Affet sadece kendini, gerisi ardından gelir! Affet önce kalbinin kırılmasına, ruhunda yara açılmasına izin verişini. Unut düşünme, bunlara aracı olan kişileri. Sadece şunu bil ki her şey sende başlar sende biter. Desem de biliyorum istesen de istesem de tanrıça da tanrı da değilsin. Her sorunu oluşmadan engelleyemezsin. Ancak niyetinin, niyetlerinin farkında olmayı yaşam biçimin olarak seçebilirsin. Kendini gerektiğinde sadece başkalarından değil kendinden de korumayı bilmelisin.
Can dostum 8 saniyeye gidelim dediği zaman hakkında hiçbir fikrim yoktu. Anlatmaya başladı. Bir cümlesini bile dinlemedim. Bu filmi hakkında hiçbir şey bilmeden izlemek istiyorum dedim. Hayatı önyargısız ve beklentisiz yaşama,duyumsama isteğimi bu film izlemek için de tercih ettim. Ve film öyle bir çarptı ki beni, can dostumun göğsünde ağladım. Öyle bir katalizör oldu ki bana, yapmak istediklerimi sorguladım. Yeni hayaller kattı yaşamıma. Bu hayallerimi hedef haline getirme isteğini aşıladı bana. Hayallerini zihninde görsel olarak oluşturmayı başaramayan ben kendi eserlerimden oluşacak bir sergiyi bile filmin ışıltısıyla sarmalandığımda ruhumda hissedebildim. Yeteneklerimi anımsadım onları hangi kaynaklarla hangi fırsatlarla geliştirip, onları var oluşuma katmaktan haz duyacağımı sorguladım. Ve adım adım ilerlemeye başladım.
Bu öykü denemem can dostumun söylediği bir paragrafla başladı. Sonra kelimeler içimden aktı. Şiirimsi – deneme- öykü karışımı bir yazı ortaya çıktı. Can dostum bana bir artı daha kattın. Yine içimdeki saklı kelimelere çıkan yolu açtın. İyi ki varsın. Postacı bir mektup getirdi. Üzerinde ismim yazılıydı. Gönderene baktım. Sevgilimin ismiyle karşılaştım. Bir anda ağzım kulaklarıma vardı. Yüzümdeki tebessüm yüzüme bir başka yakıştı. Zarfı açıp açmamak arasında kararsız kaldım. Bana mektup yazmak adeti değildi…
Yıllar önce Erol Amcam yazılarımın bazılarını okuduğunda benden bir rica da bulunmuştu. Hoşgörü ile ilgili bir yazı yazmamı istemişti. Amcacığım sanırım biraz geç de olsa yaptım. Hoşgörü ile ilgili yazımı sonunda tamamladım. Üstelik en özel can dostlarım olan sevgili anneciğim, babacığım, biricik ablamın hep yaşamlarında örnek olarak bana tanıttıkları hoşgörünün sevinçlerininin tadına yaşamımda da bakmaya başladım. Geçmişimde bu günümde, şu anımı paylaşan, geleceğimde tanışacağım tüm can dostlarım iyi ki varsınız. İz edebiyat yazarlarına yeni katılan Y. Aynur Öztürk’ ü size tanıtırken can dostum olduğunu belirtmiştim. Can dostlarımın yüreğimdeki, ruhumdaki yerini sizlere azıcık da olsa anlatmak istedim. Bakmasını görmesini bilirse. Kendinden kaçmazsa. İçten ve samimi olursa. Birey her an her yerde. Bir can dostla tanışma şansına sahiptir. İnsan yeter ki istesin. Karşısındaki bireyi olduğu gibi kabul etsin. Onda gördüğü güzellikleri. Onun kendisi için önemini. Ona hem sözleriyle hem de davranışlarıyla hissettirsin. Gözlerden gelen anlayış kalbe ulaştığında ruhlar tanışmaya başlar. Ve o gözler artık birbirini her gördüğünde iyi ki geldin iyi ki varsın diyerek bakarlar.Benim için can dost: Yanında maskesiz olabildiğim. Yanında ruhumu çıplak bırakabildiğim.Kendimi ifade ettiğimde öncelikle kendi içseslerini susturup. Düşünce hatalarından hem kendilerini hem beni koruyup. Beni anlama niyetinde olan. Sorunuma çözüm bulmak yerine. Kendi sesimi, ruhumun sesini duymama destek olan. Kendimi tanımama,anlamama kaynak olan. Kendi çözümümü kendimde bulmama rehber olan. Koşulsuzca sevildiğimi. Olduğum halimle hatalarımla, yanlışlarımla kabul edildiğimi sezdiğim.Kendimi güvende, özgür, mutlu hissettiğim.Kendi oluş anlarını içlerinden geldiği zaman. İçlerinden geldiği şekilde benimle paylaşan. Zor zamanımda yanımda olan. Olamadığı anlarda bile yanımda olmayı istediğini bildiğim sezdiğim bireylerdir. Can dostlarım benim en büyük hazinemdir. Yaralarımı gözlerinin önüne. Hatta yeri geldiğinde ayaklarının altına serdiğimde. Onları sevgiyle kucaklayan. Ne yaşarsan yaşa. Ne düşünürsen düşün. Ne hissedersen hisset. Ya da ne yapmazsan yapma. Sen benim için özel, önemli ve değerlisin sözlerini. Bana ruhumda hissettiren bireylerdir. Yaralarımın üzerine basmamakla kalmaz. Sihirli parmaklarının dokunuşlarıyla. İyileşmesini kolaylaştırırlar. İçlerinden geldiği anlarda. Kendi yaralarını benim avuçlarıma bırakırlar. Şifa kadınlar ve şifa adamlar sadece kendileri olarak. Oldukları gibi sevildiklerini hissederek. Beraberce yaşam yolunda farklı merdivenlerde bir basamak yukarı çıkarlar.
İzedebiyat yazarlarına yeni katılan Can Dostum Y. Aynur Öztürk’ün sanatından ilham aldığım şiirimsimi okuyan herkese teşekkür ederim. Y.Aynur Öztürk' ün ebru ve patenti kendisine ait olan özel bir teknikle hazırlanan eserlerini facebook da Geri Dönüşüm Projesi olarak girdiğinizde görebilirsiniz.
Bu yazının ne anlatmak istediğini bu defa tanıtmayacağım. Bu gerçeği her an kelimelere dökebilseydim, bu yazı belki de oluşmayacaktı. Sadece şunu anlıyorum, bazı acıları insan kendini en iyi anlayacağını, kendine yardımı dokunacağını düşünenlere bile durduk yere gidip söyleyemiyor, kelimelere dökemiyormuş. Bu yüzden sevdiklerinizin sevdikleri ile ilgili kötü bir haberi, başkasından duyduğunuzda ona beni neden aramadın demek yerine sıkıca sarılın. Bu daha iyi gelecektir. Hatta o anda olay nasıl gerçekleşti bile diye sormayın, ona o acıyı tekrardan yaşatmayın. Bir arkadaşım, çok üzüldüm ve ne diyeceğimi bilemiyorum diyerek elimi tutmuştu, ve bu gerçekten bir nebze de olsa iyi gelmişti. Okuyan herkese çok teşekkür ederim. İlerleyememek canımı sıkıyor sadece sıkmıyor aynı zaman da yakıyor da! Mazeretler üretmek, cesaretsizliğimin suçunu hep başkalarına yüklemek, kendimi içine tıktığım sürüncemenin sürüp gitmesine, tıpkı bir kara delik gibi ruhumun emilip tüketilmesine, sadece bir kabuk, bir deri-kemik, et yığını parçası olarak yaşamama, gerçeklerden kaçmama, uykuya saklanmama, en mutlu halimde bile bir hüzün öbeğinin ortasında kalakalmama sebep oluyor. Yaşam yeni mazeretler üretmeme yardımcı oluyor. Kelimelere dökemediğim hasretlere, gözyaşımda saklayamadığım acılara, asla yaşamak istemediğim korkulara kapılmama neden oluyor. Kaçış yöntemlerim çoğaldı, düşünmekten, söylemekten, yazmaktan, dile getirmekten paylaşmaktan korkuyorum. Günlerce iyi haber verebilmek için bekledim. Oysa şimdi umutlarımın tükendiği yerdeyim. İçim acıyor, kanıyor kalbim, seni şimdiden çok özledim. Ben büyümeyi hiç istemedim
Herkes acıdan kendi bildiği yöntemle kaçar ve acıdan kaçmak suç değildir!
Türkiyedeki ve dünyadaki tüm çapulcular için. Benim için en değerli çapulcular olan kalbimde yaşayan canımın içi babam, yaşamımın her saniyesinde iyi ki varsın dediğim canımın içi annem ve her zaman yanımda olan,elimi tutan canımın içi ablam için. Bana hayatlarının ve hayatımın her döneminde insanlığı çapulculuğu yaşatıp,öğrettikleri için.Yazımda anlattığım kadar dört dörtlük çapulcu olamasam da kalbinde, zihninde, ruhunda, sesinde, sözünde çapulculuğun izleri olan biriyim. Bir Çapulcu, Suskunlar Ordusundan Ayrılan Biri
Bir çapulcu için insanlar, kardeştir. Bir çapulcuya göre, insan onuru eşittir. Bir çapulcu diğerini, ötekileştirmeyendir. Bir çapulcu, bir diğer çapulcunun fikrine katılmasa dahi, onun fikrine, fikrini ifade edişine saygı gösterendir.
Çapulcu olmak kolay iş değildir. Önceliklerini belirlemeyi gerektirir. Çapulcunun temel değerleri anlayış, hoşgörü, empati, sevgi, saygı, eşitlik, özgürlük, adalet, barış üzerine inşa edilmiştir. Bir çapulcu halkın parçasıdır. Bir çapulcu halkın, tüm canlıların hakları için bedel ödemeyi göze alandır.
Çapulcu olmak herkesin harcı değildir, bir tercih meselesidir. Çapulcu olmak, kazan kazan, kazan yaklaşımında olmayı gerektirir. Bir çapulcu yalnız kendisinin, insanların, hayvanların haklarının değil, ağlayamayan ağaçların, sesini çıkaramayan toprağın, yardım çığlığı atamayan doğa ananın haklarının da takipçisi ve bekçisidir.
Bir çapulcu söyleyecek sözü olan biridir. Bir çapulcu bilgi ve tecrübelerin ışığında kendi doğrularının peşinden giden kişidir. Bir çapulcu elini taşın altına koymayı seçen kişidir. Çapulcunun gönül gözü açık, vicdanı sağlamdır. Bir çapulcu gerçeğe saygılıdır. Bir çapulcu, farklılıkların zenginliğinden çoğalır. Bir çapulcu geleceğe umutla bakandır. Bir çapulcunun mayasında daha büyük çapulcuların izleri saklıdır.
Çapulcu olmak için bilmek yetmez, bilgiyi hayatın içine işlemek gerekir. Bir çapulcu suskunlar ordusundan ayrılan biridir. Bir çapulcu savaşmak yerine barışmayı tercih edendir. Bir çapulcu mizahla, sanatla, orantısız zekayla direnen kişidir. Bir çapulcu herkesin bir hikayesi olduğunu ve bu hikayeleri duydukça gelişeceğini, değişeceğini, olgunlaşacağını güzelleşeceğini bilen kişidir.
Bir arkadaşımın yazısının bende uyandırdığı yansımaları, kendisine yazdığım not ile birlikte sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese teşekkür ederim. Arkadaşımın farklı yazılarını http://sakalliperi.blogspot.com sitesinde görebilirsiniz.
SarmasikSakal
Ahmet Elgin;
Şöyle güzelce dur da seni resmedeyim…
Sakallı Peri;
Ne resmi bu karanlıkta? Beni dahi göremiyorsun…
Ahmet Elgin;
Orada var olduğunu biliyorum…
Sakallı Peri;
Sen aklını kaçırmışsın, bir vagon dolusu ilaç gerekli sana… Şöyle çık bir hava al.
Ahmet Elgin;
Hava mı? Gerek yok…
Sakallı Peri;
Yine her tarafı batırdın. Annen sana kızacak… Şu duvarın haline bak, kaktüsün iğnelerinde geberip gitmiş fareler, bir yandan da mide asit’iyle eritilmiş sabunlar…
Ahmet Elgin;
Yaşamaktan korkuyorum ben…
Sakallı peri;
Seni korkutan ne? Beceriksizliğin mi? Yoksa hala ayakkabılarını ters mi giriyorsun? Ya da kemiklerin sızlasın da gör… Tırnakların dökülsün, sokaktaki çıplak adamlar kaçışsın…
Ahmet Elgin;
Yaşamak dedim ya beni korkutanın… Sen sağır mısın? Yoksa benimle dalga mı geçiyorsun?
Sakallı Peri;
Şuan nerede olduğumuzu biliyor musun?
Ahmet Elgin;
Seni resmedeceğim yerde…
Sakallı Peri;
Evet, bu doğru… Şimdi ışıkları açacağım ve şişman bir adam ölecek…
Ahmet Elgin;
Çok susadım…
Sakallı Peri;
Bende…
Bu yazınızdaki cümleleri Didem’in Duru’ya, bazen de Duru’nun Didem’e sözleri olarak düşündüğümde, aşağıdaki yansıma ortaya çıktı. İkisi de bu sefer biraz fazla dobra, hatta ukalaca konuştular. Hoşgörünüze sığınarak, sansürce ve olageldiği gibi yazdığım, bilinen ayrıntılardan oluşan bu konuşmayı, sizinle paylaşmak istedim. Bu arada ikisinin sesleri artık birleşmeye başladı, artık onları birbirinden ayırt etmekte zorlanıyorum ve bu hoşuma gidiyor. Sizin yukarıdaki yazınıza benzer ruh hallerimi kapsayan başka yazılarım var, onları yazdıktan sonra içimden bir yük kalktığını, hafiflediğimi hissetmiştim, umarım sizde bu yazınızın ardından benzer hisleri deneyimlemişsinizdir.
Bedenin gözü görmez oldukça, ruhun gözü daha iyi görür. Plato
Bir de, başka açıdan: Görmek değil bakmak istiyorum sana, seni anlamak değil, kendi anlamımı yapıştırmak, kendimi seninle anlamak, senden bana, benden sana akmak istiyorum.
Sana bakmak için ışığa, hatta sana bile ihtiyacım yok aslında. Var olduğunu bilmem yeterli, kendince, kendimce olsa bile...
Akıl nedir, insana neden gereklidir? Akıllı olsam kime ne, deli olsam zararı kime? İlaçlar diyorsun, ilaçlar sadece; rahatsız bir kanepenin üzerinde oturuyorsan sırtına, kolunun altına, her neren ağrıyorsa, hangi kısmın eksik kalıyorsa, neresi denge( kime göre nasıl şekillendiği belirsizlikte kaybolan)-ni bozuyorsa, o kısma koyduğun yastıklardır. Sağladığı faydalar zaman zaman sabun köpüğünden farksızdır. Yine de sabun köpükleriyle oynamanın verdiği keyif ve rahatlamanın hazzı, verdiği sıkıntının yanında, kardır.
Kendine beceriksizin tekiyim diyorsun, bu yüzden yapmak istediklerin için bile harekete geçmiyorsun. Bir davranış, bir sıfat, bir tanım, seni ne sana, ne de başkalarına anlatmaz. O sadece bir anlıktır, sadece bir koşulda yapılan bir durumu anlatır. Senden, diğer yaptıklarından bağımsızdır, bir başkasının aynı olacağı kehanetini oluşturmaz. Bunun böyle olduğuna inanır ve ona göre davranırsan sadece senin paçana yapışır. Onun paçana sarılmasına da engel olabilecek sensin, sarıldığında paçandan savrulmasını da sağlayacak olan da sensin. Yeter ki niyetinin farkında ol. Her neyse yaptığın ya da yapmadığın bu niyet kendini savunma niyeti mi yoksa, öğrenme- anı yaşama- niyeti mi? Öğrenme niyetiyle yaşamayı seçmek zordur, insan incinmelere daha da açık olur. İncinebilirsin, ancak incinmeni kendin tedavi etmeyi öğrenerek, incinmeden kazandıklarının ya da kaybettiklerinin değerini bilerek, yaşamda ilerleyebilirsin. Ayakkabılarımı ters giyiyorum diyorsun. Varsın başkaları ters desin, belki de şu an için, senin doğrun bu, -denemeden- , ne biliyorsun. Belki de, sana göre de ters olduğunu hissedebilmen için, önce o ayakkabılarla yürümelisin. Sadece düz yollarda değil, engebeli arazilerde de gezmelisin. Yokuşlar çıkmalı, dereler geçmelisin. Ve en önemlisi de duyduğun olumsuzluklara bazen boş verebilmeli, kararını kendin vermeli, sonuçlarından mutlu ya da mutsuz olacağını kendin görmelisin. Hem bazı kısımları seni mutlu ederken, bazı kısımları da mutsuzluk ya da bir çok başka hissi, kazancı sana getirebilir, neden bir de böyle düşünmüyorsun?
: Anlamlandırma arayışlarımdan birini, bölük börçük olsa da sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese çok teşekkür ederim.
Belki de insan sevilmekten çok, anlaşılmayı istiyordu..
George Orwell
Bazen, anlaşılma isteği bir tutku, yerine göre de saplantı olarak yer alabilir kişinin hayatında. Suç işleme nedeni, vaz geçme nedeni, kaçışın başlangıcı olabilir yerine göre de. Bizden bağımsız gibi görünen ne çok şey, bizim içimizde anlamını bulur aslında. Sadece bakarsak görürüz, ararsak onu buluruz, bakışlarımız başka yöne çevriliyse, onun girdabında dönüp durduğumuzu bilmeden dönüp dururuz olduğumuz yerde. Ruhumu özgür bıraktım, benliğim parmaklarımın ucunda, akıp geçen kelimeler zihnimden olduğu gibi dökülüyor kağıdın üzerine. Kendim ile paylaşmak niyetinde değilim şu an yazdıklarımı, her düşünceden, özgür ve azade, sadece, ben varım. Derken tıkandım, ben kelimesini ne çok önemsediğime takıldı aklım. Es verme zamanı…
* Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı…
Arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var.
Sylviane Herpin
Bilgelik; görmek istersek her yerde, tutup onu kucaklamak, sadece, bizim elimizde!
Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, zalim kaderin yumruklarına, oklarına, yoksa diretip bela denizlerine karşı dur, yeter! demesi mi?
Hamlet-William Shakespeare
Hayat görmek istediğinde, yeni ve güzel gelişmelere gebe. Her değişim içinde, en az bir fırsatı barındırır. Hayat, görmek, duymak, anlamak, yaşamak isteyenlerin yanındadır!
Sorular, sorgulamalar, yanıtı bulmaktansa, bazen, yeni sorulara kapı aralar. Kapıların aralanması iyidir, kapalı kapılar ruha ağırlık verir.
Kalın bir halat vardır, içi boştur elinde kalır. Bir de incecik bir ip vardır, seni en tepelere taşır. İp canbazının bazen, ipten düşmesi gerekir. Yerde mi ipte mi yaşayacağına, bir tek böyle karar verebilir.
**Usta sana hakikati veremez ama hakikate çağırabilir.
İçinde bir şeyi harekete geçirebilir.
Bir ateş yakacak süreç başlatabilir.
Gerçek sensin; yalnızca çevrende çok fazla toz birikmiştir.
Ustanın işlevi olumsuzdur: Seni yıkaması gerekir, böylece toz yok olur.
OSHO
“Olmak ya da olmamak; işte bütün mesele, bu.” dese de büyük üstad. Kendi isteğinin yönünde, var olmak ya da olmamak, dile getirdiğin ve uyguladığın farkına varıştır.
Not: Eğer bu konu ilginizi çektiyse, şayet henüz okumadıysanız Sayın Aysel Aksümer’in “Anlamaktan Ne Anlıyoruz” başlıklı yazısını, konuya farklı derin ve anlamlı bir pencereden bakmak adına okumanızı öneririm.
Okuduğum kitapların, -satırlarının altını çizmeye kıyamasamda- önemli bulduğum kısımlarını ve sayfalarını işaretleme huyum vardır. Bu işaretli kısımlarda, bazen cevabını bilemediğim soruların tanımına, neden oluştuklarına, nasıl çözülebileceklerine dair kıvılcımlara hatta yıldızlara rastlarım. Cem Mumcu’nun Kendine Bakma Kitabı da, bunlardan biri. Bana göre, kitabın her bölümünde, yaratıcılığın konuşturulduğu, farklı bir bakış açısının kazandırıldığı, hatırlatılan farkındalıkların olduğu birçok kısım var. Hatta çoğunlukla bölümlerin hepsi, başlı başına kişinin anlam arayışına ışık, aynı kitabın kapağında da vurgulandığı gibi ayna tutuyor. Cem Mumcu, aslında, güçlü kalemi, eğitimi, bilgileri, tecrübeleri ve belirtemeyeceğim birçok vasfıyla insanın iç dünyasının röntgenini çekiyor. Ve bence insanda iz bırakıyor, hatta kişiyi kendi parmak iziyle tanıştırıyor. Yazılarımda alıntıladığım ve beni en derinden etkileyen Cem Mumcu’nun Kendine Bakma kitabından iki bölümü sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese şimdiden teşekkür ederim. İzedebiyat yazarları olarak, hepimizin -kendi doğrularımız, önceliklerimiz, ihtiyaçlarımız, alışkanlıklarımız bazında- anlam arayışında olan bireyler olduğumuzu düşünüyorum. Şayet, kitabı okuduysanız ve paylaşmak isterseniz etkilendiğiniz bölümleri öğrenmekten mutlu olurum. Kitabı okumadıysanız ve okumayı tercih ederseniz, bazı bölümlerin sizi de çarpma olasılığı olabileceğini tahmin ediyorum.
Kafesin Güvenliği!
Kimi ruhlar çarmıha gerilidir. Kadim yaraları yüzünden yeniden ve yeniden gerilirler her iki koldan birer çiviyle. Birisi paslıdır çivinin. Onu çıkarmak hem zor hem acılıdır. İki kolun asıldığı ve ruhu geren; gerdikçe çatlatan bu çarmıhın çivilerinden biri arzu diğeri gereklilik; ya da biri aşk öteki onaydır çoğu zaman. İçin için yansa da istediği yöne meyletmek için öteki paslı çivi tutar biteviye. Birini koparmalı, birini sökmelidir. Yoksa daha fazla dayanamayacaktır. Sökülmeye aday olan taraf çoğu zaman yeni çividir. Arzu çivisi, onay çivisinden daha kolay sökülüp atılır. Daha az korkutucudur onu sökmek. Kendini yok etmek de olsa daha az suçluluk vardır o yanda. Eski esarete boyun eğmek yine de çarmıhtan kurtulmak olacaktır çünkü. Ve fakat yeni bir çarmıh daha vardır: Nasıl yapmalı? Sorumluluk almadan, suçluluk hissetmeden… Kendini yok etmek isteyen, bunun da bulur bir yolunu. Bilir, öğrenmiştir çünkü paslı taraftan bunu yıllar boyu. Hataya zorlar ite kaka taze tarafı. Böylece kendi yapmamış olacaktır olanı biteni; kendi almayacaktır ne suçu, ne de sorumluluğu... Aslında ortada tek çivi vardır. Geçmişin çivisi… Hiç kopamadığı… O yüzden yerleşemez ruh yeni bir eve, yeni birine, yeni bir “biz”e. Ne kadar yerleşse o kadar çarmıh olacaktır. Bilir bunu içten içe… Geçmişin bilindik acısından daha ağır ve fazla gelir özgür ve sorumlu olmanın acısı zira.
Eski bir şiirimsimi okurken, duygu ve düşüncelerimi farklı bir bakış açısıyla gözden geçirdiğimde aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istedim.
Renkler Alemi
Bu renkler aleminde bir gezi.
Belki mutsuz bir kızın hayali.
Siyahlar, beyazlar bütün renkleri yok etti.
Yeşil gri ve mavi içimdeki tek özlemdi.
Güzellikler ve çirkinlikler içiçeydi.
Ruhum siyahı seçti.
Griyi paylaşmayı bilemedi.
Oysa istediğim mavi ve yeşildi.
Gözyaşlarımı serbest bıraktım bu gece, bir hayalimi daha kafese tıkmanın şerefine. Artık o hayal başka bir evrende yaşıyor dilediğince, gönlünce. Gecikmiş bir hayale vedayı da gerçekleştirdim ardından. Ben hayallerimi seviyorum, kafesinde bile olsa onları sımsıkı kucaklıyorum. Gerçekleşme ihtimali olsa, yaşantının ardından belki de bana verdiği mutluluk bir süre sonra ilk günkü etkisini yitirecek.
Hayatın gerçeklerinin içinde ilk gün yaşattığı heyecan sönecek. Hayal kırıklıkları, yanlış anlamalar, başarısızlıklar karşısında kendi değerinden değilse de, başkalarının gözünde etkisini kaybedecek. Oysa şimdi o, en engin yerde; hayal gücümde, zihnimde, yüreğimde. Kimse karışamaz ona, kimse son veremez onu düşünürken yaşadığım mutluluğa.
Aslında hiçbir hayalin kafese tıkılmaması taraftarıyım. Ancak gerçekler ışığında düşünüldüğünde, kişilerin sağlık problemleri gibi önemli nedenlerle kendi hayatlarını riske atacakları durumları gerçek hayatta yaşamaktan kaçınmaları gerektiğini düşünüyorum. Ve yansıtma burda devreye giriyor, ben bu yazıdaki karaktere hayalgücünü kullandırmayı seçtim, hedefi benzer olguya yönlendirmek de başka bir çözüm olurdu sanırım. Okuyan herkese çok teşekkür ederim.
Yazımı okumadan önce Ali Yerli Beyin Kırılma başlıklı yazısını okumanızı öneririm, yazım da kendisinin önerdiği bir düşünceyi de sorguladığım için. Sadece kendimi harekete geçirmeye çalışıyorum, hayatın içine doğru, doğru bir adım atmak için güç topluyorum. Okuyan herkese teşekkür ederim.
“Kol kırılır yen içinde kalır” durumu değil bu. Çoktan yırtılmış yen ve bırak kolu kemikler bile çıkmış dışarı. O kemiklerin yerine oturtulması bir de kaynaması var sırada. Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı da malum üstelik. Bir anlık düşüncesizlik ve ardından gelenler. Bazen hatalar affedilir. Bazen de hataları affetmek, insanlara ağır gelir. Oysa ki; affetmedikçe üstümüzde birikenler bizi ezdiği gibi, enerjimizi de tüketir. Peki hangi hatanın affedilip, hangisinin affedilmeyeceğine karar veren içimizdeki hangi sesdir? Bu kararı, kendisine bile dillendirip, dillendirmemeye insan neye göre karar verir?
Düşüncelerimi duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açtım, yine de onlardan kaçamadım. Gözleri, kulakları kapatmak, bilginin girebileceği her yolu tıkamak gerçeklerden kaçış için yeterli değil. Duyulan bir söz, hiç duyulmamış gibi zihinden silinemiyor, “ Sen bunu duymamış say “demek yetmiyor. Kırılan bir vazonun yapıştırıldığında eskisi gibi olmadığı gibi, bazı şeyler de geride bırakılamıyor.
Ali Yerli Bey’ in önerdiği gibi su gibi olmak lazım aslında, sadece insanın kalbinin değil, başka şeylerin de su gibi olması lazım.Olumsuz duygular ruhu istila ettiğinde kırıldım ya da incindim demek yerine bulandım demeyi seçtiğinde kazanan kişinin kendisi ve yıkılmayan ilişkileri olacak, dünyanın dönüşü durmayacak. Yeni bir adım, yine bir adım daha kolay atılacak. İnsanın kendi içinde yarattığı hastalıklardan kendini arındırma yolu açılmış olacak.
Şu sıralar Larry ile birlikte Zar Adam’ın peşindeyim. Luke Cumhuriyetinde geçen bir günün ardından, bu gün daireyi silmenin bir yolunu denedim ve zihnimden geçen soruları sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese çok teşekkür ederim. -------------------------
Kendimi terk etmeye ihtiyacım var! Birgün uyansam ve hiçbirşey hatırlamasam, alışkanlıklarımı da arkada bırakmış olurmuyum? Nefret ettiğim kendimden kurtulur muyum? Kıyafet değiştirir gibi, yeni bir tarz dener gibi, başka bir insan olur muyum?
Yoksa ayaklarım yine bildik yerlerde mi dolaşır, yine aynı sesleri mi arar kulaklarım? Her gördüğüm şeye -artık bilmediğim eskiden kalan aynılığı arayarak- farklı bir gözle mi bakarım?
Yoldan geçen gözüme aşina gelen birini durdurup mesela ” Beni tanıyor musunuz” diyebilir miyim ya da hiçbir şey anımsatmayan birine yaklaşıp, “Kendimi arıyorum, beni benimle aramaya var mısın?” der miyim?
Eski korkak halimden sıyrılıp, cesurca bir adım atıp, eskiden ölesiye korktuğum bir şeyi yapmayı deneyebilir miyim, mesela bir boa yılanını boynuma sarmalarına izin verebilir miyim? Ya da yükseklikten deli gibi korktuğum halde, bungee jumping yapmak ister miyim?
Bu yazım Tanrılar Şehri ve Motosiklet Günlüğü filmlerini izledikten sonra oluşmuştur.Tabii etkilendiğim başka şeyler de var, örneğin Yiğit Okur’un Piç Osman’ın Pabuçları adlı kitabı. İki film için de söylenecek çok şey var. Acı ve nedeni üzerinde kısa bir süre düşündüm sadece ve düşüncelerimi paylaşmak istedim sizlerle. Okuyan herkese vakit ayırdığı için çok teşekkür ederim.
Cee oyunu gibi değil hayat, sağ gösterip, soldan vuruyor. Saklansan da kaçamazsın bulur seni her yerde, çöküp göğsüne indirir sillesini, sesin soluğun kesilir, duyulmaz olur nefesin. Düşün, düşün yarılsa da başın, açlıktan şişse de karnın, yok başka çaresi, sende herkes gibi yaşamak zorundasın. Madem ki geldin bu hayata, bir baltaya sap olmalısın. Ne iş yaptığının önemi yok, kimliğinin, cinsiyetinin, milletinin, inançlarının da önemi olmadığı gibi. Sadece sen de herkes gibi üzerine düşeni yapmalısın. Olmayan işi yoktan var edip, çekip çıkarmalısın.
Boşuna arama bir umut, yaslanılacak bir omuz, gözünün yaşını silecek bir el, sen de herkes gibi mahrumsun bundan. Artık anne diye ağlamaların bitti, annen duyabilecek olsa bile sesini, zaman o zaman değil şimdi.
Öl ya da öldür diyecekler yeri geldiğinde sana. Hatta ödüllendirecekler belki seni, can vermenin senin işin olmadığı, almanın da sana düşmediğini bildiğin halde, yaşamak gerektiğinde ya çekeceksin tetiği ve öldüreceksin karşındaki ile birlikte kendi benliğini, ya da” İnsan bir kere;korkaklar her gün ölürmüş.” diyerek kurşunu çevireceksin kendine ...
Öylesine, belki biraz da Kayıp Gül’ün etkisiyle…
Sorularımdan2
Beni bir tek siz merak ettiniz. Ne de olsa kayıp gitmelerime alışık değilsiniz. Ben kendimi merak etmekten geçeli yıllar oldu. Hayır aslında yıllar önce değil, tüm olanlar; bir anın içinde oldu.
Donar bakışlarım benliğim kurur, denize varmayan nehir işte böyle olur. Olur da ne olur, ne değişir sanki? Sadece kaybeden nehirdir, denizliğin enginliğini yüceliğini bulamadan kaybetmiş, eremeden kendi içinde yitip gitmiştir. Nehir nedir, kimler içindir, deniz nedir, kimlerin içindedir?
Yazımı okumadan önce Ali Yerli Bey’in İki Darbe Bir Kitap adlı yazısını okumanızı öneririm. Yazım, bu yazının içindeki bir kısım hakkında olduğu ve kendimi sorgulamamla oluştuğu için.
-Hayda! Yine gözlerim yaşlı ne oluyor bana, özgürlük ve soru sorma hakkında etkili, anlamlı ve güzel bir yazı okudum.
-İçinde kendini bulduğundandır. En çok etkilendiğin de yazmaktan en çok kaçındığındır. Evet işte o paragraf, hadi zorla kendini önce yaz ve sonra düşün hakkında. Kendine duygularına kapılma, onları ifade etme özgürlüğünü yaşat. Kimse duymasa da, bilmese de, görmese de, sen dertleş, Hayır Hayır, Paylaş kendinle! Sen değil miydin sevgi ve bilgi paylaştıkça çoğalır diyen? İşte onlara, birini daha ekliyorsun bu akşam. Duygularını önce kendinle, sonra duymak isteyenlerle, onlara ihtiyacı olanlarla, sana benzeyenlerle paylaş. Ve duymak istemeyenlere hiçbir şey anlatma, nasılsa boşa gidecektir kelimelerin, bari boşlukda dolanıp, senin huzurunu kaçırmasınlar. Bilirsin hevesle anlatırsın ve karşında sağır kulaklarla karşılaşırsın, içindeki heves, arzu, ümit yavaş yavaş söner. Onun için en iyisi duymak istemeyenlerle paylaşmamak, böylece sonradan da kötü olmamak.
-----------------------------------------------------------------
- İyi ukala dümbeleği, söyledin de bir gıdımlık bilgini, başın göğe erdi.
- Ne oluyor ya, ne kızıyorsun be!
- Yaa değil yoğurt.
- Anlaşılan, Eleştirmen Duru yu ele geçirdi.
- Hayır bilemedin, sana hatalarını sadece eleştirmen söyler sanıyorsan çok yanıldın. Sen ne kadar bana küçük kız desen de benim içimdeki bilgelikten bii habersin, bi de seni duyuyorum diye şişinirsin.
- Peki, mesaj alındı, gözüm kulağım açıldı, seni dinliyorum.
- Öyleyse, ben de kızmayı bırakıp anlatıyorum. Derin bir nefes alıp, ilk cümlemle başlıyorum.
- Dur! Önce Ali Yerli Bey in yazdığı İki Darbe Bir Kitap’ı yeniden okumalıyım.
-Okudum ve tutuyorum öğüdünü, dinliyorum sözünü, işte beni vuran paragraf: Özgürlüğe ve sorulara takıntılıyım… Tatmadık çünkü. Soru sormayı bilmiyoruz. Özgürlük kenarımızdan bile geçmedi. Ben özgürlüğü gördüm. Yaşamadım ama gördüm. Bir insanın kendisine nasıl düşüncelerden duvarlar ördüğünü biliyorum. Çünkü o benim. Korkularıyla yaşayan, düşündüğünü sanan ama aslında bir rayda gidip gelen…
Oyun odası öğretmeni olarak çalıştığım kısa sürede 2.5 yaşında iki tane dünya şekeri oğlum vardı. Biri çevresine gülücükler saçarken, diğeri annesinin eteğine yapışır, oyuncakların yüzüne bile bakmazdı.3 yaşından küçük olan öğrencilerim sadece istedikleri zaman oyun odasında oynar ve ne zaman annelerini isteseler, diğerlerinin aksine onu yanında bulurlardı. Gülücükler saçan Hasan, her sabah beni gördüğünde ötmenim diyerek kollarıma koşardı. Bir gün Hasan yanındaki sessiz sakin arkadaşı Oğulcan’ı öpmek istedi.Ve şaşırdı, Oğulcan ona vurmaya başladı, Hasan ağlayarak uzaklaştı. Elindeki oyuncağı havaya kaldırmış, kızgınlıkla bakıyor ve benden oyuncağı arkadaşının kafasına atması için ona izin vermemi bekliyordu.
Bir yanda öpücüğe tokatla karşılık veren, bir yanda kızgınlığını göstermek için izin isteyen.
Oğulcan’ı annesi sakinleştirirken, ben de Hasan’ı kucağıma alıp saçlarını okşadım, önce kızgınlığını dile getirmesine izin verdim. Arkadaşının, kendisinin onu sevmek için yaklaştığını anlamadığını, kendisine dokunulmasından hoşlanmadığını söyledim. Okuyan herkese vakit ayırdığı için teşekkür ederim.
Biliyor musunuz bir bebek, anne karnındayken bile şiddeti hissedebilir. Doğduğunda, canının parçasını yakana, tekrar el kaldırıldığında, - hatta o kişi kendisini sevmek için bile yaklaşmış olsa - çığlıklarla karşılık verir. Bundan daha can yakıcı ne olabilir? Artık o bebek gerçek sevgiyle kuşatılıp, güvende olduğunu iliklerinde duyuncaya kadar, onu sevmek için kendisine yaklaşana, - kendisi gibi bir bebek olsa bile- saldırarak karşılık verecektir. Sevmek isteyenin şaşkınlığı ve sevgisizliğin tutsağının korkaklığı, tanık olanın kalbini eritecek ve elinden bir şey gelmemesinin hüznü ile, ne yapacağını bilemeyecektir.
Kimsenin ne dediği, neye inandığı önemli değil. Özgür değiliz hiçbirimiz, hatta Sezen Aksu’ nun dediği gibi “Masum da Değiliz” hiçbirimiz. Hiç düşündünüz mü, masumiyetimiz ilk yarayı ne zaman alır?
Çocukluğumdan beri hayatımda, tanımak istediğim ancak sevilmeme korkusuyla uzak durma kararı aldığım, böylece tanıyamadığım değerli kişiler oldu. Bir de aynı şekilde, benden uzaklaşmayı tercih eden bazı arkadaşlarım, dostlarım oldu. Zamanla edindiğim farkındalıklarla, istemeden bu kişileri kendimden, benim uzaklaştırdığımı anladım. Her biriyle yaşadığım tüm anlar için şanslıyım. Onlara kızdığım, olanları anlamlandıramadığım, hatayı kendimde ancak yanlış yollarda aradığım, zamanlar oldu. Şimdi sadece, birlikte geçirdiğimiz güzel anları, sevgiyle hatırlıyorum. Kimbilir dünya küçük, günün birinde belki onlardan birileriyle tekrar karşılaşırım. Karşılaşmasam bile hepsinin kalbimde ve zihnimde özel bir yeri var.Benden uzakta olan sevdiklerime, benim için önemlerini hissettirmeyi başaramamış da olsam, onlarla , kavga da etmiş olsam, vefasız da davranmış olsam, terk etmiş ya da terk edilmiş de olsam, birbirimizi anlayamadığımız anların, artık hiçbir önemi yok gözümde. Onları düşününce sadece bir ışık parlıyor gözlerimde ve yüreğimde.
Her aldatma sevgililer arasında gerçekleşmez. Sizi bırakıp giden, yerinize başkasını seçen bir dostta, bazen insana kendini aldatılmış hissettirir. Nedense insan, kendisi ile ilgili, iyi olan her şey, sonsuza kadar sürsün ister. Sürekli dünyanın kendi çevresinde dönmesini bekler.
Oysa sevgi gerektiğinde, sevdiğinin gitmesine izin vermek ya da yeri geldiğinde bırakıp gidebilmektir. Varlığın ona huzur sağlamıyorsa, artık seninle mutlu olamıyor, seninle paylaşacak bir şey bulamıyorsa. Ya da içinde yüzdüğün hüzün denizinde kendisinin de boğulduğunu hissediyordu, başka birine yönelmesini anlayışla karşılamak gerekir.
İçimdeki küçük kızın adı Duru. Bazen canım sıkkın olduğunda, kafama bir şeyler takıldığında birbirimizle konuşmak ikimize de iyi geliyor. Bana hatırlattığı bazı basit ve önemli farkındalıkları sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese çok teşekkür ederim.
- Kendini nasıl hissediyorsun?
-Şu an kendimi gergin, üzgün, çaresiz hissediyorum. Eleştirmenim bana korkak olduğumu söylüyor. Ve bende bunun doğru olduğunu biliyorum.
-Eleştirmeninin senin içindeki olumsuz yanın olduğunu hatırlıyor musun?
-Evet, benim çevremde dönerek korkak korkak diye mırıldanıyor.
- Ona nasıl karşı çıkacağını da hatırlıyor musun?
-Evet
-Yap o zaman.
-Kes şunu ben korkak değilim. Sustu, ama yine başlamak için güç topladığını düşünüyorum.
- Onu seninle el ele vererek yenebiliriz. Şunu bil ki ; her ne yaparsan yap ya da yapmazsan yapma ben seni çok seviyorum. Söylediğin, düşündüğün, yaptığın ve yapmadığın hiçbirşey bu gerçeği değiştirmez. Üstelik yalnız da değilim, eşin, annen, baban, ablan ve can dostlarında benimle aynı fikirde ve hiçbirimiz de fikrimizi değiştirmeyeceğiz.
Aşağıdaki yazım, gerçekleşmiş olayları konu almaktadır. 15 Aralık 2005 tarihli Eyüp de düzenlenen programa katılan tüm dostlarıma, ayrıca teşekkür ederim
Konu hakkında ayrıntılı bilgiye http://www.acev.org/index.php?lang=tr adresinden ulaşabilirsiniz.Okuyan herkese sevgi ve saygılarımla ve teşekkürlerimle
Bazen farkına varılan farkındalıkların ağırlığı, ezip geçiyor insanı. Hele ki, sevdiklerinin bunları görmeye niyetleri olmadığını anladıkça. Ve kayıplarının farkına vardıkça, başka bir hayat olsa, herşey yeniden başlasa diyor. Hayal gemilerinde yüzüp, hayal ülkelerinde geziyor. Ama kişi, kendi istemeden, hiçbirşey değişmiyor.
İçimizdeki küçük kızlar, küçük oğlanlar, içimizdeki ana baba ve kendimizle, benliğimizle her zaman bir bütün olup, hayat yolunda yaşamla dans ederken, ait olma ve birey olma dengesini kurmuş insanlar olarak yaşamamız ümidiyle.