Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb |
|
||||||||||
|
Mimar Sinan’dan mimar olarak mezun olup önemli bir şirketin mimarı olduktan sonra, Bahar’ın mezuniyetine bir yıl varken, evlenmeyi planlıyorlardı aslında. Bahar’da mimarlık okuyordu. Aynı evde yaşamaya Bahar ikinci Boran’da üçüncü sınıftayken karar vermişlerdi. Ailelerinden gizli aynı evi paylaşıyorlardı. En çok Bahar’ın gülüşünü seviyordu. Arada küçük bir kız gibi, baba şefkatini arayan bir çocuk gibiydi.Teğmen babasını Van’ın Çatak ilçesinde şehit düştüğü o sekiz yaşının çocukluğundan sonra kim bilir beraber olduğu her erkekte babasını arayacaktı. ‘’Biliyor musun? O silikleşen, bazen hatırladığım bazen hatırlamadığım o görüntüleri anımsadıkça ona ne kadar benzediğini düşünüyorum.’’ derdi. Ve sonra bir gün… Bütün güzel şeyleri tersine çevirecek bir şey oldu. Kalbine bir bıçak gibi saplanacak ve bir daha hiç çıkmayacak, izi hep kalacak bir şey. İş yerinde rahatsızlandığı bir gün izin alıp eve geldiğinde onları gördü. Bahar’la her şeyi paylaştığı o yatakta, Bahar’ı en yakın arkadaşı Okan’la gördü. Bir fotoğrafın paramparça olup yakılması kalan küllerinse rüzgarla savrulması kadar can yakıcıydı. Bahar’la hiç konuşmadan, telefonlarına cevap vermeden öyle sessizce çıkıp gitti hayatından. Sonra Okan’la evlendiğini duydu. Hayata karşı hiçbir beklentisi kalmayan insanların arasına katılmıştı işte. Bir süre şehir dışına çıkıp işleri uzaktan uzağa halletmeye çalışmış ve sonra da geri dönmüştü. İnsanlara güvenini kalmayan zavallı bir adam olarak kendini gördüğü o günlerde birçok kadınla birlikte oldu. Hiçbir şey hissetmediği, onların tenlerine soru işaretleriyle sarıldığı kadınlar. Yirmi sekizinci yaşına girdiği gece, arkadaşları ona sürpriz bir doğum günü partisi hazırladılar. O gece partiye başka bir arkadaşın davetlisi olarak gelen bir kadın Boran’ın bundan sonraki hayatını değiştirecekti. Öyle de oldu… Partiden ayrılırken telefon numarasını Boran’ın cebine koyup altına ‘Deniz şu ela gözlü’ yazdı. Hayat Boran için o kadar sıradandı ki. Sabahları, geceleri, işe giderken, işten dönerken, arkadaşlarıyla bir öğleden sonrası otururken… O gecedeki o kız o kocaman gözleriyle yüreğini anlamsız bir şekilde kaplamış, hayatının her anına girmişti. Bir günün bütün anlarını onunla geçirdiğini hissediyor, kendiyle ve geçmişiyle çelişiyordu. Hiç tanımadığı, doğru dürüst konuşmadığı bu kıza böylesine nedensiz güvenmesini sorguluyordu. Cebindeki numarayı bulduğunda onu aradı. Cumartesi gecesi sekizde buluşmak üzere anlaştılar. Deniz sözleştikleri saatten on beş dakika sonra geldi. Su yeşili saten bir gömlek vardı üzerinde.. Ela gözleri giydiği gömlekle iyice belirginleşmiş yeşile dönmüştü. Dudakları kırmızıydı. Garson gelip kahveleri getirdi. İkisi tedirgin oturuyorlardı.Boran onun gözlerine bakarken ara ara o gözlere yerleşen hüzne dalıp gidiyordu. Müzik değişiyor, insanlar geliyor, insanlar gidiyordu. Boran kendisini aslında insanların dokunamayacakları kadar uzakta tutmayı öğrenmişken açıkça hayatını Deniz’in önüne koyuvermişti. Deniz’de henüz üçüncü sınıfta okuyan birine göre çok erken yorulmuş bir kadına benziyordu. Evet o gözlere bakarken içinden geçen tam da buydu.O ise bazı şeyleri anlattı. Bir de Selim’i. Lisedeyken beraber olduğu erkeği ve ekledi sonraları birçok ilişki işte diye. O günleri düşününce Deniz ya zamanların yanlış ya insanların yanlış zamana denk geldiğini düşünüyordu… Yanlış insanlarla karşılaştığını düşünmedi hiç… Hepsi bir şeyler öğretmişti ona. Suçlanacak biri varsa o da zamandı… Boran’ın evine gittiler sonra. Boran’ın planlarına bakıp, evini dolaştı. Çok güzeldi evi. Sıcak bir yuva gibiydi. Her şey çok ince düşünülmüştü… Tabi mimar olunca insan. Boran ona üzerinde çalıştığı projeyi anlattı. Deniz planların üstünde ellerini gezdirirken, Boran’ın elleri onun yanaklarında boynundayken gözlerini kapattı Deniz. Dudaklarını dudaklarını getirdiğinde olgun bir meyveyi yermiş gibi… Belinden sıkıca kavrayıp onu kucağına alıp duvara dayadığında. Uzun uzadıya birbirlerinin dudaklarında hüküm sürerken yerde halının üstünde buldular kendilerini. Masanın üstündeki planlar, etrafta bulunan birkaç çerçeve, yumuşak dokunuşlar, onun kokusu, açık perdeler, sanki bir kapıyı aralayacakmış gibi hissetmeler, gökyüzü, öpüşler, yıldızlar, en… en yükseğe çıkan ve sonra bitmeyen sevişler, geçmeyen bir baş dönmesi, balkondan esen rüzgar, kaygan bir ten, çukurlar, yuvarlak hatlar, düzlükler…dönüp duruyordu bilinçsizce ikisinin arasında. Sonra birbirlerine sarılıp uyudular. Uyandığında Deniz yanında değildi. Kalkıp ona baktı, duşta olabileceğini düşündü. Çıkıp gitmişti üstelik hiçbir şey demeden bir not bile bırakmadan. Sonraki üç gün boyunca onun aramasını bekledi; ama Deniz’den haber çıkmadı. Telefonu eline alıp onu aradı. Hiçbir şey olmamış gibi, seviştikleri o gece hiç yaşanmamış gibiydi. Yarın akşam gelirim deyip kapattı telefonu. Deniz eve geldiğinde tartıştılar. Seslerini yükselttiler,kızdılar çok kızdılar ve sonra ateşe dokunup yanan el gibi birbirlerine dokunduklarında yeniden alevlendiler ve sabaha kadar yandılar. Onunla sevişirken bambaşka alemlere dalıyordu Boran. Bugüne kadar hiçbir kadınla böylesine beraber olmadığını fark ediyor, Deniz’le o diğer kadınlar arasındaki farkı bulmaya çalışıyordu. Adını koyamıyor, yalnızca öpmek, sarılmak, ısırmak, zevkten ağlamak, gülmek, bağırmak, vurmak, ıslanmak, delice istemek, içine girmek, daha içine, sonra daha fazlasının olamayacağı anda ona deli gibi sarılmak… Evet…Fark buydu işte! Birini gerçekten sevdiğinde onun tenini, terini, tükürüğünü, ıslaklığını ve öbür sıvılarını seviyordun. Gerçekten! Fakat sonraki günler Deniz bazen telefonlarına cevap vermiyor, bazen onu meşgule atıyor, ortadan kaybolup sonra ortadan kaybolan kendisi değilmiş gibi yanına gelip, hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam ediyor ve Boran’a olmadığı zamanlar hakkında soru sormasına müsaade etmiyordu. Ona söylediği tek şeyse bana zaman ver Boran cümlesi oluyordu. Boran Deniz’e o kadar bağlıydı ki sorgulamamayı öğrenmişti. Onunla olduğu günden beri daha az soru soruyordu. Deniz yanındayken beraber oldukları anları sonuna kadar yaşıyorlardı. Ama o yokken, o çekilmesi zor gecelerde onu özlüyordu. Aslında Deniz o kapıdan çıkıp gittiği andan itibaren onu özlüyordu. Her şey böyle beklenmedik bir gecede başlayıp, Boran’ın yaşamındaki renkleri değiştirdiği geceyi izleyen aylar, yıllar hiç de istediği gibi olmayacaktı. Olmadı da. Her gece aşktan öleceğini düşünür, sabah uyandığında garip bir hüzün sarardı yüreğini. Kulağına fısıldadığı o sevgi sözcüklerini bir başkasına da fısıldadığını, onunla da öyle seviştiğini düşündükçe çıldıracak gibi olurdu. Ve aslında biliyordu. Deniz’in başkalarıyla olduğunu da biliyordu. Bahar’da başkasıyla olmuştu. Onu oracıkta bırakıp gitmişti. Oysa şimdi, gidemiyordu. Deniz’i bırakıp gidemiyordu. Deniz felsefeyi bitirdikten sonra bir derginin editörlüğünü yapmaya başladı. İki sene boyunca aynı dergide yazılarını yazdı. Sonra bir gün ben kafa dinlemeye gidiyorum deyip gitti. İlişkilerinin dördüncü yılıydı. Dört yıldır istediği zaman çıkıp giden sonra çıkıp gelen yine oydu. Hep oydu… İşte yine gidiyordu. Sadece gidiyorum diyerek üstelik. Otobüs garına uğurlamak için gittiğinde bu gidişin öncekiler gibi olmadığını hissediyordu. Geri döndüğünde Boran’ı aynı yerde bulamayacağını bilmeyerek gidiyordu. O bilmediği deniz kasabasına gittiği gece bir mektup yazıyorum ona. Gelince ya da bir şekilde bana ulaşıp adresini verdiğinde göndermek üzere. Sevgilim, Bu mektubu şu deniz kasabasına gittiğin günün gecesinde, o ilk seviştiğimiz duvarın yanında oturup bu evin her tarafına işleyen seni ve hatıralarını yanıma alıp sana yazıyorum. Yanımda yatarken, uyurken…Bacaklarını kendine çekip, ellerini göğsünün altında topladığın, küçük bir kız çocuğu gibi masumca uyuduğun gecelerde seni izledim. Hep arkadan sarmamı isteyip kucağında kaybet beni derdin. Bir bilsen nasıl özlüyorum o gecelerimizi. Hep ne düşünürdüm biliyor musun? Uyurken yanımda, koynumda, çırılçıplak yatarken o anlar benimdin. Her şeyinle sana sahip olduğumu düşündüğüm tek yerdi orası. Artık bunlar olmayacak biliyorum. Bahar’ın canımı acıttığı kadar kimsenin canımı acıtamayacağını düşünmüştüm. Yanılmışım! Biliyor musun Deniz, her tarafı sen olmuş bu kalbi çıkarıp atabilmeyi ne çok isterdim. Seni suçlamıyorum. En başından beri kendini benden gizlemedin. Hayatına karışamayacağımı öğrettin ve bende öğrendim. Kabul ettim. Ama bir gece, yine seviştiğimiz gecelerden birinde teninde dolaşırken fark ettiğim o erkek kokusu bir ok gibi kalbime saplandığında anlamıştım bunu. Beni aldattığını, onları diğerlerini aldattığını ve sevgilim en çok da kendini aldattığını. Söylesene Deniz kaç erkek dokunmuştu o dokunduğum tenine, kaç erkeğe aynı sevgi sözcüklerini fısıldayıp beni aldatmıştın? Üzerine araştırma yaptığın bir mitolojik kahraman vardı hani hatırlıyor musun? Şu seks ve aşk tanrıçası İnanna. Ona ne kadar çok benziyorsun böyle. Erkeklerin vücüduna tapmalarını, onların içine her girişlerinde seni tanrıça gibi hissettirmelerini istiyorsun. Söyle Deniz çok sıkılıyorsun değil mi? Aynı erkekle yaşanmayacağını düşünüyorsun. Sen ne istiyorsun söylesene? Lanet olsun bütün erkekleri mi? Hepsini mi? Hatırlıyor musun? Bir keresinde senden çok sıkıldım demenden korkuyorum demiştim. Sende saçmalama sıkılırsam söylerim demiştin. Söylemedin Deniz. Çünkü bir tarafın istediğin zaman çıkıp gitmeyi, rastladığın birinin peşine takılıp dünyanın öbür ucuna gitmeyi isterken, öbür tarafın evde seni bekleyen, senin hayalini kuran birini istiyordu. Bu öyküde de ben öbür taraf oldum. Günlerce gerçekten gidip gidemeyeceğimi sordum kendime. Beni aldatmalarına, seni başka erkeklerle paylaşamamalarıma rağmen kalmak istedim. Hala istiyorum. Düşünüyorum da birini sevmek böyle bir şey galiba. Gözlerinin içinde kaybolurken, seninle deliler gibi sevişirken, bütün bunları isterken başka birinin içine girişini hayal edebilen, hayalinde bile buna müsaade edebilen bir erkek var mıdır söylesene… Sen nasıl birisin biliyor musun? Sen sevilmediğin yerde asla durmayan birisin. Hatta insanların seni sevmesinin senin için bir önemi yok. Seni çok sevmeleri gerekiyor. Ve bir gün seni çok sevmeyen biri kalmadığı zaman yaşamayacak kadar çılgınsın. Düşünüyorum da şimdi hayatın ne kadar yarım kalmış şeylerle dolu. O ilk gece gözlerine bakarken, yaşına göre çok yorgun bir kadın diye düşünürken anlamalıydım bunu. Sen beni ya da diğerlerini asla hayatının ortasına koymadın… Artık neyi biliyorum biliyor musun? Senin tek bir adamla yapamayacağını. Kalbinin atışlarını hızlandıran şeyler bulamadığında mutsuzluktan öleceğini biliyorum. Delice sevdiğin birinden ayrılmak, ayrılırken de onu da içinde götürmek bu. Uzaklaştıkça büyüyorsun, boğuyorsun beni. Gidiyorum sevgilim. Hayatında yarım kalan bir parça olup gidiyorum. Tek isteğim bana ayırdığın parçanı benimle paylaşmandı. Oysa bunu bile çok gördün bana… Çağla GÖKDENİZ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÇAĞLA GÖKDENİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |