..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Politik Olaylar ve Görüşler > M.Nazım Güler




17 Ocak 2013
Barış Yolundaki En Ciddi Adım ve Paris Tuzağı  
M.Nazım Güler
Bu son Apo-MİT görüşmesinin düğmesine nerede basıldıysa; bu sefer atılan adım gayet ciddi görünüyor ve düğmeye basan el, her kimin eli ise, karşı konulamayacak kadar güçlü ve kararlı olduğu anlaşılıyor. Bu kez, hiçbir provokasyon veya tezgâhın bu süreci durduramayacağını umut ediyoruz. Durum bunu gösteriyor.


:ABAC:
BARIŞ YOLUNDAKİ EN CİDDİ ADIM ve PARİS TUZAĞI

Bu son Apo-MİT görüşmesinin düğmesine nerede basıldıysa; bu sefer atılan adım gayet ciddi görünüyor ve düğmeye basan el, her kimin eli ise, karşı konulamayacak kadar güçlü ve kararlı olduğu anlaşılıyor. Bu kez, hiçbir provokasyon veya tezgâhın bu süreci durduramayacağını umut ediyoruz. Durum bunu gösteriyor.

03 Ocak 2013 tarihinde DTK Eşbaşkanı, Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ve Batman BDP Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, İmralı’ya gitmesi ve Abdullah Öcalan ile resmen ve alenen görüşmeleri, toplumun her kesiminde olumlu bir hava estirmesi ve ufukta ciddi bir barış umudunun belirdiğini hissettirmesi çok önemliydi. MHP hariç meclisteki tüm partiler, bu gelişmeye olumlu baktılar ve bu süreci desteklediklerini açıkladılar. İşçi, memur, işveren tüm sendikalar, STK’lar, olumlu mesajlarıyla bu sürece katıldılar. “Şehit Anaları”, “Gerilla Anaları” başta olmak üzere tüm savaş mağdurları bu süreci memnuniyetle karşıladılar. En anlamlı mesaj ise, kardeşini bu savaşta kaybeden, Şehit ve Gazi Aileleri Yardımlaşma Derneği Başkanı Ahmet Baki ile 3 çocuğunu dağda kaybeden PKK’ li annesi ve Barış Anaları İnisiyatifi Başkanı Rukiye Aslan’ nın aynı masaya oturarak, barış için ortak bir ses olmaları oldu. Bu çok duyarlı yaklaşım, çok olumlu tepkiler aldı. Yani “Artık Yeter”, demeyen kalmamış gibidir.

Kısaca, anlaşıldı ki; başta Türk ve Kürt halkları olmak üzere, hiçbir halkın, hiçbir kurum veya oluşumun, ortak değerlerimizi yutan ve tüketen bu kirli savaştan memnun olmadığı ortaya çıktı. Gerçek bir barış olursa, tüm halklar sevinecektir ve onların cihetinde hiçbir aksi sorun yaşanmayacaktır. Tüm halklar kardeştir ve aralarında sorun olmaz. Bu her zaman da öyleydi; yani sorun halklar arasında değildi.

Savaştan nemalanan işgalci, talancı, rantçı oligarşik gruplar, bu savaşta kullanmak üzere ilgili halkların çocuklarına savaş eri olarak ihtiyaç duyduklarından, kamuoyuna bu savaşın, sanki halklar arasındaymış gibi yansıtmaları ve onları kandırmaları gerekiyordu. Bunun için, tekellerindeki yazınsal ve görsel tüm iletişim araçlarını seferber ediyorlar ve ne yazık ki halkları bir dereceye kadar ve belli bir süre kandırabiliyorlar.

Hiçbir halk, diğer bir halkın haklarını, tarihini, kültürünü gasp etmek istemeyi sevmez veya onları asimile etmek istemez. Bu savaşın haklılığına, ne Kürt halkı ve ne de Türk halkı artık inanmıyor. Çocuklarını, “şehit” değil, birilerinin çıkarına “kurban” verdiklerini öğrenmiş bulunmaktadır. Onun için, bu nedenle de, bu çözüm ve barış süreci kalıcı olmaya aday görünüyor.

Savaştan yana olanlar, halklar değil; içerde ve dışarda, bu savaş ortamından büyük rant sağlayan çıkar grupları ile silah konsorsiyumları olabilir ancak. Kürt halkının haklarını teslim etmek, hoşgörülü Türk halkının asla zoruna gitmeyecektir. Irkçılığın da kullanım tarihi bitmiştir. Kardeş halkların helalleşme vakti gelmiştir.

Bu savaş öyle bir hale getirilmiş ki; savaşan tarafların, Kürt ulusunun haklarını elde etmek ya da Türk ulusunun egemenliğini sürdürmek gibi bir amacı kalmamıştır; aksine her iki kardeş halkın genç değerlerini yutan ve mevcut maddi kaynaklarını tüketip talan eden, sonucu belirsizliğe bırakılmış bölgesel bir tuzağa dönüşmüştür. Bu savaş, savaşan taraflarından (halklar olarak) hiç birine ufukta bir umut göstermiyordu. Çok çetrefilli bir hal almıştı ve halkların en dinamik kitlesini (gençlerini) tüketiyordu. İki halk da kaybediyordu ve savaşın kazanan tarafı, onların dışında ve perde arkasındaki başkalarıydı. Öyle anlaşılıyor ki bu savaş, artık bölgeyi (Ortadoğu’yu) dizayn etmek isteyen büyük güçlerin (özellikle ABD’nin) planlarını da bozmaya başlamış görünüyor. Artık bu savaşa bir son verilmeliydi ve bölgedeki tüm halkların sorunlarına demokratik çözümler üretilerek, onların rahatlatılması gerekiyordu. Bu işin ciddiyeti bir de bu yüzden dayatılıyor ve ciddi bir adım atıldı.

Önceki girişimler, bu kadar ciddi olmadığı halde, atılan her adımda, anında bir provokasyon ile barış görüşmeleri engellenebiliyordu. Barışa karşı oynanan oyunları, taraflar, görmek mi istemiyorlardı veya oyunu görmemek işlerine mi geliyordu, bilemiyorum. Her seferinde “derin ve gizli güçler” sahaya iniyordu ve barış süreci baltalanıyordu.

O girişimleri engelleyenlerin, şimdiki ciddi adım karşısında sakin durmaları hiç mümkün olabilir miydi? Elbette ki, hayır. Nitekim herkes, bir yerlerden, her ân bir provokasyonun gelişebileceğini tahmin edebiliyordu ve bunun beklentisi içindeydiler.

Sonunda provokasyonun sesi Avrupa’nın en namlı başkentinde, Paris’ten duyuldu. Kürt kadın siyasetçileri Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez, 9 Ocak 2013’te bir suikast sonucu katledildiler. Henüz, olayın şoku durulmadan, katil/ler teşhis edilmeden, olayın oluş şekli netleşmeden Hükümet adına Bakan Hüseyin Çelik, olayı, PKK’nin bir iç hesaplaşması ve infaz olabileceğini imâ ile aslında ilân etti.

Ardından güya Bakan Hüseyin Çelik’ e cevap olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da, “Türk derin güçleri” tarafından yapıldığını, söyledi.

Başbakan Erdoğan, kendi bakanını yalnız bırakmamak adına, benzer şeyleri söyleyip karşıya iyice yüklendi. Öte yandan Mustafa Karasu da, suçu AKP Hükümetine atarak, eylemin merkezinde “Yeşil Ergenekon” vardır, dedi.

Her iki taraf da aslında politika yapıyordu ve söylemleri bir yorumdan öteye gidemezdi. Henüz ortada delil, belge namına bir şey yoktu çünkü. Bütün suçlamaların her birinin özü doğru olsa bile, zamanlamaları ve sürece yaklaşım açısından söylemleri tamamen yanlıştır. İhtimalleri değerlendirmek, işin uzmanlarına bırakılmalıydı.

Bu ciddi sürecin korunması adına, herkesin barış dilini kullanmaları, söylem ve demeçlerine çok dikkat etmeleri gerekirdi. Birbirlerini suçlamakla, kendilerini ve kamuoylarını oyalamak yerine, tüm ağırlıklarını, bu provokatör eylemin aydınlatılması ve katil/lerin bulunması için enerjilerini harcamaları daha doğru olacaktı. Bu, herkesin hayrına olacaktır.

Çünkü bu hain eylem, başta bu barış sürecine karşı; Kürt halkının doğal haklarına kavuşmasına karşı; Türk halkının diğer halklarla helalleşip, gönüllü birliktelik sağlayarak, ülke olarak, topyekun bir büyümeyi sağlamaya karşı ve sürece ön ayak olmaya çalışan AKP hükümetine karşı uluslararası bir provokasyon gibi görünüyor.

AKP söylemini doğru alırsak; “derin PKK” yaptıysa, “derin devlet” ten kopuk yapabilir mi bu eylemi? Mümkün değil... BDP veya PKK söylemini doğru alırsak; “derin devlet” (veya “yeşil Ergenekon”) yaptıysa, PKK içinden birileriyle işbirliği yapmadan bu eylemi yapabilir mi? Hayır, mümkün değil; çünkü büro kapısı zorlanmadan açılmış, çatışma ve boğuşma olmamıştır. Eylemi yapan/lar, artlarından kapıyı kapatıp gidebilmiştir. Maktuller, katil/lerini önceden tanıyor olmalılar…

Haydi diyelim bu her iki “derin “ güçler de ittifak ettiler; peki, Fransızların “derin” inden veya bir istihbarat biriminden destek almadan bu eylemi yapabilirler miydi? Bence bu da zordur. İşin İran ve Suriye, belki de Rusya ihtimalini de hesaba katabilirsiniz ayrıca.

Suriye’nin, Türkiye’ nin, kendi barışını gerçekleştirip tüm gücüyle Suriye’ye odaklanmasını frenlemek için; İran’ın, barış olursa, artık PKK içindeki taraftarlarını, bölgedeki tek rakibi Türkiye’ye karşı kullanamayacağı için veya (Suriye’den sonra sıra kendisine gelebilir diye) Suriye’ye destek adına PKK’ya müdahale için; Rusya’nın da, ABD destekçilerini azaltmak adına, bir NATO ülkesi olan Türkiye’yi, Suriye krizinden uzak tutmak (Taltus’taki Rus askeri üssünü korumak)için vb… çeşitli senaryolarla, herkes, her hangi bir nedenle sürece müdahil olmuş olabilir.

Ayrıca unutmayalım ki, İran devleti, 17 Temmuz 1989’da İ- KDP Genel Sekreteri Dr. Kasemlu’yu Viyana’da; sonra onun yerine geçen Dr. Şerefkendi ve 3 arkadaşını da 17 Eylül 1992’de Berlin’de benzer şekilde öldürttü. Paris ise, Ayetullah Humeyni’nin sürgündeki en son mekânıydı. İran şu anda (özellikle Suriye konusunda) Türkiye ile karşı saflardadır. Eylemden üç gün önce, 06.01.2013’te Kirmanşah Eyaletinde anayasal bir hak olduğu halde Kürtçe dilini yasakladı. Yani İran da şüpheliler arasında sayılıyor.

Komplo büyükse, ne kadar büyüktür? Almanya kolu da var mıdır? Uluslararası silah tacirlerinden de, konsorsiyumlardan da bulaşan/lar olabilmiş midir? Ve dahası…

Peki, bu durumdaki olay aydınlanabilir mi? Bence bu da zordur. Neden? Nedenini ortadan kaldırmak için; Türkiye’nin de, AK Parti Hükümetinin de, BDP’ nin de, PKK’nin de, olayın en şeffaf bir şekilde ve tamamen aydınlanması ve fail/lerin yakalanıp cezalandırılması için Fransa’ya ayrı ayrı ve sürekli yüklenmeleri lazımdır. Yoksa olay, faili meçhul olarak uzun bir sürece bırakılabilir. Şayet birbirlerini böyle suçlamakla, gerek duyulan şimdiki zamanı tüketip, enerjilerini heba ederlerse, gerçekten suçlu durumuna düşebilirler ve gerçek suçluların ekmeğine yağ sürmüş olurlar. Böylece barış ve çözüm sürecinin hızını da kesebilirler. Aman, niyetler bu olmasın; çünkü muhataplara rağmen bu çözüm süreci yürütülecek gibi görünüyor.

Sonuç olarak; bu eylem, bu topraklarda yaşayan herkese karşı yapılmış bir komplodur; aramızdaki fikir ayrılıklarını bir yana bırakarak, tüm partiler, sendikalar, dernekler ve tüm STK’larıyla halklar olarak, toplumsal duyarlılığımızı en üst seviyeye çıkarıp Fransya’ ya yüklenmeliyiz. Fransa’dan, ilgili kurumlarıyla bu olayı acilen çözmelerini ve fail/lerini derhal yakalayarak adalet önüne getirtmesini istemeliyiz.

Bu eylem, her kim veya kimler; hangi devlet desteğiyle yapmış olursa olsun, barış ve çözüm sürecini, dolayısıyla huzurumuzu hedeflemiş bir saldırıdır. Bu oyunu, boşa çıkaracak olanlar da öncelikle bizler olmalıyız. Sağduyulu ve özverili olarak; sabır ve metanet içinde sürece sahip çıkarsak ve herkes elinden geleni yapabilirse bu çirkef oyun boşa çıkarılacaktır.

Apo ile MİT görüşmelerini de daha açık şekilde siyasallaşmalıdır. Apo’nun sadece MİT kurumuyla görüştüğüne kimse inanmaz; bu bal gibi hükümet ile de bir görüşmedir ve bu deklare edilmelidir. Özü barış olan bu görüşmelerin, utanılacak bir yönü olamaz. Bu ülkeye barışı getirecek olan hükümet, tarihe geçecek olan bir hükümet olur. Onun için, hükümetin kimseden utanıp, çekinmesine gerek yoktur; göğsünü gererek adımlarını atması, gururuna sadece onur katacaktır.

Askeri operasyonların devam etmesi, duyarlı çevrelerin umut içinde bu süreci tartışmasına gölge yapacaktır. Bu sürecin gelinen aşamasında, askeri hava ve kara operasyonlarının durması, sürecin olumlu ve hızlı gelişebilmesine katkı sunacaktır. Olası provokasyonlara zemin olmaması açısından bu gereklidir.

Politikacılar başta olmak üzere, ilgili kurum sözcüleri ve potansiyel etkili şahsiyetlerin, demeç ve söylemlerinin, toplumsal barışa, kalıcı bir çözüme, eşit ve özgür birlikteliğe giden bir kardeşliğe hizmet edecek üslupta olmasına dikkat etmeleri gerekiyor. Savaş dilini kesinlikle terk edip, barış dilini kullanmalıyız. Bunu yaparsak yeni provokasyonların önüne de geçebiliriz belki. Çünkü böyle bir yaklaşımla, provokasyon yapmayı düşünebilecek faillere ve işbirlikçilerine, yapacakları yeni eylemlerin bir etkisi olamayacağını, onlara da hissettirmiş olacağız.

Her şey, barış ve çözüm sürecini kalıcılaştırmak; huzur ve güveni sağlama almak için olsun. Artık ne asker ve ne PKK’li, ayrımsız hiç kimsenin anası ağlamasın.
Selam ve sevgiyle kalın.

M.Nazım Güler – 16.01.2013
info@mnazim.com



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın politik olaylar ve görüşler kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bu Ülkede Barışı İsteyen Var Mıdır?
Hatip Dicle Olayı, Açılıma ve Çözüme Çomak Sokmak Mıdır?
Demokratik - Kürt Açılımı Nereye Kadar?
Kürtleri Temsil Sorunu ve Çözüm Sürecine Dair
Seçimin Sonucu, Halklar Arası Barış ve Diyaloğu Dayatıyor
4+4+4, Bir Gündem Saptırma Mıdır?
Kürd Sorunu Yoksa; Kürdistan Sorunu Olabilir mi?
Piştgirîya Kurdên Îslamîst Ji Bo Xazze Û Welatparêzî
Yeni Anayasa ve Kürt Sorunu
Yerel Seçim Dersi, Rojava ve Bdp’ Nin Sonu - 3 - Son -

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sadece Yazmak, Yazarlık Mıdır?
Tahammülsüzlük, Gelecek Korkusundandır!
Kendi İrademiz Varsa Özgür Olabiliriz.
Seçim Sürecinde "Demokratik" Yalanlar Yarışı Başlayacaktır!..
Yeni Anayasa, Son Anayasamız Olmayacaktır.
Tarihsel Aşklar ve Sevgi Üzerine
Kürt Sorunu ve Yerel Seçimler
Ev Bir Okuldur; Eğitim, Oradan Başlar!.
Bölgede Okuyan Çocuklarımız ve Sınav Maratonları
Unutmayalım ki Öğrencilerimiz, Geleceğimizdir!.

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yüreğime Lehimliyorum Seni [Şiir]
Veda Edemem! [Şiir]
Uyan Ey Zergan Deresi! [Şiir]
Seni Arıyor Gözlerim [Şiir]
Dağlar Yüreğimi, Bu Dağlar! [Şiir]
Esirin Olmuşum [Şiir]
Tu Her Bijî Yilmaz Guney [Şiir]
Sende Buharlaşmaktayım [Şiir]
Zor Kabulleniriz [Şiir]
İyi ki Doğdun Münevver [Şiir]


M.Nazım Güler kimdir?

www. mnazim. com ------- M. Nazim Güler Kitap okumak, Şiir yazmak, Resim yapmak özel zevklerim arasındadır. Vücudumu zinde tutacak ve koruyacak kadar spor yaparım. .

Etkilendiği Yazarlar:
Yoktur, kimsenin günahını almayayım.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © M.Nazım Güler, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.