Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Salonda kıyametler kopuyor. Kimi sahneye fırlıyor, kimi dokunmak, okşamak istiyor. Haksız da değiller hani. Kazık kadar olmasam bende soluğu sahnede alacak, insanın aklını çelen şu kuklaları doyasıya mıncıklayacağım ama nerede…İnsan, yaşını başını alınca maalesef yetişkinliğin getirdiği sorumluluklardan olsa gerek ancak poposunu kırıp oturmakla yetiniyor. Gözlerim beni çocukluğumdan kavrayan kuklalarda, kulağım Keloğlanda, suratımda ay dede gülüşüyle, İzmir Sanat’ın koltuklarına yayıldıkça yayılıyorum. Cumartesi deyip üşenmeden çoluk çocuk, yetişkin (artık hangisi bir diğerini kışkırtıyorsa, çünkü görüldüğü kadarıyla büyükler de en az çocuklar kadar çok eğleniyorlar), hiç üşenmeyip İzmir Sanat Büyük Salon’a gelip ‘Bir Varmış, Hiç Yokmuş’ müzikli kukla oyununu seyrediyorlar. İzmir Büyük Şehir Belediyesi, İzmir Sanat Kukla Tiyatrosu’nun sunduğu, Işıl Kasapoğlu’nun sahneye koyduğu ve o muhteşem kuklalarını Karine Cheres’in tasarladığı, mutlaka görülmesi gereken bir seyirlik. İster müzikal kukla gösterisi deyin, ister bereketli Anadolu’nun binlerce yıllık söylenceleri, masalları, destanları, seyirlik oyunları ve gölge tiyatrosunun rafine bir bileşimi deyin sonuçta salonda kıyametler kopuyor. Yönetmenliğini Işıl Kasapoğlu’nun yaptığı oyunda, baş rolleri Mert Öner, Ezgi Bakışkan, Şirin Kılavuz, Sevil Hocalar, Yiğit Çakır, Işın Karakan, Okan Çabalar ve Pınar Egeli Karadağ ile 100’den fazla kukla paylaşıyor. Derya Ertan ve Meltem Özden’in teknik ekip olarak yer aldığı ‘Bir Varmış Hiç Yokmuş’un müziklerinde ise yerel türkülerden, Joel Simon’un bestelerine kadar çok renkli bir müzik yelpazesinin izi var. Ninelerden dinlediğimiz masalların hepsi ‘Bir varmış, bir yokmuş’ diye başlamaz mı? Ama bu sefer kazın ayağı öyle değil. Çünkü ‘hiç’ yokmuş diye devam ediyor. Biz de bu ‘hiç’ in sebebe-i hikmeti nedir deyip bir bilene, Keloğlana soralım dedik. Neticede çarşıya ‘hiç’ alması için gönderilen Keloğlan değil mi? Keloğlan’ın, diğer adıyla Mert Öner’in ‘hiç’i bulma uğruna atıldığı maceralara kendimizi kaptırınca olan oldu. Aklımız başımızdan gidiverdi. Bir de dönüp baktık ki, az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmişiz, gide gide ancak bir arpa boyu yol gidebilmişiz. SDK – ‘Bir Varmış Hiç Yokmuş’ adının aksine ‘çok’ şey anlatan sunum zenginliğiyle büyüleyen bir oyun. Ama kısaca özetlersek oyun için neler söyleyebiliriz? Mert Öner - ‘Bir Varmış Hiç Yokmuş’ oyunu, Işıl Kasapoğlu’nun hazırladığı derleme bir metin. Oyun, Anadolu hikayeleri ve Keloğlan efsanelerinden yararlanıyor ama içinde Hacivat ve Karagöz gibi geleneksel gölge ve ortaoyunu değerlerini de kullanıyor. SDK – Tabii insanı baştan çıkartan kuklaları da var… Mert Öner – ‘Bir Varmış Hiç Yokmuş’ ta 5-6 farklı kukla çeşidimiz var. Oyunda 100’ün üzerinde kukla kullanılıyor. Onlar çok ilginç tabii. SDK – Oyun kısaca nelerden bahsediyor? Mert Öner - Eskiden günümüze kadar gelen bir çok tekerlemeleri, eski halk hikayelerini çok başka şekillerde kullanıyor. Zaten oyunun ana hikayesi, Keloğlanı annesinin ‘hiç’ almaya yollaması ve böylece Keloğlanın başından geçen olaylar. Burada önemli olan, Keloğlan’ın yukarıda söz ettiğimiz motifleri barındıran hikayeler içinde yer almasıdır. Bu, bir saatlik bir masal. Kuklalarla kurulan bir düş dünyasını anlatıyor. En önemli ana unsuru bu. SDK - Peki ‘hiç’ her zaman ‘hiç’ midir? Mert Öner - Gerçekte bu çok tartışılır. Her masal biraz gerçek, her gerçek de biraz masaldır. O yüzden hiç her zaman ‘hiç’ hiç midir sorusuna geri dönecek olursak, oyunda öyle olmadığını görüyoruz. Hiç dediğimiz şey, ufacık bir şey. Oyun, bir tuz hikayesini anlatıyor. Keloğlan’ın bilinmezliğinden yola çıkarak ‘hiç’in aslında ‘hiç’ olmadığını görüyoruz. Başına o kadar çok şey geliyor ve hayata dair o kadar çok şey öğrenmiş oluyor ki Keloğlan. Gerçi oyunda bir şeyler öğretme amacımız yok. Bizim tek amacımız bir saatlik bir büyü içinde çocuklarla, büyüklerle, seyirciyle kurulan bir düş ortaklığı. Bir saatlik bir düş ortaklığımız var o kadar. SDK - Çocuklar kuklalara dokunmak istiyor öyle değil mi? Mesela biraz önce, soluğu sahne arkasında, sizi görme bahanesiyle kuklaların yanında aldım. Ben böyle, kuklaların çekiciliğine dayanamazken çocuklar ne yapıyor acaba? Mert Öner - Bu çok doğal bir şey. Çünkü kuklalar gerçekten çok çekici. Sahnede bir kukla beş aktöre bedel olabiliyor. Bir kuklanın çekiciliği ve cazibesi değil çocuklar yetişkinler üzerinde de çok fazla. Yetişkinler kuklalara dokunmaya çalışıyorlar. Çocuklarsa her şeyi yapmak istiyorlar. Mesela sahneye çıkmak istiyorlar. Ben de oyunun anlatıcısı olduğum için oyunun akışını ya da temposunu bozmadan buna izin veriyorum. Çünkü bu sadece bizim oynadığımız bir oyun değil onların da dahil olduğu bir oyun. ‘Bir Varmış Hiç Yokmuş’ tek başına bir masal değil, çocuklar varsa bir masal. Oyun çocuklarla birlikte gelişiyor. Tabii ki oyunun içinde belli bir metin var ama onun dışında tamamen doğaçlamaya dayalı çocuklara bağlı olarak gelişen bir oyun. Ben o günkü oyunun seyirci portföyü neyse ona cevap veriyorum. Mesela bugün bütün oyunu dört yaşında bir çocukla beraber oynadım. Bütün yolculuğu el ele yaptık. Çünkü öbür türlü ilgi göstermiyordu ve sürekli rahatsız edebiliyordu. Onu da oyunun içine dahil edince o da çok ilgilendi, dinledi ve böylece oyunu izledi. SDK – Herhalde her önüne gelen çocuğun da sahneye fırlamasına izin vermiyorsunuz öyle değil mi? Mert Öner - Tabii böyle bir şansımız yok. Bu, bir tiyatro gösterisi. Doğaçlamadan yararlanıyor ama yazılı bir metne bağlı ve bir hikayesi olan tiyatro oyunu. Sonuçta, çocuklar da oyunun bir sınırı olduğunu biliyorlar ve oyun onlarla çok keyifli bir yolculuğa dönüşüyor. SDK – Sahnede kaç çeşit kukla kullanıyorsunuz? Mert Öner - Elli kuklalar, parmak kuklalar, sopalı, insan boyutunda, ipli ve kaşık kuklalarımız var. Bunun yanı sıra masklar kullanıyoruz. Maskeler arasında en önemlisi Nasrettin Hoca’nın maskesi. Çok farklı kullanım olanağı olan kuklalar kullanıyoruz. SDK – Sadece insan değil aynı zamanda havyan kuklalarınız da var. Mesela oyun sonunda sahne arkasında dayanamayıp mıncıkladığım tavuk kuklası bir harikaydı. İnanılmaz güzeller... Mert Öner -Evet, arılar, kaplumbağalar, tavuklar, köpekler var. Mesela sizin bayıldığınız o tavuklara oyunda yem verdiğimiz bir sahne var. Sonra bir arı vızıldayarak başıma konuyor. İşte bu anda salonda heyecan hat safhada. Çocuklar çıldırıyor. Eğer kuklalar olmasa öyle masalsı bir atmosferi sahnede kurmak mümkün olmazdı. Bu oyun, kuklalar resmi geçidinin içinde bir oyun. Bütün hikaye sahnede oyuncular tarafından sözle değil görüntüyle, anlatılıyor. O nedenle, çok zengin bir görsellik var. SDK – Bir de oyunun akıllı dekoru var. Yani, şu mucizevi perde. Oyunun çok hızlı değişen temposu içinde dekorda aynı hızla bir perde çekişi zamanda değişiyor öyle değil mi? Oyunda, her mekanı kurgulayacak biçimde, sahnenin arka planında yer alan ve ardı ardına eklenen sahnelerden oluşan büyük bir perde var. Bu perdenin her çekilişiyle, bir sahne değişimi söz konusu. Karikatürize edilmiş bu perde, oyunun içindeki her masalla birlikte değişiyor. Çok zekice hazırlanmış bir dekor değişimi ve çok pratik. Oyunda on iki masal var. Her perdeyi çekişte, çok kısa bir süre içinde, bir dakikada masalın dekoru da değişmiş oluyor. Keloğlan sürekli farklı zamanlara ve farklı mekanlara atlıyor. Her mekan 12 farklı perde de ve masalın gereği perdeye dikilmiş olan kuklalarla betimleniyor. Perdeyi çektiğimizde mekan değişiyor. Çocuk zekası bu değişimi hemen algılıyor ve yeni görüntüye hemen inanıyor. Çocukların algılaması yetişkinlerden tamamıyla farklı. Çocukların düş gücü çok zengin. Bu nedenle, değişimi anında kabulleniyorlar. Mesela, perdede görülen bir cami görüntüsünü hemen algılayarak orada bir cami olduğuna inanıyorlar. Bir ağaç gördüklerinde orada bir ormanın olduğunu kabulleniyorlar. O yüzden perdeler çok aklıca tasarlanmış. Değişen mekanı betimlemede çok büyük rahatlık sağlıyor. SDK – Sonra sizin sahnede insan boyutundaki Keloğlan kuklasıyla konuştuğunuz bir bölüm var. Yani, Keloğlan Keloğlanla söyleşiyor. Buna çocuklar nasıl bir tepki veriyorlar? Mert Öner – Bunun bir oyun olduğunu çocuklar da biliyor, biz de biliyoruz. Bu çok önemli. Benim kendi kuklamla konuşuyor olmam da çocuk için çok ilginç ve bunun tamamen bir oyun olduğunu gösteriyor. Bu, açık tiyatro dediğimiz bir anlatım biçimi. Ben bu oyunda anlatıcı ve Keloğlan olarak biçimlendirmede hep ona dikkat ettim. Bunun bir oyun olduğunu çocuğa hep hissettirdim. Sahnede hem kendim olarak hem de Keloğlan olarak yani bir rol kişisi olarak varım. O yüzden benim kendi kuklam ile konuşuyor olmam göstermek isteğimizin de bu olduğunun altını çiziyor. Epik tiyatro tarzı çocuklar için de çok farklı bir gerçeklik biçimi. SDK – Oyunun içinde geçen cinsellik, ölüm, göbek atma gibi bazı temalar insanı hafiften irkiltiyor. Hele konu çocuklar olunca. Sonuçta, bu çok hassas bir denge öyle değil mi? Mert Öner – Bu bir çocuk oyunu fakat söz ettiğiniz konularla ilgili olarak çok çeşitli tepkiler aldığımızı açıkça söyleyebilirim. 21. yüzyılda, günümüzde çocuklar, teknoloji, televizyon, bilgisayar ve internetle o kadar çok iç içeler ki bir çok şeyden en az bizim kadar haberleri var. Çocukları gerçek hayattan yalıtılmış biçimde cam bir fanus içinde tutmaktansa onları gelecekte karşılaşacakları şeylere karşı hazırlamanın daha doğru olduğuna inanıyorum. Evet, oyun içinde bunlardan bahsediyoruz. Bu gerçekler sanki hiç yokmuş gibi davranmak bana eskide kalmış burjuva ahlakı olarak geliyor. Mesela, oyunun bir yerinde meme deniyor ya da sahneye bir cenaze geliyor. Ölümün varlığını emin olun çocuklar da en az bizler kadar biliyorlar. Cinselliğin varlığından da haberleri var. Çocuklar illa ölümü ve cinselliği öğrensinler diye bir derdimiz yok. Ama bu gerçekler yokmuş gibi davranarak onları gerçeklerden soyutlayarak olmayan bir dünyaya çocuklarımızı inandıramayız. Fakat çocuklar bizim dünyayı gördüğümüzden çok daha derin ve çok daha geniş görebiliyorlar. O yüzden işlenen bu konuları çok da rahatsız edici olarak görmüyorum. SDK – Peki, çocuklar bu duruma nasıl bir tepki veriyorlar? Mert Öner – Çocuklar bu duruma gülüyorlar. Çünkü cenaze, ölüm ve cinsellik oyunda altı çok kalın çizgilerle çizilerek kaba bir biçimde verilmiyor. Mesela cenaze sahnesinde olay ufak bir espriyle anlatılıyor. İçine bir insan bedeninin giremeyeceği kadar küçük bir kutu sahneye getiriliyor. Orada bir insan bedeninin yatmayacağını çocuklar da biliyor. Cenazede insanlar şöyle diyor. ‘Ah, burada olmayı çok severdi’ deniyor ve çocuklar gülüyor.Bu zaten olayın gerçekliğini kıran bir şey. Cinsellik olduğu noktada ise bir zennenin varlığı söz konusu olduğunda veya memelerin geçtiği hikayede Keloğlan utangaç bir şekilde gülüyor. Mesela, keloğlan ve güzel kızın geçtiği sahnede çocuklar hemen evlensinler diye bağırıyor. Yani, bütün bunlar bir espri noktasında tutuluyor. Yoksa altı çizilerek bir amaç güdülerek verilmiyor. Zaten böyle bir amaç güdülmesine bir oyuncu olarak ne biz izin veririz ne de yönetmenimiz Işıl Kasapoğlu verir. SDK – Oyunda çocuklara sürekli sorular yöneltiliyor. Ve çocuklarda çok ilginç yanıtlar geliyor. Bu yanıtlar oyunun gidişatını nasıl etkiliyor? Mert Öner – Ben, çocuk tiyatrosunun çok riskli bir olgu olduğunu düşünüyorum. Çocuk oyunun içinde varsa var, oyunun içinde yoksa yok. O nedenle, ‘Bir Varmış, Hiç Yokmuş’ da çocuklar oyunun bizzat kendisi. Bu bir maceraysa, bizler yolu gösteren birer anlatıcıyız. Hep beraber bir gemiye biniyoruz. Rotamız belli. Biz onlara rotayı gösteriyoruz, geriye kalan o gemide yaşananlar. Her şey ortak paylaşım. Ben onlara sorular soruyorum her şeye cevap veriyorlar. Oyun onların istediği biçimde gelişiyor, biçimleniyor ama tabii ki bir metnimiz var ve biz bu metne bağlı kalarak bunu yapıyoruz. Soru cevap faslında iki tür yöntem var. Ya ‘hemen yap gitsin’ diyorlar ya da benim heyecanımı yatıştırmak için başka bir şeyler söylüyorlar. Mesela evlilik oyununda, ‘ne yapsınlar çocuklar’ diye soruyoruz. Bir ağızdan ‘evlensin’ diye bağırıyorlar. Oyunun enerjisi, süresi ve tansiyonu da çocuklara bağlı. Bugün benden takla atmamı istediler sahnede takla attım, jimnastik yap dediler, jimnastik yaptım. Oyunun gidişatı da, süresi de ve enerjisi de çocuklarla ortak yaratımımızla ilgili bir olay. Oyunda net bir metin var. Bu metnin dışına çıkmamaya özen gösteriyoruz. Ben anlatıcı olduğum için metnin dışına en çok ben çıkabiliyorum ama metne ne zaman geri döneceğimi biliyorum. Ve o zamanlamayı doğru bir biçimde ayarlamaya gayret ediyorum. SDK – Zamandan bahsettik. Oyun, bir saat on beş dakika sürüyor. Bu kadar uzun bir zaman içinde çocukların ilgisini nasıl canlı tutabiliyorsunuz? Mert Öner – Çocukların konsantrasyonunu bir noktada tutmak çok zor. O nedenle, hiç ara vermiyoruz. Oyunu ilk sahnelediğimiz gün, ara verdik ve ara verince çocukların çok dağıldıklarını gördük. Ama kuklaların ve müziğin sürekli değişmesiyle birlikte masalların hızla ilerlemesiyle ben o sıkıcılığın kırıldığına inanıyorum. Oyun bir saat on beş dakika sürüyor ama ne bizim için ne de çocuklar için o kadar uzun gelmiyor. SDK – Gelelim oyunun yaratıcıları yönetmen Işıl Kasapoğlu ve Karine Cheres’e. Mert Öner – Bu oyun, benim için çok özel bir deneyim. Çünkü Işıl Kasapoğlu gibi Türkiye’nin en iyi yönetmenlerinden biriyle çalışıyorum. İlk defa bir kukla tiyatrosunda oynuyorum. Bu oyunla birlikte, Avrupa’nın en önemli kukla yapımcılarından ve ustalarından bir olan Karine Cheres ile birlikte çalışma fırsatı buldum. Kuklaların yaratıcısı Karine Cheres çok özel bir insan. Işıl Kasapoğlu ile Fransa’da, Sorbonne’da, tiyatro okulunda okuduğu dönemden gelen bir tanışıklıkları ve arkadaşlıkları var. Çok uzun bir zamandır beraber çalışıyorlar. Karine Cheres, Avrupa’nın en iyi kukla yapımcılarından biri olmasının yanı sıra, en iyi kukla oynatıcılarından bir olma özelliğini de taşıyor. Karine, bizimle birlikte İzmir’de iki hafta gibi muhteşem bir zaman geçirdi. İnsan olarak işinde bu kadar iyi olan ve aynı zamanda mütevazı olan insan çok azdır. Bitmek bilmeyen enerjisiyle ve kuklalarla ilgili inanılmaz birikimiyle insanı büyülüyor. Burada, sadece kuklanın yapılması değil aynı zamanda kuklanın nasıl oynatılacağı da çok önemli. Çünkü her kuklanın oynatılmasıyla ilgili çok özel bir teknik var. Bizim provalarımız Karine ile birlikte geçti. Bize kuklaları nasıl oynatacağımızı gösterdi. Sahnede kuklaları öylesine elimizde tutmuyoruz. Karine, her kuklanın olduğu sahneyi ayrı ayrı çalıştırdı ve tek tek prova yaptırdı. Kuklayı eline aldığı anda kukla canlanıyor ve ona özel bir kimlik kazandırıyor. Biz de bu büyülü atmosfer içinde ondan bir şeyler öğrenmeye çalıştık. Ben başta insanlığı, oyunculuğu ve kuklalar konundaki inanılmaz birikimi nedeniyle ona büyük bir hayranlık duyuyorum. Karine geçtiğimiz günlerde İstanbul’daydı. Işıl Kasapoğlu’nun ‘Hayvanlar Karnavalı’ isimli oyunuyla ilgili olarak, oyunun kuklaları ve sahne tasarımıyla uğraştı. SDK – Bu arada, çok önemli bir şeyden söz ettiniz. Kukla oynatıcısı olmak için geçilen eğitimden. Kukla oynatma konusunda bu kadar kısıtlı bir zaman içinde Karine Cheres sizlere nasıl bir eğitim verdi? Mert Öner – Kukla eğitimi, 2-3 hafta gibi bir süre aldı. Bu sadece basit bir kuklayı tutma eğitimi değil. Çünkü her kuklanın sahnede yaşabilmesi için ona bir kimlik kazandırılması lazım. Sizden başka, sizden ırak ama farklı bir noktada duran bir kimlik. Benim için bu o kadar zor değil. Kendi kuklamı oynattığım için ben kendi sesimi kullanabiliyorum. Ama arkadaşlarım için bu gerçekten daha zor. Çünkü onlar sahnede perde arkasında ve önünde sürekli rol, sürekli kukla ve sürekli ses değiştiriyorlar. Biz bunun için Karine ile çok uzun süren çok ciddi provalar yaptık. Her gün aralıksız prova yapıyorduk. Işıl Hoca kuklalar konusunda çok hassas ve çok deneyimli. Uzun yıllardır kukla tiyatrosunu Türkiye’de sürdürmeye çalışan bir adam olarak bizlere her konuda yardımcı oldu. Mesela, ipli kuklayı kullanmanın tekniği farklı, sopalı kuklayı kullanmanın tekniği farklı. SDK – Bu oyun, bir noktada Işıl Kasapoğlu ile Karine Cheres’in ortak bir yaratımı gibi duruyor diyebilir miyiz? Mert Öner - Bu oyun aslında yeni değil. Oyunun yazarı ve yönetmeni Işıl Kasapoğlu, bu oyunu 1980’lerin başında Fransa’da bulunduğu dönemde yazmış ve oyun ilk defa Paris’te sahnelenmiş ve orada oynanmaya başlanmış. Bu oyunda gördüğünüz her şey Karine Cheres’in elinden çıkmadır. Çoğu kukla benimle yaşıt. Bu, benim için muhteşem bir şey. Kuklaların hiç bozulmadan kalmaları inanılmaz. Tabii sonra oyun için yeni kuklalar da yapıldı. Oyunda 100’den fazla kukla var. SDK – Sahnede çok genç bir ekipsiniz. Bu kadar deneyim isteyen, riskli bir iş için Işıl Kasapoğlu sizleri nasıl seçti? Ekibini nasıl oluşturdu? Mert Öner - Işıl Kasapoğlu, oyunu sahneye koyabilmek için oyuncular arasından bir seçme yaptı. Bizi tek tek denedi. Bize masal anlattırdı, şarkı söyletti, dans ettirdi. Bu işi yapıp yapamayacağımızı ve bu işi ne kadar çok yapmak istediğimizi görmek istedi. Yeteneklerimizi sınadı ve sonunda sekiz kişilik bir ekibe ulaştık. Bir buçuk ay boyunca aralıksız Işıl Kasapoğlu ve Karine Cheres ile beraber prova yaptık. Işıl Hoca dünyanın çalışılması en özel ve en güzel insanlarından biri. Ondan öğrenecek çok şey var. Işıl Hoca bize, ‘samimi olmayı’ öğretti. Gerçekten, sahnede samimi olmak her şeyden daha çok önemli. Bana kattığı şeyin sahnede ‘samimi olmak’ duygusu olduğunu söyleyebilirim. SDK – Adı üstünde müzikli oyun. Böyle olunca hangi müzikler diye soracağım. Çünkü oyunda çok geniş ve zengin bir müzik yelpazesi var. Mert Öner – Oyunda, Işıl Kasapoğlu’nun birlikte çalıştığı Joel Simon’un müziklerini banttan kullanıyoruz. Bunun yanı sıra, sahnede bir darbuka ve tefimiz var. Kendi müziğimizi kendimiz yapıyoruz. Darbuka ve tefi aynı zamanda kuklaları da oynatan oyuncu arkadaşımız Yiğit Çakır çalıyor. Burada oyunun ana ritmini belirleyen önemli unsurlardan bir de darbuka ve teftir. Ayrıca sahnede söylediğimiz solo şarkılar var. Bu şarkılar Joel Simon’un besteleri üzerine sözler yazılarak oluşturulmuş parçalar. ‘Hiç, hiç,hiç’, ‘3,4,5 olsun’, Öf ne kadar pis kokuyor’, ‘Ah, ne kadar hoşsunuz’ ve ‘Hepimiz kardeşiz’ gibi solo parçaları Keloğlan sahnede tek başına söylüyor ve başından geçen her hikayenin ardından öğrendiklerini şarkı yapıyor. Ve bazılarını da çocuklarla beraber bir ağızdan söylüyoruz. Mesla ‘Hiç, hiç, hiç’ parçasını oyun sırasında onlara öğretiyorum. Bir de ‘Silifkenin Yoğurdu’ isimli türküyü dans ederek söylüyorum. Sonra, banttan Arap Mezleke parçası var. Masallarla birlikte sahne değiştikçe, müzikler de buna bağlı olarak değişiyor. Balıkçılar sahnesinde kullandığımız ‘Çay elinden öteye, gidelim yali yali’ gibi yöresel türküler var. Oyun, tamamen hızlı bir ritim üzerine kurulu parçalardan oluşuyor. Bu şarkıları, oyuncular ve çocukların eşlik etmesiyle birlikte söylüyoruz. SDK – Oyun bittikten sonra bile çocukların ilgisi bitmiyor galiba. Mert Öner – Oyundan çıktıktan sonra, hemen ortadan kaybolmuyoruz. Çocuklar oyun bittikten sonra, salonu terk etmiyorlar, sahneye geliyorlar ve bizimle beraber oturuyorlar. Onlarla söyleşiyoruz. Çünkü onların ne düşündükleri bizim için çok önemli. Sorular soruyorlar, kuklalara dokunuyorlar. Biz burada geçirdiğimiz bir saatlik macera sonunda çocuklarla bir çeşit ‘aşk’ yaşıyoruz. Sanırım bunun adına ‘aşk’ demek en doğrusu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |