Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Bundan bir süre önce, internette bir beyefendi ile tanıştım... Kendisiyle hiç görüşmedik, ancak ne zaman internette karşılaşsak üç-beş kelam ederiz. Bazen de arar, sorarız birbirimizi... Dostlukların kolay kurulamayacağını, zaman ve emek istediğini iyi bilirim.Yine de bu insan, kültürü ve nezaketi ile, benzer şekillerde iletişim kurmaya çalışan hemcinsleri ile arasındaki farkı açıkça ortaya koyuyordu. Gel zaman git zaman, bana yaklaşmaktaki amacının sadece ahbap olabilmek, internette geçirdiği zamanlarda fikir düzeyinde tartışmalar yapabilmek olduğunu, benden de bunun otesinde bir beklentisi olmadigini gayet iyi anladım. Biraz da rahatladım tabii; ne de olsa aklımın bir hayli karışık, kalbimin de bir hayli kırık olduğu şu dönemimde en son isteyebileceğim şey, etrafımda bana kur yapan erkeklerin dolaşmasıdır. Benim msn de (kullananlar bilirler; hotmail-messenger) ben bilgisayar başındaysam sürekli açıktır. Yurt dışında yaşayan eski okul arkadaşlarım, birkaç akrabam, demin sözü geçen beyefendi gibi arkadaş listemde olan birkaç kişinin, internete girdikleri zaman bana da bir merhabaları olsun isterim. Geçtiğimiz akşamlardan birinde, yine yazmaya dalmışım, tam o sırada Barış bey de online olmuş, canı da biraz sohbet istiyor belli ki... Daha da yeni dertleşmişiz ama; olsun dedim çalışmaya biraz ara vereyim de, azıcık laflayalım. Olmadı ertesi gün devam ederim, acelesi yok ya... Başladık sohbete... Barış bey yazdıkça yazar, anlattıkça anlatır, ben ona yetişmeye çalışırım, o arada benim canım da müthiş derecede tatlı istemeye başlar.. Tam da politik bir sohbetin en hararetli yerinde; "Demek Menderes, Baykal'a 'bu ülkede özgürlük olmasa yakama yapışabilir miydiniz' dedi; iyi demagoji yapmış, bu arada benim en çok sevdiğim tatlı fırın sütlaçtır sizinki nedir?"deyiverdim! Kısa bir süre sessizlik... O anda Barış bey ile yüz yüze olmadığıma şükretmem, kıpkırmızı olduğumu yanaklarıma ateş basmasından anlamam ve nihayet kendisinden gelen cevap: "Ben supangle ile kadayıf severim." Derin bir nefes aldım...'Ne alakası var' gibi bir yorumla karşılaşmadığım için sevinerek... Bunun üzerine sıkı bir tatlı sohbeti başladı aramızda... O esnada benim de gözümün önünde en sevdiğim sütlü tatlılar uçuşuyor, özellikle de fırın sütlaç, şöyle üzeri en yanık olanlarından; saat olmuş gecenin onu, çıksam da açık bir tatlıcı bulabilmem mümkün değil! Evde yapayım desem gerekli malzemelerin hepsi mevcut değil o anda. Barış beye veryansın ediyorum, o da halimi anlıyor, kendisinin de benzer krizleri tuttuğunda ne yapıp edip çıkıp bulduğunu anlatıyor... Neyse, sohbet böyle sürüp gidiyor, benim kan şekerim düşüyor, düştükçe muhabbet daha da koyulaşıyor en sonunda bir ümitle koştuğum mutfakta bulduğum bir elma imdadıma yetişiyor. Yine de tatmin olmuyorum tabii, söylene söylene bir sigara yakıyorum elmanın üstüne... Makul saatlerde canın birşey istese ya İlke! Ama yok, herşeyimiz ters olacak! Birdenbire Barış bey: "İlke hanım, ben size birşey göndermek istiyorum kargoyla, ama lütfen yanlış anlamayın, amacım sadece sizi biraz olsun neşelendirebilmek." diye yazdı. Ben, hiç olur mu öyle şey rica ederim filan derken ne yaptı etti muhtelif duygu sömürüleri (biz dost değil miyiz, aşkolsun, bana güvenmiyor musunuz hala, v.b.) ile ağzımdan adresimi alıverdi. Kendisi ekonomist ama aynı zamanda da kara kalem resim yapar boş zamanlarında... İlk önce aklıma gelen buydu, herhalde kendi çizdiği resimlerinden birini yollayacak... Ancak tam da tatlı muhabbetinin üstüne söylediğine göre belki de fırın sütlaç yollayacak! Evet, evet, kesin sütlaç yollayacak. Tahminlerimi ona söylediğimde, 'bekleyip göreceksiniz sürprizimi' dedi. Anlamak çok mu zordu sanki, basbayağı sütlaç gelecekti eve! Neyse, vakit epey ilerledi, ben de Barış beye iyi geceler dileyip kapattım bilgisayarı. Ertesi gün, akşamüstü, yengem ve yeğenim bende misafir.. Misafir de denemez onlara ya, sürekli birbirimizin evinden çıkmadığımız düşünülürse... Ben bütün gün evi temizlemekle uğraşmışım, saç baş darmadağınık, bir banyoya gireyim dedim. Tam da o arada kargo gelmiş meğerse... Çıktım banyodan, benim yengenin ağzı kulaklarında.. Dünkü muhabbetten de haberdar tabii. "Geldi senin fırın sütlaçlar, ben de imza verip aldım, mutfağa koydum, git de bak" dedi... Ben de 'daha önce Barış beyi arayıp teşekkür etmeliyim' diye telefona uzandım. Süreyya can havliyle elimden kaptı telefonu, "aman İlke ne yapıyorsun!" Ne yapacağım, böylesi bir jestten ötürü teşekkür edeceğim tabii, sütlaçlara dalmadan önce! :) Yenge ısrarcı:, "Sen laf dinle önce bir git mutfağa bak!" Bir gariplik vardı bu işin içinde ya, dediğini yaptım, bir de ne göreyim, tüllere sarılmış yuvarlak bir kase, üstünde de uzun saplı çok güzel pembe çiçekler... "Ayyy Süreyya, ne kadar da ince düşünmüş, sen hiç böyle bir sütlaç sunumu gördün mü hayatında? Adamcağız sütlaçları paketlemiş de üzerine çiçek dikmiş nezakete bakar mısın!" Ben bu kelimelerle memnuniyetimi dillendirirken yengem ve yeğenim deli gibi kahkahalar atmaya başladılar. Kafam karışmıştı, bunda gülünecek ne vardı ki... Daha yakınına gittim paketin(!)... Onun, gerçekte -ne- olduğunu anladığımda uğradığım şaşkınlığı sözcüklerle anlatabilmek mümkün değil. İçi kahverengi taşlarla dolu büyükçe bir cam saksı, kocaman pembe-beyaz tüllerle sarılmış, üzerine nazar boncukları tutturulmuş, içinde de yaklaşık yarım metre boyunda, dallarında beş-altı tane açmış; yedi-sekiz tane de tomurcuklanmış çiçek bulunan bir orkide! Üzerine iliştirilmiş bir not: "Karanlık günlerin ardından sizi biraz olsun gülümsetebilmek dileğiyle..." Bir an ne yapacağımı bilemedim. Çok değil, birkaç dakika öncesi aklıma geldi. Ya arasaydım, ya mutfağa bakmadan arayıp, "Barış beycigim, sütlaçlar için çok mersi, ne kadar naziksiniz" deseydim, yerin yedi kat dibi nasıl bir yermiş görseydim bu sayede! Bunu düşünmek bile başımdan aşağı kaynar suların boşalmasına yetti.Yegenimin yorumu da ayrı bir kahkaha krizine neden oldu bu arada: "Halacığım, bıraksaydık orkideleri tatlı niyetine yiyecektin hani." Yenge de anladı benim durumun vehametini, gitti aldı bir kilo sütle biraz pirinç, başladı mutfakta sütlaç yapmaya... Süreyya ocaktaki tencereyi karıştırırken ben de biraz kendime gelmiştim, bu sürprizin sahibini arayıp, nezaketinden ötürü teşekkür ettim kendisine. Olayı da anlattım, kendimi nasıl koşullandırdığımı, çiçeği gördüğüm anda bile onun tatlı olduğuna emin olduğumu... Yani isteyince ne kadar da salak olabildiğimi... "Aslında aklıma da gelmedi değil. Hatta çiçekçiden çıktıktan sonra bir pastaneye bile uğradım ama maalesef istediğim kadar büyük bir kaseye koyamıyorlarmış sütlaçları, ben de hemen oracıkta sizin yerinize bir porsiyon yedim" dedi gülerek... Telefonu kapattıktan sonra, mutfağa gidip oturdum... Burnumda ocakta pişen sütlacın kokusu; boğazımı düşünmekten, insanların yapabilecekleri inceliklerin binbir çesidi olabileceğini nasıl da göz ardı edebildiğime hayıflanıp, biraz da utanarak, seyre daldım pembe orkidemi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İlke ERSOY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |