Dünyayı isteyen bilime sarılsın, ahireti isteyen bilime sarılsın; hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın" -Hz. Muhammed |
|
||||||||||
|
Ali Bey Hidayete Erdi… Seval Deniz Karahaliloğlu Geçen gece çalışmaya başlamadan önce, şöyle televizyonun, nam-ı diğer ‘aptal kutusunun’ başına oturup dünyada neler oluyor diye kanallar arasında bir gezeyim dedim. Elimde uzaktan kumanda, o kanal senin bu kanal benim dolanıp dururken atv’de yayınlanan ‘Kurşun Yarası’ dizisine rastladım. Tarihi filmleri sevdiğim için dekoru ve dönem kıyafetlerini de görünce, biraz seyretmeye karar verdim. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Ana haber spikeri olarak gördüğümüz ve benimsediğimiz Ali Kırca’yı karşımda dizi ‘oyuncusu’ olarak görünce ilk önce gözlerime inanamadım. İlk tahminim, Yeşilçam filmlerinin alışılmış senaryosu gereği, Ali Kırca’nın bir ikiz kardeşi olduğu yönündeydi. İkinci ihtimal, ‘insanlar çifter çifter yaratılmışlardır’ öngörüsü bir kez daha doğrulanıyordu ve çok başarılı bir benzerlik olayıyla karşı karşıyaydık. Ve bu durumda, adını bilmediğimiz arkadaşımıza, hararetle her yıl Amerika’da yapılan ‘Ünlülerin Benzeri Yarışmasına’ katılmasını tavsiye etmekten başka bir çaremiz kalmıyordu. Üçüncü ve son ihtimali düşünmek bile istemiyordum ama galiba aklıma gelen en kötü şey başıma geliyordu. Bu Ali Kırca’nın ta kendisiydi. Yani Ana Haber Spiker’i ve modern zamanların popüler deyimiyle, anchorman’i .( Büyük bir olasılıkla tam olarak ne anlama geldiğini dahi bilmediğimiz kelimeleri, ne diye silah zoru ile Türkçe’ye sokmaya çalışırlar ve çok büyük bir marifetmiş gibi sürekli dayatma politikaları ile ‘beynimizi yıkamaya’ kalkarlar acaba? Bu durumda, ‘Amerikan özentisi elitlerimize’, ‘Vatandaş burası Türkiye, Türkçe konuş’ uyarısında bulunmak en doğal hakkımız oluyor galiba.) Doğal olarak, bilmek zorunda olmayanlara hemen bu yabancı kelimenin ne anlama geldiğini açıklayalım. Basit anlamıyla ‘sunucu’, Oxford sözlüğünde ise kelimesi kelimesine, radyo ve televizyonda, kişilerle canlı yayındayken röportaj yapan ve haberleri sunan kişi olarak tanımlanıyor. Yani kısaca Öz Türkçe olarak ‘sunucu’ dense hiçbir sorun kalmayacak ama o zamanda havalı olmuyor tabii. Gelelim Ali Kırca’ya Türk Televizyonlarının en havalı ve karizmatik anchorman’ine. (sunucusuna, lütfen hiç olmazsa bu yazılık idare ediverin artık) ‘Kimlik tespitinden’ sonra, Ali Kırca bunu neden yapmış olabilir acaba? diye düşündüm. Bu kadar ünlü, bu diziyi seyredene kadar mesleğinde belli bir yere gelmiş olduğunu düşündüğüm ama artık o kadar da emin olamadığım, ‘sözde’ yılların spikerine ne olmuştu acaba? Esen Pop Star rüzgarında onu da mı yitirmiştik? Her şeyi bırakıp birden Pop Star olmaya filan mı karar vermişti? Aldığı maaş yetmiyordu da maalesef ‘hayatını idame’ ettirebilmek amacıyla, mecburen dizilerde, yan işleri de mi kabul etmeye başlamıştı? Yada 40’ından sonra hayatına bir güzellik katıp, meslek değiştirerek, bundan sonra sadece ‘oyunculuk’ mu yapacaktı? Veya yeni bir kitap yazacaktı ve ‘Best Seller’ (En Çok Satan Kitaplar anlamına geliyor ama anchorman olan mühim bir şahsiyete, düz Türkçe gitmez, karizmasına ayıp olmasın diye gavurcasını yazıyoruz) olması için konu araştırmasını bizzat ‘yaşayarak’ mı yapıyordu? Üstteki şıkların hiç biri değilse, sırf eğlence olsun diye, halk ağzıyla ‘iş olsun torba dolsun’ anlayışıyla kendini kameraların önüne atmış olabilirdi.. Bilmem fark ettiniz mi? Bu işte ciddi bir ‘ters mantık’ var. Zaten yıllardan beri kameralar önünde olan bir insan kendini neden kameraların önüne, hem de hiç gereği yokken, ‘ters açıya düşmüş kaleciler misali’ atar ki? Hakikaten niye atar? İntikam duygusu olabilir mi? Hep mankenler ve oyuncular mı ‘sunuculuk’ yapacak? Ben de oyunculuk yaparım, ‘başkasının mesleğine göz dikmek nasılmış size gösteririm’ mi demek istemişti? Ali Kırca’nın ‘Çökertme’ şarkısını çok sevdiğini her fırsatta kendini pistlere atarak muhteşem bir performans gösterdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Acaba filmin müziğine mi kapılmıştı? Filmin çekim platosunda, müzik eşliğinde iki kere diz kırıp, el şıklattıktan sonra, ‘Ya buranın havası çok hoşmuş, nasıl derler çok janti, gelmişken bari filmin bir iki sahnesinde oynayayım’ mantığı ile birden filme mi dahil olmuştu? Bu eğlenceli tahminler oyununu istersem sonsuza dek sürdürebilirim ama sizleri sıkmaya hiç gerek yok. Oyunculuğu seçme nedeni ne olursa olsun, burada dünyada yapılması en güç olan iki meslekten bahsediyoruz. ‘Habercilik’ ve ‘oyunculuk’. İlkini biliyorum. Çünkü son 12 yıldır bu meslekteyim ve şaka kaldırır hiçbir yanı yok. Üstelik böyle ‘hafifliklere’ asla müsamaha gösterilemeyecek kadar ‘ciddiyet’ ve ‘sorumluluk’ isteyen, ‘ağırbaşlı’ olmayı gerektiren bir meslek. Ve ‘yürekten severek’, işini ‘saygı duyarak’ ‘dürüstçe’ yapan ‘haberciler’ için dünyanın en ONURLU mesleği. Bizim meslekten olanlar için fazladan bir unvana zaten gerek yoktur. Onurla taşıdığımız ‘gazeteci’, ‘haberci’ unvanı hak edildiği sürece, vereceği onur bize yeter. Görmeyen gözlere, anlamak istemeyen zihinlere girebilmesi ve orada kalıcı olması için ONURLU kelimesinin üstüne basa basa yazdım. Özellikle, televizyon sıkı ve ciddi kuralları olan bir yerdir. Bilen bilir. Kulakları çınlasın spikerlik ve sunuculuk hocam Taylan Çamdoruk, TRT’de çok uzun yıllar spikerlik ve sunuculuk yapmış olmanın getirdiği yılların birikimi ile gerçekten de mesleğin ‘duayenlerinden’ biridir. Yılların birikiminden damıttığı ‘mesleğin altın kurallarını’ bize aktarırken bir çok uyarıda bulunurdu. Bunlar yerinde uyarılardı. Haklıydı da. Bir seferinde, haber sunuculuğu ve program sunuculuğu konularını tartışırken ‘Ya birini seçeceksiniz yada ötekisini. Her ikisi birden olmaz. Haber spikerliği çok ciddi bir iştir. Belirli kuralları vardır. Bu kurallar, sadece kamera önündeyken değil aynı zamanda, gündelik hayatta, kamera arkasındayken de işler’ demişti. Şu anda ne demek istediğinizi çok net olarak anlıyorum hocam. Hatta sadece davranış değil giyim kuşam konusunda da ‘haber formatı’ dediğimiz bir format vardır. Mesleğin özü olan bilgi birikimi, deneyim, ekran hakimiyeti, tavır, kıyafet, özel hayat ve bunların birleşiminden oluşan bir imaj, Türkçe adını kullanalım ‘izlenim’. Bir haber spikeri için ekran başındaki esas patronlar, yani izleyiciler karşısında ‘doğru izlenimi’ oluşturmak yıllar alır. Ve bu ‘izlenimi’, kağıttan bir kule misali yıkmak ise beş dakika, hatta daha kısa. Peki, değer mi? O sorunun cevabını da izleyiciye ve ‘izlenimi’ yaratana bırakmak gerekecek herhalde. Bu arada, bir de işe oyunculuk açısından bakmak gerek. Oyuncular haklı olarak isyan edecek. Oyunculuk, bu kadar ‘ucuz’ mu diye? Her önüne gelen ben ‘oyuncuyum’ derse, Yıldız Kenter’e Müşfik Kenter’e, Ferhan Şensoy’a , Genco Erkal’a, Suna Pekuysal’a, Haluk Bilginer’e ve daha burada adını sayamadığım Türk Tiyatrosunun duayeni olmuş, o büyük oyunculara, önlerinde saygıyla eğildiğimiz o değerli insanlara ne diyeceğiz? Sahi, Ali Bey size oyuncu dersek, aranızdaki farkı vurgulamak için bu büyük insanlara başka bir isim bulmamız gerekecek, herhangi bir öneriniz var mı? Mesela, Haluk Bilginer, son dönem Türk Tiyatrosunun yetiştirdiği gerçek bir usta, hakiki bir tiyatrocu ve tartışılmaz bir biçimde olağanüstü bir ‘oyuncu’. Şimdi Haluk Bilginer, Ali Kırca oyunculuk yapıyor ben de, Ana Haber Sunucusu ( ana dili gibi İngilizcesi olduğu için yabancı konuklarla rahatlıkla söyleşi yapabilir) olacağım derse ve spikerliğe soyunmaya kalkarsa ne yapacağız? Bu durumda, haklı olarak kimse ağzını açıp da, ‘sen ne yapıyorsun kardeşim’ yollu tek bir kelime dahi edemez. Üstüne üstlük Haluk Bilginer, yarattığı ’sağlam imajla’ bugüne kadar yaptığı her işi, ‘çok iyi’ yaptığını da kanıtladı. İster misiniz, Haber Spikerliği işinden de ‘yüzünün akı’ ile büyük bir başarı ile çıksın. Al sana, istenmeyen bir ‘rakip’. Hem de orman kurallarının geçerli olduğu, korkunç bir rekabetin yaşandığı Medyamızda. Üstüne üstlük, Ali Kırca’ya nazaran artı olarak, Haluk Bilginer’in ‘kişilik sahibi’ olmak, 'işini ciddiye almak', ana dili gibi İngilizce bilmek, oyunculuktan gelen ‘ekran hakimiyeti’, hadi işi iyice abartalım daha yakışıklı olmak (televizyon dili ile ekrana daha çok 'yakışmak', yani kamera için fotojenik olmak) durumları var. Yandı gülüm, keten helva. Sen ‘Dimyata pirince giderken, bir de evdeki bulgurdan ol’ iyi mi? Bu durumda, Ali Bey’in ‘sahiden’ dizi oyunculuğuna devam etmesi gerekecek. Yani mecburiyetten. Ama bu durumda da, ciddi bir ‘engeli’ var. Büyük bir engel. Oyunculuk yada ‘Oyun Yeteneği’. Öyle geçerken uğradım, hadi bir iki sahnede ben de görüneyim mantığı ile olmaz. Oyunculuğu öğrenmesi gerekecek. Ama üzülecek bir şey yok, son günlerde Türk Tiyatrosu’nun duayeni Özdemir Nutku’nun Alkım Yayınlarından ‘Yeni Başlayanlar İçin Oyuncunun Çalışması’ isimli kitabı piyasaya çıktı. Özdemir Nutku Hoca olacakları önceden görmüş gibi, sanki, kitabı Ali Kırca için özel olarak yazmış. İsmi de ‘cuk’ oturdu. ‘Yeni Başlayanlar İçin Oyunculuk Çalışması’. Ali Bey, o kitabı alır okursa, eminim parlak zekası ile oyunculuk mesleğinin önemli sırlarına hemen vakıf olacak (kırk yıldır meslekte olup, çok iyi bir oyuncu olduğu halde, hala öğrenecek çok şeyim var diyenler ne yapsın bilemiyorum ama, neyse) Ve oyunculuk gibi ‘sıradan’ bir işin de altından başarıyla kalkacaktır. Çünkü alınmasın ama ‘Kurşun Yarasındaki’ oyunculuğu ‘çok kötü’. Hatta, ‘kötü ötesi’. Hani, nasıl derler ‘berbat’. Fashion TV’ye çıkan mankenlerin ‘oyunculuğu’ gibi. Berbat kelimesinden daha kötü bir tanımlama biliyorsanız, lütfen içinizden geçiriniz çünkü şu anda anımsamıyorum. Ama ben, okuyacağı kitap ile hemen bu sorunun üstesinden geleceğini biliyorum. Allah korusun, dağlara taşlara, bu oyunculuk performansını, haber spikeri olarak göstermiş olsaydı, o dakika onu televizyonun kapısının önüne koymuşlardı. Ali Bey, çıktığı bir televizyon programında, nasıl spiker olduğunu ve TRT’ye nasıl girdiğinin hikayesini anlatmıştı. O zamanlar, eni konu, çok akıllı, uslu, efendiden bir adam gibi duruyordu. Biz de ciddiyetle dinlemiş ve şans eseri spiker olmasına pek sevinmiştik. Hikayeye göre, TRT’nin kapısından dönmüş ve merdivenlerden aşağı inmek üzereyken, kurumda çalışan bir beyin yoldan çevirmesi ile TRT’nin kapısından tekrar içeri girmişti. İşte tam da böyle, çok hoş bir şekilde anlatmıştı. Ah, efendim, ah! Büyük hata, ilerde büyük bir oyuncu olacak ‘kabiliyet’, bu hareketle köreltilmiş oldu ve Türk Tiyatrosu yıllar boyu böyle ‘mümtaz’ bir şahsiyetten mahrum bırakıldı. Bunu ancak, ‘şimdi’ anlayabiliyoruz. Ama şükürler olsun, yıllar sonra da olsa, Ali Bey, ‘Kurşun Yarası’ ile tekrar ‘doğdu’.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |