..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Fantastik > Hulki Can




1 Eylül 2009
Balkondaki Adam  
Hulki Can
Sanki kuzey demirçeken iğinden güney demiritene, devingen doğudan durağan batıya, uçlarından tüm ışınımların, dönence, enlem ve boylamların, yerküre ve suküre üzerine durmadan ateş saçan büyük bir bulut geliyordu.


:BHAC:
Balkonda, çamaşırların arasında mavi çocuk duruyor, elleri cebinde. Bir uçak geçiyor. Balkon karanlığa koşuyor. Bütün evlerin perdeleri oynuyor. Mavi çocuklar camlardan bakıyorlar. Bezirganbaşı bütün kapıları kapatmış. Pencerede gazete haberleri. Kedi sessizce havayı kokluyor. Balkondaki adam aşağı bakıp elindeki kağıdı okuyor ve tekrar aşağı bakıyor. Kedi köşeleri eşeliyor ha bire. Radyo dalgaları haber getiriyor kuzey doğudan. Camda bir ıslık, bir arı. Bir öksürük. Çamaşırların arasında mavi çocuk yok artık...

Bir iç çekişle kağıdı mıncıklayıp atıyor adam. Balkon parmaklığına yuvarlanıyor kağıt şen bir zıplayışla. Son bir gayretle topu yakalıyor düşmeden... Sendeliyor. Elinde tuttuğu kağıt topa baka kalıyor bir süre, yeniden çocuk olmak istercesine... Evet. Son bir kez daha çocuk olmak istiyor adam, mavi mavi...

Oysa.. ağlar çoktan salınmış, kıyı duvarla örülmüş, oyun kurgulanmış, satranç tahtasındaki taşlar konuşlanmıştı. Geriye dönüş, geri sarım yoktu ve artık bilmem hangi eski evin tavan arasındaki, tozlar içinde, unutulmuş siyah beyaz resimler gibi bir gün bakılmayı da beklemeyecekti. Her şey ağulanmış, kilitlenmiş, gizlenmiş, mühürlenmişti. Balkondaki adam bunları biliyordu...

Resimlerde zaman yoktu. Biliyordu. Zamanın ötesindedir resimler. Resimler sevimlidir. Resimler yaşlanmaz. Ve yine biliyordu ki bir gün onu koparıp alacaklar ve beyaz bir odaya koyacaklardı. O zaman, o çok hasta olacak ve şöyle diyecekti: “hissediyorum akşamın gelişi gibi...”

Bir akşam ıssız bir sokakta adımlarının yankısı kambur gölgesini çiğneyerek yürüyecek, odasında tek başına kaldığında usun görünmeyen yüzüne eskiz çizip kaçamayacaktı uzaklara.

Evet. Akşam geliyordu. Yağmurlu akşam geliyordu... birden onu hissetti... Gökkürenin çok uzak bir noktasından, taşan çavlan gibi yıldızlardan, düşen ılgımın sessizce gelişi gibi, iniyordu yağmur büyük hızla! Bir çocuk “yağmur geliyor” dedi. Kalabalık bir an kaynaştı. Neşeli bir koşturmaca, itişme, kakışma...Vapur kalkmak üzereydi. Saatler altı onu gösteriyordu. Yağmur çok uzaklardan sessizce ve büyük hızla geliyordu. Yağmur geliyordu!
Yaklaştı
Yaklaştı
Yaklaştı
...............
...............
yağmurun sesi
sevgili yalnızlık

ortalık birden ıssızlaştı...
...
Hüznün, sevincin ve sevginin, uzakların, denizlerin ve buzulların, karların ve ışıkların, süre duran sonsuzal akşamın, gizlerin ve şafağın, yalnızlığın ötesinde, yeryüzü uçlarına doğru , iğlerin, çıkrıkların sarmaladığı sonrasız bir andı o. Gümüş iğleriyle dokurdu Lakhesis, gözleri parlak karanlıktan, elleri beyaz alevden...

Geçmiş zaman eğriminde patladı bir kuşun kanat sesleri! Aşağılarda, ateşin boz dumanları sabahın karlı kokusuna karışıyordu. Ejder tuğlu savaşçılar, çelik tenli erler, etekleri hışırtılı kurt başlı ordular, bayraklarda utkunun kıpırtısı, soluğunu tutmuş bekliyordu rüzgar... O an bir esinti oldu bir tül perde gibi... Sanki biri seslenmişti. Ozanlar dönüp baktılar. Kopuz, çenk ve santurlar susmuştu...

Törenin son bölümü başlayacak iken durakladı birden baş oğan. Ve ben baktım, ve işte: Gökte derin bir iz vardı. Sanki kuzey demirçeken iğinden güney demiritene, devingen doğudan durağan batıya, uçlarından tüm ışınımların, dönence, enlem ve boylamların, yerküre ve suküre üzerine durmadan ateş saçan büyük bir bulut geliyordu. Ve baktım, ve işte: Birden büyük güneş putu devrildi. Doruklardan uçtu şeytanın külahı. Boşaldı zamanların zembereği kurgusu biten bir oyuncak gibi. Yıldızların sonsuz dönüşü bozuk bir saatin kollarına takıldı. Kurganlarda yatanlar uyanır gibi olup yeniden daldılar hayatın rüyasına!

Artık davullar ve borular susmuş ve soğuyup sönmüştü tılsımlar kuru bir çıtırdı ile. Trapezci bir an boşluğu kucakladı. Bu ölümün başlangıcıydı. Tam o an vurdu çanlar bilinmeyeni! Ve tam o an bir senfoni bitişine hızla kayarken zamanların akışı, işte biz yalnızlaşıyoruz her şeye rağmen ve içimizdeki örümcek yavaşça ve kendinden emin düğümlüyor ölümün dev rengini yaşantının rüzgarına!

Karanlığın ucundan kıvılcımı son aşkın kireç rengi şafağa sesleniyor... Çocukların oyunu dönüp yineliyor yankıları göklerin tığlarına, ışıklara, karanlıktaki evlere, anların ve anıların eklem yerlerine... Ses dalgaları perde perde yükseliyor... yükseliyor... yıldızlara, gökadalara, ta kara deliklerine kadar uzayın. Ve yıldızlar da ses vermiyor uzayın ucundan...

Göğün yıldızlı kubbesi birden kaydı. Işıklar giden zamanı geri getirmeye hızla ileri atıldılar. Oysa zaman, harmaniyesinin eteklerini çalımla savuran yüce bir keşiş gibi çekip gitmişti bile...

Yağmur azaldı. Akşam. Turuncu gökküre surengi menekşelerle doldu. Balkondaki adam uzaklardaki denize baktı. Gün batımı... Meltem parmak uçlarıyla dokunuyor denizin sırtına. Deniz karanlık ellerini uzatıyor adama. Ürperdi güvez deniz tül tül. “Yel ben, engin sen” diyor adam. Evrik anların tınıları göz kırpıyor sanki o an. Kentin taş yapılarından uzakta, yeşillikler içinde, gönlünde bir kız yürüyor pembe danteller içinde.

Ahşap evlerin kıvrımlarından suların parıltısı damlıyor. Yollarda bisikletler, faytonlar. Zaman siyah bir piyano gibi yaklaşıyor. Gökyüzünde Büyük Ayı yıldız takımı, Vega, Kanopus, Andromeda, dev bir sarmal yapı eşleği, evrenin saydam kızgın gözü...

Deniz suyu durgun. Karanlık. Gece. Yıldızlardan gözleri bakıyor mavi çocukların! Yıldızlar ve yağmur! İşte o ve sevdiği kız yan yana yıldızları sayıyorlar balkonda. Bir, iki, üç, dört, beş... yıldızlara bakıyorlar da, yıldızlar da onlara... çubuklu, eğrisel, düzensiz... Sekendiz, Çulpan, Erendiz.. yedi, sekiz, dokuz, on... çık- şu- da-ma- kon! Ve onlar hala oradalar, rüzgarlı balkonda yıldızları seyretmekte, bir gece vakti, sokağın yaprakları, yandaki kilisenin çam ağaçları, bekliyorlar durup çan kulesinin vurmasını, yıllar önce, yıllar sonra bir gece...

Birden binlerce ışık düşüyor gökten! Milyonlarca yıl uzaktan gelen, adını bilmediğimiz gökyolların, gökadaların, kaybolmuş gezegenlerin! Sapsarı bir ay doğuyor geceye. Balkondaki adam yalnızlaşıyor gitgide uzaklaşan bir tren gibi, meçhul, bilinmez köprülerden geçerek. Bir yıldız koparıyor geceden: “er-er” diyor bu altın başlı toplu iğne “er-er” diyor yeniden “ne yaptın?”...

O an, elinden kayan ince parmaklarını hissediyor yanında duran kızın akan bir su gibi. Kırmızı kurdelesi, uzun atkuyruğu, öfkeli uğultusuyla savruluyor rüzgarın. Ürperten, yakan, acıtan dikenli soluklar tüm ruhunu dolduruyor... Ve birden her şey, kristal bir kürenin toz halinde dağılıp patlaması gibi darmadağın oluyor! Ses, ışık ve su, ve tüm doğa, ayna kırıkları gibi saçılıyor ortalığa! Hemen kağıttan bir kayık yapıp kaçıyor uzaklara. Hala duyuluyor sesi yıldız iğnenin.

Yalnızlığını avuçluyor adam. Şakır şakır yağmur yağıyor. Yağmur yağıyor sivri uçlu gotik damlara. Ve evlerin oymalarından, ahşap kabartmalardan, çatılardan, baklava biçimi renkli camlardan, vitraylardan ve kiremitlerin oluklarından süzülüyor yağmur genç bir tay gibi...

Bir mandolin çalıyor sokaklarda. Kaybettiği zaman aralığını buluyor sanki o an... Gece yumağını çözüyor pul pul. Her şey, her töz, her parçacık birbirine karışmış, iç içe geçmiş, üst üste çekilmiş fotoğraflar gibi. Elini bırakıp birden kaybolduğunda, aşk denen tılsımın ışıltılarını buluyor geride kalan izlerde. Bu, avucunuzu açınca kaçan ipeksi bir kelebeğin elde bıraktığı çiçek tozuna benzer çok hafif bir şey.

Gece. Yukarıda yeni ay. Uzaklarda dalga sesleri. Bir araç geçiyor. Sonra yine bir uçak. Adam kalkıp dışarı bakıyor: Hava serin. Kent pırıl pırıl. Sanki yağmur yağacak. Oysa hava yıldızlı. Akasyalar üzerinde rüzgar hışırdıyor. “Keşke yağmur yağsa” diyor “yağmur yağsa hayatımıza pırıl pırıl başlayan bir senfoni gibi”. Oysa geçmişte bir andı o...

Balkonda, çamaşırların arasında küçük bir kız uyuyor, elleri pırıltılı. Bırakıp yalnızlığı çekip gidiyor adam.


.Eleştiriler & Yorumlar

:: ...........
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
14 Aralık 2010
Haddim olmayarak, öykü dilinizi çok beğendiğimi söylemeliyim Sayın Hulki Can. Ne eksik sözcük, ne gereksiz ayrıntı; her şey öylesine yerli yerinde ki. Ayrıca; uzun uzun cümlelerle okuyucuyu bunaltan bir söylemden uzak olan tarzınız, çiçek kadar renkli ama su gibi duru geldi.Sevgiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın fantastik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sürüngenlerin Şöleni

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kağıttan Kaplan ile Sivrisinek
Filizkıran
Türk Savaş Uçakları Diyarbakır'ı Bombalıyor!
Soytarı Zaman
Patigül
İki Eski Kayakçının Son Mektupları
Dağları Delen Budala İhtiyar
Ampulistanya Gözlemleri (Bir Uzaylının Gözüyle)
Dragos Hülyaları

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Elsa'nın Gözleri [Şiir]
Kraliçe ve Bahçıvan - II [Şiir]
Albatros [Şiir]
Yeryüzü Rüzgarları [Şiir]
Kraliçe ve Bahçıvan [Şiir]
Op. 11 Piyano Ezgileri, Arnold Schönberg [Şiir]
Malta Şahinlerine [Şiir]
Uçan Ayakkabı [Şiir]
Havanın Ölümü [Şiir]
Her Ocak Hiddetle Tütüyor… [Şiir]


Hulki Can kimdir?

Başlıca yapıtları: Eski Kule Müziği (şiir) Geometrik Aydınlık (şiir) Havanın Fen Noktası (şiir) Tartaros Paradigması (eleştiri) Teslis Sendromu (eleştiri) Nano Kutsallık (eleştiri) Sevgili Kutlu Yaşam (öykü) Kuşku Bilinci ve Eleştiri (eleştiri)

Etkilendiği Yazarlar:
Montaigne, Descartes, Russell, Tolstoy, N. Hikmet, Dostoyevski, Nietzsche, Freud, Darwin, Marx, Engels, Lenin, Bakunin, Kropotkin, Voltaire, Diderot


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hulki Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.