Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Onun için bütün bunların hiç önemi yoktu. Kafası öyle bostu ki varoluşun özden önce gelip gelmediği bile kendisini ilgilendirmiyordu. Şimdi, tıkanan yolda durmuş, kesik kesik soluyor, kayıtsızca bekliyordu. Sağlığı pek iyi değildi, son zamanlarda çok fazla yağ yakıyordu. Evet, hayatından bezmiş, rölantisi yüksek olduğu halde zar zor nefes alan, acı çeken bir kamyondu. Acı çekiyordu çünkü yorgun motoru mazotu yakıp şaftı döndürmekte zorlanıyordu. Bir zamanlar canavar gibi isleyen Dodge diferansiyeli artık kalkış anında küt diye bir ses çıkarmadan tekerleri işletemez hale gelmiş yaşlı bir Bedford`tu... Yolun yeni yada bozuk olması, mıcır dökülmüş olması, hiçbir şey fark etmiyordu. Kabak lastikleri yola tutunmaktan vazgeçmiş, yük taşımayı çoktan unutmuş, yorgun bir Bedford... Yine de ayağı yerden kesiyordu. El freninin acımasızca çekildiğini hissetti. "Garç gurç garç gurç garç gurç!" "Trackh!" diye kapısı kapandı. En az Bedford kadar yorgun bir ses duyuldu: - Noolmus? Kaza mı var? hoverkraft - 01.03.2003: Hemen yan tarafında duran kendinden emin, bayan sürücü cevap verdi: - Sanırım kaybolduk. Baksanıza yolu daha yeni yapıyorlar. Demek ki daha önce kimsenin tekerlek deydirmediği topraklardayız." Bedford`un şoförü "Ya sabır!" çekip radyonun sesini açmaya çalıştı. Çalıştı diyoruz zira düğme düğmelikten çıkmış ve yıllar evvel kaybolmuştu. Bu yüzden parmağın iyice içeri girip devreyi tamamlaması gerekiyordu. juanjuan - 01.03.2003: Devreyi tamamlayıp ya sabır çektikten sonra gevreğini (İzmirlilerin simite verdiği isim) yemeğe başladı. Kahramanımız İzmirliydi. Yıllardır memleketini görmemişti ama alışkanlıklarını koruyordu. Bunu bir takıntı haline getirmişti. Belki de gurbet ellerde ekmek peşinde koşmanın getirdiği savrulmuşluk duygusunun yerine koyduğu bir aidiyet hissiyatı, kim bilir...İıslam Ansiklopedisi'ni ve İbn-i Haldun Külliyatı'nı okumuştu gençliğinde ama bunun memleketiyle alakası yoktu. Gerçi memleketinde okumuştu, olsundu, Allah kahretmesindi... hoverkraft - 01.03.2003: Aslında hep kütüphaneci olmak istemişti. Ama kütüpannede kamyonet kullanamazdı. Oysa en büyük tutkusu buydu. Gözleri dikiz aynasındaki geçmişe daldı. Kamyonetini aldığı günü hatırladı. Ne sevinçliydi. Gıcır gıcır bir kamyonetti. Bedford da o günlerin aranan marka- sıydı. Kız arkadaşını gezdirdiği günü hatırladı. Sonra onu yanlışlıkla ezdiği anı... Halbuki tek istediği şey şaka yapmaktı. Sonra kamyonetin, kız arkadaşını kıskandığını düşündü. Bu olay kamyonetle şoförünün tuhaf tutkusunun başlangıcı olmuştu. juanjuan - 01.03.2003: YAZARIN NOTU: Gitmeliydi... Yazar yani... Arkadaşları bekliyordu ve nasıl olsa diğer yazar bir şeyler karalardı. Hikaye artık onundu da... Ve diğer yazar sunu bilmeliydi: Juanjuan pek internet bızıklayamıyordu bu aralar. Vakti de yetmiyordu, gereksiz işlerle uğraşmak zorundaydı. Nice eş, dost gözleri yollarda mail beklerken. Hayır! Olamazdı! Eaywolleh idi... The eaywolleh... hoverkraft - 01.03.2003: YAZARIN NOTU: Diğer yazar, omuzuna yüklenen bu büyük sorumluluk yüzünden bel fıtığı olmak üzereydi. Onun da Candy işleri vardı. Ama kararlıydı. Bu öyküye devam edecekti. İsteyenler Bu mesajı okurdu.Yeni mesaj açmayacaktı. Tüm hikaye burada olacaktı. ilgilenenlereydi. hoverkraft - 02.03.2003: Ne zamandır paragraf başı yapmayan yazar, tekrar klavyenin düğmelerine basmaya baş başladı... Yol tek şeride inmişti. Tek şeritten geçme sırası bizim Bedford`taydı. Bedford ve şoförü, trafiği tıkayan işçilere hafif acıyan ve hafif de trafik tıkanmasının verdiği sinirle kızgınca baktı. İşçiler bu yüz ifadesini görünce gülmeye başladılar. Zira oldukça tuhaftı. Şoför yavaşça gaza yüklendi. Açık pencereden vuran rüzgar, adamın yüz hatlarının daha da keskinleşmesine neden oldu. Bedford ise halinden memnundu. Trafik sıkışıklıklarını sevmezdi. Sıkıldığı için değil. Utandığı için... Artık eskisi kadar yeni değildi. Etrafındaki araçların ve sahiplerinin aşağılayıcı bakışlarını karasöründe hissediyordu. Şimdi dar sokaklardaydılar. Eve dönüyorlardı. Şoför için dinlenme vakti gelmişti. Ama kamyonet için hoş vakitler başlıyordu. Mahallenin çocukları, onun oyun arkadaşlarıydı. Kah futbol kalesi oluyordu, kah saklambaç oyununun değişmez mekanı... Çocukların o yumuşak dokunuşları adeta masaj gibi geliyordu. Sesleri ise ninni gibi... hoverkraft - 03.03.2003: Bu masum oyun, çocuklardan birinin motora saklanmasıyla bir ölüm kalım mücadelesine dönüştü. Maalesef kimse tıfılı fark etmemişti. Küçük çocuk motora sıkışınca feryadı basmıştı ama kimse çığlığını duymadı. Bedfordun da yapabileceği bir şey yoktu."Sabah olunca hallederim." diye düşündü. Ama yılların yorgunluğu onu öylesine sarmıştı ki çok geç olana dek uyanamadı. Uyandığında ise şoför marşa basmıştı. Bedford durdurmaya çalıştıysa da artık benzini içine almıştı. Zavallı çocuk önce pistonların uyguladığı tonlarca basınca maruz kaldı. Ardından yanma odasında kavruldu. Sonunda da atmosfere egzosttan savruldu. Şoför motorun çok çabuk çalışmasına şaşırmıştı Üstelik her zaman çıkan gürültü yerine hafif bir çığlık duymuştu. "Herhalde aldığım yağdan." diye düşündü. Az sonra kalabalık Bedfordun etrafını sardı. Egzostan çıkan kan herkesi oraya çekmişti. Geçen gece çocukları kaybolan aile de sanki hissetmişçesine oradaydı. Motordan en son çocuğun kulağı çıktı. Çıkar çıkmaz da çocuğun annesi çığlığı bastı: "Hayııııır! Bu onun kulağı..." Bir kaç dakika sonra polis gelince herkes şaşırdı. Normalde bu kadar hızlı gelmezlerdi. Kısa bir soruşturmadan sonra olay anlaşıldı. Hakim, şoförün "Tedbirsizlik ve dikkatsizlikten dolayı ölüme sebebiyet" suçundan beraatine karar verdi. Ama bir hafta sonra şoförün evine bir tebligat geldi. Çocuğun ailesi tazminat davası açmıştı. Ondan alabilecekleri en değerli şeyi, kamyoneti istiyorlardı tazminat olaraktan. Büyük bir hukuk savaşı başladı. Şoför, çok ünlü bir avukat tutmuştu: Ally Mc Beal... Ama çocuğun ailesi de bos durmayıp Robot Redford'u tuttu. Vee büyük duruşma hakim Rubber Döniyo'nun salona girmesiyle başladı... (Birazda sen yaz tembel Juan) juanjuan - 03.03.2003: Robot Redford bunun bir kaza değil kasıt olduğunu iddia etti. Aylar önce çocuğun babası sarhoş bir halde Bedford'un tekerine işemişti ve bu planlı bir cinayetti. Ama o da ne. Yoksa Ally Mc Beal yine aşık mı oluyordu. O tuhaf duygu benliğini sarıyordu yine... İliklerine kadar hissediyordu bunu... Acaba aşkı yine karşılıksız mıydı? Bilemiyor ve anlatamıyordu. hoverkraft - 03.03.2003: İdaa makamının avukatının gözlerine her baktığında kalbinde küçük kramplar oluşuyor, midesi ağrıyor ve bulanıyor buna çare bulamıyordu. İddia makamı sanık sandalyesine şoförü çağırdı. Ally, Robot Redford'un sorularına nasıl itiraz edebileceğini düşündü. Ama çıkar yol bulamıyordu. Bu dava onun en zor davasıydı... juanjuan - 04.03.2003: 15 YIL SONRA... Bedford artık çalışmıyordu. Yıllardır çalıştırılmadığı için marş motoru kendini emekli olduğuna inandırmış ve bu durumu kanıksamıştı. Ally her sabah kahvaltısını edip bir kova, su ve fırça ile onu temizliyordu. Fakat motordan anlamazdı. Yıllar Ally'i çok değiştirmişti. Artık aşk çok uzaktı. Robot Redford ile olan evliliği iyi gitmiyordu, aralarındaki uzaklık artık ikisini de birbirilerine katlanamaz hale getirmişti. Ally'nin hayatinin anlamı artık bu kamyondu. Bir gün onu tekrar çalıştırabileceği günün umuduyla yaşıyordu. Kader ona yine sillesini vurmuştu, bir kamyona aşıktı. Üstelik evliyken... hoverkraft - 05.03.2003: Mahkeme sırasında Bedford'un şoförü, ölen çocuk yüzünden duyduğu vicdan azabına dayanamayıp kendini karaya vurarak intihar etmişti. Ama biraz daha sabretseydi davayı kazandığını görecekti. Maalesef olmadı. Savunma avukatı Ally, duyduğu vicdani sorumlulukla kamyonu evlat edinmiş ve saldırı avukatı Robert Redford ile evlenmişti. Juanjuan isimli yazarın da belirttiği gibi evlilikleri kireçlenmişti. Bu yüzden sürekli çatırdıyor ve kütürdüyordu. Tüm bunlar Ally`i yordu.Teselliyi evlatlık kamyonetinde aradı. Bu yasak ve yasak olduğu kadar iğrenç ilişki acaba ne kadar sürecekti. juanjuan - 10.03.2003: Rüzgâr eski bir hüznü geri getirircesine ortalığı toz duman ediyor, Ally`nin uzaktan gelen bir çift âşık gözü kestirebilmesini güçleştiriyordu. Yüz haritasında, kırışıklıkların derinleşip bir çukur oluşturarak birleştirdiği yere tekabül eden gözaltı torbalarının hemen üzerinde yerleşmiş gözleri bir bilgi vermiyordu. Yma yüreği sımsıcaktı... Toz taneciklerinin kayıtsızca savrulup gizemli bir sis oluşturması, bir yenilik habercisiydi. Karanlığın ve karmaşanın bir çocuğu oluverirdi: Yeni bir aşk! Hayat sürprizlere ve mucizelere açıktı. Tıpkı bir sümüklüböceğin kafasına düsen Hindistan menşeili ceviz gibi... Bazen de cevizler kırılırdı çünkü... Önemsiz görünen ayrıntıların çok büyük sonuçlar doğurabileceği kaotik bir Dünya'daydık... O bilinmez karanlık;" zaman" yaşlı hakim Rubber Döniyo'nun yüzüne de acımasız tokatlar aşketmişti. Tokatlana tokatlana adam olan Döniyo sonunda gözünü açmış, kurulu düzenini bırakıp emekli maaşıyla yollara düşmüştü. İçinde sönmeye yüz tutmuş koru harlatmalıydı, ne olursa olsundu... Mahkeme sırasında aşıkolduğu ve hep sevdiği ama bir türlü açılamadığı Ally'i bulacaktı, 4 sene deli danalar gibi dolandıktan sonra izini bulmuştu. Konvansiyonel hava hareketleri amansız bir yağmura yol açtı. Sağanak altında göz göze geldiler. Döniyo diyecek bir şey bulamıyordu. Yıllarca bekleyip fırsatları kaçırdıktan sonra yollara düşmüş bir insanin eline tekrar fırsat geçmesi bir mucizeydi. Fakat Döniyo hala susuyordu, kendini eşşek gibi hissediyordu. Ally'nin yüreği eski bir dostu görmenin heyecanı ile pıt pıt atmaya başladı. Bu duygunun aşka dönmesi bir an bile sürmedi. Sarıldılar... Bedford'un kasasında unutulmaz bir gece daha sona erdi. Günlerdir kasadan dışarı çıkmamışlar ve kendilerine kucak açan kamyonu da evleri gibi hissetmeye başlamışlardı. Birden bire kasanın marlon brandası açıldı. Güneş, Ally ve Döniyo'nun yüzüne vurup gözlerini kamaştırıyordu. Uyku mahmurluğuyla ne olduğunu anlayamadılar. Robot Redford brandayı kapatıp Bedford'tan uzaklaştı. Ally ve Döniyo hemen o gün Bedford'u tamire başladılar. Bujiteriden aldıkları bujiler ve piston kolları, subaplar ve daha bir sürü şeyden oluşmuş bir yedek parça dağında Döniyo çılgınca çalışıyor ve Ally'de ona ara kablo çekerek, kaynak camı tutarak yardım ediyordu karanlığa kadar... Güzel günlerin umuduyla huzur içinde ve tatlı bir yorgunlukla uyuyorlardı. hoverkraft - 11.03.2003: Çiçek Abbas filmi gerçek olmuştu. Her ne kadar İlyas Salman`a benzemese de Hakim Rubber heyecanla marşa bastı. Bedford uykudan uyanan bir volkan gibi kükreyerek can buldu. Ve ne yazık ki volkan gibi ateş püskürmeye başladı. Maalesef yakıt borusu, çakmak yuvasına bağlanmıştı. Bedford aynı İngiliz Hasta filmindeki hasta İngiliz gibi yandı. Bu faciayaya tanık olmanın şaşkınlığı ile donup kalan Ally ve Rubber ağlayan gözlerle Bedford'dan geriye kalanlara baktılar. Bedford artık ölmek istiyordu. Acısı her geçen an artıyordu. Onu, kendisi gibi mahvolmuş araçların olduğu bir otoparka çekmişlerdi. Ally ve Hakim Rubber`in evinde de matem havası vardı. Birden kapı çaldı. Şaşırdılar. Çünkü kapı genelde birden çalmazdı. Ally çiroz bacakları ile küçük kalçasını kanepeden kaldırıp kapıya yöneldi. Gelen eskimiş eşi Robot Redford`du. İçeri girdi. Kanepeye oturup konuşmaya başladı. - Duyduğum kadarıyla Bedford'un başına bir felaket gelmiş. Buraya, bir anlaşma önermeye geldim. Bedford’u tamir ettirebilirim. Ally araya girdi: - Nasıl? - Ford fabrikasında tanıdıklarım var. Ama tek bir şartım olacak. - Nedir? - Tamir ettikten sonra O, benim olacak. Bu teklifi iyice düşünen Ally ve Hakim Rubber bunun en iyisi olacağına karar verip kabul ettiler. Ally bunu neden yaptığını sordu Redford`a... Redford cevapladı: - Henry Ford benim akrabamdır. Bu modeli ürettikten sonra ismini benim vermemi istemişti. Yani ben Bedford`un babasıyım. İsim babası... juanjuan - 17.03.2003: Mezarlıklara özgü ölüm sessizliği ve kasvet, hurdalığa da hakimdi. Henüz bulutların arasından sıyrılamamış kıtırpıyoz bahar güneşi, ilk yazın cıvıllığını müjdeleyemese de, cânim sabah esintisi uyku mahmurluğuna çok iyi geliyor, insanı adeta silkeleyerek yorucu bir güne daha hazır hale getiriyordu. Devran, eski Mevlevî ayinlerine has bir kayıtsızlıkla dönüyordu. Ve fakat Kalenderîler artık yoktu... İnsanlarsa, tıpkı üç günlük ömrü olan sineklerin bala yapışmak yerine bok çukuruna üşüşmesi gibi, fır dönüyorlardı... Güneşli günlerin yaklaştığına ilişkin bir ümitle kışlık montlarını naftalinleyip dolaba kaldırmış hurdacılar, alışkın hareketlerle ve sabah ayazından şikayet etmeden çalışıyorlardı. Paslanmış metal kokusu Sefaköy'den Halkalı'ya kadar yayılıyordu. Ezilip jilet yapılmak üzere satılacak binlerce araba vardı. Sefaköy hurdalığına gelenler artık amerikan otoları için yedek parça kovalayan gönül insanları değil, yüksek model darbeli otomobilleri ucuza kapatmaya çalışan girişimcilerdi. Redford'da eski bir laneti uyandırmak istercesine Bedford'un peşinden buralara kadar gelmişti. Hep böyledir, lanet bekler. Siz ona koşarsınız. Redford da kaşınıyordu. Ally ve Döniyo'yu kandırıp Bedford'un velayetini almıştı. Asıl amacı Dünya'yı ele geçirmekti! Henry Ford'dan dinlediği o eski hikayedeki lanetli Bedford'un izini o köhne mahkeme koridorlarında bulalı çok olmuştu, sabırlıydı. Onun "Seçilmiş" Bedford olduğuna emindi. Ally'i delirtip hiç şüphe çekmeden Bedford’un velayetini alma planı nihayete ermek üzereyken bu Döniyo bütün işleri berbat etmişti. Ally kamyonun velayetini aldığında deposuna şeker döküp yatak sarmasına sebep olan da Redford'tu! Tabii Bedford'un cayır cayır yanmasında da parmağı vardı. Artık istediğine kavuşmuştu. Yorgun ve yıpranmış Bedford ise huzura ermek için işlemlerinin tamamlanıp resmi olarak hurdaya çıkmayı ve jilet yapılmayı bekliyordu. Bunu gerçekten istiyordu. Karoserine çöken lanetten kurtulmanın ve huzurlu bir uykuya dalmanın tek yolu buydu, ölüm! O karanlık denize dalmalıydı artık... Hunhar Redford'un limuzini hurdalığa girdiğinde içi 'cızz' etti. Hayat ona bir oyun daha oynamıştı. Motorundan iki damla yanık yağ damladı... Redford’un ise bilmediği bir şey vardı: Lanetli Bedford kötü niyetli kişilerin ellerine geçtiğinde çok tehlikeli olabilirdi ve hiçbir lanet kendisini derin uykusundan uyandıranı affetmezdi. hoverkraft - 18.03.2003: Robot Redford limuzininden inmekte tereddüt etti. Kalbinde hem bir laneti uyandırmanın verdiği, korku ve heyecan karışımı duygu hem de yerlerin çamurlu olmasından dolayı paçaları hakkında hissettiği kaygı vardı. Tereddütü kısa sürdü. Onu buralara kadar sürükleyen hırsı bir hamle daha yapıp onun arabadan inmesini sağladı. Bedford'u hemen farketti. Zira hurdalıktaki en çirkin şeydi. Hızlı adımlarla hurdalığın ortasındaki kulübeye doğru yürüdü. Bu sırada Kamyonet ile bakışmaya devam ediyordu. Hurdalıktaki, bekçi kulübesi kılıklı şeyin kapısı olduğunu tahmin ettiği yere birkaç kez vurdu... Kapı açıldığında, yılların yükü ile ezilmiş, yorgun, bezgin bir kafa, dışardaki ayazdan korkarmışçasına aralıktan belirdi. -Ne istiyon hemşerim... Karşısındaki yaratığa insan gözü ile bakmayan Robot Redford hemen konuya girdi. - Şu külüstür kamyonet için ne istiyorsun! Hurdacının gözleri parladı. Köylü kurnazlığı ile "Bu kamyonette böyle birinin isteyebileceği ne olabilir?" diye düşünüp devam etti... - Bu külüstür için buraya geldiğine göre çok değer veriyon dimek. Valla sen bir fiyat ver bakem. - 1 milyar veririm. Hurdacı şaşkınlığını yüzündeki kırışıklıklarla gizlemek zorunda kalmıştı. "Keşke kamyonete baksaydım!" diye düşündü. Belki içinde değerli bişey vardı. Kamyonetin değerinin bizzat kendinden kaynaklandığını bilemezdi. Bilmediği bir şey daha vardı. Redford işin sarpa sardığını anlamıştı. Bu adam işi zora koşacaktı. Ama hazırlıklı gelmişti. Sinek vızıldamasına benzeyen birkaç sesten sonra hurdalıkta nefes alan iki kişi kalmıştı: Robot Redford ve onun bu tür hareketlerine artık alışmış olan şoförü.... juanjuan - 22.03.2003: Aslında gereksiz bir cinayetti. Zira Redford'un evrakları tamamdı. Otopark parasını sökülüp kamyonu alacaktı. Hurdacının burnuna bir kaşık bal ile evrakları yapıştırması yetecekti. Fakat artık sabrı kalmamıştı. daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Gerekirse Roma'yı bile yakardı. Kan kokusunu duyunca içinde şimdiye kadar hissetmediği bir kıpırdanma duydu. Kanı damarlarında sevinçle hızlanıyordu. Kendisini yöneten bilinmez bir güce karsı koyamadığını hissediyordu. Benliğini saran ateş, kendisini uzak tarlalardaki nanemolla ürünlerin yanlarında biten gürbüz dikenler kadar sağlıklı hissetmesine yol açıyordu. Ve bir o kadar zararlı... Belki lanetin gücüydü bu, kim bilir... Zararlı dikenleri kökünden koparan bir çiftçi bile onun tekrar ortaya çıkmasına engel olamayabiliyordu. Belki de o gün gelmişti, kutsal kitaplarda bahsedildiği gibi, devedikenleri ve bilcümle asalaklar ve süne zararlıları tarlaları ele geçirecek ve tarımın sonu gelecekti. Tabii ki tarlayı ele geçireceğini sanan zavallı embel dikeninde... zırvalamalar sürebilirdi. Fakat o anda gözlerinde şimşekler çakan Redford'a yaklaşan sadık şoförü oldukça tırsmıştı. Sahibinin gereksiz cinayetler işlediğini daha önce de görmüştü. Fakat gözlerindeki bu parıltı, gerçekten korkutucuydu. - Patron, patron... Patroon! Haşmetmahap beni korkutuyorsunuz. Hadi gidelim buradan, lütfen... Patroon!.. Paçasına yapışmış sülüğü bir tekme darbesiyle fırlattı Redford... Şoför daha yere düşmeden, silahını çekip birkaç kursun saydırdı. Yaşarken havalanan şoför, düştüğünde ölüydü. Gerçekten estetik bir hareketti. Redford kanı kokladı. Cesetleri kaldırıp yandaki hurdalıktan iki işçi getirdi ve Bedford'u bir çekiciye bağlattı. - Çabuk olun! Çabuk! - Naapçan ağbi bu külüstürü? - Sana ne laf! - Ne kızıyon ağbi... - Sus! Seni şimdi gebertirdim ama diğer yazara öldürecek karakter kalmayacak, yazıktır o da insan... - Ha? - Doğru A Takımı Tamirhanesi'ne, sallanmayın... Sizi izliyor olucam, yanlış bi şey yapmayın yoksa... - nerde ağbi orası? - Tamam embel herifler, beni takip edin, ama yanlış bi şey yapmayın, yoksa... Redford limuzinine bindi. Bedford çekiciyle yükleyen işçilerde onu takip etmeye başladılar. - Deli lan bu! - S*iktir et ibn*yi, biz paramıza bakalım. - Kaç para isteyelim lan bundan? Bok gibi para var herifte baksana can sıkıntısından nelerle uğraşıyor... - Sen bana bırak.. hoverkraft - 23.03.2003: Ara sokakların rutubet kokan karanlığında süzülen iki araç, bir garaj kapısının önünde durduğunda, para işlerinden anladığını sanan işçi Redford`a yaklaştı. Bir kölenin efendisine duyduğu korku, saygı karışımı hislerle "Bayım borcun 50`ser milyon!" dedi. - Peki. Arkadaşını da çağır.Z ira tüm parayı sana verirsem onun payını da iç edersin sen... - Hasan gel! - Geliyom... İki zavallı, gözleriyle, cüzdan çıkaracağını sandıkları eli takip ettiler. Ama bu işten ellerine geçen sadece o elin, cebinden çıkardığı silahın kurşunları olmuştu. Cesetler az ileriki kanalizasyona atıldı. Tamirhanede oluşturulan ekip, en az Redford kadar karanlık kişilerden oluşmuştu. EDİ: Mekanik ustasıydı. Ayrıca karanlık çağlardan kalan tüm büyüleri biliyordu. UUR: Düzeltemeyeceği kaporta yoktu. Ayrıca her türlü tılsımdan anlıyordu. Zoltar: İnsan azmanı ve dövüş uzmanıydı. Ekibini şöyle bir süzen Redford ilk emrini verdi: - Evet. Onu onaralım. Sonra ayini yapacağız. Edi sen Zoltar`la birlikte ayin malzemelerini topla... Uur ve Redford ne olup bittiğini anlamayan diğer işçilerle beraber işe koyuldu. Zoltar ve Edi gerekli malzemeleri bulmak için Mısır Çarsısına doğru yola çıktılar. juanjuan - 27.03.2003: Edi arabayı kullanan Zoltar'a çıkıştı: - Nereye gidiyon lan salak? - Olum bak doğru konuş! Mısır Çarsısı'na gidiyoz işte ,malzeme alcaz! - Aptal herif mesir macunu mu yapcaz, ne işi var Mısır Çarsısı'nda Bedford parçasının? - Bak doğru konuş vallahi kırıcam kemiklerini! - Sus, salak! Sap şuradan Kasımpaşa'ya da Dolapdere'ye çıkalım, öküz seni! Zoltar el frenini çektiği gibi sert bir dönüşle Kasımpaşa’ya saptı. Sote bir ara sokağa girip durdu. - Ne duruyon lan burada? Parçacılar yukarda - Bak sana son kez söylüyorum. Benimle düzgün konuş delerim kafanı! - Sktr lan! Zoltar'ın levyeyi kapmasıyla Edi'nin kafasına indirmesi bir oldu. Edi’nin kafasının mantarı oracıkta fırlayıverdi. Zoltar, Edi'nin cesedini niyeyse Eyüp Stadına bıraktı. Ertesi gün gazeteler Eyüp Stadında kimliği belirlenemeyen birinin kafa üstü merdivenden düşerek öldüğünü yazacaktı. Zoltar elindeki listeyle parçacıları dolaştı. Kafası pek çalışmadığından ve bu bir bakışta fark edilebildiginden parçacılar Zoltar'ı bir güzel kazıkladılar. Alışverişi bitiren Zoltar garaja döndü. Bir taraftan da Edi'nin ölümünü nasıl açıklayacağını düşündü. Garaja girdiğinde herkes onu bekliyordu. Onu; Savaşayı, Feys, Biey, Mc Gravyer karşıladı. Hep bir ağızdan çıkıştılar: - Nerdesin lan salak! Edi nerde? hoverkraft - 28.03.2003: Zoltar nefes nefese kalmıştı: - Patron yedek parçaları nereye koyuyim? - Salak herif. Sizi yedek parça almaya göndermedim. Az evvel söylediklerimi iyi dinleseydiniz (Okusaydınız!) yapacağımız ayin için gereken malzemeleri almanız gerektiğini anlardın. Mısır Çarsısı'ndan büyü malzemeleri alacaktınız. Salak herif!Burası zaten tamirhane! Her türlü parça var. Bu çıkış "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla." tarzı bir çıkıştı. Ve umarızdı ki bir daha böyle hata olmasındı. Allah kahretmesindi. juanjuan - 31.03.2003: Tıpkı bir cebir probleminde gözden kaçıveren virgül yada sıfır gibi; fark edilememiş küçük bir çıkıntının da aslında ne kadar önemli olduğunu tökezleyip kavaklanınca anlardı insan... Tıpkı kıza atılmış görünen bir taşın gelinin kafasını yardığında akan kan gibi, kavaklanan kişinin dizindeki sıyrıktan akan kan da bir şeyleri fark ettirirdi: Artık şapkayı masanın üzerine koyup düşünme vaktidir. Redford da öyle yaptı. Malzemeleri kendi almaya ve ayini de tek başına yapmaya karar verdi. Hele şu Bedford'un tamir işi bitsindi. Zaten bu ekibe ihtiyacı kalmamıştı artık. "İş bitince hepsini gebertirim." diye düşündü. Zaten bütün insanlık ölmek, ya da onun tebaası olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktı ayinden sonra... O büyük gün yaklaşıyordu. Atölyenin içinde sıkıntılı sıkıntılı dolaşmaya başladı. Bedford'un kasa aksamı toparlanmış, boyası yapılmıştı. Şimdi motorunda ufak tefek çalışmalar yapılıyordu. Bir taraftan da çıtaları çekiliyor, jant kapakları ve beyaz yanaklı lastikleri takılıyordu. Daha işler bitmemiş olmasına rağmen Bedford etkileyici ve korkutucu bir görünüme sahip olmuştu. Simsiyah boyası ve ön tamponundan arkaya doğru uzanan kızıl alevler, adeta oluşabilecek vahşetin büyüklüğünü simgeliyordu... Redford, içinde bir korku duydu. Fakat ihtirası öyle büyüktü ki onu boğmak üzereydi. Bu yüzden içindeki o cılız ses hayli kısık kalmış ve algı eşiğini geçememişti. Belki de algılamamazlıktan gelinmişti. Zira devamlı algılamak ve salgılamak insanı sıkardı bazen... hoverkraft - 31.03.2003:YAZARIN NOTU: Askere gitmek üzere olan yazar, muhtemelen son sözlerini yazmanın heyecanıyla başladı işe... - Bay Redford uyanın! - Ne! Hı! - Çabuk uyanın başımız dertte... - Ne oluyor? - Bedford`u çalmışlar. - NEEEEEEE! - Bedford yok. - NEEE! - Efendim kulağınızdaki tıkaçları çıkarırsanız... - Pardon. Biliyosun tamirhane çok gürültülü oluyor. Neyse ne dedin demin? - Şey Bedford`u çalmışlar. - NE! Çalmış mılar? - Evet. Redford hızlı adımlarla Bedford'un olduğu yere gitti. Hafif bir rüzgar vardı. Yani Bedford'un yerinde yeller esiyordu. Hala hayatta olan adamlarını topladı. Bu bir kamyonet veinsan avıydı. - Kimi arıyoruz efendim? - Ally ve Hakim Rubber`i. Bunu onlardan başkası yapmış olamaz. Bedford neler olduğunu anlamamıştı. Maskeli iki kişi onu kaçırmıştı ve şimdi toprak bir yolda hızla ilerliyorlardı. Ally her şeyi açıkladı: - Redford`un seninle ilgilenmesi tuhafıma gitmişti. Ford fabrikaları ile ilgili bazı belge ve kitapları karıştırınca efsaneyi öğrendik. Seni onun elinde bırakamazdık. Bedford'un yıllardır çalışmayan silecek suyu birden fışkırdı. Bu iki insanın onun için yaptıkları çok duygulandırmıştı zira kendisini... Yüzyıllardır iktidar meraklısı insanların elinde oyuncak olduktan sonra onu O olduğu için seven insanlarla birlikteydi. Yazar, birden, genel bir toparlama yapma ihtiyacı hissetti. Her şey düşen bir göktaşıyla başlamıştı. Bu taşın içinde BIGBANG`i başlatan yani evreni oluşturan patlamanın ilk anında oluşan gizemli güçlerle kuşatılmış mineral vardı. (Hem de bol bol) Yıllar sonra Mısır piramitleri için taş çıkartılan bir taş ocağında bulunduğunda, lanet de başladı. Bu taş, Güneş Tanrısı RA`ya ve Osiris`e hizmet etti. Aynı şekilde onu kaybedene dek Hitler'e... Ama savaştan sonra ortadan yok oldu. Aslında olabileceği en son yerdeydi. Bir hurdalıkta. Taa ki bir gün bu hurdalar Ford Otomobil fabrikalarında ham madde olarak kullanılıncaya dek. İşte Bedford bu mineralden, Evrenin Özü`nden yapılmıştı... Juanjuan - 01.04.2003: Redford ve on beş sıkı adamı iki jipe binip Bedford'un peşine düştüler. Araçlar biraz tıkış tıkış olmuştu ama şikayet eden olmadı. Redford; "Fazla uzağa gitmiş olamazlar, Altuuniizağde sapağında trafik tıkalı." dedi. Gerçekten de Bedford Bağlarbaşı tarafında trafiğe yakalanmıştı. Arabayı tabii ki Döniyo kullanıyordu ve usta bir şofördü. Ansızın ateş açıldı. Döniyo, aynadan Redford ve adamlarını görünce hemen kaldırıma çıkıp Nakkaştepe tarafına saptı. Normal bir Bedford'tan beklenemeyecek bir hızla yol alıyorlardı. Redford ve adamları ise sürekli ateş açıyorlardı. Beylerbey'ne doğru salındıklarında Döniyo artık Bedford’u kontrol edemediğini anladı. Bedford inanılmaz bir hızla kaçıyor ve korkunç motor sesi kendisine fiyakalı bir hava veriyordu. Ally Mc beal ise bunların farkında değildi. İkide bir Döniyo'ya dönüp: "Yavaş git Robert, lütfen, çok korkuyorum, ayay aay!!!" şeklinde zırvalıyor ve hakikaten kafa ütülüyordu. - Yaa zırvalaycaana camdan sarkıp şu arkadakilere ateş etsene! - Ay karşıdan araba geliyo! Dur sollama! Yavaş! Aay!! - Allahın belası salak kadın! Döniyo'nun içinde bi şeyler ölmüştü. İçindeki burukluktan beslenen öfke, Bedford'un lanetiyle birleşince ortaya Maykıl Nayt'la Kara Şimşek'ten çok daha sıkı bir ikili çıkmıştı. Geçtikleri yollarda asfalt ezilip deforme oluyordu. Ally mc beal ise hala zırvalıyordu. "Bana bir gün bile buraları gezdirmedin Rubber, bari şuraya çekte çınar altında sıcak bi şeyler içelim. Ay yavaş! aa!" Döniyo daha fazla dayanamayıp belindeki altı patları çekti ve altı patlardan bi tanesini Ally'nin beyninde patlattı. Sonra sağ kapıyı açıp bir tekmede Ally'nin cansız bedenini aşağı fırlattı. Bu Döniyyo'nun ilk vukuatı değildi, daha önce de Çeki Brawn filminde başının etini yiyen bir hatunu daha fazla dayanamayıp vurmuştu. Döniyo aynı o filimdeki gibi, öksürdü ve şöyle dedi: "Ciğerleri bok ettik! " Amansız kovalamaca devam ediyordu. Robot Redford "Zor durumdalar, gereksiz ağırlıkları atmaya başladılar, ha gayret çocuklar!" dedi. Arkadaki arabada Mc Gravyer ise bir çığlık attı:"Vurdum! Vurdum kaltağı!" diyerek elindeki petşişeden yapılmış düzeneği sevinçle havaya kaldırdı. Bedford'un yeni motoru açılmış ve kan kokusu her yanına sinmişti. Egzosundan kıvılcımlar saçarak ilerliyor, önüne çıkan her şeyi ezip geçiyordu. Kan ve barut kokusu bütün boğazı sarmıştı... hoverkraft - 06.04.2003: 12 Nisan`da birliğine teslim olacak olan yazar silkindi ve son bir hamle ile... Bedford ve direksiyondaki Döniyo sanki tek vücut olmuşlardı. İstanbul otobanı daha önce böylesine bir mücadeleye tanık olmamıştı. Birkaç dakika sonra Boğaziçi köprüsüne ulaştılar.Ama trafik tıkanmıştı. Hem de Bedford'un geçemeyeceği kadar... Redford ve adamları hızla ve hırsla yaklaşıyorlardı. Döniyo dile geldi: - Bedford! Tek şansımız deniz gibi görünüyo. Sen atla ben onları oyalarım. - Olmaz seni bırakamam. Sende benimle beraber denize çakılmalısın. Eee anca beraber kanca beraber. - Yok ya! Olum zaten senin için elimizden geleni yaptık. Ally kendini feda etti. - Saçmalama sen öldürdün onu hatırlasana... - Neyse canım... Hem ben yüksekten korkarım. Yüzme de bilmem. - Ne? Dörtte üçü su olan bir gezegende yüzme bilmeden mi yaşıyorsun? Aptal şey. Bu sırada Redford ve adamları onlara yetişti. Kaçış çabaları boşa çıkmıştı. Ally boşuna ölmüştü. Bir kaç saat sonra tekrar tamirhanedeydiler. Ayin gece 00:00 da yapılacaktı. Ama bir şeyi unutmuşlardı... [Not: Juan bey saatlerin ileri alınmasını kastediyorum tamam mı!] juanjuan-18.06.2003: O Bedford ki, kapılardan sığmazdı. Dağlara tırmanan atlar gibi yağızdır ve tırıs gider, şairlerin imgeleminde açılmış yaraların iltihaplanmasına sebep olurdu. Ne olmuştu, nasıl yakalanmıştı? İstanbul trafiği karşısında onun klasik fizik anlayışını takmayan varlığı, nasıl boyun eğerdi? Aman yağrebbiydi!.. Redford ve adamları dört kadar koldan yaklaşıyorlardı. - Döniyo, al şunu! - Bu ne be! Bedford, Döniyo'nun avucuna küçük bir İsviçre Çakısı sıkıştırmıştı. Etrafları sarıldı, teslim oldular. Bedford'u garaja çekip takoz üstüne aldılar ki bir aksilik olmasın. Redford bu sefer işi sağlam tutuyordu, kaynak makinesini taşırken yanlışlıkla Bedford'un boyasını çizen Savaşanayı'yı çenesinden tavana astırmıştı. Her şey hazırdı: Türlü baharatlar, patlıcan kurusu, 16lık inşaat çivileri, ters diş somun, 4lük cıvata, Skoda tekerleği, 6mm matkap ucu, kavun, peynir, turşu, 1969 Chevrolet jant kapağı, 1962 Chevrolet stop lambaları, faks-modem, petşişe, bakire, egzoz başlığı, altın suyuna batırılmış küpe, starter, şeytan tırnağı, keçi ayağı çöreği, Boşnak böreği, kuru et, rakı, klima suyu, akü suyu, yanık yağ, kedi ciğeri, köpek kuyruğu, A4 dosya kağıdı, tel zımba, öküz ve keçi boynuzları, keklik, bombal arısı, bone ve kül tablası... Robot Redford bi sigara yaktı ve sandalyeye çöktü, Mc Gravyere seslendi: - Yavrum şuradan küllüğü uzat, adamlara da söyle şu patlıcan kurularından güzel bi şeyler pişirsinler, daha ayine çok var, midem kaznıyo, rakıyı açıp mezeleri hazırlayın, şimdilik şu çörek ve börekleri de getir bana... Etrafındaki hummalı çalışmayı artık ateş rengine bürünmüş gözleriyle izleyip rakısını yudumluyordu. juanjuan-19.06.2003: Döniyo'nun ellerini bağlayıp depo gibi bi yere kapatmışlardı. Sofra kurulmuştu ve kötü adamlar içiyorlardı. Bi ara kavga çıktı ama Redford ortalığı yatıştırdı. Muhabbetleri gayet iyi gidiyordu. Genelde Redford anlatıyordu. - Yine bi gün... Sene 1967 mi artık 1968 mi... O zaman yine böle karanlık işler çeviriyorum. Ajannar geldiler ağbi dediler Seattle da vukuat var öğrenciler filan, naabalım ağbi dediler... "hıck!" dedim siz bana bırakın... Aldım benim ekibi tepeye mevzilendirdim. Baktım laftan anlamıyolar, verdim ateş emrini! Bayaasını temizledik işte.. - Ağbi sen Vietnam'da bulundun mu? - Vietnam'da, Şili'de, Kore'de, her yerde vardı parmaam o zamannar... Sona bıraktım, kendi işimi kurdum. Devletle iş yapmıycan oğlum... Dumanlı kafalarda muhabbet bu minvalde akıyordu. Redford bardağını doldururken sordu: - Saat kaç oldu be çocuklar? - 9 buçuğa geliyo ağbi - Breee... Bayaa da olmuş ha... Erkende başlamışız, bulduk kafayı...Ayin alanı hazır mı? - Hazır ağbi, malzemeleri de yığdık. Tam on iki de mi başlıcaz ağbi? - İşte on bir buçuk gibi orda oluruz da tam on iki de ateşi yakıyoruz, sona işte tütsü mütsü büyülü sözler filan, bir buçuk gibi biter... Akünün kutupbaşlarnı çıkarmıştınız di mi? Valla çalışıp kaçıverir, korkulur bu kamyondan... - Çıkardık ağbi.. - Ağbi on ikiden sonaya sarkçak o zaman ayin, eee saatlerin ileri alınması durumu var, radyo söyledi ağbi, bi karışıklık olmasın yannış saatte filan yapıp ta geri teptirmeyelim ağbi ayini.. - Hadi yaa! Ulan niye sölemediniz! Eee şimdi nası olcak biz ayine başlayınca sona saat alınıp, tekrar başa, haydaa... - Eee ağbi farkediyo mu öle saati filan, on ikide başlasak gerisi önemli mi? - Oğlum hepsini saate göre yapçaz, mesela inşaat çivilesi ters diş somununun içinden tam biri beş geçe geçmesi lazım ve bu arada toplam ayin süresi de sabit olmalı... -Ysni şimdi bir olunca... Eski saate göre... Ama sona bir olunca on iki mi oluyordu... - Yok be ağbi işte iki olur o zaman... - Hayır öle olmuyo işte.. - Olum işte bi saat böle ileri doğru gitmiyo m? İşte eski saate göre kaçsa işte ona bi saat ekliyon?!... - Yannışın var ağbi senin! - E peki birde mi alıyolar ileri yoksa on iki de mi?! - On ikide... - Birde... - On ikide! - Birde! - ON ıKıDE! - BıRDE! ... Redford ve adamları bu minvalde tartışırken, Döniyo, Bedford'un verdiği çakıyla iplerini parçalamıştı. Kapının kilidini kurcalıyor fakat bir türlü açamıyordu. Zaman geçiyordu. Redford saat tartışmasına son noktayı koydu: - AYİNİ YEREL SAATE GÖRE YAPICAZ! Hemen çalışmalara başlandı. İçkileri masanın üzerinden kaldırıp küçük dünyamızın büyükçene bi haritasını açtılar. - Bakın! Biz şimdi burdayız. Burası Grinwiç! Coğrafya uzmanları eskiden tütün deposu olan mekanın tam koordinatlarını belirlerken matematikçilerde hassas hesaplar için formulasyonlar yapıyorlardı. Yazılımcılarsa hemen bi program yazıverdiler. - Ağbi şindi burdan koordinatları giriyosun, bööle salisesine kadar hesaplıyo, istersen cep telefonuna mesaj bile atıyo ağbi... - Hmm.. güvenilir mi bari? - Bi kaç bin kez test etmemiz lazım ağbi... - Hayır, vaktimiz sınırlı, bu projeyi rafa kaldırıyorum. Bu hummalı çalışmalar sürerken Redford da adamlarıyla tek tek ilgileniyor, bolca moral verip gaza getirerek maksimum verimi almaya çalışıyordu. Optimal bir kesişim söz konusu değildi, zaman azdı ve bu iş mutlak yapılmalıydı. - Nası gidiyo gözüm? - Beynim durdu ağbi! - Tmam sen git yat biraz, ben yaparım. Bu eski tütün deposundan çok uzaklarda bir kışlada, tanıdık bir çift göze günlerdir uyku girmek bilmiyordu. içindeki huzursuzluk onu kemiriyordu. Üstelik üfleyerek kemiriyor, farkettirmeden yeyip bitiriyordu, kulağının biri şimdiden bitmişti. Aklı yarım bıraktığı romandaydı. "Bedford kötü emellere hizmet etmemeli, Dünya yok olmamalı,ahh..." diye düşünüyor, doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu. Bedford'un ve dünyanın kaderini hunhar yazar Juanjuan'a bırakmayı hiç istememişti. Ama naaparsın, vatan borcuydu. Gitmeden önce çevirdiği saat ileri alım dolabının iyi sonuç vereceğini düşünüyordu ilk zamanlar... Fakat ayin vakti yaklaştıkça endişeleri artıyor, içini anlayamadığı sıkıntılar kaplıyordu. Evart, revire çıkmıştı... Doktor komutanı, "Yok lan senin bi şeyin!" diyerek, revirin içinde evire çevire pataklamıştı Hoverkraft'ı... Havada, karada, denizde ve en karanlık dehlizlerde gidebilme yeteneğine sahipti. Gel gelelim bu canım meziyetler atıl kalıp köreliyordu. Bütün gün mıntıka temizliği, patates soyumu gibi işlerle uğraşıyordu. Bir an dalıverdiği tavşan uykusundan sıçrayarak uyandı: -YEREL SAAT! YEREL SAAT! BUNU NASIL DÜŞÜNEMEDİM! Aslında bu sıçrayış bağırış ve çığırıştan ("Ele hueeeeeyyyh" diye bi ağıt tutturmuştu) sonra rahatlıkla hava değişimi alabilir, belki çürüğe bile çıkarılırdı. Fakat vakit daralıyordu. "Çıkmalıyım buradan..." diye düşündü ve düşündüğünü yaptı. Usulca pencereden çıkıp nöbetçilere görünmeden kanalizasyona girdi. Oradan da şebeke suyunda yolculuk edip uzaklarda bir mazgaldan çıktıktan sonra üniformasını çıkarıp yollara düştü, her şeyi göze almıştı. Eğer yakalınırsa hali dumandı. Yaptığı şey, düpedüz firardı! Bunlar aklına bile gelmedi. Tek düşündüğü Dünya'nın ve Dünyalılar'ın daha fazla acı çekmesine engel olmaktı. Tütün deposundaki Döniyo bi köşeye sinmiş, uygun zamanı bekliyordu. Hesaplar tamamlanmıştı. Yerel ve çalar saat 00.00'ı vurduğunda Skoda lastiğini ateşe verdiler. Bir sürü ayin zıvırtıları çeşitli zımbırtılar kullanılarak özenle gerçekleştiriliyordu. (Yazar ayrıntılı tasvirlere girişmeye üşeniyordu. Bu ne bitmez romandı, Allah kahretmesindi!) Döniyo dehşet içerisindeydi, bu ne korkunç bir ayindi!.. Kim bilir ne korkunç bir ayindi... Dönüyo,"Ya şimdi, ya hiç bir zaman! "dedi. Bu sözü bi kitapta okumuştu. Fırladı ve direksiyonda büyülü sözler ıvıldanan Robot Redford'u yakasından tuttuğu gibi aşağı aldı. Yapıştırdığı kafa darbesi Redford'un burnunu kırmıştı. Döniyo'nun da alın kemiği sızlıyordu. Bedford'un şoför mahalline atlayıp marşa bastı. Aman yağrebbi! Marş basmıyordu. Döniyo kutup başlarının henüz takılmadığını bilmiyordu. İçini bir hüsran duygusu kapladı, her şey bitmişti, buraya kadardı. Redford; "Bittin oğlum sen! Mahvedicem oğlum seni!" diye bağırırken adamları da Döniyo'nun kilitlediği kapıyı açabilmek için yedek anahtarı arıyorlardı. Döniyo umutsuz bi bekleyiş içindeydi. "Belki biraz daha direnirsem, ayin prosedürüne aykırı bir durum oluşturabilirim." diye düşünüyordu. Tam yedek anahtarı kilide taktıkları anda büyük bilir gürültü koptu! Bu... Bu... Hoverkraft'tı! Kötülerin düşmanı, iyilerin pişmanı, Hoverkraft! Diline dolanmış kahramanlık marşını davudii sesiyle çığırarak çatıdan içeri dalmıştı! Terbiyesizin kapı diye bir şeyden haberi yoktu. Havada zarif bir daire çizip romana gerekli estetik unsuru sağladıktan sonra Bedford'un üzerine kenetlendi. Kenetlenmesiyle birlikte müthiş bir mavilik tütün deposunu öyle aydınlattı ki fareler ve tahta kurularının dahi ödleri inceldiği yerden kopuverdi. Hover ile Bedford'un bu kenetlenmesi Döniyo'nun sevinç göz yaşlarının boşanıvermesine sebep oldu. Koca adam hüngür hüngür ağlıyordu. Hover, roketlerini çalıştırıp geldiği yerden dışarı fırladı. Fazla oyalanmadan tüm ağır silahlarını tütün deposunun üzerine boşalttı. Silahların ağırlığına dayanamayan depo, içindekilerle birlikte yıkıldı ve unufuck oldu. Hover, Bedford ve Döniyo uzayın derinliklerine doğru uzaklaşarak gözden kayboldular. Bazı bulutsuz gecelerde, tanımlanamayan bir gök cisminin bazı garip ışıklar saçtığı söylenir. Ve efsaneye göre; Bedford, Hoverkraft ve Döniyo, Dünya'yı göktaşlarından ve kuyruklu yıldızlardan korur, insanlığı sessizce takip ederek adam olmalarını beklerler. Daha iyi bir dünya için... Ve tekrar yeryüzüne inebilmek için... Açıkçası... Çok beklerler! -BİTTİ- -YAZARLAR- ĞUANJUAN HOVERKRAFT (Yazar isimleri alfabetik sıralanmıştır.)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |