Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Yüreğime pembe pembe basıp, bulut olup gittiğinden beri üç yıl geçti meleğim....Sen benim ilkgençliğimdin, karşılıksız sevgi vermeyi öğreten minicik öğretmenim...Dokuz yıl beraberdik, dokuz koca yıl boyunca yolumu gözledin...Derdimi dinledin, can yoldaşı oldun, hayatı paylaştın benimle... Mağrur ve kibirli ıslak burnunu burnuma sürtüp merhaba'laşırdın, bir o yana, bir bu yana..Bize özeldi bu selamlaşma şekli, ve hiçbir kedi ile hiçbir insan arasında olamazdı böylesi bir iletişim, ya da en azından ben hep buna inanmak istedim. Eylül ayıydı 1991 yılının...Acılardan en büyüğünü yaşadığımız yılın ertesi senesiydi ve ben daha onaltı yaşımdaydım...Akşam üstüydü, yolda yürürken birden karşıma çıktın..Hayatımda gördüğüm en çirkin, en çelimsiz kedi yavrusu! Kısa bir süre kucaklaştık, nasıl cilveliydin, nasıl sevimli...Acıdım haline ama gittiğim yere yanımda götüremezdim seni.Çaresiz yere bıraktım...Bir süre arkamdan geldikten sonra, rüzgarda uçusan bir yaprak aklını çeldi, sen onun peşinden koşarken, ben de bunu fırsat bilip hızlı adımlarla ordan uzaklaşmaya çalışıyordum ki, aniden bir gürültü duydum.Motorsikletli bir adam yanımdan jet hızıyla geçip gitti, bir an için senin motorsikletin altında kaldığını gördüm, hemen geldim yanına, görünürde birşeyin yoktu ama hemen kucağıma aldım seni ve veterinerin yolunu tuttum; gittiğim yeri unutup... Ön patilerinden birinde kırık oluşmuş, ilaçlar sürüp, sarıp sarmaladılar...Doğru eve gittik birlikte, henuz "evin" olacağını benim de bilmedigim yere...Kapalı balkonda yatak yaptım sana, önüne ılık bir kase süt koydum.Hiç acı çekmiyor gibiydin sargılı ayağına rağmen, o kadar mutluydun ki! Akşam kıyamet koptu tabii...Tüm benzer örneklerde yaşandığı gibi, annem seni evde istemiyordu.Sadece iyileşene dek, üç hafta için izin koparabilmiştim ondan.Seninle geçen gunler birbirini kovaladı, ve üç haftanın en son gecesi, ben balkonda kanepeye uzanmış, sen kucağımda mutluluk hırıltılarınla şarkı söylüyorken, sana, seni ne kadar sevdiğimi, seni kimseye vermek istemediğimi anlatıyordum.Ilk defa o anda yıllar boyunca sürecek selamlaşmamızı gerçekleştirmek üzere burnunu uzatmıştın yüzüme...Gözlerim doldu, sensiz ne kadar mutsuz ve yalnız olacağımı söylediğim anda, balkonun iç camının öte yanında annemle göz göze geldim.Bize bakıyordu ve ağlıyordu.Aslında ikimiz de kaybettiğimiz bir canın, kardeşimin özlemiyle gözyaşı döküyorduk, bense seninle avutuyordum kendimi ve anlamıştı anneciğim bunu.Belki de bu yüzden, o günden sonra bir daha hiç duymadım ondan şu cümleyi: "Bu kedi bu evden gidecek!" Çok değil, üç-beş ay sonra, çirkin ördek yavrusunun kuğuya dönüştüğü hikayedeki gibi; dünya güzeli bir kedi oldun...Uzun gri-beyaz tüylü, kocaman yelpaze kuyruklu, sürmeli yeşil gözlü; yürüyüşünle, duruşunla tam bir beyefendiydin artık."Maestro" ismi de sana pek yakışmıştı, konservatuvara hazırlandığım zamanlarda günde yedi-sekiz saat müzik yapmam gerekiyordu, sen de hiç yanımdan ayrılmadan dinlerdin beni; hülyalı kısık bakışlarınla gitarın üstünde dolaşan parmaklarımı seyrederek...Okulu kazandığımda sevincimi ilk seninle paylaşmıştım eve koşup, sonraki yıllarda da ne zaman piyano ya da gitar çalıyor olsam, mutlaka gelip yanıma yatar ve bıkıp usanmadan dinlerdin beni; isminin de hakkını vermiştin yani kediciğim. Hele ki bazen, benim çaldığım parçayı beğenmeyip düzeltmek(!) için piyanonun tuşları üzerine zıplaman yok muydu! Pamuk patilerinle kendi bestelerini çalardın sanki.Şimdi resimlerde saklı o halin... İki yaşına gelmiştin, sana bir kardeş lazımdı artık.Tam da o dönemde mahallenin çocuklarının elime verdiği, gözleri henüz açılmamış on günlük bebeğe bakmaya başladım.İkinci kedimiz, senin de erkek kardeşin oldu, onu yaşatmak zor olmuştu ama başarmıştık...Şu anda tam on yaşında ama yaşlandığını asla kabul etmeyen toparlak bir tekir oldu, karşımda uyumakta ben sana bunları yazarken.Dört yaşına geldiğinde sen, kızımız katıldı aramıza, o da şimdi sekiz yaşında kocaman simsiyah bir hanımefendi.Bir sen yoksun benim ilk göz ağrım...Sen hiç görmedin, ailemize iki kedi daha katıldı, sarı-beyaz muhteşem bir oğlan ve üç renkli, senin gibi yelpaze kuyruklu, senin gibi ıslak burunlu küçük bir kız...Dört kedimle birlikte yaşıyor olmaktan çok mutluyum, ama senin boşluğunu hiçbir canlının dolduramayacağını daha da iyi anlıyorum yıllar geçtikçe...Çünkü dedim ya, sen benim ilkgençliğimdin...Bütün küçük dağları yarattığım yaşlardı, hayallerimin hepsi de o dağların zirvesinde ışıldıyorlardı bana göz kırparak...Sen benim yol arkadaşımdın büyüme çağımda.Şimdi ne sen varsın, ne de o umut dolu yıllar...İlk aşkım için ağladığımda koynumda sen vardın - nasıl da teselli ederdin beni -, doğru düzgün yemek yapmayı öğrenmeye çalışırken mutfak kapısından beni izleyen sendin, birlikte taşındık anne evinden; birlikte kurduk yeni düzenimizi yeni evimizde.Aylarca ayrı kaldık ben yurt dışında yaşamaya başlayıp seni ve diğer iki kedimi teyzeme emanet ettiğimde.Geri döndüğümde sesime ses veren ilk sen olmuştun...Biraz kırgın, biraz sitemkar...Ama çabuk affettin beni, çünkü anlamıştın neden gidip uzun süre kalmam gerektiğini yabancı bir ülkede. Yıllar geçti, dokuz yaşına gelmiştin, daha ağırbaşlı, daha otoriter bir kedi olmuştun, dünya senin ekseninde dönüyordu sanki..Aslında öyleydi de...Bir gün, bir sabah, yattığın yerden kalkmakta zorlandığını gördüm, ayakta zor duruyordun.Aynı saat içinde hayvan hastanesinin yolunu tutmuştuk birlikte.Bir dolu tahlil, röntgen filmleri...Acı gerçeği öğrendiğim an mahvoldum; nefrit...Yani kedilerin can düşmanı ölümcül bir hastalık...O geceden itibaren misafir olmaya başladın hastanede, ben de her gün yanındaydım.Gün geçtikçe zayıflıyordun, bakışların donuklaşıyordu, sadece ben konuştuğumda kımıldıyordun hafifçe, bir süre sonra ona bile gücün kalmamıştı.Kolunda sürekli serum vardı, serumun içinde de acılarını dindirdiğini umduğum ilaçlar...3 nisan 2000 günü, sana gelmekte geç kalmıştım, annemle birlikte gidecektik hastaneye, onun da işi çıktığından saat gecenin onu olmuştu."İstersen yarın gidelim çok geç oldu" dedi annem..İçim huzursuzdu, seni görmeliydim...Hayır şimdi gitmeliyiz dedim ve yola çıktık.Çok değil, yirmi dakika sonra yanındaydık birtanecik oğlum..Sen yine, yoğun bakım ünitesinde, sana ayrılan odacığın içinde halsiz ve durgun uzanmıştın.Nobetçi veteriner, "bugün daha kötüleşti, hiç kımıldamıyor" dedi.Kapısını açtım benim boyumla hemen hemen aynı seviyede olan odacığın, kollarımı uzatıp sarıldım sana, başını kaldırdın ve "miyavvv" dedin.Veteriner hanım çok şasırdı halini görünce...Bir güzel sevdim, öptüm okşadım seni.Senin bana her zaman yaptığın gibi, bu defa da ben seni teseli etmeye çalıştım; umut vermeye çalıştım sana; fısıldayarak en sevdiğin sözcükleri...Çok bitkindin, zor nefes alıyordun, seni daha fazla yormak istemedim, "yarın görüşürüz küçügüm" deyip kapatıyordum ki kapıyı, birden doğruldun yerinde yine, ama bu defa daha yüksek tonda "miyavvv" diyerek...Daha gitme, biraz daha dur dedin sanki ve ben sana yüzümü uzattığımda, burnunu sürttün burnuma; güç bela başını kaldırıp, bir o yana, bir bu yana; her zamanki gibi...Veteriner hanım ve annem ağlıyordu bu inanılmaz sahne karşısında, çünkü kımıldamaya halin yokken bunu yapabilmen mucizeviydi; bense anlamıştım o anın "son" olduğunu, bu yüzden daha gitme diyordun; çünkü veda ediyordun bana kendince...Birkaç dakika daha yanında istemiştin beni, sadece birkaç dakika..Kollarımı içeri uzattım yine, yine sevdim, okşadım o ipek tüylerini..Bana baktın, kısık bir sesle hafifçe miyavladın son kez, ve başını koyuverdin yattığın yere...Kapadın gözlerini ve uyumaya başladın..."Git artık" demekti bu...Ellerimi çektim ılık vücudunun üzerinden, odacığın kafesli kapısını kapattım, azıcık izledim o halini ve arkamı dönüp, çıktım hastaneden.Seni oraya götürdügümüz sabah, kucağımda yatarken arabanın penceresinden dışarıya nasıl baktığın gözümün önünden gitmedi eve dönüş yolum boyunca, "artık tamamdır" der gibiydi, vazgeçmiş gibiydi hayattan o bakışlar...Ve ben zaten o zaman anlamıştım ki, yine seninle beraber dönemeyecektim eve, senin için o yolculuğun dönüşü yoktu.Ertesi sabah telefon geldi hastaneden.Biz gittikten birkaç saat sonra durmuş nefesin...4 nisan 2000 tarihinde, geceyarısından hemen sonra.Gece iyi ki gelmişim yanına, yoksa vedalaşamayacaktık bebeğim. Seninle hastaneye gittiğimiz gün, üşüme diye yol boyunca üzerinde tuttuğum battaniyeni getirdi annem ertesi gün.Hep o battaniyenin üstünde yatmıştın hastanede de.Seni en az benim kadar seven annemin isteği doğrultusunda, seni hayvan mezarlığına gömmüşler.Gidemedim o gün, seni en son "nasıl" hatırlamamı istediğini bildiğim için...Battaniyenin üstünde bıraktığın birkaç gri-beyaz tüyün vardı, o haliyle yatak odamda bir çekmeceye koydum ve o gün bu gündür de saklıyorum. Seni cümleler boyunca böyle yaşlı gözlerle anlatmak ne zor bilemezsin...Ve hayatının çok önemli bir dönemini, böylesi muhteşem bir canlı ile paylaşmamış hiç kimse de bilemez bunun nasıl bir acı olduğunu, anlayamaz...Çok özledim her halini; bakışını, duruşunu, sesini...Gittiğin günden beri ara sıra rüyalarıma konuk oluyorsun...Hep gel olur mu uykularıma...Hayat gittikçe zorlaşıyor, gittikçe karmaşıklaşıyor, eskisi gibi değil küçüğüm...O yıllardaki neşem, gelecek günlere dair ümitlerim, hayallerim kalmadı pek fazla...Büyüdüm işte ben de, koca kadın oldum...Zormuş büyümek...Zormuş, güzel olan, iyi olan ne varsa çok çabuk yitip gittiğini görmek...Mutlu anlar o kadar azmış ki hayatın içinde, sonsuzluğun denizinde birkaç küçük damla sadece; parmaklarımızın arasından kayıp giden... Sen rahat uyu benim güzel oğlum...Daima içimde miyavlayacaksın, geçmiş yılları anımsatacaksın bana; varlığının hüküm sürmüş olduğu toz pembe çağımı... Günü gelecek, benim de bu dünyaya verecek başka nefesim kalmayacak.İşte o zaman yanında olacağım...O güne dek; hoşçakal küçük meleğim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İlke ERSOY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |