Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Hiçbir şey senle olduğumuz gibi değilmiş. Boşmuş anlayacağın yalnızlıkta bu mekan. Her şey boyama, her şey yapma tuğla!... Evet bu ağır koku çoraplarımdan geliyor!... Çok yürüdüm, seni aradım sokağımızda. Caddelere girdim; sanki küçülmüştü kaldırımlar, yeni dükkanlar mı açılmıştı ne? Daha önce buraları görmüş müydüm ki?... Öylesine serseri bir gün geçiyordu saatlerimden, öylesine serseri bir hafta geçiyordu günlerimden, öylesine serseri bir ay geçiyordu haftalarımdan, aylarımdan yıllarımdan ömrümden... Parça parça öldürüyor yokluğun, azar azar bitiveriyorum. Her şeyi güzel eden senin varlığınmış; çok yazık; Çirkinlikleri görmeme engel, senin bana taktığın cennet gözlükleriymiş. Evdeyim bir gece tarısı... Bir mumun yarısında arıyorum seni... Üç gündür sigara içmiyorum. Gittiğinden beri değişen bir şey yok! Her sabah yine peynir ve zeytini çaya banıyoruz. Akşamları makarna ve çorba, en has yemeklerimiz. Sen varmışsın gibi yapıyorum. Yalandan şiir yazıyor, şarkı söylüyorum. Pencereyi aralayıp, basıyorum küfrü şehre... Acılar yalnızlığımın ortak aynası oldu. ...ve düşlerde gördüğüm o derin anlam; Sen nerdesin, ben nerdeyim, hangi düşteyiz? Tutku denen şey hep böyle midir? İri siyah gözlerimden dökülen , boncuk boncuk gözyaşlarımı, sonsuza ırmak yapsam da, kızıl ipek saçlarından bir salla o ırmaktan geçsem, sana tutkuyu yazabilir miyim ki? Ellerimi mezar taşın yaptım. Hep başın ucunda bekeleyecek unutma! Bire gün çıkıp gelmeyeceksn biliyorum. Ben hep yanacağım. Ateşin kırmızı korunda, bir köz olarak ellerini ellerime uzatmak isteyeceğim ama, uzattığım ellerimi, kutupların dağ buzullarında donmuş olarak bulacağım. Yılmak yoktu canım değil mi? Biz ölene kadar sevmeyecek miydik? Şimdi ikimizde öldük işte! Sen toprağın altındasın, bense üstünde!... Bu aşk bitti sevgili, bu dem bittim sevgili! Haramdır diye kıyamadım bu cana, yaşayan ölüye mezar yok diye gelemedim yanına! Yani zindanlık bir dünyadır bana kalan şimdi! Gecenin siyahı ile beraberdim de, balkon korkuluğundan ağıya sallanan cinler gülüyorlardı bana... Hediyen vardı ellerimde, ruhuma işlemiştin, kokun sinmişti elbiselerime... Uğraştım, çabaladım; elbiselerimi yakıp kokundan kurtuldum ama ruhumdan atamadım bir türlü varlığını... Tutku denen şey hep böyle midir? Titrek, yorgun ellerimin tuttuğu, kalem kalem, kağıt kağıt şiirlerimi, senli geçen her şeye köprü yapsam da, mavi deniz gözlerinden bir ışıkla o köprüden geçsem, sana tutkuyu yazabilir miyim ki? Bedenimi toprağın yaptım unutma! Hep bedenini saracak!... Ben hep bekleyeceğim; Ağlayarak annesine koşmak isteyen bir çocuk gibi, sana koşmak isteyeceğim ama, soluğum yetmeyecek. Yılmak yoktu biliyorum, ölene kadar sevecektik... Şimdi ikimizde öldük! Sen toprağın altındasın, bense üstünde! Bu saatler de geçecek, bu günler de, belki bu ömrüm de bitecek ama, sen hep sol tarafımda cayır cayır yakacaksın beni. Ateş olup eriteceksin. Hiçbir soğuk üşütemeyecek bu yüreği! Gözün arkada kalmasın! Bu gözler, kaldırıp da göz kapaklarını görmeyecek hiç kimseyi, bilmeyecek... Bu dudaklar öpmeyecek bir başkasını ve konuşmayacak... Parça parça öldürüyor yokluğun, azar azar bitiveriyorum. Her şeyi güzel eden senin varlığınmış; çok yazık; Çirkinlikleri görmeme engel, senin bana taktığın cennet gözlükleriymiş. Tutku denen şey hep böyle midir? Hızlı hızlı atan şu kalbimi, göğsümden çıkarıp da yerden yere vursam, sana tutkuyu anlatabilir miyim ki? Göz yaşlarımı coşkun bir nehir yaptım unutma! Hep sana doğru akacak; ben hep ağlayacağım. Sana ulaşmak isteyeceğim ama, büyük büyük, derin derin saatlerde birikmiş olacak göz yaşlarım; kollarımla saramayacağım, tutamayacağım ellerini, ne tuhaftır, ne acı bir şeydir bu, bir daha olamamak seninle, hayali yorgan yapmak bu köhne yatağa, gezdiğimiz sokaklarda yalnız , kimsesizcesine dolaşmak... Tutuyorum, ağlamayacağım diyorum; olmuyor, yapamıyorum. Sen gittin, inanmaya çalışıyorum; inandıramıyorum kendime... Yılmak yoktu canım değil mi? Biz ölene kadar sevmeyecek miydik? Şimdi ikimizde öldük işte! Sen toprağın altındasın, bense üstünde!..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |