Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
Ellerimiz yüzümüz yıkanır, üst baş değiştirilir odamızdan salona geçmeden önce... -Annee, mami elbise... -Kızım sarı tokalarını da çıkardım bak sarı elbise giyelim ne güzel olacak. -Mamiiii elbiiii, sarı yok! -Tamam kızım mavi elbise, dur o zaman mavi tokalarını çıkarayım çekmeceden... -Bibezik tak! -Tak lütfen..diyeceğiz değil mi kuzum? -Tak nünenn... Giyinip süslenip salona çıkınca neşeyle hoplayıp zıplamaya ve bülbül gibi şakımaya başlar kızım...Öğle uykusuna dek kahvaltısıydı, oyunuydu, resim yapmasıydı, kukla tiyatrosuydu derken zaman akıp gidiverir...Öğle uykusundan sonra banyo ve yemek, sonra ya dışarı çıkılır ya evde aktivitelere devam edilir, parmak boyası yapılır, patates baskısı yapılır. Ama bizim çocukluğumuzdaki gibi patatesleri oymaya gerek yok artık, herşeyin hazırı var. Patates baskıları artık ya süngerden ya da tahtadan yapılıyor. Yakında duyguların da hazırlarını çıkaracaklar diye korkuyorum! Ben de çocuğuna en iyisini vermeye çalışan her anne gibi gelişmeleri takip ediyor ve uygun gördüğüm herşeyi temin edip kızıma sunuyorum ama bir yandan da el emeğini, göz nurunu tanıtıyorum yavruma. Tahta kaşıktan kuklalar yapıyorum, tellerden ponponlardan örümcekler, hamurdan küçük hayvancıklar, kağıt havlu rulolarından kuklalar... Onlarla oynamayı da hazır oyuncaklarıyla oynamak kadar seviyor. "Annem yaptı" diyor gururla. Yüzündeki ifadeyi görseniz, sanki Michelangelo'nun kızı kendisi! Ben bu motivasyonla heykel kurslarına bile başlarım diyorum bazen. Anne olmak...Bütün vücudunuza, her hücrenize nüfuz eden bu muhteşem tecrübeyi anne olmayan birine bu dille anlattığınızda söyleyeceği ilk şey; çok abarttığınız, hayatınızı bir çocuğa adamakla çok şey kaçırdığınız v.s. olacaktır. Ben bu söylemlerle karşılaşıyorum bazen, "anne olunca anlarsın" diyorum ve anne olunca anlıyorlar; asıl çocuksuz bir hayatın bir kadın için ne kadar anlamsız olduğunu ve çocuk sahibi değilken neler kaçırdıklarını... Bencillikten arınmış, karşılık beklemeyen tek sevgi türüdür evlat sevgisi. Ve bu sevgi türünü tatmayan hiç kimse gerçek sevgi nedir bilemez. Annemize, babamıza ya da eşimize, sevgilimize duyduğumuz sevgi türlerinin hepsinde bir karşılık beklentisi var, hepsinin içinde bir tür bencillik var. Sadece çocuğumuz ne yaparsa yapsın, ne olursa olsun kalbimizin orta yerinde duracak tek varlık. Bu nedenle bu sevgi türünün eşi benzeri yok. Anne olmak da tekamülün bir çeşidi; tüm sivri köşelerinizi törpüleyen, yüreğinizin kapılarını ardına kadar açmanızı sağlayan ve her geçen gün büyüyen bir sevgiyi taşıyacak gücü size veren....Hiçbir kariyer, hiçbir doruk noktası, hiçbir maddi güç böylesi bir mutluluk ve tatmin duygusu veremez insana. Hayatı boyunca her türlü başarıyı elde etmiş, elde edemediklerinin de peşinde koşmaya hayatını adamış insanlar, anne olduktan sonra "boşuna yaşamışım bunca zaman, keşke daha önce anne olsaydım" diyorlar. En azından anne olmayı hakeden duyarlılıktaki annelerden duyduğum bir söz bu. Sahiden de bir kadının elde edebileceği daha değerli başka hiçbir şey yok. Bunu anne olduğu halde farkedememiş kadınlara ise sadece acıyorum. Kızımın hayattaki ilk yıllarında, kişiliğinin bir hamur gibi elimde şekillendiği en değerli, en önemli bu ilk yıllarında hep yanındayım. İstediğim gibi yazamıyorum, istediğim gibi müzik yapamıyorum, ama istediğim gibi bir kız çocuğu yetiştiriyorum. Büyüyecek, kreş yaşı gelecek, daha sosyalleşmek ihtiyacında olacak, o zaman birlikte olduğumuz saatler azalacak. Ve o zaman ben kendime daha çok yöneleceğim, çok değil, birkaç sene daha bu sabahtan kalma hallerde kaçamak yazılar, şiirler yazacağım kızım uykudayken; ya da haftalarca dilediğim gibi müzik yapamadığım birkaç sene daha geçecek ömrümden;. Ama sonra beni ben yapan bütün taşlar yerli yerine oturacak hayatımda, hem bu defa yanımda güzel, akıllı, iyi kalpli bir kız çocuğu da olacak. Onun içini de dışı gibi güzelliklerle doldurabilmek için birkaç sene kaybetmişim çok mu? Asla değil...Hem bu fedakarlığın ne kadar büyük artılarla kızıma ve bana geri döneceği düşünülürse, buna 'sene kaybetmek' bile denemez. -Anneee! -Efendim güzel kızım? -Paamak boyası yapalım! -Yapalım kızım... -Anneee babaaa erkek çocukk kız çocukkk -Parmak kuklası mı yapalım? (Bebek kanalındaki parmak ailesi repliğini söylediği için soruyorum.) -Yok... paaamak boyası. -Tamam haydi otur masaya. -Otuudum. -Ne çizelim kuzucuğum? -Annee babaa erkek çocukkk kız çocukkk! Şimdi tam dillenme zamanı. İki yaş biteli yaklaşık iki ay oldu. Birden büyüdü sanki, birden daha da akıllandı. Yemek yiyor mesela, sıkıldı, doydu da biraz ama tabakta da daha yemek var..."Az kaldı" diyor kendi kendine. Bu şekilde kendisini rahatlatıp yemeğe devam ediyor. Ya da birşey yapmamızı isteyecek, "öp beni" diyor yanağını uzatıp. Öptürüyor sonra ne istediğini söylüyor. Hiçbir zaman hiçbir şeye zorlanmamış bir çocuğun rahatlığı, sakinliği var üzerinde. Ve bolca sevilmenin, okşanmanın verdiği özgüven. Ayna gibi yansıtıyor verdiğimiz sevgiyi. Bu halini görmek çok hoşuma gidiyor. Bir yaşından önce aşırı iştahsızken ve çok zayıfken bile sabırla, sevgiyle aştık o zor günleri. Bir kez bile kaşıkla ağzını zorladığımı bilmem, bazen tüm gün birşey yemezdi, kilosu çok alt sınırda olduğu için hastalanmasından korktuğum halde hep sabrettim, gülümsedim ve karşılığını aldım. Şimdi ideal kilosunda boylu poslu bir kız çocuğu maaşallah. Yemeği asla bize karşı kullanmadı. Hiçbir şeyi kullanmadı. Hep böyle gider mi bilmem, elbette inatlaştığı zamanlar oluyor ama hepsi bu. Deniyor, cevapları alıyor ve özümsüyor; böyle büyüyor. Hep gülümsemeyle karışık sevgi aktarımıyla alıyor cevaplarını. Bu nedenle incinmiyor, örselenmiyor... Dışarıdaki dünya bu değil elbet. Ama özgüvenli, kendisiyle barışık, mutlu bir çocuk, büyüdüğü zaman zorluklarla savaşmayı yalnız ve sevgisiz bırakılmış çocuklara göre çok daha iyi bilir. Büyük sevgiler sayesinde aşılıyor zorluklar. Çocuklarımıza vereceğimiz en değerli şey sınırsızca sevmek, sevmek, sevmek ve onlara bu sevgiyi dolu dolu göstermek, yaşatmak... -Anne atta yok. -Gitmeyelim mi kızım? -I ıh... -Ee ne yapalım evde oturup? -Hamur... -Ne yapalım hamurdan? -Ördek, köpek, at, kuş... -Tamam hamurlarla oynayalım akşama da parka gidelim. -Sonra gidelim. -Hangi sonra? -Yarın... O küçücük kollar boynuma dolandığında, o küçücük eller yüzümü, saçlarımı okşadığında, içime dolan sevgiyi, coşkuyu anlatmaya yetecek kelime yok... Bir bakışıyla içimde rengarenk, cıvıl cıvıl kuşlar uçuran kızım, ömrümün en güzel sürprizi...Onu ne kadar anlatsam, ne kadar yazsam hep eksik kalıyor birşeyler.. Hayat benim için biraz şiir, biraz parmak boyası... Biraz aşk, biraz patates baskısı... Bundan güzeli olabilir mi?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İlke ERSOY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |