|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
2 Ocak 2004
Sevgilim Anadolu © - 1
Taş Kahve Sohbetleri (Anadolu Gerçeği- 1)
Nükhet Everi
Kuşaklarca tekrarlana tekrarlana insanoğlu kafasına sağlamca oturagelmiş yargıları eleştirmek, protesto kıyametlerini davet eder. Bu protestolara karşı yek at yek mızrak çıkanlar, yargılarının dayanaksız kalmamasına dikkat etmelidirler. (Halikarnas Balıkç |
|
- En iyi zeytinyağı hangisidir?
- Etiketinde ne yazarsa yazsın, asidi kaç olursa olsun, uzmanları ne derse desin, doğal yöntemlerle üretildiği sürece damağınıza en uygun zeytinyağı en iyi zeytinyağıdır.
İşte, aynen böyle yazıyor ADATEPE Zeytinyağı Fabrikası ve Müzesi’nin broşüründe.
Ben bir zeytinyağı delisiyim. Gerçek bir zeytinyağı aşığı ve tüketicisi. Istanbul’da yaşıyor olmasaydım ya şarap üretimine ya da zeytinyağına verirdim kendimi diye düşünen biriyimdir. İyi bir zeytinyağı için binlerce kilometre yol katetmeye razı biri. Toskana’dan en iyi şarapların yanı sıra erken hasat zeytinyağlarını hiç gocunmadan binlerce kilometre daha sürecek yolculuklara sırt çantasında taşıyarak götüren biri. Senede yüzlerce litre zeytinyağı tüketen biri olup, Akdeniz’in belli başlı zeytinyağı çeşitlerini denemiş ve Kuzey Ege’nin zeytinyağının dışında zeytinyağı damağına hitap etmeyen biriyim ben.
ADATEPE Zeytinyağı benim damak tadıma uygun olanlar içinde ilk sırada açık söylemek gerekirse. Bir turist rehberi olarak da insanların gezdikleri ülkenin gerçek tarihi ve kültürünü yakından tanımaları gerektiğine inanırım. Bu nedenle de Küçükkuyu’dan geçen her turumda otobüsü ADATEPE Zeytinyağı Müzesinin önünde durdurur, turistlere zeytincilik ve zeytinyağının binlerce yıllık ve Anadolu’ya ait öyküsünü bıkmadan, usanmadan ve zevkle anlatırım. İnsanlar bundan gerçekten etkileniyorlar. Zeytinyağının geleneksel üretim teknolojisini görmek, dün ve bugün kullanılan aletlerle tanışmak, zeytinyağını hemen orada denemek.
Hele bu aylarda Kuzey Ege’de bu tür yerlere uğrayan herkesin göreceği manzara hemen hemen aynıdır. Zeytinler yıkanır, zeytinler ezilir, ezilen zeytinlerden elde edilen hamurlar hint keneviri torbalar arasında kat kat dizilir ve zeytinyağı sızar, hidrolik preslerde sıkılan hamurdan çıkan gerçek sızma zeytinyağı ve zeytinin öz suyu dinlenme havuzlarına alınır, zeytinyağı üste çıkar, bu yağ özel kaplarda dinlendikten sonra doğal pamuktan geçirilip filtre edilir ve şişelenir. Biz de bu lezzete ulaştığımızda hiç düşünmeyiz genelde ardındaki emeği.
M.Ö. 4000’de Kuzey Ege’de ehlileştirilen, M.S. 1300 yılından beri de Akdeniz mutfaklarının ortak özelliği olan zeytinyağının tarihçesine bakarken içim buruluyor. Aklıma hiçbir şeyin kıymetini bilmediğimiz geliyor. Örneğin, Türkiye üzüm üretiminde dünyada beşinci sırada. Düşünün ne kadar üzüm üretildiğini! Ama şarap üretiminde ilk beşte değiliz. Üstelik Türkiye Akdeniz çanağının en doğusunda dünyanın en güzel ve antik dönem yazarlarının dediği gibi ‘en insancıl’ iklimine sahip olup her sene en iyi ürünü veren bir ülke olmasına rağmen. Neyse, Türkiye’de üretilen üzümün %98.5’i yemelik üzüm, bu %98.5’in %70’i normal yemelik, %30’u kurutuluyor, kuru üzüm, pestil vs için ve geriye kalan %1.5’luk bölümü ise şıra, sirke ve şarap üretiminde kullanılıyor.
Zeytin, zeytinyağı derken aklıma sahip çıkmadığımız tarih geldi. Halikarnas Balıkçısı bir arkeolog değildi ama o tüm bilim adamlarının yolunu öyle bir aydınlattı ki... Keşke bugün yaşayıp görseydi, 50’li 60’lı yıllarda yazıp çizdiklerinde ne kadar haklı olduğunu. Keşke yaşayıp görseydi, onun dediklerini bilimsel açıdan ispat eden, bunu Avrupalı bilim adamlarına da kabul ettiren Prof. Colin Renfrew’ün, Prof. Dr. Muhibbe Darga’nın, Prof. Dr. Fahri Işık’ın, Prof. Dr. Manfred Korfmann’ın yaptıklarını. Dünyanın Anadolu’yu, Anadolu gerçeğini kabul etmesinde, kendi açtığı yolda nasıl yüründüğünü görseydi.
Kuzey Ege’de dolaşırken, zeytin ağaçlarına bakarken aklıma hep Balıkçı’nın o güzel üslubuyla anlattığı bir hikaye gelir:
Yıl, İ.Ö. 586... Dört mavi limanlı Miletos kentinin deniz kenarında bir melengeç ağacı gölgesinde güleç yüzlü birkaç yaşlı insan oturuyordu. Kadınlar, kızlar, flüt ötüşü gibi uzun amforlarını omuzlarına dayamışlar,uzun İyonya pelopslarını yelpirdete yelpirdete çeşmeye (ninfeon’a) su doldurmaya gidiyorlardı. Denizde kuğu süzülüşlü kadırgalar, limana, açığa kayıyorlardı upuzun. Kentin güneş yanığı yolları kaynaşan bir Lidyalı, Panfilyalı, Eolyalı kalabalığıyla fıkır fıkırdı. İhtiyarların biri, yanındaki güleç yüzlü ihtiyara, ‘Thales, seni her günkünden neşeli görüyorum, yoksa bu yıl yine tüm yağhaneleri mi kiraladın?’ diye sordu. Thales denilen yaşlı, güle güle cevapladı: ‘Hayır a canım, geçen yıl, senin gibi bir Fusiyologos (*) ticaretten ne anlar, dediler de... Ticarete aklımı versem çok zengin olacağımı ispat etmek için yağhaneleri kiralamıştım. Çünkü o yıl zeytinyağı ürününün bereketli olacağını sezmiştim. Böylece zeytinyağı fiyatını dilediğim gibi yükseltmiştim ki; görsünler; bir Fusiyologos, aklını para yapıcılığa verince n’olurmuş? Ama onu bir kez yaptım, o kadar...’ Öteki ihtiyar, ‘öyleyse şimdi neye seviniyorsun?’ Thales cevap verdi: ‘Önümüzdeki yıl güneş, şu şu tarihte, tam olarak tutulacak. Bugün, tutulma gününün hesaplarını yaptım. Ona seviniyorum işte...’
Böylece, Anadolu’da, İyonya’nın şen ve esen kenti Miletos’ta İsa’dan önce Altıncı Yüzyılda, dünya tarihinde ilk olarak insanoğlu, kozmosa salt doğasal yorumlama yolundaki ilk yaman davranışını yapmıştı.
Thales (İ.Ö. 640 – 550) böylece, İ.Ö. 28 Mayıs 585 günü olacak güneş tutulmasını bir yıl önce hesaplamıştı. Böyle bir hesabın yapılabilmesi, ancak yüzyıllardan beri bilginin birikmiş olmasıyla mümkündü. Bu bilgi, başka yerde değil, Anadolu’da birikmişti ve Doğudan gelmişti...( ) Zaten Herodotos Thales’in ırk itibarıyla Fenikeli olduğunu yazar (Kitap I, 168-70). Belki de Fenikeli değildi, ama böyle deyişin doğru olması ihtimali vardı ki, böyle diyebiliyordu... ( ) İyonlardan önce Mısır ve Sümerlerin ampirik buluşları, bir sürü büyüsel kaba saba mitolojiyle yüklüydü. Anadolu kafası o yükleri, mitolojinin kabasını da sabasını da söküp atmıştı... (Anadolu’nun Sesi / Halikarnas Balıkçısı – İyonya –Anadolu) (**)
25 Nisan 1965’de Azra Erhat’a yazdığı bir mektupta insanı bayağı düşündürecek bir konuya değinir. Kendisi de sonunda söyleyecektir, ben de belirtmek isterim, öyle bir hesap yapar ki, böyle bir hesabı bugüne kadar yapan olmamıştır.
Felsefe Yunanistan’a geçince ethique ile meşgul oldu yüzyıllarca. Bu ethik felsefenin estetik’indeydi. İ.Ö. 4. yüzyıldan beri ethike hemen hemen hiç yeni bir şey ilave edilmemiştir. Çünkü ethik dinlere geçmiştir. Physiologia belki dört yüzyıl yaşadı İonya’da, Yunannistan’da onun yerini Theologia’lar aldılar. Sonra Bağdad ve İspanya Araplarında iki yüz yıl fen ilerlemiş, sonra gene durmuş. 18. ve 19. yüzyıllarda Avropa gene ilerlemiş. Demek ki İonya 4, Bağdad ve Araplar 2, Avrupa 2 yüzyıl, topu topu 8 yüz yıl uğraşılmış fen için. Bu da 26 yüzyıl içinde. 18 yüzyıl süresince ise Theologia –başka başka dinler şeklinde- insanları birbirine kırdırmış. Bu kırdırmada milyonlarca insan öldürülmüş. Belki de fen ile uğraşılan yüzyıllarda, fen ile uğraşanlar topu topu 50.000 kişiydi. Yani 24 yüzyılda 50.000 kişidir ki günümüzün maddeci uygarlığına bizi ulaştırdı – böyle bir hesabı şimdiye değin yapan olmadı. (Azra Erhat / Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı) (**)
Tabii sevgili Balıkçım böyle bir hesabı yapan olmaz, olamaz. Sonra nasıl sığınacaklar eski püskü bilgilerin ardına? Her şeyi Batıya bağlama takıntısına?
Balıkçı hep şöyle der: “Kuşaklarca tekrarlana tekrarlana insanoğlu kafasına sağlamca oturagelmiş yargıları eleştirmek, protesto kıyametlerini davet eder. Bu protestolara karşı yek at yek mızrak çıkanlar, yargılarının dayanaksız kalmamasına dikkat etmelidirler.”
Ya da: “Kuşaklar süresince, çocukluk çağından beri yapılmış telkinleri ve çoğu yalan olmakla beraber, tekrarlana tekrarlana kutsal bir gerçek düzeyine getirilmiş olan kanıları yıkmak kolay değildir.”
Haklısın Balıkçı! Keşke yaşasaydın da görseydin. Bu konularda epey yol katedildi. Mirasın iyi ve emin ellerde. Bu memlekette Muhibbe Darga’lar , Fahri Işık’lar oldukça,dünyada Colin Renfrew’ler, Manfred Korfmann’lar oldukça Anadolu gerçeğinin sırtı yere gelmez. Sen tüm bilim adamlarının yoluna ışık tuttun, senin de yolun ışık olsun!
Eh, Taş Kahve’nin sohbetleri bu tarzda sürer artık. Ben Ege’de gezerim, yer içer, düşünür, okur, inceler, araştırır, bilgilerimle birleştirir, sizlerle buradan sohbete koyulurum. Siz de severseniz bir kahve içimi vaktinizi geçirisiniz benimle Taş Kahve’de...
Sevgiyle kalın...
(*) Fusiyologos: Fen bilimci, atomist.
(**) Balıkçının üslubunu bozmamak adına alıntıları kitaplarda olduğu gibi bıraktım. Herhangi bir müdahale yapmadım.
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Bozkırlardır gözleri. . .
Etkilendiği Yazarlar:
William Shakespeare, Gabriel Garcia Marquez, F.G. Lorca, Hermann Hesse, Max Frisch, Paul Auster, Jean Paul Satre, Can Yücel, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Murathan Mungan
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|