alıp almamayı çok düşündüm. Genel olarak, hep sanatçıyı, oyunları ve tiyatroyu destekleyen ve olumsuzluklara yer vermemeyi tercih eden bir tarzım var. Tiyatroya ve sanatçılara zarar vermemek adına kötü bir oyunla karşılaştığımda, sert ve kırıcı eleştiriler yapmak yerine sessiz kalmayı tercih ederim ama bu sefer iş faklı. Sadece şahsımı ilgilendirmiyor. Yöneticilerin çok iyi niyetli ve olumlu olmasına rağmen bir konuyu bilmeleri gerekiyor. Alt kademede çalışan bazı görevlilerin “meydanı boş bulup” kendilerini “kral gibi görüp”, “fevri”, “keyfi” ve “haddi aşan” tavırlarından yöneticilerin haberdar olması gerekiyor. Aynı zamanda bu “terbiye sınırlarını çoktan aşan tavırlar” maalesef başını alıp giden bir “başıboşluğa” da işaret ediyor. Herkesin istediği gibi at koşturduğu bir anlayışı bizzat yaşayarak gördüm. Keşke tanık olmasaydım! Bu yazıyı, bu tip olumsuz olaylar bir daha tekrarlanmasın, kimse üzülmesin diye kaleme alıyorum. “İzmir Kukla Günleri”, çeşitli ülkelerden gelen sanatçılarla kurulan güzel dostluklar ve nazik görevlilerin yardımsever tavırları ile genel olarak olumlu bir havada geçti. Ama bir olay var ki güzel giden bu kukla günlerine hiç yakışmadı. İzmir Kukla Günleri programı çerçevesinde, İzmir Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesine, İngiliz Kukla Sanatçısını izlemeye ve oyunun izlenim yazısı hazırlamak için gidiyorum. Sanatçı müsait olursa, oyun sonrasında tiyatronun dışında bir söyleşi almayı düşünüyorum. O gün kukla günlerinde görevli olan kişinin bir mazereti çıkması üzerine, sanatçıyla tiyatro görevlileri arasında iletişimi sağlamak için “gönüllü olarak” tercümanlık yapmayı kabul ediyorum. Amaç sanatçıya ve tiyatro görevlilerine yardımcı olmak. Üstelik bu iş o anda festival tarafından benden “rica edildi”. “Gönüllü olarak”, seve seve yardım etmeyi kabul ettim. Yoksa görevli değilim. Oyun başlamadan önce, İngiliz sanatçıyla konuştum ve oyun bittikten sonra tiyatronun dışına çıkıp çay içerken söyleşi yapma kararı aldık. Yani SÖYLEŞİYİ TİYATRONUN DIŞINDA yapacağız. Maalesef, fotoğraf çekimini de sonraya erteledik. Çünkü fotoğraf makinem arızalı. Oyun süresince her şey yolunda gitti. Bir sorun çıkmadı. Ne olduysa, oyun sonrasında birden ortaya çıkan bir takım adamların “DERHAL BURAYI BOŞALTIN!” tavrı oldu. Olaylar bir oyunun dekorlarını taşıyan “bir takım görevlilerin anlaşılmaz tavrıyla” başladı. Dilim döndüğünce, İngiliz sanatçının söylediklerini İngilizceden Türkçeye tercüme ederek durumu açıklamaya çalıştım ama karşımdaki şahıs ya sağır, ya da canı dinlemek istemiyor! Üstelik terbiye kurallarını çoktan aşan ve terbiyesizliğe varan bir tavırla “hemen sahneyi boşaltmamız” konusunda ısrarlı. Aslında olay çok basit. İngiliz Kukla Sanatçısının kuklaları ve dekoru “kırılgan bir yapıya” sahip olduğu için dekorun toplanması için sadece “1,5 saate” ihtiyacı var. Yazı ile sadece “bir buçuk saat”. Fazla değil. Bu keyfi bir şey değil. Sadece aceleye getirilerek dekorunun ve kuklalarının kırılmasını ve zarar görmesini istemiyor. Çok doğal. Hem neden acele etsin ki? Sözde o akşam oynanacağı iddia edilen ama sonra öğrendiğimize göre “o gece oynanmayacak” ve ancak bir hafta sonra başlayacak olan bir oyunun dekorları. Ve sonradan “geçici olarak görevlendirildiği” ortaya çıkan şahıslar ısrarlı. “Bizim bu dekoru acilen kurmamız lazım, bu gece oyun var” diye yüksek perdeden bağırıyorlar. Üstelik saat daha öğlen 13 bile değil. Üstelik “O GECE OYUN FİLAN YOK, DÜPEDÜZ YALAN SÖYLÜYORLAR!” Avaz avaz bağırıp sanatçıyı ve bizi tedirgin etmeden “bir buçuk saat” bekleseler hiç sorun çıkmayacak. Ama hayır. Bütün tiyatro onların malı ya, esip gürleyecek, istedikleri gibi terör estirecekler! “Lütfen, bağırışlardan İngiliz sanatçı çok rahatsız oluyor, sanatçı çok gerildi, bakın kuklalarını topluyor. Lütfen yapmayın” deyince, aldığım cevap aynen şu. Sen Ajda Pekkan mısın be? Geriliyormuş! Gerilirsen, geril! Bana ne? Ben kapris filan çekmem! Ben Devlet Tiyatrosu çalışanıyım. İstediğim gibi davranırım!” Kapris yapan kim? İngiliz sanatçı adamın bas bas bağırmasından son derece rahatsız oldu. Bunu karşı tarafa uygun bir dille anlatmaya çalışıyorum ama karşı tarafta nerede o anlayış? O kadar sinirleniyorum ki, festival görevlilerini aramak için cep telefonumu bulmaya çalışıyorum. O sinirle, cep telefonumu bulmak için çantamı ters yüz ediyorum. Çantada ne var ne yoksa ortaya dökülüyor. Kayıt alma cihazı, fotoğraf makinesi, defter, kalem, kağıt, piller, paralar, kimlikler ortaya saçılıyor. Cepten festivali, bana yardım etmemi “rica eden” kişiyi arıyorum. Durumu izah ediyorum. Karşı taraf hem suçlu, hem güçlü. Beni festival komitesine şikayet ediyor. Bahaneleri de çok ilginç. Ortaya saçılmış olan “kayıt alma cihazı” ve “fotoğraf makinesini” bahane ediyorlar. Söyleşi yaptığım ve fotoğraf çektiğimi iddia edip şikayet ediyorlar. Bu arada, orada olmam ve İngiliz Sanatçıya tercümanlık yapmak için kalmamı “rica eden” kişinin beni bu “terbiyesiz şahıslara” karşı savunmamış olması da ayrıca bende “büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı” yaratıyor. İçinde bulunduğum zor şartlara rağmen, “gönüllü olarak” yardımcı olmaya çalışırken düşürüldüğüm durum karşısında, karşılaştığım “kıymet bilmezlik” ve “iyiliğin takdir edilmemesi” de benim için son derece kırıcıydı. Anlaşıldı. “Kıymet bilmezlik” ve “takdir edilmemek” bir yana, “ricacı” olan şahıs, her iki tarafı da idare etmeye çalışıyor. Dekor taşıyan bu kişiler kendilerini temize çıkarmak, yaptıkları “terbiyesizliğe” ve “saygısızlığa” mazeret bulmak amacıyla bile bile YALAN SÖYLÜYORLAR! Madde 1 “Bu gece oyun var. Acilen bu dekorların kurulması gerekiyor. Bize engel oluyorsunuz. Derhal burayı boşaltın” deniyor. O GECE OYUN YOK! Oyun bir hafta sonra başlayacak ve o gün saat daha öğlen 13 bile değil! Madde 2 Sanatçıyla en başından söyleşiyi tiyatronun dışında yapma kararı vermişiz. İftira atarak yalan söylüyorlar. Madde 3 Fotoğraf makinesi arızalı. Fotoğraf çekmem imkansız. Arızalı ve işlemeyen bir makineyle fotoğraf çektiğim iddia ediliyor! Cep telefonumu ararken çantamdan otaya saçılan eşyalara bakarak mazeret üretiyorlar. Dışarıdan gelen bir telefon üzerine, yüksek perdeden atan tutan “anlama özürlü” terbiye sınırlarını çoktan aşmış kişinin tavrı değişiyor. Yaklaşımı da çok ilginç! Bana “Siz, bizim burada her gün neler çektiğimizi biliyor musunuz?” diye soruyor. İyi de bunda benim ne suçum var? Üstelik bundan bana ne? Bunun faturasını neden bana çıkarıyorsunuz? “Yaa kusura bakmayın. Biz arada sırada insanların suratlarına böyle patlarız. Bu sefer de siz denk geldiniz”. Yani, her zaman birilerinin suratına patlamak bir “alışkanlık haline gelmiş”, öyle mi? Buna olsa olsa “özrü kabahatinden büyük” denir! Devlet Tiyatrosunda dekor taşımak, size rastgele insanlara bağırıp, “hakaret etme” hakkı mı veriyor? Birincisi kurum ile bir kavganız varsa bunu dışarıdan üçüncü kişilere “hakaret ederek” çözemezsiniz! Yaptığınız işten bu kadar rahatsızsanız, çözüm çok basit. İstifa edin, gidin! Daha rahat bir işte çalışın. Sizin yerinize işini doğru dürüst yapan insanlar bulunur. Günümüzde herkes çok zor şartlarda çalışıyor. Hiç kimsenin işi kolay değil. Ama herkes sizin gibi böyle avaz avaz bağırıp, hakaret edip, ortalığı birbirine katmıyor! Devlet Tiyatrosu ile aranızda bir problem varsa, bunu Devlet Tiyatrosu ile çözün! Üçüncü kişilere bağırıp çağırmak çözüm değil! Üstelik işinize geldiği zaman kavgalı olduğunuz kurumun adını kullanarak, “Ben Devlet Tiyatrosu çalışanıyım, istediğimi yaparım” diyebiliyorsunuz. Karar verin. Hani Devlet Tiyatrosunda çalışmaktan rahatsızdınız? İşinize geldiğinde, şikayet ettiğiniz kurumun üzerinden “kendinize pay çıkarmayı” biliyorsunuz. Bütün bu olaylarda Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesinde çalışan personeli tenzih ederim. Uzun süredir görmeye aşina olduğum görevliler her zaman nazik, her zaman yardım sever ve her zaman güler yüzlüler. Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesinde, oyuncusundan gişede çalışan memuruna, yönetmeninden yer gösteren arkadaşlara kadar hepsi çok nazik, çok iyi insanlar. Onlarla herhangi bir problemim yok. Burada problemi yaratanlar “geçici görevle” gelen kişiler. Maalesef, sanki çok ihtiyacımız varmış gibi gereksiz üzüntüye, gereksiz sıkıntıya ve gereksiz soruna neden oldular. Bu arada yönetim kademesinin çok iyi niyetli olduğuna eminim ama maalesef bilgilendirilmedikleri ve anlaşıldığı kadarıyla, “tatsız olaylar” sürekli olarak hasır altı edildiği için çoğu zaman olan bitenden haberleri olmuyor. Bir anlamda yönetim kademesinin de olaylardan haberdar olmasını istedim. Peki, sonuç olarak; yarattıkları bunca tatsızlık bir işe yaradı mı? Hayır. Sanatçı dediği saatte dekorunu ve kuklalarını topladı. Çünkü dekorun ve kuklaların “kırılgan bir yapısı” vardı. Ve toplanması için gerçekten “bir buçuk saate” ihtiyacı vardı. Sanatçı söylediği gibi toplanmasını tam zamanında bitirdi. Terbiyesizlik bir işe yaradı mı? Hayır! Sadece gereksiz, stres, gerginlik ve üzüntü yarattı. O kadar! Bu yazı, bu kadar çirkin olaylar bir daha yaşanmasın diye yazıldı! Bu yazı, resmi mercilerin olaydan haberdar olarak, gerekli önlemleri alması için yazıldı. Bu yazı, sanatı, sanatçıyı, tiyatroyu ve tiyatro sanatını desteklemek için çaba gösteren insanlar bir daha böylesine üzülmesin diye yazıldı!!!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |