İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
Kurulduğu günden bu güne dek İsrail’in alışkanlık haline getirdiği, Türkiye’nin ise özellikle son 85 yıllık politikasında alışık olmadığı üslubu, Davos’ta ilk kez farklı bir mekanizma ile çalışıyor gibiydi. Türkiye Başbakanı’nın haklı çıkışı, Peres’in siyasi hayatında belki de ilk kez yaşadığı ilki nasıl açıklamak gerektiğini beraberinde getirdi. Restleşme mi, düello mu, yoksa siteme karşılık sitem mi demeliydik? En iyisi ve en uygunu Türkiye olarak ağırlığımızı ve tavrımızı net ortaya koyduğumuzu mu kabul etmeliydik? Karar vermek için erken. Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda İsrail’e karşı çıkışlarını, Ortadoğu’da son otuz yıllık ana akım’a karşı, birileri yeni denge ile kontrol etmek istemelerinden miydi ki, ’’Siz insan öldürmeyi çok iyi bilirsiniz’’ sözünü, Peres dünyanın gözü önünde bu sözleri yutkunarak dinledi. Peres’in suskunluğu ve pişkinliği, şüphesiz çökme arefesinde olan İsrail’in devamlılığı hatırına zehir zemberek olan bu sözleri sineye çekme olarak da düşünülebilir. Türkiye, son 85 yıllık resmi pradigmasını terk etmek istiyor gibi bir tavır sergilemek istedi de denilebilir. Tavrını devam ettirebilecek mi, ya da buna müsaade edilir mi, edilse karşılığında kim neyi bekliyor? Bu tür sorulara da bir anda cevap bulmak şu an için zor. Son zamanlarda Türkiye’nin dış politikada yürütmek istediği diplomasi çıtasını bir hayli yükseltmek istemesi, örnek olarak son aylarda Mısır, Suudi Arabistan, Gazze, Suriye diplomasi mekikleri, Bürüksel çıkışı ve en son Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki haklı ve bir o kadar da onurlu çıkışını bir araya getirdiğimizde, oluşan tablo, Türkiye açısından beklenenin çok üstünde artısı olan hamleler oluşturduğu da söylenebilir. Tabii bundan çok önce Ergenekon denilen ne idüğü belli olan örgütün tasfiye edilmesi için eğer büyük emir tarafından startı verilen operasyona Türkiye’yi Yeni Ortadoğu’ya götürmenin yol arayışı olarak değerlendirmezsek... Peres’in ataları, bin yıllardır kavuşmak arzusu ile yanıp tutuştuğu kutsal ülkenin hasretine, 25 yaşındaki bir delikanlının (Şimon Peres 1923 doğumlu ve İsrail 1948’de kuruldu) hayatında özlem duyduğu o kutsal ülkeye kavuşması, öz evladı gibi özenle bakıp büyüttüğü ancak sonrasında evladın tekrar gözleri önünde sıtmaya yakalanıp can veren bir babanın düştüğü çaresizlik iklimindeki çıkmazlık bu. Pekala, Erdoğan’ın çıkışlarına farklı başka yorumlarla yaklaşmak da mümkün; İsrail’in cinayet ve zulmüne maruz kalan Filistin Gazze’sindeki katliamdan sonra adeta Doğu’nun kendisine has platonik aşk hikayelerine ilham kaynağı olan yeni efsane kahramanlar üretmek ne kadar da kaçınılmaz olmuştu. Şimdi bu efsanenin kahramanı yaratılmalıydı... Erdoğan’ın Davos’taki tutumunu, Gazze Furkan savaşının başından itibaren sergilediği çıkışlar ve takındığı tavırların genişletilmiş haliydi demek yadırganmamalı. Ortadoğu'da, özellikle Hizbullah ve Hamas üzerinde etki yaratıp İsrail ve Batı’nın sık sık dile getirdiği İran’ın bölgedeki dik duruşunu ve nüfuzunu kırmak, değilse alternatif bir güç ile dengelenmesi. Uzlaşmacı pozisyondan uzak İran'ın yerine, Türkiye gibi Batı’ya dönük ve ılımlı İslam’ı bünyesinde barındıran bir ülkenin ağırlık kazanması, başta İsrail, ABD ve Batı’lı sisteme mensup ülkelerin istediğiydi. Böylece geçmişten gelen baskın politikalarını devam etme istekleri de elde ettiği zemini korumuş olacaktır. Erdoğanın Davos’taki çıkışı ve bunun sözkonusu ülkelerin amacına uygun olduğunu görememek, kısmi sertlik içeren çıkışa göz yumulduğunu görememek, Davos toplantısında bulunan ülke politikacılarını bilgisizlikle itham etmek olarak da değerlendirilebilir. İsrail ve ABD’nin tercihi olan ılımlı İslam’ın aktif öncü güç olarak, geçmişteki Osmanlı mirasına, varisi olan Türkiye’den daha ehil kim olabilir ki? Kaldı ki, tarihte kalmış bir efsaneyi yeniden canlandırmak sevdası, Türk’lerin genleşmiş beklentileri ve Arap dünyasının son yüzyılda kapıldığı aşağılık kompleksine merhem olacak türden değerlendirmek, ırklara olan önyargılı bakışın delili de değildir. Tayyip Erdoğan’ın Türk ve Arap dünyasına sunmak istediği vizyon, İsrail’in Gazze’de işlediği katlimlardan ötürü özellikle islam dünyasında biriken enerjinin dışa yansımasında üstlendiği rol mükemmel denilecek derecede çıkışları ve ancak bu kadar olur dedirtecek türdendir. Tayyip beyin kızgınlığının paneli yöneten moderatöre olduğunu belirten açıklamalırına rağmen, İstanbul, Gazze ve Arap dünyasındaki tezehüratlar Doğulu halkların duygusallığına iyi bir örnekti! Bununla birlikte, ülke içine dönük mesajlarından biride ’’DTP yi 29 mart seçimlerinde sandığa gömmek’’ olarak okumak yalnış olmaz sanırım. Nitekim Davos’taki mesajı alan Arap ve Türk dünyasının entelektüelleri, Türkiye’nin bölgedeki rolü ve etkisi hakkında çalışmalara balşamak için start düğmesine bastılar... Türkiye’nin, İsrail ve Batı’ya sunmak istediği mesaj: Erdoğan’ın çıkışını, Peres’in Davos’taki pervasız söz ve davranışlarına karşı normal karşılanması gereken bir çıkış olarak değerlendirmek en insaflı yaklaşımlar dahilinde değerlendirmekte gerekir. Ne var ki; Peres, Davos toplantısının ertesi günü yaptığı açıklamada, ’’Türkiye, İran’a bir cephe olmalı Ortadoğu’ya bir seçenek sunuyorlar. Umarım bunu yapmaya devam edecekler’’ şeklindeki meramı, Peres’in ne denli ileriye dönük hayallerinin olduğunu yansıtan ayna niteliğini taşıyordu. Erdoğan’ın çıkışı ile Ortadoğu’nun geride bıraktığı son 30 yıllık serüvenin asıl gayesi, İsrail’i bölgenin çıbanı olarak köklü ve kalıcı tedavi etmek isteyen düşünceye karşı, pansuman tedavisi ile ağrılarnı dindirmek ve çıbanın tekrar tekrar irin toplamasına zaman kazandırmak mı olacak? Değilse, Ortadoğu’nun kanser tümörü İsrail’e gem vurmanın yol haritasının açılıma sunulması gerektiğini gündeme getirir! Stephen Kinzer’in değindiği gibi ‘’Ortadoğu’nun anahtarı İran’da’’yani, yeni Ortadoğu inşa ediliyor. Ancak İsrail ve Batı’ya göre yeni inşaa’nın asıl sahibi yerli eller mi, yoksa yabancı eller mi, sorusuna cevap arama süreci hala geçerliliğini koruyor... Şu halde hangi mesaj kalıcı? Kritiğini yapmak ve çıkarılabilecek sonuca göre tavır belirlemek belkide çok erken. Chavez ve Tayyip Erdoğan arasındaki benzerliktense, farklılığı görmeye çalışmak daha tutarlı olur diyebiliriz. Erdoğan, ‘’Bakkal işletmiyoruz’’ sözünü bir nebze de olsa Davos’ta kanıtlamış oldu. Sözün eyleme dönüşü ise hala nasıllığını koruyor. Konya üssü, İsrail Konsoloslukları, ticari anlaşmalar ve dahası askeri anlaşmalarda değişimler yaşanacak mı? Davos’ta sarf ettiği sözler, buralarda olası değişimlerin fundament’i niteliğini taşımazsa sözler askıda kalabilir. Erdoğan, Reel politika terennümlerini bir kenara bırakıp, bütün bunlardan daha üstün olan iç dünyasında esen duygularını yansıttı ise. Şu halde bu coğrafyada binler milyonlar yaşadı, zamanı gelince göçtü, gitti. En yıkılmaz sanılan Büyük Roma İmparatorluğu’nun yüzyıllar boyunca süren zulüm ve hakimiyetine rağmen, bölgedeki Tevhidi kıyamlara karşı sonunda teslimiyet bayrağını kaldırışını anımsamıştır. Kadim medeniyetlerin kültürü ile yoğrulan kutsal dinlerin beşiği olduğunu hatırlamıstır. Evren’in mutlak yaratıcısının ilahi mesajlarını insanlık ailesine sunmak için gönderilen ilahi şahsiyetler alayhine oynanan senaryoları görmüştür. Rahman tarafından gönderilen her yeni bir din karşısında, üretilen dinlerle nasıl avutulmak istendiğini hatırlamıştır. Sonra yüzünü geleceğe dönerek, kıyamet sahnesinden geri kalmayacak, ne denli acımasız ve bir o kadar da gereksiz olmayan, ’’büyük savaş’’ sahnelerini görmüştür. Fırat’ın, Dicle’nin, Nil’in insanlığın hayat kaynağı olan berrak sular yerine, birkez daha mazlumların kanının taşındığı nehirlere dönüştüğünü görmüştür. Nice binyıllar boyunca yakamızı bırakmayan haksız ellerin, bizi zorlayarak haksızlığa, zulme karşı sessiz kalmamızı öğütlerle, ninnilerle, nutuklarla avutup durduğunu anlamıştır. Nitekim Sayın Erdoğan’da bizim gibi bir insan ve yaratana karşı sorulmuluğu var. Bu olasılıklara rağmen, Türkiye’nin 2009 Ortadoğu dış politikasında şu ana kadar en onurlu sözlü çıkış, İsrail’e ’’Siz insan öldürmeyi çok iyi bilirsiniz!" sözüdür. Vicdan sahibi her insanın canilere karşı rahatlıkla söylemesi gereken bir cümle değil mi? Son olarak Ziya Ülhak’ı, Turgut Özal’ı, Saddam’ı, Benazir Butto’nun sonunun nasıllığını hatırlamadan da edemedim. Tarih, iki sayfadan müteşekkül ince bir kitapcık mı ne? Her halükarda kim, hangi sayfayı temsil ediyor? Bunun en adil yargıcı zaman olsa gerek.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |