Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu ‘Gavur Topraklara’ da ancak böylesi yaraşırdı. Üstelik serde Homeros’un çocukları olmak da var. Hem muhalif olacaksın, hem çatır çatır her yanından muhaliflik akan Taşra Dergileri çıkaracaksın, hem de Homeros’un çocuğu olacaksın. Üstelik, insanın kanını kaynatan bu ‘gavur topraklar’ üzerinde yaşayacaksın. Eeee kardeşim şair olmayacaksın da ne yapacaksın? Elin mecbur, cümle alem şairi bir araya toplayacaksın. Ne demişler ‘aklın yolu bir’. Bizim gibi muhaliflerin, ayrıksı otlarının bir araya geldiği, gümbür gümbür şiirlerin okunduğu, insanın dimağını açan, beyinlerde ve yüreklerdeki çapakların temizlendiği, kentte ‘taze bir bahar havası estiren’, bir şiir buluşmasından bahsediyorum sizlere. ‘18 ile 21 Mart 2006 tarihleri arasında, Homeros’un toprakları, ‘Şiirin Başkenti’ ilan edildi. İzmir’de Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen, ‘2.Uluslararası İzmir Şiir Buluşması’, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen şairleri bir araya getirdi. ‘Şiirin Başkenti’ ilan edilen İzmir’de, bu ‘gavur topraklarda’, şair Homeros’un da muhtemelen beyaz pamuktan bulutların üzerinde gülümseyerek izlediği ‘Şiir Buluşmasında’, dört gün boyunca şiirden konuşuldu. Sadece şiir mi? Şiirin diğer sanat disiplinleriyle olan ilişkileri, tiyatro, müzik, fotoğraf, karikatür, resim, sinema ve heykel gibi çok farklı sanat dallarıyla olan etkileşimi tartışıldı. Şiir okumaları, paneller, müzik şiir dinletileri, sahne gösterileri, konserler ve fotoğraf sergisi gibi etkinlikler, Anadolu’nun dört bir yanından ve Avrupa’dan gelen şairleri bir araya getirdi. İzmir Konak Belediyesi ve Uluslar arası PEN kulüpleri Türkiye Merkezi tarafından düzenlenen ‘Şiir Buluşmasına, gözlemci olarak dergi yöneticileri, edebiyatçılar, yazarlar, çizerler, tiyatro eleştirmenleri, müzisyenler, sinemacılar ve fotoğraf sanatçıları da katıldı. Tabii ki ortak konu yine edebiyat ve şiirdi. Şiir buluşmasının ‘fikir babası’ İzmir Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ’ın girişimiyle ve PEN Yazarlar Derneği’nin ortak çalışmasıyla gerçekleştirilen etkinlikte, Uslular arası PEN Kulüpleri İzmir Temsilcisi Dinçer Sezgin, şair Cevat Çapan, şair Ataol Behramoğlu, yazar Bekir Yurdakul, çevirmen Gertrude Durusoy ve çok sayıda insanın büyük katkısı oldu.’ Bu yıl ikincisi düzenlenen ‘İzmir Uluslararası Şiir Buluşmasına’, yurt içinden ve dışından gelen toplam 80 şair katıldı. Şairler çeşitli oturumlarda, şiirlerini okudular ve dünya görüşlerini izleyenlerle paylaştılar. Etkinliğe, İspanya’dan Claudio Serra Brun, Romanya’dan Florin Iaru, Avusturya’dan Hans Raimund, İspanya’dan Maria Cinta Montagut, İsveç’ten Peter Curman, Belçika’dan Roul Maria De Puydt, İrlanda’dan Nuala Ni Dhomnhnail ve Fransa’dan Françoise Urban Menninger katıldılar. Hepsinin de birleştikleri ortak nokta ‘hayatlarında ilk defa böyle bir etkinliğe tanık olmaları’. Hepsi de konuşmalarına başlamadan önce seyircilere ve toplantıyı düzenleyen Konak belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ’a teşekkür ederek aynı şeyleri söylediler. ‘Günlerce şiir okunan ve dinlenen bir mekanda bulunmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Yıllardan beri uluslar arası şiir toplantılarına katılırız ama şimdiye kadar hiç böyle dört gün boyunca dolu bir salona karşı konuşmamıştık. Avrupa’da yapılan şiir etkinliklerinde, şairleri dinleyecek üç dört kişi zor bulursunuz. Bu bizim için alışılmadık bir durum. Bu nedenle, bizi dört gün boyunca dinlemeye gelen ve salonu hınça hınç dolduran gençlere ve aydınlara çok teşekkür ederiz’ Azımsanmayacak sayıda dergi yöneticisinin katıldığı ‘Şiir Buluşmasında’ çay molalarında dergiciliğin sorunları da konuşuldu. Anadolu’nun farklı yörelerinden gelen dergi yöneticileri ilk önce tanıştılar, sonra ortak sorunlarından bahsettiler. Biz de bu konuşmalara kulak kabarttığımızda, Türk yazınının en önemli ustalarının şiir, edebiyat, yazın dünyası ve dergicilik konusunda harmanlanmış düşüncelerini öğrendik. Zaman zaman naçizane konuşmalara katıldık. Yeri geldi sadece dinledik ve kalemimize takılan sohbetleri sizlerle paylaşalım istedik. İzmir’in ‘Şiirin Başkenti’ olması için çok çaba sarf eden ve toplantıya katılan bir şairin tanımıyla ‘yüreğindeki şiir sevgisiyle, yel değirmenlerine karşı saldıran modern zamanların Don Kişot’u, gerçek sanat dostu ve sanatçı’ Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ’ ile söze başlayalım istedik. ‘Neden böyle bir buluşmaya gerek gördünüz? Sonuç olarak, şiir okumak isteyen gider kütüphaneden bir şiir kitabı alır, açar ve okur. Hem de uluslararası boyutta bir buluşma, ne gerek var şimdi?’ diye sorunca, gülerek yanıtladı. ‘Evet, üç kişiden beş kişinin şair olduğu bu ‘gavur topraklarda’ bir ‘Şiir Buluşması’ düzenlemek istedik. Şiir, bütün sanatların anası olduğu için böyle bir şiir buluşmasına gerek duyduk. Bu buluşmada, şiirin tiyatroyla, resimle, sinemayla, karikatürle, fotoğrafla ve müzikle etkileşimi söz konusu. Şiirin diğer sanat disiplinleri arasında bir alış verişi var. Ve yaratım sürecinde şiirin belli bir soyutlaması var. İşte bütün bunlar ‘Şiir Buluşmasının’ özünü oluşturuyor. Türk insanı şiiri çok seviyor. Bunu hissettiğimiz için Türkiye’deki şairleri bir araya getirmek istedik. Homeros’un çocukları olarak, önümüzdeki yıllarda da böyle toplantılar düzenleyerek, ‘Şiir Buluşmalarının’ takipçisi olacağız.’ Yazarların, şairlerin, dergi yöneticilerinin görüşlerini aktarmadan önce, biraz ‘taşra’ sözcüğüne yüklenen anlamlar ve sözcüğün tanımı üzerinde durmak gerekiyor. Taşra deyince kimi dergi yöneticileri ve yazarlar sözcüğü çok aşağılayıcı, küçük görme ve tepeden bakma anlamında algıladılar ve hemen tepki gösterdiler. Kimi şairlere göre ise, ‘taşra’ sözcüğü muhalif olmakla eşdeğer. Öte yandan, ‘taşra’ sözcüğünün taze ve yeni fikirler taşıması bakımından, sıcak ve samimi bir havası olduğunu düşünenler de var. Taşra kelimesinin sözlük anlamını bize Uluslararası PEN Kulüpleri İzmir Temsilcisi yazar, şair Dinçer Sezgin açıkladı. ‘Taşra kelimesi sözlükte, ‘merkezi anlamda büyük kentlerin dışında olan yerler’ olarak tanımlanıyor. Taşra sözcüğü aslında bir küçümseme sözcüğü olarak kullanılıyor. Taşra deyince ben ‘onlar, hiçbir şeyden anlamayan kifayetsiz muhterisler’ diyenleri biliyorum. ‘Daha çok fırın ekmek yemeleri lazım’ diyenler mi arasınız. Hatta şöyle diyenlere de rastladım. ‘Canım, ben o dergilerde yazacak kadar düştüm mü?’ Bu küçümsemenin özünde, öz eleştiri yapamamak yatıyor. O dergilerin nasıl çıktığı, hangi heyecanlarla çıkartıldığı bilinse, o dergilerin çıkış öyküleri bilinse, elbet de bunları söylemek mümkün olmayacaktır. Taşra dergilerinin, bir ses olarak edebiyat dünyasının genel sesine katılmak için gösterdikleri çaba, heyecanları bilinse onları küçümsemek değil çok takdir etmek gerekir. Belki mizanpaj, kurgu, kağıdın kalitesi, dizgisi, basımı iyi olmayabilir ama bunların arasında büyük kent dergilerinde imzası olanlara eş değerde imzalara rastlamak mümkündür. Bu dergilerin çıkışını elbette destekliyorum. Benim izleyebildiğim dergiler içersinde İstanbul, Ankara ve İzmir dışında çıkan dergilere baktığımda, Diyarbakır’da ‘Yaratım Dergisi’ var. Mesela, ‘Yaratım Dergisi’ çok dolu bir dergi. Adana’da ‘Ardıç Kuşu’ var. Nitelikli içeriğiyle, büyük bir emeğin karşılığı olarak çıkıyor. Keşke, her kentte, her bölgede bu tür dergiler yayınlansa da buraların şiir heyecanlarını, yazım heyecanlarını hissedebilsek ve yeni imzalarla karşılaşabilsek. Aslında taşra uzakta değil, bizim içimizde. Biz kendimizden uzaklaştıkça taşraya düşeriz. Taşra bir yabancılaşmadır. Yabancılaşma her mekanda, her zaman olabilir. Bunun için merkezde veya merkez dışında olmanın bir önemi yok. Merkezde oturup da kendi taşrası içinde bunalan yüzlerce insan tanıyorum.’ Hep aceleyle bir yerlerden bir yerlere koşuşturan şair Hüseyin Peker’i tam kapı önünde yakaladık. ‘Ateşin Zilleri’ ile tanıdığımız şair Hüseyin Peker, taşra dergiciliğini çok önemseyenlerden. Zaten söze de buradan girdi. ‘Ben taşra dergiciliğini çok önemsiyorum. Ne çıkarsa, taşradan çıkacaktır. Dikkatle izlenmesi ve ciddiye alınması gereken bir yer taşra dergiciliği. Çünkü tüm edebiyat beklentileri taşradan doğacaktır. Şairlerin, öykücülerin, romancıların, deneme yazarlarının ve tüm yazar çizerlerin ilk nefes aldıkları yer olması bakımından çok önemli. Taşra dergicileri, ciddiyetle birbirlerine bağlılar ve inançları var. İşte bu yüzden edebiyatta yeni doğanlar hep taşradan başlıyor. İstanbul’da bu birbirine bağlılık ve inanç yok. İstanbul, yeni nefes almaya çalışan şairleri, yazarları eziyor, baskılıyor, küçültüyor ve yok ediyor. Ben, taşra dergilerini sürekli izliyorum. İzlediğim ve ilk aklıma gelen taşra dergileri, Aydın Didim’de Güven Pamukçu’nun çıkardığı ‘Akköy Dergisi’, Trabzon’da ‘Mor Taka’, Erzincan’da Ahmet Bozkurt’un çıkardığı ‘Le Poet Travai’ (Şair Çalışıyor), Söke’de ‘Beş Parmak’, Bursa’da ‘Akatalpa’, Kayseri’de ‘Bireylikler’, Eskişehir’de ‘Yazılı Kaya’, Adana’da ‘Heves’, Adana’da ‘Söylem’, Adana’da ‘Aykırı Sanat’, Antalya’da ‘Morca’, Samsun’da ‘Ada’, Ankara’da ‘Edebiyat Eleştiri’, İzmir’de ‘İle’, İzmir’de ‘Ünlem’, İzmir’de Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın çıkardığı ‘Yeniden İmece’ sayılabilir. Dediğim gibi taşra dergileri edebiyatta yeni doğanları izleyebilmek adına çok önemli ve dikkatle takip edilmeli. Her daim güleç yüzü, aydınlık yüreği ve dimağıyla birikimlerini Türk Edebiyatına, özellikle çocuk edebiyatına yansıtan, kitaplarıyla edebiyatı zenginleştiren özel bir insan Hidayet Karakuş. Büyük usta Hidayet Karakuş’un sıcak ve samimi yaklaşımı sözlerine de yansıyor. ‘Edebiyat hangi çevrede olursa olsun insanı rahatsız ediyor. Taşra, ulusal edebiyatın toprağını oluşturuyor. Hepimiz bu topraktan geldik. Hepimiz bu toprakların öyküsünü, şiirini yazarak edebiyatını yaparak yetiştik, geldik. Uzaktan İstanbul’un surlarını döven, o surlarda gedikler açan şiirleri biz Anadolu’da yazdık. Çünkü biz ödüllerimizi İstanbul’dan aldık.’ Türk Edebiyatı, tarihi ve kültürel zenginliği deyince, konusuna hakim olduğu kadar kaynak kabul edilebilecek akademik araştırmalarıyla da gençlerin önünü aydınlatan ve Türk Edebiyatını zenginleştiren, besleyen bir isim aklımıza geliyor Efdal Sevinçli. İzmir’de yayınlanan ‘Ünlem Dergisi’nin yazarlarından biri olan Efdal Sevinçli için taşra dergiciliği, mücadele yıllarını anımsattığı için olsa gerek özel bir anlam taşıyor. ‘Taşra Dergiciliği deyince, bu bana 1980’li yılların başında yazdığım yazıları hatırlattı. ‘Dönemeç’te yazdığım ‘taşra olgusunun’ artık aşılması gerektiğine inanıyorum. Her kuşak kendisini var etme adına bu kavgayı yeniden gündeme getiriyor. Edebiyatın, sanatın, ülke yüzeyine yayılması adına, Trabzon, Adana, Aydın, Antakya, Erzincan’da yayınlanan dergiler yaşamak zorunda. Sanırım bu sanatta var olma kavgasını anlayışla karşılamak zorundayız. Ulusal sanatı kucaklayan ve dili işleyen her sanatçı, çıkış yollarını kendisi bulacaktır. Bütün engellere karşın, şiirin, romanın, öykünün sesi kesilemez. Ben şu sözü çok seviyorum. ‘Satacak balı olanın arısı, Bağdat’tan gelir. Bizim mücadele verdiğimiz dönemde, siyasal duruşla yazdığımız yazıları yayınlatmadılar. Bugün, şartlar değişti. Bugün, herkes şöhret peşinde. Herkes kendi şöhretini sağlamak için uğraşıyor.’ Türk şiirinin ustalarından Ahmet Günbaş taşra dergiciliğine çok hassas yaklaşanlardan. ‘1976 Mart’ını ve İzmir’de ‘Dönemeç Dergisini’ çıkarırken yaşadıklarımız anımsıyorum. Taşra dergiciliği, taşrada oturan sanatçının kendisini var etme dergisidir. Gerek ilişkisel, gerek yenilik, ürünsel anlamda her zaman taze ve dirimli, canlı görünen dergilerdir. Çünkü orada metropolde olup bitene karşı bir tavır var. Bu var olma ve kendini kanıtlama sorunu. Biz ‘Dönemeç Dergisini’ çıkarırken edebiyatın özgürleşmesi için çaba harcadık. Edebiyatın özgürleşmesi için de ilişkilerin özgürleşmesi lazım. Metropol dergileri, birbirine bağımlı, kendilerini beğendirme dergileri. Derslerine çalışmak kaydıyla bir derginin söyleyecek bir sözü olmalı. Ustasına benzeyen çıraklar görünümünden sıyrılmak lazım. Cemal Süreyya’nın çok güzel bir sözü vardır. ‘Edebiyatın kalbi taşrada atar’ der. Yazarların, şairlerin söyleyecek yeni bir sözü varsa, edebiyat dünyasına bir tazelik katacaklarsa ve metropolün sanat iktidarı tarafından dışlanmışlarsa bir anlamda ‘taşra dergiciliğine’ büyük ihtiyaç var demektir. Biz ‘Dönemeç’te bunun kavgasını verdik. Ama burada ‘vitrin dergiciliğinden’ bahsetmiyorum. Sağdan soldan derlenen yazılarla çıkan, kendi söylediği sözü ya da ekleyecek yeni bir sözü olmayan ‘vitrin dergiciliği’ biçiminde bir taşra dergiciliği var. Bunu bahsettiğimiz taşra dergiciliği ile karıştırmamak lazım. Taşra, ‘kendisi’ olmak zorunda. Taşra, yeniliklerin boy verdiği yerlerdir. Şiir insanlara ‘ritim’ kazandırır. Mesela, ben ‘2. Uluslararası İzmir Şiir Buluşmasında’ bu ritmi görüyorum. Burada, kaliteli bir kalabalık var. Şair büyük kalabalıklardan ürkmek zorunda. Ürkmediği zaman kendini kalabalıklara kaptırır ve yerinde sayar. Bu buluşma gösteriyor ki, İzmir ‘Şiirin Başkenti’ olmuş durumda. Bu havayı en iyi yansıtacak yerlerde taşra dergileri. ’ Kilitli Kitabıyla gönülleri fetheden, okuduğu şiirlerle, şiirin çapaklarını temizleyen şair Fergun Özelli, taşraya sıcak yaklaşanlardan. ‘İzmir’e taşra diyorlarsa, hem çıkardığı genç şairler açısından hem de şiirin yaşaması bakımından taşradır İzmir. Bana göre, ‘şiirin taşrası olmaz, şairin taşrası olur’. Köyde yaşayan bir insan, bir ülkenin şiirini değiştirebilir ama bir kentte yaşayan bunu yapamayabilir. İsmet Özel diyor ki, ‘Osmanlıdan bu yana Cumhuriyetin hamuru şiirle karılmıştır’. Şiirini kaybederse bir ülke çöker. İşte bu noktada, şiirini kaybetmemeye çalışan yer ‘taşradır’. Dergisiyle, yazdıklarıyla bugün ülke şiirine ve edebiyatına sahip çıkan ve bu geleneği sürdüren ve koruyan yer yine ‘taşradır’. Çok gelişmiş, iyice kapitalistleşmiş, medyatik ilişkilerin iç içe geçtiği büyük şehirlerde, metropollerde şiir kayboluyor. Ama taşrada şiir kaybolmuyor, daima dinleyici buluyor. Edebiyat hayat buluyor. Taşrada, bir kız bir oğlanı, bir oğlan bir kızı sevdiğinde hala şiir yazıyor. Taşrada sürekli yenilenen taze bir kan var ama büyük şehirlerde insanlar kayboluyor. Üretimlerini, ‘dükalık’ olarak kabul edilen büyük dergilerde yayınlatamıyorlar. Bu durumda, herkes okunsun ya da okunmasın ‘kendi dergisini’ çıkartmaya çalışıyor. Oysa taşranın belli yerlerinde 30 tane dergi yerine nitelikli ve nicelik anlamında 5 dergi çıksa merkeze gitme gereği kalmazdı. Yani, oraya gitmek anlamında bir ‘heves’ kalmazdı.’ Sıra çıkardıkları şiir dergisiyle, İstanbul’daki Dükalığın şimşeklerini üzerine çeken, kaliteli edebiyat ve nitelikli şiir yaklaşımıyla onları ciddi biçimde rahatsız eden efsanevi ‘Le Poet Travai’ ‘Şair Çalışıyor’ dergisine ve derginin baş yazarı Ahmet Bozkurt’a geliyor. Erzincan’da çıkardığı nitelikli şiir dergisiyle, İstanbul Dükalığının tekelini kıran ve demek isteyince oluyormuş dedirten, bu ‘oluyormuş’ ihtimaliyle tekelci zihniyeti ‘çıldırtan’ Ahmet Bozkurt, taşraya biraz farklı bakıyor. ‘Benim için taşra şudur’ diye söze girdi Ahmet Bozkurt. ‘İstanbul biz merkeziz, bizim dışımızda herkes taşradır diye bakıyor. Siz oradan folklorik öğelerinizle var olun, tavrı var. ‘Bize gelenek, görenekleri, yöresel motifleri içeren üretimler gönderin, gerisine karışmayın. Siz, ancak bu çalışmalarınızla var olabilirsiniz. Zaten gerekeni biz İstanbul’da yapıyoruz. Sizin bir şey yapmanıza gerek yok.’ bakışı söz konusu. ‘Taşra’, mekansal bir kavram değildir. Eğer çok güzel bir şey yapıyorsanız, yaşadığınız yer merkezdir. Mesela İlhan Berk Bodrum’da yaşıyor. Yani, Bodrum taşra mı? İlhan Berk taşralı mı? İstanbul’un da kendi içinde, merkez saydığı yerde bir taşralaşma problemi var. Çünkü o kadar niteliksiz eserler yayınlanıyor ki, kime göre ve neye göre ‘taşra’ kavramını tekrar tartışmaya açmak gerekir diye düşünüyorum.’ Dedik ya taşraya herkes sıcak bakmıyor diye. Daha taşra sözcüğü ağzımızdan çıkar çıkmaz belki de en sert tepkiyi Diyarbakır’da basılan ‘Yaratım Dergisi’ baş yazarı Ahmet Çakmak’tan aldık. Ahmet Çakmak, biraz da şiddetle ‘Biz, taşra değiliz’ dedi. Özellikle, ‘değiliz’ kelimesinin üzerine öyle bir vurgu yaptı ki, hani karşısındakini döver, masaya yumruğunu indirir gibi. ‘Biz taşra filan değil, biz merkeziz! Dört yıldır, Diyarbakır’da ‘Yaratım Dergisini’ çıkarıyoruz. Bölgede çok az dergi çıkıyor. Mesela Pitoresk sadece 4 sayı çıkabildi. 15 yıllık bir dergicilik hayatım var. Yaratım Dergisi, Diyarbakır merkez olmak üzere bütün Mezopatamya’da çıkan en önemli dergilerden biri. Biz burada, merkez olarak Diyarbakır’ı görüyoruz. Sizin anladığınız anlamda (İstanbul’un kendi kendisini merkez ilan etmesini, İstanbul’da yaratılan dükalık kavramını kast ediyor) merkez dışında yapılan edebiyatın Türkiye’de edebiyatı çok zenginleştirdiğini, farklılaştırdığını düşünüyorum. İlhan Berk ile konuştuğumuzda bize şöyle demişti. ‘Tabii ki orada güzel şeyler yapacaksınız. Trajedisi olanın edebiyatı, şiiri, dergisi, derdi olur. Öyküsü olur. Bu da edebiyata yansır.’ (İlhan Berk Dosyasının yer aldığı, Yaratım Dergisi’nin, Kasım – Aralık 2004, 8. sayısından bahsediyor.) İşte bu nedenle, taşra dergiciliği önemli.’ İzmir’de yayınlanan ‘İle Dergisinin’ genel yayın yönetmeni ve baş yazarı Hayri Yetik de taşraya farklı gözle bakanlardan. ‘Öncelikle günümüzde taşranın kalmadığını düşünüyorum. Bugün, ‘taşra’ insanın içinde. Türkiye’de %90’nına internet aracılığıyla ulaşabildiğiniz bir dönemde, taşradan bahsetmek pek mümkün değil diye düşünüyorum. Taşra genel olarak, kentin dışında kalan kesim olarak değerlendiriliyor ve yerel, doğal, otantik özelliğini korumak anlamında algılanıyor. Ben, yerellikten evrenselliği yakalaması, içermesi anlamında ‘taşradan’ yanayım. Sınırların aşıldığı ve geçersiz olduğu bir çağdayız. Bu kaçınılmaz olan bir şey. Fakat bunun getirdiği bir olumsuzluk var. Bu da taşranın o yerelliğini ve sıcaklığını yitirip gitmesi. Taşra sokaktaki insanı yakalar. Sokaktaki insanı yakalamak bakımından ‘2. Uluslar arası İzmir Şiir Buluşması’, çok cesur bir girişim. ‘Şiir Buluşması’ bir birikimin, deneyimin ve bir geleneğin devamı. Şiir toplantıları deyince, tarihi de anımsamak lazım. Bu yıl ikincisi yapılan bu ‘Şiir Buluşmasından’ önce, İzmir’de 8 ayrı şiir toplantısı yapıldı. Bu toplantıları da hesaplarsanız aslında bu yıl yapılan toplantı 10.su oluyor. Dolayısıyla, ‘Şiir Buluşması’ bir mevzi. Bu mevziyi, savunmak ve korumak gerekir.’ Şiir Buluşması deyince, Anadolu’da her yıl onlarca şiir toplantısı yapıldığını düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Peki, bu buluşmayı diğerlerinden farklı kılan şey nedir? Bu sorunun cevabını da en iyi Uluslararası PEN Türkiye Merkezi Başkanı Vecdi Sayar verdi. ‘İzmir’de yapılan Şiir Buluşması bugün kendi alanında tek olma özelliği taşıyor ve bizi umutlandırıyor’ diye söze başladı Vecdi Sayar. ‘Türkiye’de şiir konusunda çok sayıda etkinlik yapılıyor ama çoğu panayır havasında gerçekleştiriliyor. Bu etkinlikte en önemlisi, belirli bir ciddiyetin ve sürekliliğin sağlanması. Dört gün boyunca salonun kentin aydınları ve gençleri tarafından doldurulması bu etkinliğin ciddiyetinin bir göstergesi ve çok önemli. Şiir ne kadar etkili? Şiir nasıl bir silah olarak kullanılabilir? Burada silahtan kasıt, insanın, insanca, eşit ve özgür yaşayabilmesidir. Şair, insan olarak varlığını ortaya koymak ve insanca yaşayabilmek için toplumda şiiri bir çığlık olarak atan ve bunun kavgasını veren kişidir. İşte, şiirin kavgasını veren Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, gerçek bir sanat sever, gerçek bir sanatçı olarak kente çok şey kazandırıyor. Bugünlerde, şiir gündemimizden çıktı, magazin girdi. Toplumun şiire o kadar çok ihtiyacı var ki. Bu durumda, şairin şiirini basacak yayıncaya, şiirini okuyabileceği, bu tip etkinliklere, buluşmalara, desteğe çok ciddi ihtiyacı var. Bu nedenle, İzmir Konak belediyesi’nin PEN ile ortak bir çalışma yapmasını çok yararlı ve çok ciddi bir girişim olarak görüyorum. Amacımız, edebiyatın halkla buluşması ve yaygınlaştırılması, ifade özgürlüğünü gündeme taşınması. Bu nedenle, ‘Şiir Buluşması’ sadece İzmir’e değil aynı zamanda Türkiye’ye de çok şey kazandırıyor. Anadolu’da çok sayıda şiir etkinliği yapılıyor. Görüyoruz. Bunlardan en az birinin uluslararası bir nitelik kazanması lazım. İzmir Uluslararası Şiir Buluşması, ciddi tavrı ile bu boşluğu doldurdu. Ama bu etkinliğin önümüzdeki yıllarda istikrarlı bir biçimde devam etmesi şartıyla, ‘İzmir Uluslararası Şiir Buluşması’ şimdiden şiir alanında Türkiye’yi temsil edecek potansiyele sahip’ diyen Vecdi Sayar, Şiir Buluşması’nın uluslararası boyut kazanmasının öneminin altını bir kez daha çizdi. Konuşma yapmak ve şiirlerini okumak için salona koşar adım yetişmeye çalışan şair Muzaffer Kale’nin düşündüklerini de ayak üstü alıyoruz. Oturuma yetişebilmek için yolda hem beraber koşuyor hem de görüş alıyoruz. Şair Muzaffer Kale ‘Bence dünyanın kalbi taşrada atıyor’ diye söze başlıyor. ‘Taşranın açılımı dışarıdan içeriye doğru. Şiir içeride olmak derdinde değil. İçeride olmaktan biz ‘iktidar’ olmayı anlıyoruz. Şiirin ‘yakışıklı’ duracağı yer de, iktidarın yanında yer alan görüntüsü olmayacaktır. Dışarıda olmak ‘muhalif’ olmak demektir. Bu nedenle, dışarıdan içeriye doğru çok insani diyebileceğimiz bir müdahale olacaktır ve bu müdahale olmalıdır. Çünkü insan ‘dışarıdadır’. Evrensel anlamda taşra, dünyanın bütün gelişmiş 7,8 ülkesi dışında kalan bütün dünyadır. Bugün edebiyat olarak, dünyanın nabzının bu gelişmiş 7,8 ülkenin dışında attığını düşünüyorum. Taşra edebiyatçıları, özellikle A.B.D.’nin başını çektiği kültür yayılmacılığına karşı durabilen ülkelerin edebiyatçılarıdır. Emperyalist saldırı evrensel olarak düşünülürse, ona karşı çıkış da evrensel olacaktır diyebilen taşra edebiyatçılarıdır. Bu durumda ‘muhalif olmak’ eşittir ‘taşra’ edebiyatıdır. Çokça bahsedilen İstanbul Dükalığı diye bir şeyin var olduğuna ben inanmıyorum. Bugün putları yıkıyoruz desek İstanbul’da yıkılacak bir tane put bile bulamayız. Bu nedenle, ben İstanbul’u taşranın içinde sayıyorum.’ Eski Broy Dergisi İzmir temsilcisi şair Yusuf Sezgin taşra olmayı, ‘kırılma noktası’ olarak tanımlıyor. ‘Günümüzde edebiyat, sürekli olarak kendini metropollere hapsediyor görünse de ‘kırılma noktalarını’ taşralarda yaşıyor. İktidarlaşma, belirleyici olma, İstanbul’a sıkışmış gibi görünüyor ama bu görüntünün altında gerçek olmayan hatta literatürü sorguya açık popülist bir yaklaşım var. Merkezleşmiş bu durum, aslında ‘kağıttan bir kaplandır’. Taşra, bu ‘kağıttan kaplanı’ küçük hareketlerle her zaman bertaraf eder. Çünkü taşrada şairler ve yazarlar, hayatı gündelik dilinden okur, yaşar ve yazar.’ Çay molalarının birinde, şiirin ve yazının ‘eski tüfeklerinden’ Refik Durbaş’a rastlıyoruz. İstanbul dükalığından gelmenin verdiği temkinli yaklaşımla soruları yanıtlıyor. Gülümseyen, samimi tavrı, efendiliği ve sorularımızı yanıtlama nezaketi uğruna oturumu feda edişiyle gönlümüzü kazanıyor. Taşra dergiciliği Refik Durbaş’ı çok eskiye 1960’lı yıllara götürüyor. ‘1960’lı yıllarda, Türkiye’de Basın İlan Kurumu vardı. Bu Basın İlan Kurumu, ilan toplar ve gazetelere, dergilere ilan verirdi. İlan alabilmek için o gazetenin sahibi, genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, muhabirleri, kadrosu olacaktı. Hatta gazetenin sahibinin, yazı işleri müdürünün sarı basın kartı alma hakkı vardı. Basın İlan Kurumu, bu ilanlar için gazetelere ve dergilere %5 ve %10 oranında bir para verirdi. O verdiği ilan karşılığında, gazetelere, dergilere 750 lira gibi para verirdi. O dönem, ben lisedeydim. Bir dergi çıkarırdık. Bastığımız 1000 tane dergiyi 600-650 liraya mal ederdik. Hatırlıyorum, mesela Konya’da ‘Çağrı Dergisi’ vardı. Bursa’da ‘Su Dergisi’ vardı. Basın İlan Kurumu’nun desteğiyle ayakta duran Anadolu’nun bir çok yerinde çok sayıda sanat dergisi çıkardı. O dönemde televizyon yok, radyolar çok sınırlı. İşte Bir Anakara, İstanbul ve İzmir Radyosu var. Medya bu kadar geniş değil. Bazı gazeteler dediler ki, ‘biz, her gün gazetede iki sayfa sanat sayfası yapalım. Böylece sanatı geniş halk kitlelerine yayarız. Siz dergiler için verdiğiniz bu %5’lik parayı kaldırın’. Maalesef, bu görüş kabul gördü ve bazı aklı evveller dergiler için ayrılan %5’lik bu payı kaldırdılar. Biz 1966 yılında, İsmet Hoca, Ataol Behramoğlu, ben ve 15 kişilik bir grup ‘Alan’ diye dergi çıkardık. Öğrenciydik. Herkes 10 Lira veriyordu. Dergi ancak dört sayı çıkabildi. Daha sonra parasızlıktan çıkaramadık. Gazeteler zamanla sanata ayırdıkları yeri azalttılar. İki sayfadan tek sayfaya, iki sütuna derken şimdi hiçbir gazetede sanata ayrılan tek bir sütun bile yok. Türkiye’de bir tek Cumhuriyet Gazetesi iki sayfa sanata ayırıyor. Bizim zamanımızda şair olabilmen için Varlık Dergisinde şiirin çıkacaktı. Yaşar Nabi’de ne yapardı? Bakardı ilk önce ‘Su’, ‘Evrim’, ‘Çağrı’ da ya da Kayseri’de çıkan dergide şiirleri yayınlanmış mı diye. Sonra, beğendiği şiirleri, öyküleri yayınlar, beğenmediklerini her yıl çıkardığı Varlık Yıllığına koyardı. Şiirin zamanı yok. İstanbul’da da yazarsın, Anadolu’da da yazarsın. Ama bir de şöyle bir durum var. Eğer ben İzmir’de kalsaydım, burada mahalli bir sanatçı olurdum. O kadar. (Gülüyor…) İstanbul’a gittim. Melih Cevdet Anday’ı gördüm. Onunla arkadaşlık ettim. Fazıl Hüsnü Dağlarca ile arkadaşlık yaptım. Onun şiirini okumak başka, onun masasında oturup, onunla rakı içip, onun anlattığı hikayeleri dinlemek başka. Mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca onu eleştiren hiç kimseye yanıt vermezdi. Mesela biri çıktı ‘Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirde artık hiçbir etkisi yoktur, bitti artık’ diye bir yazı yazdı diyelim. Dağlarca, buna hiç yanıt vermez ama ertesi hafta oturur öyle bir şiir yazardı ki on tane eleştirmen bir araya gelse onun yazdığı şiire cevap veremezdi. İşte İstanbul’un böyle hikayeleri var. İşte o hava, o atmosferde, o akvaryumda yaşamak bambaşka bir şey. Yoksa bu öyküler olmasa, İstanbul’da yaşamının başka hiçbir esprisi yok.’ İyi de, taşrada hiç mi iyi şey olmuyor Allah aşkına? diye hafif yollu sitem ediyorum. Neredeyse, isyan etmek üzereyim. Refik Durbaş gülerek durumu düzeltme yoluna gidiyor hemen. ‘Olmaz olur mu. Ben taşradaki dergileri çok destekliyorum. O yıllarda, İzmir’de, Yeni Asır, Ege Ekspres, Demokrat İzmir, Sabah Postası, Ege Telgraf gazeteleri çıkıyordu. Sanat sayfaları düzenlerlerdi. ‘Gençlerle Baş Başa’ diye bir şiir sayfası vardı. Bunun dışında Ödemişte, Aydın’da, Edremit’te, Nazilli’de yerel gazeteler vardı. Hafta sonlarında bu gazeteler şiir sayfaları yaparlardı. Mesela, Ödemiş’li çocuklarla arkadaş olmuştuk. Şiir matineleri olurdu. Bunlar kültürel bir alışverişti. Şimdi bunlar kalmadı.’ Şiir Buluşması, ‘dünya şiir gününde’ onur konuğu şair Arif Damar’ın şiir bildirgesiyle son buldu. Yılların şairi, kendi deyimiyle ‘salondaki en genç ve en delikanlı şair’ olarak kendi kaleme aldığı şiir bildirgesini okumadı, adeta yaşadı. ‘Şiir depremdir, şiir ayaklanmadır, şiir başkaldırıdır. Şiir şimşektir, yıldırımdır, gök gürültüsüdür şiir. Şiiri yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz. Şiir korkunçtur, güzeldir. Hiçbir kapı, hiçbir duvar önünde duramaz. Şiir yürür ezer, geçer.’ Diye söze başladı. Tıpkı gök gürültüsü gibi bir sesle ve okumayla devam etti. Okuduğu bildirgeyi hem yaşadı hem de yaşattı. Sonra, ‘Şiir aldatmaz, çalıp çırpmaz. Doğruluktur şiir. Emektir, alın teridir. Şiir inatçıdır, hırçındır ve hep ama hep yürür gider. Şiir durmaz ve durdurulamaz. Şiire ne boyunduruk, ne tasma takılır. Şiir zincire vurulamaz. Şiire kelepçe takılamaz. Şiir özgürdür, özgürlüktür. Şair zalimlere, alçaklara, namussuzlara meydan okur. Onun gücü en güçlüye boyun eğdirir. Engel tanımaz. Engelleri yıkar, ezer geçer’ diye devam etti. ‘Şiiri anlatmaya çalıştım, ama ne gezer. Önce söylediğim gibi şiiri, deniz gibi, kendi yalnız kendi anlatır. Yaşasın şiir. Yıkılsın diktatörler, krallar, asiller,varsıllar. Şiir zaten onları hep ama hep yıktı ve yıkacaktır. Ne mutlu şiir yazan, şiir okuyan, şiir sevene. Ötesi yok’ diye sözlerini bitirdiğinde salonda bir alkış tufanı koptu. Herkes ayakta. Çılgınca şiirin ‘en delikanlı’ şairini alkışlıyor. Dört gün boyunca şiir, edebiyat, şiir-sanat etkileşiminin tartışıldığı, çay molalarında dergicilik, taşra dergiciliğinin konuşulduğu, şiir müzik dinletilerinin, slayt gösterilerinin, şiir - tiyatro sahnelemelerinin, konserlerin ve fotoğraf sergisinin yer aldığı ‘2. Uluslararası İzmir Şiir Buluşması’ böylece sona erdi. Ama daha anlatacak o kadar çok şey var ki. Geri kalanları da, gelecek yıl 3. yapılacak olan Uluslar arası İzmir Şiir buluşmasına saklıyoruz. Ne diyelim, darısı 3. Şiir Buluşmasının başına.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |