Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Mektubunla tekrar eski zamanlarımıza gittim. Senin deyiminle, Sardunya Zamanları'mıza... Okudum, derin bir iç çektim son satırlarında dolaşırken gözlerim... Özlemişim. Hayat ne tuhaf değil mi, hala karşımıza çıkan küçük sürprizlere hazırlıklı olmayışımız, hala şaşırabilmemiz ne güzel değil mi? Bunca yıldan sonra birbirimizi yazdığımız edebiyat sitesinde buluşumuz tesadüften öte birşey olmalı. Bu 'tesadüften öte birşey'in hatırına olsun; mektuplarımızı bizi kavuşturan bu sayfalara armağan etmemiz. Değişen zamanla beraber, artık sevdalara da inanmanın, güvenmenin zorluğundan bahsetmişsin bana... Kaleminin ucundan yaşama karşı içli bir sitem akmış sanki... Dokundurup kalemi mevzuya, hemencecik çekmişsin. Yine de satırlarına hayal kırıklıklarının, acıların, çokça gözyaşının gölgesi düşmüş gibiydi. Biliyorum; çok şeyin var anlatacak, burada da seni dinleyecek eski bir dost var unutma kahve gözlü küçük kız... Yürüdüm bu sabah Yeşilköy sahili boyunca... Hep seninle oturup söyleştiğimiz kayalıklara tırmandım, en ucuna kadar gittim, ayaklarımı denize sarkıtarak oturdum. Elimde; epey zaman önce dumanını içime çekerek içmeyi öğrendiğim sigaram, yüreğimde ise geçmiş güzel günlerimize duyduğum hasret tütüyordu...Uzun yolculuklardan gelmiş bir rüzgar, saçlarımın arasında dalıverdi, seni fısıldayıverdi kulağıma... Daha dün Kordon'daymış, inceden eserken peşin sıra, akıttığın gözyaşlarına değmiş ve çok canı yanmış. Öyle bir anlattı ki yüzündeki hüznü, sen ağladıkça halini gören bulutlar bile yollarını şaşırmışlar gökyüzünde. Hangisi ne yöne gideceğini bilememiş... Hey candost, bu da geçecek, geçti bile bak! Yine mutlu olup, yine üzüleceğiz, yine gülüp, yine ağlayacağız, devir daim yapıyor zamanın fıskiyesi... Biliyor olmalısın, düştüğümüz yerden ayağa kalkmak kadar; düşme ihtimalini bile bile ayakta durmaya çalışmak da marifettir. Sen bunu yapıyorsun işte. İnadına ayakta durmak! Ah o yaramaz bir çocuk gibi ortalıkta koşuşurken, aniden ayağımıza çelme takan umutsuzluk yok mu, hangimiz nasibini almadı ki ondan? Ondan korkan onun gibi olsun! Biliyorum hep ayakta duracaksın sen, düşmeye yüreği olanın ayağa kalkacak gücü de vardır... Sen yaz bana; ve dök içindekileri. Yenir yutulur değildir tek başına; çünkü katıksızdır hüznün ekmeği... Dostluğumu ve sevgimi kat yanına. Hep burada olacağım ve dinleyeceğim seni; sen anlattıkça... Yazdığın son şiiri de okudum az evvel, bıçak gibi saplandı kaldı yüreğimde... Nasıl hissettim seni, bilsen! Tuza bastırdığın yüreğin, en son kopan fırtınadan sebeplenmiş bir nehir; dalgalanmış, coşmuş dizelerinde... Uçurumun kıyısında açmış gelincikleri toplayan mavi şapkalı ıslak bakışlı küçük bir kız çocuğu gördüm şiirinde... O çocuk, sevmeyi öyle iyi biliyor ki. Sevmeyi, güvenmeyi ve beklemeyi... Yine sevecek, yine güvenecek, yine bekleyeceksin; ama hakedeni, hak'tan geleni... Uçurumun dibinde kalanın rengi siyah; çünkü karanlığın rengi siyahtır. Bırak onu kendini hapsettiği yerde. Rengarenk kır çiçeklerine dön yüzünü, aydınlığa dön. Bir ayna düşün, baktığında kendini bir bütün olarak gördüğün, hayatının yansıması... O ayna yere düşüp, kırılıp, parçalansa bile, dağılıp giden sen olmayacaksın Kumdan Kale Prensesi'm. Hayatın ellerinden kayıp parça parça dağılsa da onu bir araya getirip birleştirecek yine sensin, her bir parçasını eline alıp baktığında göreceğin yine kendinsin. Avuçlarında tuttuğun kader değil, yaşamı doğru rotada yakalayabilmene yardım edecek olan pusula... O pusulanın hammaddesi de senin tertemiz ruhun. Hani bir gün sana şöyle demiştim: "Bugünlerde isyan etmene sebep olan hayal kırıklıkları, yaşanmış acılar, kaleminden pırlanta zerrecikleri halinde dökülecekler kağıda... Uzun zaman geçecek, geriye dönüp baktığında ve yazdıklarını okuduğunda, sana o denli muhteşem eserler yazdırmış olan o yaşanmışlıklara şükredeceksin." Şiir, şairin elinde hamur... Mayası acılar; acılara kardığın gözyaşın... İşte bu yüzden 'ustasın' sevgili dostum. Şimdi benim için şen bir kahkaha at, hani şu eşi benzeri olmayanından; seni sen yapan o aydınlık, cıvıl cıvıl kahkahalarından... Ve ardından o billur sesinle en sevdiğimiz şarkıyı söyle benim için, ismi lazım değil; sen bilirsin. Çocukken yaptığımız kumdan kalelerin hiçbiri yıkılmadı, buna inan... Onlar anılarımızda anıt gibi duruyorlar ve kalbimizde barındırdığımız güzellikleri korumaya devam ediyorlar. Altın Saçlı İstanbul, Kınalı İzmir'e selam eder, kucak dolusu sevgiyle beraber...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İlke ERSOY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |