"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
BANA İZİN VERİN AĞLAYACAĞIM Aşağıda kaleme aldığım hikaye gerçektir...Bizzat ben yaşadım... Gelen bir telefon ile tüylerim diken diken oldu. "Anne ben hastanedeyim...Akciğerime tüp taktılar...Üzülmeyin, şimdi daha iyiyim..." Telefondaki ses oğluma aitti. Tam 20 senedir baktığım, büyüttüğüm, yemeyip yedirdiğim, içmeyip içirdiğim, gözümden dahi sakındığım oğlum bana telefon açıp bu sözcükleri söylemekte...Üzülmemek elde mi? Gecenin bir yarısı bu konuşma hangi anne ve babayı üzmez ki? Ki şehirler arası mesafeyi de düşünün...Yavrunuza o an ulaşamıyorsunuz...Ona dokunamıyorsunuz...Bu manevi acı diner mi? Bu yürek burkan sızı nasıl diner? Sabahı nasıl ettim? Saatler nasıl yavaş geçti, anlatılamaz... Uzun zamandır aracım kapımda yatmaktaydı. Niçin mi? "Fenni muayenesi yapılmamış..." "Vergi borçları ödenmemiş..." " Kaskosu hiç mi hiç yok..." "Benzinin damlası aylarca damlamamış deposuna..." Vs, vs, vs... Bütün bunları ardıma katıp, "Total Benzinciye" kredi kartını uzatırsınız ve doğruca oğlumun üniversite okuması için uğurladığım şehre bas gaza... Allah'tan radara yakalanmadım. Hastane merdivenlerini ikişer, üçer aşıp da oğlumu hem oksijene hem delinmiş ciğeri ile hortumlar içinde görmek beni nasıl ayakta tutabilir ki? Kendime geldiğim zaman, soluğu dr yanında aldım. "Emine Hanım, oğlunuzun ciğeri sönmüş. Üşütmüş...Sigara tetiklemiş...Ameliyat olmaz ise diğer ciğerine de geçebilir..." Eee, "ne yapılacak?" "Olsun ameliyat, oğlum kurtulsun..." "Hocayla görüşmelisiniz, biz taburcu edeceğiz, hıoca öyle söyledi." Allah'ım, çıldırmak işten değil!.. "Peki bu hoca nerede, nasıl görüşebilirim?" Efendim, saatlerce hocanın hastanedeki kapısında, dokuz doğuran insanlar gibi tur atıp bekledik. Yorgunluk, uykusuzluk ve üzüntü yanı sıra bir de "belirsizlik" ve "çaresizlik" de eklenince midem kasılmaya, yanmaya başladı. Yıllar önce ülsere bağlı geçirdiğim mide kanaması, tekrar olursa, yandık ki ne yandık! Bulunduğum yerde bir sürü konuşmalar ve hocayı beklerken dinlediğim hastane öyküleri beni daha da germişti. Ani bir kararla yeniden hocanın asistanına koştum: "Dr Bey, hocayı göremedim, uzun yoldan geldim, kalacak yerim de yok, bu genç üniversite okumakta, ameliyat olmaz ise riski var demiştiniz, ölüm korkusu çöktü içimize, ne yapmalıyız?Hocayı bulamadık, bize öneriniz nedir?" Bir alay düşünce ve kaygılarımı asistan dr a ilettiğim halde "buz" gibi bir ifade ile bana; "Hastanemiz çok yoğun sizin oğlunuz kanser değil, eğer özel ameliyat istiyorsanız, hocanın muayenehanesine gitmeniz gerekiyor..." Hoppalaaa!...Bu da nereden çıktı? Özel ameliyat mı? Oğlum acil kaldırılmış, ve hapşırsa tüm ciğeri söner, ölür diyorsunuz...Bu nasıl iştir?İlla akciğer kanseri mi olması gerek, bu hastanede ameliyat olması için? Yüzünde hiç bir ifade değişikliği olmayan dr, oğlumun akciğerine takılan dreni ile bizi taburcu etti. Elimize de bir reçete tutuşturup, "güle güle" dedi. "Kala kaldık mı, Nazi Kampı gibi hastanede?" Ve kredi borçlarımıza mı küfür etmedik, "Key" ödemelerini ödemeyen Hükümete mi sövmedik, oğlumuz, ciğerimiz her an ölecek ve biz şoklardayız... Bu duygusal girdap içinde yola çıktık. Edremit'e nasıl geldim Allah bilir. Hastanede Göğüs Hast. Uzmanına oğlumu muayene ettirdim. Oda "ameliyat" dedi. Servisi olmayan bir doktordan çare umuyorduk. O da şaşırdı. Tek çaremiz ellerimizi açıp dua etmekti. Sağlıklı düşünemiyorduk... Ertesi gün bilgisayarı açıp, hastane ve bu ameliyatı yapacak doktorları aramaya koyuldum. Bir yandan da "oğlumun üniversitesi yarım kalmasın, bir an önce ameliyat olup sağlığına kavuşsun" düşünceleri ile üniversiteye yakın "kiralık" evler arama düşüncesi ile emlak danışmanları telefonlarını kayıt ediyordum. İlk numarayı çevirdim. Emekli bir öğretmendi. Kadındı. Hele ki; "Hanımefendi, benim de bir kızım ve bir oğlum var, okumaktalar, her ikisi de şehir dışındalar, gelin size kendi evimi vereceğim, oğlunuza de en iyi doktoru buluruz, ben doğma büyüme buralıyım..." demez mi? Adı Nebahat idi. Ve beni hiç görmeden, bana inanmış, beni anlamış, bana yardım elini Bursa'dan uzatmıştı. Allah'ım, bu bir mucizeydi!..Ağlayayım mı, güleyim mi? Şaşırdım, bir an!.. Sesimin titremesine engel olamamıştım. Tek söylediğim cümle şu oldu: "Bana izin verin, ağlayacağım..." Emine Pişiren/Bursa/24.12.2008 Not: Oğlum şimdi sağlığına kavuştu. Nefes alıyor. Evimi okuduğu şehre taşıdım. Böylece ona eskisi gibi yemek pişirecek ve temel gereksinimlerini karşılayacak anne-babasıyla aynı havayı soluyacak, güvenli bir evi olacaktı. Çocuklarımızı okumaya uğurluyoruz ve nelerle karşılaşıyoruz? Rab'bim kimseye bu acıyı göstermesin...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |