..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dilerim, tüm yaşamınız boyunca yaşarsınız. -Swift
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > Taner SARGIN




30 Nisan 2011
Sakarı Boyu Hikâyeleri İle Seyr - Ü Sefer - 2  
Taner SARGIN
Karnını da doyurmuş olan Arda, düşüncelere dalmışken uyku bastırdı. Kentte yaşayan bir insanın asla yaşayamayacağı bir sessizlik vardı. Bu sessizliği uzaktaki çoban köpeklerinin havlamaları bozuyordu. Arada bir çevredeki tilki ya da çakalların, piknikçilerin bıraktığı yiyecek artıklarını ararken çıkarttıkları çıtırtılar uzaktan da olsa geliyordu. Aşağıdan doğru gelen esinti dalların hışırtısını getiriyordu. Arada bir rüzgâra kapılan su şırıltıları duyulur gibi oluyordu. Gece iyice bastırınca uçsuz bucaksız bir sessizlik aldı götürdü Arda’yı. Rüya âlemine dalmış sonsuz bir huzur içinde uyuyakalmıştı.


:BEBG:
İnhisar şirin bir beldedir. Üç tane lokantadan biri içkilidir. Lokantaların biri hemen ana yol kenarında içkili olan meydan girişinin sağında kahvehaneden önce gelen eski bina, biri de çınarlardan ileri devam edince marketin ilerisindedir. Hayvancılık yaygın olduğundan müşterilere etli yemek çeşitleri bolca sunulur. İnhisar, genelde eski ve damlarında eski tarz kiremitler olan evlerden oluşur. Meydanlık alanda haftanın bir günü Pazar kurulur. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan civar köyler haftanın o günü ihtiyaçlarını buradan giderir. İnsanları şakacı ve şen şakraktır. Arda, motorla geçerken çınar ağaçlarının dibinde olan çeşmenin yanındaki bankta oturan İsmail amcayı tanıyordu. Çınarların alt tarafında kahvehanenin bahçesine doğru minibüsünün kapaklarını açmış olan halıcı Hamdi ayaküstü çayını yudumluyordu. Burada oyalanması ona zaman kaybettirecekti. Bu nedenle nar bahçelerinin arasında kıvrılan yoldan devam etti. Yolun alt tarafındaki, İsmail amcanın nar bahçesinde daha önce budamış olduğu dallar ağaçların diplerinde duruyordu.



İnhisardan çıktıktan hemen sonra sola ayrılan ve köprüden geçerek ulaşılan Karaağaç av yapmayı seven Şenol’un köyü idi. Şenol normal zamanlarda Eskişehir’de oturuyordu. Av yapacağı zamanlarda köyüne geldiğinde kullandığı evi ırmağın diğer yakasında ağaçların arasından görünüyordu. Karaağaç, İnhisar’ın Mahallesi gibidir ve çok yakındır. Coğrafi olarak yakın olduğu kadar insanları da birbirine yakındır. Buradan geçtikten bir süre sonra sağa ayrılan yoldan Tarpak’a çıkılır. Arda, buralara uğramadan yoluna devam etti.



Bilecik il sınırlarını aştıktan sonra Eskişehir’in az nüfuslu ve kırsal yerleşim yerlerine ulaşılır. Karaoğlan köyü içinden geçen yoldan devam ederseniz direk Mihalgazi’desiniz. Karaoğlan köyü’nün içinde sağa sapan yoldan devam ederseniz Demirciler köyü yanından geçip Sakarıılıca köyüne varırsınız. Karaoğlan köyü nüfusunu yitirmeden önce önemli bir üzüm üreticisiymiş. Karaoğlan yolu boyunca üzüm bağları dikkat çekicidir. Demirciler çoğu göç ettiğinden boş ve bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan evlerle doludur. Sakarıılıca köyü verimli topraklara sahiptir. Arda Karaoğlan’dan direk Mihalgazi’ye ulaşan yola girdi.



Mihalgazi’ye girmek üzere iken hava kararıyordu. Girişte solda Hacı amcanın çalıştırdığı akaryakıt istasyonu vardı. Hacı çok titiz bir adamdı. Çok dürüst olduğundan civar köy kasabaların çoğu ondan alışveriş yapardı. Arda, istasyona girdi, motoru stop etti. İki oğlu olan hacı, büyük oğlu ile iyi geçinirdi. Küçük oğlu istasyonda pek durmazdı. İstasyonda Hacı yoktu. Hacı’nın büyük oğlu pompanın başına geldi:



- Hoş geldin.

- Hoş bulduk abi. Hacı amca yok mu nerelerde?

- Yukarıda dinleniyor. Bugün şehirde biraz işleri vardı.

- Buraya gelene kadar yakıt almıyorum bir yerden, sizin benzini koyunca motorumun sesi değişiyor.

- Tabii bizde öyle, bak nerelerden geliyorsun bizi tercih ediyorsun.

- İşler nasıl gidiyor. Satışlar iyi mi?

- İyi olmasına iyi de buralarda biliyorsun millet soğan sökmeye, marula, oraya buraya patpatlarla gidiyor. Adam on liralık benzin alıyor günlerce uğramıyor.

- Onlar için en iyisi bu patpatlar. Bizim tarafta öyle değil işte. Aldıkları traktörler mazot canavarı. Gösteriş olsun diye millet birbiri ile yarış halinde model ve marka takip ediyorlar.

- Sizin oraları da biliyorum bir keresinde İznik gölünün kenarından giden yolu kullanmıştım. İznik, Orhangazi, Gemlik buralarda dağ taş zeytin ağacı elma armut kiraz her şey var. Onca işi görmek için güçlü traktör lazım.

- Sen de haklısın aslında.



Motorun yedeğe düşen deposu fullendi. Vakit kaybetmeden karnını doyurup Sakarıılıca kaplıcalarına çıkıp orada konaklayacaktı. Ödemeyi yapıp ayrıldı.



- Haydi, Hacı amcaya selam söyle, sana da kolay gelsin.

- Aleyküme selam. Sağ ol.



Arda, Pazar kurulan tek ana caddesi olan yol üzerinden devam edip sağa Sakarıılıca’ya ayrılan yola doğru bakarak ilerledi görebildiği kadarı ile Sakarya neredeyse köprünün hemen altına kadar yükselmişti. Lokantanın önünde durdu. Buranın ustasının oldukça lezzetli kendine has yaptığı kebabı vardı. Karnını doyurduktan sonra yolun karşısındaki kahvehaneye gidip çay içmek istiyordu. Kahvehanenin sahibi yaşlı şeker ve tansiyon hastası muhabbetçi bir adamdı. Kahvehaneyi oğlu çalıştırıyordu. Lokantacının oğlu, hesabı ödeyip çıkmak üzere olan Arda’ya:



- Karşıdan çay söyleyeyim.

- Ben de oraya gidiyordum.

- İçerde sıkılırsan dışarı sandalye atayım iki çay içelim?

- Peki tamam.



Dışarı oturdular çaylar geldi. O sırada berber Musa amca yoldan geçiyordu. Arda’yı fark etmedi. Görseydi kesin yanına gelirdi. Arda sokak ortasında insanlara seslenmeyi sevmeyen biri idi. Sonra görürüm diye düşündü.



- Bu saatte pek iş olmuyor galiba?

- Bu saatlerde pek müşteri olmaz. Küçük yer burası, birazdan kahvelerde de kimse kalmaz. Millet evine dağılır.

- Haftanın yedi günü çalışıyorsun

- Evet, burada vakit geçirecek gençlere uygun yer de yok. Bazen arkadaşlarla toplanıp minibüs kiralıyoruz.

- Nereye gidiyorsunuz?

- Eskişehir’e tabi. Yazın Sakarıılıca kaplıcaları biraz hareketli olur, bazen de oraya takılırız.

- Tabii ki insan arada bir kendine zaman ayırmalı.

- Sen iyisin abi motorla her yeri geziyorsun?

- Belki bir gün sen de gezersin. Bana müsaade çay için teşekkür.

- Yine bekleriz abi.

- Hadi hoşça kal.

- Güle güle.



Arda, motorun yönünü çevirdi, az ileriki kavşaktan sola köprüye doğru yöneldi. Sığ arazi kesimlerinde çukurlarda su birikmişti. Köprüden karşıya geçip Sakarıılıca köyüne girdi. Karaoğlan üzerinden Demircilerden gelen yol da Sakarıılıca köyü içinde birleşiyordu. Arda’nın ılıcalara birkaç kilometrelik yolu kalmıştı. Ali babanın pansiyonunu geçip yukarıdaki tesislere çıktı. Burada her keseye göre odalar kiralanıyordu. Sobalı kaloriferli tek oda ya da iki üç kişilik odalar mevcuttu. Arda bir oda tuttu. Resepsiyondan anahtarını aldı, dışarı çıktı. Odası karşı tarafta Eskişehir yolu üzerinde idi. Köprüye doğru yürüdü karşıya geçti. Hamamlardan gelen sıcak su akarken dere yatağından buharlar çıkıyordu. Su akarak aşağıda Sakarya nehrine karışıyordu. Suyun bir kısmı yukarıdaki boğazdan geliyordu bir kısımda banyolardan katılıyordu. Su yeraltından 57 derecede çıkarılıp vücut için en uygun sıcaklıkta hamamlarda ve özel banyolarda kullanılmak üzere dinlendiriliyordu. Arda, karşıya geçtikten sonra yol kenarındaki çeşmenin hemen üzerindeki odasına geçti. Motoru resepsiyonun yanındaki park yerinde kalmıştı. Gerekli malzemesini koyduğu küçük çantasından defterini çıkartıp masanın üzerine koydu. Dişlerini fırçalayıp üzerini değiştirdikten sonra defterine karalamaya başladı. Ne çok yer gezmişim bugün diye düşündü. Sonra kafasını yastığa koydu.



Sabah kalktığında önce hafif bir kahvaltı yaptı sonra malzemelerini alıp banyolara gitti. Umumi banyoların ortasında havuz vardı. Herkes giriyordu ama girmeden önce havuzun çevresindeki kurnalarda ya da duşlarda bir güzel yıkanıyorlardı. Burada suyun ısısını ayarlama şansın vardı ama havuzda suyun döküldüğü yer çok sıcaktı. Su sürekli devir daim olduğundan sağlıklı idi. Arda, karşı taraftan suyun ısısının en az olduğu yerden girdi havuza. Yavaşça ortalara doğru yüzdü. Sonra geri gitti bir süre vücudunun alışması için suyun içinde yapılmış olan yere sadece kafası dışarıda kalacak şekilde oturdu. Bir süre sonra uykusu geldi. Havuzun kenarına çıkıp bir süre sırt üstü yattı biraz kendine geldi. Tekrar duş aldı ve dışarı dolapların olduğu yere çıktı.



Ilıcalara şifa bulmak için gelen bir gurup yaşlı, oturmuş sohbet ediyorlardı. Bunların içinde, Arda’nın sonradan tanıştığı Nizamettin Serteser anlatıyordu:



- Sene bin dokuz yüz atmış üç, bir tane Skoda otomobil aldım. Sarıcakayalılar ve sonradan adı Mihalgazi olan Gümeleliler rahatsız olduklarında beni çağırırlar onları Dağküplü yolundan Eskişehir’e hastaneye götürür getirirdim. Ve böyle bir zamanda Sarıcakaya’ya gittiğimde kış mevsimi idi ve gece yol kayar seni kurtlar yer dediler beni misafir ettiler. O gece Sarıcakayalıların anlattıklarından bir hikâye kaldı aklımda.



Yaşlılardan biri:



- Anlat bakalım Nizamettin Bey.

- O zaman Sarıcakayalılar eşeklerle katırlarla Eskişehir’e gelir Sakarya ırmağı kenarında yetiştirdikleri sebzelerini satar geri dönerlerdi. Üç eşekle sabahın şafağında gelin kaynana ve kayın peder altı küfe yük ile yola çıkarlar. Mallarını pazarda satar ihtiyaçlarını satın alır küfelere koyarlar. Bunların geri dönüşleri akşam olur, yolda karanlık çöker. Önde kaynata ortada kaynana en arkada gelin vardır. Dağküplü, Güvece civarında gelinin uykusu gelir. Öbürlerinin de uykusu gelmiştir aslında. Etraf karanlıktır ve eşekler yolu bildiği için yola devam etmektedir. Gelin der ki ‘’ana benim çok uykum geldi.’’ Kaynana da ‘‘dıngılıve geldiyse ‘‘ der. Bir müddet daha geçer. Biraz sabreder. Yine derki ‘’anaaa benim çok uykum geldi’’. Kaynana ‘’Dıngılıveeee dedim ya gızım’’ der. Gelin biraz daha dayanır ve bu sefer ‘dıngılı verir’. Diğerleri yola devam eder. Kaynata, kaynana Sarıcakaya ya inerler. Bakarlar ki arkalarında gelin yok.’ Sarıcakaya ya indikten sonra gelinin gerçekten dıngıldığını fark ederler. Kaynana der ki’vayyyy canından yanasıca gelin dıngılıve dediydim. Gelin dıngılmış hadi gidem gelini bulam.’ Üç gün ararlar beş gün ararlar. On gün sonra uçurumun yedi minare boyu dibinde gelinin ölüsünü bulurlar. Arkadaşlar bana anlatılan bu. Ben Sarıcakayalıların yalancısıyım.



Gülüşmeler olur. Bir tanesi onaylar.



- Doğrudur.



Bu bölgede kendine has bir şive vardır. Gidem gelem demek gidelim gelelim demektir. Bir seferinde Çifteler’den olup Sarıcakaya’dan evlenmiş olan Yaşar ile tanışıp ve arkadaş olmuştu. Arda’ya ‘hadi gidem çay içem’ dediğinde tek başına gidip çay içeceğini zannetmişti ama Arda’yı kolundan tuttuğu gibi çay içmeye götürmüştü. O zaman anladı ki gidip çay içelim demek istemiş. Hal hatır sorarken ‘napan’ derler bu ne yaparsın nasılsın iyi misin demektir. Bu şive hemen hemen Sakarı boyunca kullanılır. Sakarya Nehrinin adı burada ‘Sakarı’dır. Bazen Sakarya boyu kastedilirken ‘dere’ denir.



Arda, yaşlıların muhabbetini dinlemiştir, sessizlikten yararlanarak kendisini tanıtır ve sohbete katılır. Oldukça sıcak insanlardır çoğu civarın insanlarıdır. Eskişehirliler özellikle yaz mevsiminde hafta sonu tatillerini geçirmek için hem piknik yapmak amacı ile hem de hamamlara girmek için Sakarıılıca kaplıcalarına gelirler. Dışarıdan doktor tavsiyesi ile gelenler de vardır.



Nizamettin Serteser karayollarından emekli olup Eskişehir’de oturmaktadır. Nizamettin beyin babası Afyon Devlet Demir yollarından 1940’lı yıllarda emekli olur. O zamanlar 6 yaşında olan Nizamettin Bey Afyondan ev halkıyla eşyalarla bir vagona doluşup, Eskişehir’e geliş hikâyelerini anlatmaya başlar:



- Demir yolu Müdürlüğü’nün 548 tahsis numaralı vagonuna bindik. Kaç günde geldiğimizi tam olarak hatırlamıyorum. Ama bir lokomotif gelir bizim vagonu takar bir süre yol alır ve kör bir yola bizi atardı. Günlerce gelen giden olmaz biz araziye yayılır ocaklar yakıp yemeğimizi yapıp karnımızı doyurur beklerdik. Gelen giden olmazsa eşyalarımız vagonda olduğundan bir yere ayrılamaz vagonun içinde barınırdık. O götürecek bu götürecek bizi haftalarca bekletirlerdi. Afyondan gelen tren bırakır İzmir’den gelen takar. O bırakır başka bir tane gelir. Bir sürü karmaşıklık yaşanmıştı.



Arda, bu hoşsohbet gruptan vedalaşarak ayrılır. Motorunu Gümele’ye doğru sürer. Sebze halinin yanındaki kahveye gelir bir çay içer. Tam kalkacakken berber Musa amca gelir.



- Hoş geldin dayının napan.

- İyilik Musa dayı dün akşamüstü gördüm seni ama işin vardı herhalde motorla geçtin.

- Görmedim, çay içem de mi?

- Ben bir tane içtim ama seni kırmam.



Berber Musa ufak tefek beyaz tenli yaşlıca biridir. Kafasında sürekli kasket taşır. Berber Musa geçmiş bir tarihte çevre köylerde saç sakal tıraşı yapmak için eşekle gezermiş. Onun gençliğinde civarda berberlik yapan pek yokmuş. Onun ustası yanına birkaç çırak almış ama sadece Musa dayı başarılı olmuş. Musa dayı’nın ustası yaşlanınca da berber takımlarını ona bırakmış. Musa dayı’nın gençliğine dair anlattıkları hemen birkaç anısından ibaretti. Çok fazla konuşmaz ama dinlemeyi severdi. Bir süre sonra masaya sarışın iri yapılı yaşlı biri yaklaşır selam verir. Berber Musa:



- Benim adaş bu dayının

- Adı Musa yani öylemi

- He onun adı da Musa.

-

Masaya oturur:



- Hoş geldin evlat.

- Hoş bulduk amca. Nasılsınız?

- İyilik sağlık.

-

Berber Musa söze girer:



- Dayının bak ben fazla bilmem ama adaşım dünyayı gezmiş biridir. Çok bilgilidir.

- Yok, benimki bilgiçlik değil tabi de, gezdik gördük işte.

- Nereleri gezdin amca?

- Avrupa da özellikle Almanya’da çok kaldım. Orta doğuyu gezdim. Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, Suriye'yi gezdim.

- Maşallah amca herkese nasip olmaz

- Bizimkisi çalışmak işçi olarak gittim gezdim evlat.



Bir süre havadan sudan konuşulduktan sonra anlatmaya başlar Arda’nın tarihe coğrafyaya meraklı olduğunu anlayınca anlatır da anlatır. Konu döner dolaşır yakın çevreye gelir:



- Hemen yukarda Demirciler köyü vardır.

- Evet biliyorum.

- Osmanlı imparatorluğu döneminde Demirciler köyünden bir Emin ağa varmış, parayı çok severmiş. Parayı çok sevdiğinden eşkıyalara yataklık yaparmış. Monçak isimli bir eşkıya varmış onunla işbirliği yaparmış emin ağa. Monçak bu çevrede hus olurmuş o nedenle kurt misali buralarda yağma yapmazmış. Beypazarı, Nallıhan tarafında belki de daha başka yerlerden köyleri yağmalar paralarını vermeyenleri kızgın saca oturturmuş.

- İlginç bir hikâyeye benziyor.

- Evet, bir gün Monçak Emin ağa ile otururken ‘Emin ağa, sen parayı seviyorsun.’der. Emin ağa ‘para sevilmez mi be Monçak’. ‘Emin ağa sana bir teklifim var’ Emin ağa merakla bakar. Monçak der ki ‘sen bir küpün içine gir. Ben küpün içini altınla doldurayım. Sadece kafan dışarıda kalsın. Küpün içinden çıkabilirsen altınlar senin, çıkamasan da senin.’



Berber Musa dikkatle dinlerken birden söze girer:



- Görüyon mu adaşımı neler biliyor.

- Merak ettim sonu ne olacak.



Diğeri anlatmaya devam eder:



- İşte, Emin ağa teklifi kabul eder. Eder ama küpün içinde altınlar iyice sıkıştırır. Kurtulmaya çalıştıkça sıkışır sıkıştıkça yukarıdan altın dökülüp hiç boşluk bırakılmaz. Emin ağa çıkamayacağım bu kadar altın yeter dökmeyin gari der.

- Çıkarmışlar mı küpün içinden Emin ağayı?

- Çıkarırlar mı? Çete reisi Monçak, adamlarına ‘alın Emin ağanın kellesini’ der. Emin ağa ‘böyle konuşmamıştık hani çıkamasam da benim olacaktı altınlar’ der. Monçak ‘yine senin olacak gövdeni bu altınlarla gömeceğim’ der. Adamlarına döner ‘gömün Emin ağayı altınlarıyla çürüyünceye kadar burada kalsın, çürüdükten sonra yine bizim nasıl olsa’ der.

- Vay be gerçekten ilginç bir hikâyeymiş. Monçak’a ne olmuş sonra?

- Kurtuluş savaşı yıllarında Monçak haritaları toparlar İstanbul’a büyük adadaki kilisenin papazına gitmek üzere yola çıkar. Sandalla adaya geçerken dalga çıkar. Gömü haritaları suya düşer. Haritaları almak isterken Monçak boğulur. Haritalarla beraber boğazın sularına gömülür.

- Onun sonu da böyle bitti demek ki.

- Öyle tabii ki, etme bulma dünyası denir, boşuna mı?



Bir süre de yurt dışında yaşadıklarını oradaki gözlemlerini anlatır. Uzunca bir muhabbet olmuştur aslında.



- Bana müsaade yine görüşürüz inşallah.

- Nereye evlat?

- Hekim dağına doğru çıkacağım.

- Ne yapacaksın orada?

- Bu akşam çadırımı kurup tertemiz havada uyuyacağım.



Arda, vedalaşıp markete gider yaylada atıştırabileceği kahvaltı türü zeytin, peynir, domates, ekmek alır. Hekim dağı geçidi yaklaşık 1200 M. rakımlı olup Sakarıılıca ile Eskişehir’in Muttalıp köyüne bağlanan yol üzerindedir. Zirvede Taşköprü köyü vardır, hayvancılıkla uğraşırlar. Arda zirveye ulaşmadan sağa dönüp yaylaya geçecektir. Ormanın içinde otlaklar vardır orada gündüz piknik yapanlar olur. Hayvan besleyenlerin ağılları ve birkaç yayla evi vardır.



Yol kıvrımlarla yükseğe ulaştıkça aşağıda müthiş bir manzara görünmektedir. Arda yol alırken buradan ilk çıkışı aklına gelir. Buraya ilk gelişinde zirveye ulaştığında yol düzlemiş şarampolden akan erimiş kar sularının Arda’nın geldiği yöne doğru akması onu oldukça şaşırtmıştı. Yol gidiş yönünde irtifa kaybediyor hissi uyanıyordu ama su farklı yöne akıyordu. Bunun sebebi dik rampaları aştıktan sonra yolun biraz düzleşir gibi olması yanılsama yaratmasıydı.



Arda, sola sapıp çayırlık alanın ortalarında bir yerde durdu. Önce sağa sola bakıp çadırını kurabileceği en uygun yeri seçti. Burası Hekim Dağının Mihalgazi’ye bakan tarafında hafif eğimli olup çevresinde ormanlık alanlar olan bir yerdi. Aşağı doğru baktığınızda Mihalgazi’nin tepesinde yükselen dik kaya görünüyordu. Bu dik kaya ilginç bir oluşumdu: Bir tepenin üzerinde gökyüzüne saplanmış ucu sivri bir hançerdi adeta. Motorundan malzemeleri indirip çadırını kurdu. Çadırın etrafına küçük küreği ile hendek açtı. Belli mi olur gece aniden bir yağış olursa su altında kalmak da var. Rüzgâra karşı çadır direklerinden çektiği ipleri kamalar ile toprağa bir güzel çaktı. Şimdi karnını doyurabilirdi.



Kışın müthiş kar tutan Hekim Dağı’nın bu yaylasında bahar ve yaz mevsimlerinde sürekli bir esinti vardı. Aşağıdaki ılıcalardan buharlaşan sular boğaz boyunca sürekli bir bulut oluşturuyordu. Bu durum insanda her an yağmur yağacak hissi uyandırırdı. Bir yandan da doğruydu aslında bu bölgeye düşen yağış miktarı oldukça fazla idi. Yağışlı geçtiği zamanlarda Sakarya nehri bulanık su ile dolup taşardı. Bazen Eskişehir’e doğru sallandığınızda bile sis nedeniyle değil Eskişehir’i önünüzü bile göremezdiniz.



Bir keresinde Eskişehir’e yöneldiğinde sisten önünü göremiyordu. Eskişehir’e de yağmur yağmış ve kesilmişti. Bir düzlükten sonra inişe geçerken dönemeci alıyordu ki, buluttan çıkar çıkmaz müthiş bir manzara ile karşılaşmıştı. Eskişehir müthiş bir sürpriz yapmıştı. Arda, o an havada buluttan çıktığını ve altında asfaltın kaybolduğunu hissetti. Arda için bu müthiş bir duygu idi. Sanki uçuyordu. Bir an tereddüt etti ama baktığında motorun asfaltta yol aldığını gördü. Ovanın ekili arazisinin parseller halinde ve ilerde şehrin net görüntüsü cezp ediciydi. Yağmur sonrası tertemiz hava billur gibi bir manzara sunmuştu ona. Arda bundan dolayı kendisini ayrıcalıklı hissediyordu. Evinde miskin oturan biri böyle bir anı yaşayabilir miydi?



Karnını da doyurmuş olan Arda, düşüncelere dalmışken uyku bastırdı. Kentte yaşayan bir insanın asla yaşayamayacağı bir sessizlik vardı. Bu sessizliği uzaktaki çoban köpeklerinin havlamaları bozuyordu. Arada bir çevredeki tilki ya da çakalların, piknikçilerin bıraktığı yiyecek artıklarını ararken çıkarttıkları çıtırtılar uzaktan da olsa geliyordu. Aşağıdan doğru gelen esinti dalların hışırtısını getiriyordu. Arada bir rüzgâra kapılan su şırıltıları duyulur gibi oluyordu. Gece iyice bastırınca uçsuz bucaksız bir sessizlik aldı götürdü Arda’yı. Rüya âlemine dalmış sonsuz bir huzur içinde uyuyakalmıştı.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın deneysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sakarı Boyu Hikâyeleri İle Seyr - Ü Sefer - 3
Sakarı Boyu Hikâyeleri İle Seyr - Ü Sefer - 1

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hayal Gücünün Paradigması - 5
Hayal Gücünün Paradigması 1
Hayal Gücünün Paradigması 4
Kaktüs ve Akrebin Kısa Tarihi
Dünyanın Herhangi Bir Köşesi, Bilin Bakalım Neresi?
GDO'yu Beklerken
Masal Bu Ya/ Eke'yi Beklerken 2
Hayal Gücünün Paradigması 2
Hayal Gücünün Paradigması 3
Ben ve Ben

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Git Kendinde Kaybol Arama Beni [Şiir]
Keşiş Dağında Erguvan Kokusu [Şiir]
Müşküre [Şiir]
Topraktan Gelen Sesler [Şiir]
İçimde Bir Şiir Ölüyor [Şiir]
Yavaş Yavaş Ölürler Neruda"yı Nazım"ı Tanımayanlar [Şiir]
Hava Kar Yağıp Buz Kesiyor [Şiir]
Kayıp Şiirler Şehrinde Yitirdiklerim [Şiir]
Geceye Saçlarından Dökülenler [Şiir]
Filler ve Çimen (*) [Şiir]


Taner SARGIN kimdir?

Yakamozları yazmaktan çok, içine girmemin getirdiği duyguyu yazmayı tercih ederim.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Taner SARGIN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.