Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Semtimizin sokaklarının baş koruyucularından biri olan Barni, bu sene de önceki senelerde olduğu gibi, buralara hayli yakın olan Akıl Hastanesi'nin bahçesinde doğum yapmaya karar vermişti. İsmini cinsiyetine bakmadan koymuş çocuklar, "Barni doğum yaptı" demek bu yüzden komik geliyor kulağa... Barni, kendisine orada tanınan konforu daha önce tecrübe edip memnun kaldığından (özellikle güzel ve çeşitli yemekler ile sürekli temiz su bulma imkanı) tüm doğumlarını orada yapar ve yavrularını büyüttüğü dönemleri de hastane bahçesinde geçirir. Ve işte yine o kocaman, yemyeşil bahçedeydi minik yavrularıyla. Bize de yavruları ziyaret amacı ile yine hastanenin yolları gözüktü. Çok sevdiğim bir dostumla birlikte veterinerden bir paket köpek maması alıp yürüye yürüye hastaneye gittik. İşte orada, tam karşımızda duruyorlardı. Çimenlerin üzerinde yuvarlanan bu güzellikleri "evet, onları ben yaptım" dercesine uzandığı yerden mağrur bakışlarla izleyen Barni, bizi görünce kuyruğunu hızla sallayarak dili dışarda yanımıza koştu. Biraz sevdik okşadık ama aklımız yavrularda tabii. Birbirinden güzel altı tane tombik, bastıbacak sevimli yaratığın hangi birini koynumuza alıp da sevelim diye düşünürken, yanımıza hastane "sakinlerinden" biri yanaştı ve biraz da çekinerek sordu: "Çok tatlılar değil mi?" Güzel sesli esmer, genç bir çocuktu. En fazla onbeş-onaltı yaşında olabilirdi. Bir hayli zayıftı ve konuşurken sağ gözü seyiriyordu ara ara... "Evet çok tatlılar" diye cevap verdim: "Sen gelip besliyor musun onları?" "Hayır yemekhaneden yemek getiriyorlar onlara. Hepsini besliyorlar. Hem ben ateşi arıyorum." Bir an duraksadım; konuyu değiştirmek ve konuyu açmak arasında karar vermek için. Ve konuyu açmaya karar verdim: "Nasıl yani ateşi arıyorsun?" "Ateşi bulacağım sonra kimse ormanları yakamayacak. Bak ağaçlar çok güzel, kimse onları yakamayacak." "Ateşi bulursan herkes onu kullanır, nasıl engel olacaksın yakmalarına?" "Ateşi ben bulursam nasıl kullanacaklarını da ben öğretirim. Kimse kötü kullanamaz." "Kötü kullanmayı mı öğretmişler insanlara? Ondan mı ormanları yakıyorlar sence?" "Herkes kötü ki zaten". Sohbetimize o ana dek katılımda bulunmadan dinleyen arkadaşım, bu sözün üzerine yavrularla ve anne Barni ile haşır neşir olmayı bırakıp çocuğa baktı ve sordu: "Adın ne senin?" "Kemal...Mustafa Kemal gibi Kemal." "Mustafa Kemal'i seviyor musun?" "Çok seviyorum, o iyiydi." Ben karıştım söze: "Ne zamandır buradasın Kemal?" Yüzü değişti hemen. Sert bir gölge düştü bakışlarına. Kaşlarını çattı, alt dudağını ısırdı hafifçe...Sağ gözü daha belirgin seyirmeye başladı. Bunun yanlış bir soru olduğunu anlamıştım ama geç kalmıştım... "Sen ne zamandır burdaysan ben de o zamandır burdayım." dedi sesini biraz yükselterek. Şaştım kaldım. Diyecek söz bulamadım o an... Kemal devam etti: "Ben bir rüya görüyorum burada, aslında beş dakikalık bir rüya. Uyandığımda burada olmayacağım. Sen de beş dakika sonra çıkıp gideceksin ve burada olmayacaksın." Hiç sevmem ruhsal problemleri olan insanlara "deli" denilmesini. Ancak, hani derler ya "deha ve delilik arasında ince bir sınır vardır" diye, insan bu sözü düşünmeden edemiyor bu durumda. Köpek yavrularını da anneyi de, birlikte hastanenin bahçesine geldiğim arkadaşımı da unutmuştum. Saçma bir şekilde teselli sözcükleri arıyordum. Böyle bir deha ile nasıl konuşulmalıydı bilmiyorum ama bunlar son sözlerim olacaktı ve Kemal'in dediği gibi çıkıp gidecektim hastanenin kapısından...Doğru kelimeleri bulmaya çalışmayı bırakıp, içimden geldiği gibi başladım söze: "Hayat hepimiz için uzun sandığımız bir düş ama aslında göz açıp kapatıncaya kadar geçiyor Kemal. İşte bu yüzden nerede olduğumuz değil; ne yaptığımız, ne düşündüğümüz, hayata neler kattığımız önemli..." "Ben de düşünüyorum." "Düşünmeyen çok insan var dışarıda, inan bana onlar çok sıkıcı. Fikir yaratan insan, sınırları belirlenmiş bir mekanda yaşıyor olsa dahi özgürdür. Sen de özgürsün Kemal." Elini uzattı gülümseyerek...Benimle tokalaştı. "Sen kitap yazacaksın" dedi bana; bir kahin olgunluğu ve kendinden eminliği ile...Ürperdim. "Evet var böyle bir hazırlığım; kısmetse..." dedim; sesimin titremesine engel olmaya çalışarak. "Beni de yaz" dedi gururlu bir ifade ile... Yazacağıma söz vererek ayrıldım o bahçeden. Yüreğimin bir kıyısında o minik yavruların pati izlerini, bir diğer kıyısında ömrünün baharında akıl hastanesinde yaşamak zorunda kalan o çocuğun sesini taşıyarak...Kimbilir neler gördü de bu yaşında o ortamda yaşamak zorunda bırakıldı...Nasıl bir ailesi vardı, anne babası ona nasıl davranıyordu? Binbir kötü senaryo üreterek yürüdüm eve doğru. Evimin kapısına geldiğimde, hiç konuşmadan benimle yürümüş olan arkadaşımı farkettim; sorgular bir ifade ile bana bakıyordu ama artık durduğumuz halde hala konuşmuyordu. Herhangi bir sohbet açmak için, havadan sudan birkaç kelam etmek için önce gülümsemeyi denedim; ancak onu bile beceremedim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © İlke ERSOY, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |