Bilgi sakalla ölçülmez. -Moliere |
|
||||||||||
|
Telefonu kapadı. Pişmiş, arsız bir bakış fırlattı adama. “Kontur değil o amcam, Kontör,kontör…” Hüseyin, aklı evvel mi dese?... Aklı gelip giden mi dese?... şehirli kadına ne diyeceğini,ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Öte yandan hala tarla ortasında oturan ve deli olduğuna kanaat getirdiği erkek arkadaşı… Piyango’dan çıkmıştı bunlar. Piyango’dan çıksa,çıksa şansına bu zır deliler çıkardı besbelli. Evde kadını bekler, çocuk okuldan geldi, gelecek. Hasat zamanı yaklaşmakta kafa’da bir sürü düşünce.” Ver Allah’ım ver…” diyordu içinden. Şehre uzak bir yerde değildi burası. Çift şeritli oto yoldan kamyonlar,tırlar,taksiler,inekler,koyunlar,traktörlerde geçerdi amma, yinede 600 nüfuslu bir köyde arada bir gelip geçen delilere haslet kalmışlardı. Niye diye sorma?... Her gün aynı adamla kahve’de pişpirik oyna, her gün aynı avratla masaya otur ve her Allah’ın günü sil baştan köy dedikodularını dinle, Fatma’nın kızı, Bekir dayının oğlu, kim kime kaçana, kim kimden çocuk peydahlayana. Kimin yakası bir araya gelmeyene diye diye bunalmıştı. Hem bütün bunlarda olmasa. Yine de yardım ederdi bu deli avrata. Kaza hali bu. Ya ölüverselerdi şuracıkta. Vicdanen rahat edebilir miydi? Yok etmezdi elbet. Hem bunlar gavur muydu? Memleketimin insanı işte. “Bacım sen kim aradın be yahu?...” “Buralara geçenden başka, gelen olmazdı da.” Tarla’da öylesine bir yerlerini yaya yaya oturan Aliye bakıyordu. Döndü adama. “Amcacım, Zigo’yu aradım, Zigoyu…” “Yaw be bacım amca,amca diline yapıştı bi amca. Hani ayıp olmasa yaşın kaç diyecem amma…” Kadına yaşı sorulur mu hiç. Kadının yaşı belli bir safhadan sonra demirler bir zamana öyle kalır. “Ne yapacaksın yaşımı başımı be amcacım çok susadım yakınlarda bir yerde su içilecek bir yer var mı hüsnü dayı.” Bak şimdi de dayı oluvermişti. “Hüsnü değil be bacım. Hüseyin, Hüseyin. Şu yakında bir çeşme var. Ben gidip size su getireyim bari.” Ardı sıra koştu gitti. Bir koca bardak dolusu suyu önce Jale’ye sonrasında Aliye ikram ederken, fazla uzaktan gelmeyen bir araba sesi duyuldu yolun diğer tarafından. Gelen Zigoydu. Siyah Bmw marka bir arabadan yanında uzun boylu genç bir adamla palas pandıras indiler. İner inmez yanına koştu jale’nin. “Abla, ablacım iyi misin?..” Jale uzun süre beklemişti. Berbat bir gün geçirmişti. En başta Ali gibi tuhaf bir adamla güne başlamak sonrasın da bu kaza. “Elinin körüyüm Zigo. Nerde kaldın kızım? Bir de böyle doğum sancısı çekene koşar gibi gelişin…” Zigo Jale’nin kazadan sonra yaşadığı şoka vererek bir şey demedi. “Bu adamda kim?...” “Ha o Merdo, jale hani söylemiştim ya…” Uzun boylu genç adam’ın uzun boylu olmasının dışında bir Bmw arabası bir de onun gibi koyu siyah gözlükleri vardı. Ali ile aralarındaki en benzer özellik ise, her ikisi de sakız çiğniyorlardı. “Dur tanıştırayım… Merdo. gelsene bebeğim buraya…” Zigo, Jale tarafından arandıktan hemen sonra harekete geçmişti, geçmesine de. Erkek arkadaşı yanına araba ile gelmesi bir saati bulmuştu. Bu adam Ali’den de daha gıcık bir tipti. Ve Jale’nin sinirlerini alt üst etmek için burada olması yeterliydi. “Kızım adamı ne biçim çağırıyorsun öyle, it gibi Allah’ım ya.” Ayağında toprak rengi Lumberjack botlarla dalıverdi tarlaya…Ağzında sakızını çiğneyerek yarım ağız da olsa bir geçmiş olsun demeyi de unutarak elleri cebinde konuştu. “Selam…” “Be Aleyküm Selam.” Dedi Hüseyin. “Tosbağı’nın durumu kötü gözüküyor,sizin de verilmiş sadakanız varmış.Kaç model bu tosbağa?.” “Ah be kızım…” dedi. içinden Jale. Bunları para ile satın alsan para da etmezlerdi. Her biri ayrı telden çalan salaklar ordusu. İnsanın sinirli olmaması için hiçbir sebep yoktu. “Niye soruyorsun Merdo efendi, Hurdacı mısın?.” “Öncelikle adım Mert, Arkadaşlar ve Zigo bana Merdo derler, düzelteyim dedim.” Su katılmamış sinirdi bu adam. Hatta baştan aşağı bir sinir yumağı da olabilirdi. Ama onunla vakit geçiremezdi. Kaza’dan sonra,hem Zigo’yu hem de gazeteyi arayıp başlarına gelen olaydan bahsetmiş arabanın bu halde çalışmayacağını söyleyerek bir çekici istemişti. Esas konu ise; Ali ile birlikte gidecekleri yerdi.Eğer bu talihsiz kaza olmasaydı, şimdiye kadar varacakları yere çoktan varmışlardı. Orası da Nurseyda’nın annesinin yaşadığı yerdi. Nurseyda’nın başına gelen her ne ise; bu kadınla ilgili merak ettiği her şeyi annesinden öğrenebileceğini düşünüyordu. Kerime hanım, şu an bulundukları yerden yaklaşık bir saat kadar uzaklıkta küçük bir kasaba da oturuyordu. Oraya bir an önce gitmeliydi. Hiçbir konuşmayı dinlemedi. Zigo, Ali ve bu sinir yumağını da mecburi istikamet şoför tayin ederek Hüseyin’e veda edip yola koyuldular. Sarışın bir kadın vardı avlunun önünde. Bir polis arabası. Ve bir kadın… Avluya açılan evin önünde öylesine oturuyordu. Kasabanın pazarıydı. Dört basamaklı merdivenin önüne bir pazar arabası. Haberi olmadan gelmişti polisler. Nurseyda ile ilgili bir çok soru sordular.Çok da garip tiplerdi. Hele o sarışına kadın. O çok garipti. Avlunun önünde bir o yana bir bu yana volta atarak telefonda konuşuyordu. “Aynen komiserim, aynen ben de öyle diyorum zaten aynen yani…” Adı Belgindi. Emniyet Müdürlüğünde göreve iş başladığı zamanlar, Belgin Doruk olarak fiskos edilse de. Türk Sineması’nın küçük hanımefendisi diye meşhur olan o güzel kadına benzerlik olarak yanından bile geçmiyordu. Kız kurusu sarışın huysuz bir kadındı Belgin. Ve herkes ona “Aynen Belgin..” lakabını takmıştı. “Yani iğrenç bir dosya komiserim, aynen, aynen anası ile konuşmaya geldik, neydi kadının ismi Kerime ha kerime aynen komiserim ben şimdi kapayım sizi daha sonra arayım. Saygılar Komiserim.” Avlunun girişinde başka bir adam daha vardı. Belgin’in çalışma arkadaşı Erdinç komiserdi bu. Orada oracıkta ellerini ve kollarını köy evine doğru açarak acaip işaretler yapıyordu. “Sen ne yapıyorsun orada Erdinç Komiserim” “Eve dikkat ettiniz mi?” dedi Erdinç. Belgin bir eve bir de Erdinç Komiser’e tuhaf tuhaf bakarak, “Ne var ki evde Erdinç Komiserim?..” “Yani biraz yamuk gibi duruyor…” Belgin bu cümleye her nedense Aynen diyemedi. “Ne alaka anlayamadım Komiserim de…” “Yok,yok yamuk siz kadınla konuşurken muhtar’dan duydum bu evleri vakti zamanında dışarıdan gelen bir usta yapmış hepsi yamuk, hepsi duvarların simetrisine baksanıza…” Emniyet Müdürlüğüne Belgin’den bir yıl önce gelmişti Erdinç Komiser. Takıntılı bir adamdı. İri yarı olmasına rağmen canı pek tatlı az biraz hastalık hastası,kozmik bir adamdı. Kozmik denilmesinin nedeni ise; gerekli gereksiz her şey hakkında çok konuşur,çok bildiğini sanırdı. O da Belgin kadar tuhaftı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © erdal divriklioğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |