Þiir, seçmek ve gizlemek sanatýdýr. -Chateaubriand |
|
||||||||||
|
Minik fare kükredi Fareden korktu kedi Kedi pýr uçuverdi" Birden yerimden kalkýp yaðan karý seyretmek üzere cama doðru yürüdüm. Karlar Kraliçesi'nin ordularý, büyük beyaz arýlar ýþýklý tüller görümünde titreþiyor, pencerede výzýldýyordu. Karþýmda çok karmaþýk, rengin bir uzam vardý. Buzdan yapýrganlarýn birbirine benzemeyen bakýþýmlý þekilleri beni deli ediyordu. Çok gereksiz ayrýntý vardý ve çocuk kafamla Keþifler ve Ýcatlar Ansiklopedisi'ni okuyup düþünmek beni yoruyordu. Ýþte böyle estek köstek düþünceden düþünceye gidip gelirken yaðan karýn altýnda onu gördüm. Dýmdýzlak, aylak soðuða hiç aldýrmadan dikiliyor, hatta kendince bir ezgi mýrýldanýr gibi de bir hali vardý. Bir giyim balosu ya da maskeli balodan kaçmýþcasýna baþýnda püsküllü kýrmýzý bir ýþkýrlak, üzerinde yanar döner morlu yeþilli bir soytarý elbisesi, elinde düdüðe benzer delikli bir boru vardý: "Deminden beri kapýyý çalýyordum, neden açmadýn?" Pencereyi açýp aþaðý sarktým. "Kim o? Bizim kapýyý mý çalýyordunuz? Hiç ses duymadým." "Kapýyý açmak için ses gerekmez. Zaten bir yerde bir kapý varsa ardýnda mutlaka burnu havada biri vardýr." Elimle gir diye iþaret ettim. O ise bileziklerini ve eteðindeki pullarý çýngýldatarak çýk diye iþaret etti. Ben "gir" diyordum, o "çýk" diyordu inatla. "Hey" desem herhalde "yeh" derdi. Ne yapsam tam tersini yapacaðýndan emindim. Yoksa bir düþ mü görüyordum? Böyle saçmalýklar ancak düþlerde olur da. Aþaðý indim, bahçe kapýsýný açtým. Yer cücesi gibi bir þeydi. "Adým Zinnur, ama sen bana Zi de zürafa" dedi, zýpladý içeri girdi. Bana zürafa demesine içerlemiþtim, ama belli etmedim. Soytarý bir sýçrayýþta Tolstoy, Dostoyevski, Cronin, Balzac, Hugo romanlarý ve çeþitli yerli yabancý ansiklopedilerle dolu kitaplýðý geçip mutfaðýn yanýndaki sandýk odasýna yerleþti. Sonra kalkýp lambalý radyonun karþýsýna kuruldu. Oynak bir hava buldu... Bu görkemli radyonun düðmesi çevrildiðinde tüm yeryüzü kentleri ýþýl ýþýl yanar, bir iki dakika ýsýnmasý beklenir, ses ondan sonra iþitilirdi. Kimse farkýna varmazdý ama soytarý parazite benzer cýrt pýrt sesler çýkartýr, babam da yerinden kalkýp radyoya bir iki þaplak atardý. Evlerde televizyon söyle dursun, ne çamaþýr, ne bulaþýk makinesi, ne de buzdolabýnýn olmadýðý yýllardý. Buzdolabý yerine tel dolap vardý. Ýçme suyu küpte soðutulurdu. Havagazý ocaðýnda su kaynar, bulaþýk arap sabunuyla elde yýkanýrdý. Çamaþýr leðende. Isýtmaç yoktu. Kömür ve gaz sobasý vardý. Elektrikli battaniyeler, çýtkýrýldým telli sobalar hiç ýsýtmazdý. Herkesin bir de ayak ucuna koyduðu plastik sýcak su yastýðý vardý. Yataklar kýþýn çivi gibi olurdu. Banyodaki bakýr termosifon odunla ýsýtýlýrdý. Küvet diye bir þey yoktu. Kurna ve hamam tasý vardý. Sabahlarý uyandýðýmýzda "Günaydýn Zi, nasýlsýn bakalým?" derdik. O aðzý kulaklarýnda: "Daha belli deðil çocunlar, daha belli deðil" diye yanýtlardý. Çok bilmiþ ablam "Çocun deðil çocuk" diye hep düzeltirdi, ama o inadýna "çocun" demeyi sürdürürdü. Soytarý dul, týknaz bir pomak güzeliydi, yanak ve çenesinde sakalý çýktýðýndan iki günde bir traþ olurdu. Ne bizim, ne soytarýnýn, eni konu kimsenin, ne ulusal gelir, ne döviz kurlarý, ne derin devlet, ne Hristiyan Gagavuz Türkleri, ne Musevi Karay Türkleri, ne Dönmeler, ne de lobi derneklerinden haberi yoktu. En büyük eðlencemiz bu soytarý ve doðum günlerimizde alýnan "Nekur-Nekýr" oyuncaklarýydý. "Bakýn", derdi kalýn siyah kaþlarýný kaldýrýp, iri gözlerini devirerek, "Ne kuracaksýnýz, ne kýracaksýnýz, ona göre." Ama oyuncaklar kurulur ve kýrýlýrdý. Zi de küplere binerdi. Cilalanmýþ parkelerin üzerinde hýrkayla kaydýrak yaptýðýmdan evdeki vazo, biblo gibi cam eþyalarý da nedense hep ben kýrardým. Annem bu kýrýklarý ojeyle yapýþtýrýrdý. Ama Zi sonunda dayanamadý: "Ya Zürafa sen ne sakar bir çocunsun! Sana tekerli patin takayým da saða sola çarpýp durma. Olur mu?" dedi. Bu düþünce çok hoþuma gitmiþti. "Olur. Ama nasýl yapacaksýn?" Zi eliyle dudaklarýný oynatýp "ooo" diyerek oda boþluðuna iki çember çizer gibi yaptý, sonra sedirin yastýklarý altýna gizlediði torbadan bir çift pýrýl pýrýl paten çýkardý. "Aaa nerden buldun bunlarý?" "Mister Borolar vermiþti". Soytarý patenleri ayaðýma göre dikkatle ayarladý, çýt diye taktý. "Ama bunlar teker deðil ki, paten !" ablam baðýrýyordu. "Ýþte, artýk sen Tekerlekli Zürafasýn" dedi Zi ona alýrmadan. Sevinçten uçuyordum. Hemen balkona çýkýp patenleri denemeye baþlamýþtým bile. Tüm bu olan biteni faltaþý gözlerle izleyen ablam "Peki bana yok mu?" diye soytarýnýn koluna asýlmýþ heyecanla tepiþiyordu. Soytarý, onun masmavi gözlerine, altýn sarýsý ýtýrnak saçlarýna, pürçeklerine, mini eteðine baktý, sonra yine yastýklarýn arasýndan bir çift daha paten çýkarýp çok yavaþ bir sesle: "Bunlar da senin. Sen de Tekerlekli Sýçan olacaksýn" dedi. Üçümüz öyle bir kahkaha attýk ki kulaklarý aðýr iþiten nenem bile odasýndan kafasýný uzatýp alýk alýk bakýndý... Yýlbaþlarýnda mutlaka çam aðacý süslenir, Noel Baba'nýn gelmesi coþkuyla beklenirdi. Masal ve öykü kitaplarýmýzý toplamak, sarkaçlý duvar saatini kurmak, müzik dolabý ve plaklarýn tozunu almak, yemek malzemelerini saðlamak, doðum günlerinde evi süsleme iþi soytarýnýndý. 1955 sonbaharýna doðru 6-7 Eylül olaylarý oldu. Beyoðlu, Niþantaþ ve Osmanbey’deki Rum, Musevi ve Ermenilere ait maðazalar yaðmalandý. Hiç kimse bu geliþmelerden hoþnut kalmadý. Soytarýnýn da güleç yüzü asýlýyor "Daha belli deðil, bu gidiþle de hiç bir zaman belli olmayacak" diye kendi kendine söyleniyordu. Soytarý ne bana, ne ablama bir gün bile çýkýþmamýþ, bizi azarlamamýþtý. Yalnýz bir gün elinde babamýn fötr þapkasý olduðu halde, "Zürafa, babacýðýn nerede?" demiþti; ben de yýlýþarak "Kahveye gitti" diye yanýt vermiþtim. Oysa arka bahçede arabayla uðraþýyordu. Soytarýnýn kaþlarý çatýldý: "Aaa olur mu? Hiç duymayayým. Senin baban kahveye hiç gitmez." Hala sýrýttýðýmý görünce bir an durakladý: "Çok ayýp bir daha sakýn söyleme". "Ama dayým gidiyor". "O gider, o kominis". "Kominis ne?". "Moskof !"... Bizim Tonuz isiminde alacalý bir kedimiz ve iki yavrusu vardý. Bunlara kurþuni, kötü bakýþlý, býçkýn bir kedi musallat olmuþtu. Bahçeye girip yavrularý korkutuyor, yemek kaplarýný deviriyor, köpek gibi hýrlýyor, ne yapsak kaçmýyordu. Soytarý onu görünce "Ooo bu azmýþ, bu kotak" dedi. "Kotak ne demek?" diyecektim ama o bize eliyle sus iþareti yaparak saplý süpürgeyi týkýnmakla meþgul kotaðýn kýçýna doðru hizaladý. Bütün gücüyle sopayý salladý. Fakat o sýrada kotak beklenmedik bir þekilde geri dönmesin mi? Soytarýnýn savurduðu sopa tam ense köküne rasgelmesin mi? Kotak küt hemen oracýða yýðýldý, can çekiþir gibi debelendi, yerden kalkamadan yan yan kayarak þimþirlerin arasýna girdi. Herhalde boynu kýrýlmýþ ölüyordu. Hepimizin içi cýz etmiþ, donmuþ kalmýþtýk. Soytarý dudaðý, eli, ayaðý zangýr zangýr titreyerek "Ben sadece potosuna vurmak istemiþtim" diyerek dolu dolu gözlerle bize bakýndý. Ablam yine "Poto deðil popo" diye söze baþlayacaktý ama bu kez sustu. Yüzü bembeyazdý. Derken þimþirlerin içinden tüylerimizi diken diken eden, ulumayý andýran, acý ve þikayet dolu, uzun, boðuk bir miyavlama yükseldi. Hepimiz "acaba ölüyor mu?" diye o tarafa doðru koþturduk. Fakat kotak, hýzlý patilerle saklandýðý yerden çýktý. Bize hiç bakmadan bahçe duvarýndan atladý. Kaybolup gitmiþti bile. "Kediler dokuz canlý olur, birþey olmamýþtýr ona" diyerekten bütün gün soytarýyý teselli etmeye çalýþtýk. Ama o "Ah mavilik, ah mavilik bunu nasýl yaptým ben?" diye aðlamaklý bir yüzle hep dövünüp durdu. Akþama doðru kendini toparladý, eski neþesine kavuþmuþtu. Anlattýðý eksensiz, uçuk kaçýk, masallar hep "Evler zaman içinde, kambur saman içinde" sözleriyle baþlar, ablam da her seferinde düzeltirdi: "Hayýr Zi, hayýr! Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde". Ama o bildiðini okurdu tabi ki. Bir gün bize Taksim-Beþiktaþ arasý dolmuþçuluk yapan Gülcemal Dudu'nun öyküsünü anlattý. Gülcemal öyle usta, ama öyle usta bir þöförmüþ gibi o yolu ezbere bilirmiþ. Köpek öldüreni çektikten sonra gözleri kalýn bir kaþkolla baðlanmýþ halde pýrýl pýrýl Desoto'suna kurulur, týngýr mýngýr kullanýrmýþ. Öyle ki aracýn girip çýkacaðý çukur, oyuk, çýkýntý, tümsekleri, önünden geçeceði apartmanlarýn adlarýný, kapý numaralarýný bile söylermiþ. Bir keresinde yolun ortasýnda bir yerden baþlatmýþlar, ama o yine dolmuþu hiçbir yere çarpmadan sürmüþ, "solda çukur var, þimdi kasis var" diye varýþ noktasýna ulaþmýþ. Sonunda olay basýna yansýmýþ, bu adamý incelemek üzere Þan Sinemasýnda bir kurul toplanmýþ. Gülcemal kamuyouna "yoldaþ" adýyla tanýtýlmýþ. Herkes adama hayran kalmýþ. Sadece gýcýk, kýl biri kalkýp "Bunun kime ne yararý var? Ya sana ne yararý var yoldaþ Dudu?" deyince kýrmýzý bayraklarla süslü salon kahkahadan kýrýlmýþ. Gülcemal ve yoldaþlarý madara olmuþ... Masalýn sonunda gülmediðimizi görünce soytarý öyle cýrtlak bir kahkaha atmýþtý ki biz onun bu haline gülmekten ölmüþ, gözlerimizden yaþ gelinceye kadar yerlerde tepiþmiþtik. Bu masalý komþu kýzlarý Burcu ile Yeþim'e de anlatmasýn mý? Burcu daha "Dudu" ismini duyar duymaz kýkýrdamaya baþlamýþtý. Sonunda öyle bir yaygara koptu, öyle deliþmen çýðlýklar atýldý ki Yeþim donuna kaçýrdý. Yerler sýrýlsýklam oldu. Aðlaya aðlaya evine gitti. Yeni don ve pabuçlar giyip geldi. Soytarý bu arada parkeleri silip cilamýþtý bile. O 23 Nisan günü öyle bir azmýþtýk ki tüm çocuklar evden bahçeye, oradan da Hacerlerin arsaya kovalandýk. 1957 yýlýnda ýsýtmaçlý modern bir apartmana taþýndýk. Bu büyük bir konfordu. “Konfor” o devrin en gözde sözcüðü idi. Evde ayaklý bir de banyo küveti vardý. Cumartesi akþamlarý aile için önemli bir gündü. O gün sinema makinesi ve ayaklý perde büyük bir törenle kurulur, aygýt özenle yaðlanýr, çaylar, kakaolar, elmalý pastalar, pandispanyalar hazýrlanýr, bebekliðimizle ilgili veya gezilerde çekilmiþ siyah beyaz filmler ve çizgi filmler seyrederdik. Tabi hepsi sessizdi. Pazar günleri nenem evde bulmaca bilmece çözerken biz Yýldýz parký, Belgrad ormaný, Serviburnu, ya da Beyoðlu’na giderdik . Arabasý olan parmakla gösterilirdi. Bizim 1952 model çivit mavisi Fiat arabamýzýn sýk sýk lastiði patlar, babam kan ter içinde lastik yamardý. Çünkü daha lastik fabrikalarý yoktu ve ithal lastik pahalýydý. Babamýn makam arabasýysa siyah renkli, otomatik vites, 1956 Chevrolet Belair idi. Benzin oktaný düþük olduðundan depoya uçak benzini de eklenirdi. Cumartesi akþamýndan pazartesi sabahýna kadar araç þöför denetiminde kalýr, göstergedeki kilometre ajandaya not edilirdi. O deri koltuklarý mis gibi kokan güzelim arabayla bir kerecik bile olsun bir yere gezmeye gittiðimizi anýmsamam. Sadece bir kere kulaðýmdan ameliyat olacaðým gün babam arabayý yollamýþ, þöför bizi hastaneye götürmüþ, sonra hep birlikte eve dönmüþtük. O gün annem ehliyet almak için kursa yazýlmaya karar verdi... Bap Kafeterya, Çýnaraltý, Kalender, Ömür, Vefa Bozacýsý, Çamlýca, Kilyos, Kumburgaz, Bentler gözde yerlerimizdi. Uzun yaz akþamlarý Sarýyer’e doðru arabayla boðaz turu yapýlýrdý. Bayramlarýn o bitmek tükenmeyen sýkýcý akraba ziyaretleri, bol bol el ve yanak öpmelerinden sonra Bursa kaplýcalar veya Uludað’a gidilir kalýnýrdý. Yollar bomboþtu. Köprüler yoktu. Karþýya arabalý vapurla geçilirdi. Annemin en çok yaptýðý yemekler kabak dolmasý, müjver, yaprak dolmasý, biber dolmasý, semizotu, ýspanak, makarna, pirzolaydý. Babam da kabak tatlýsý, viþneli ekmek tatlýsý, güllaç ve aþureyi çok güzel yapardý. On yaþýna girdiðimden tam bir ay sonra 27 Mayýs ihtilali oldu. Hiç unutmam tam kapýdan çýkmýþ okula gidiyordum, komþu kadýn balkona fýrlayýp "Çocuðum nereye gidiyorsun? Ýhtilal oldu, sokaða çýkma yasaðý var." demiþti. Tabi okul yok diye sevinçle geri dönmüþtüm. Gerçekten de ortalýkta kimse yoktu ve her zaman výzýr výzýr iþleyen caddeden hiç araba geçmiyordu. Annem heyecanla bir koþu radyoyu açmýþtý. Kaba bir ses von von konuþuyor, arada marþlar çalýnýyordu. O tarihte babam yurt dýþýndaydý. Geldikten sonra ilk iþimiz arabanýn ön kaputuna kocaman bir Türk bayraðý baðlayýp, adý "Hürriyet Meydaný" olarak deðiþtirilmiþ Beyazýt'a gitmek, kutlamalara katýlmak oldu. Millet sevinç içindeydi. Bu ulusal sevincin daha büyüðünü 1974te Kýbrýs çýkartmasý yapýldýðýnda yaþayacaktýk. Babam bana deri kaplý bir cep radyosu getirmiþti. Kulaklýðý da vardý. Ama en büyük sürpriz kocaman makaralý bir teyp oldu. O akþam ilk kez þaþkýn bir halde ses alma aygýtýnda önce babamýn kendi sesiyle yapmýþ olduðu kaydý, daha sonra kendi seslerimizi dinledik. Ve nihayet ergenliðe doðru ablamla odamýzýn duvarlarýný "Salut Les Copains, Bravo, Melody Maker" gibi dergilerden kesilen resimlerle tavana kadar doldurduk. Ama bu arada odalar ayrýldý. Çepeçevre lambrili kitap ve ahþap kokan minik bir odam oldu. "Avrupa gezisi mi, yoksa daktilo mu istersin ?" "Daktilo!". O tarihte bilgisayar yoktu ki... Derken 1970lerde ilk siyah beyaz televizyon alýndý. Regülatör baðlandý. Günde bir kaç saat yayýn ve tek bir kanal vardý. Karþýsýna ailece geçilir, konu komþu da eve doluþur, gece yarýsý "cihazýnýzý kapatmayý lütfen unutmayýnýz" yazýsý çýkana kadar ekran önünden kalkmazdýk... Zaman ýþýk hýzýyla akýp geçmiþ, biz büyümüþ, deðiþmiþ, ablam evlenmiþ, kimimiz marksist, kimimiz leninist, hatta maoist olmuþtuk. Kýbrýs savaþýndan sonra para pul oldu. 1979 da tam otomatik çamaþýr makinesi geldi. Renkli televizyonun geliþi 1980li yýllar olmalý... "Zi beni duyuyor musun?" Mutfaktan "Göle su gelene kadar, kurbaðanýn gözü patladý." gibi bir þeyler söylüyordu. "Ne kurbaðasý? Kurbaða prens mi?" "Hayýr!... Ben yarýn gidiyorum" "Nereye?" "Memleketime". "Yutmam ben bu numaralarý!" "Hakkat gidiyorum" "Ýyi beni de götür..." "Þu televizyonu kapasana" "Tamam. Tamam Zi. Sonra..." "Sen artýk zürafaya hiç benzemiyorsun. Üstelik tekerleklerin de yok." "Ne diyorsun duyamýyorum?" Hýzla yanýmdan geçip salkým saçak saçlarýný savurarak odasýna kapandý. Ertesi sabah öðlene doðru uyandýðýmda soytarý evde yoktu. Gitmiþti. Babam onu erkenden Bebek iskelesine býrakmýþtý. Beni uyandýrmak istememiþti. O kadar bozulmuþtum ki anlatamam, aðlayamadým bile. Kaskatý kala kaldým. Ona son bir kez sarýlmayý çok isterdim. Iþkýrlak ve düdüðü vestiyerde kalmýþtý. Dikkatle bakýnca ýþkýrlaðýn toz almaya yarayan ucu püsküllü bir el süpürgesi olduðunu farkettim. Boru þeklindeki düdük de bahçe hortumundan kesilmiþ eski püskü bir parçaydý. Geride ondan baþka bir þey kalmamýþtý. Tabi bir de kucak dolusu anýlar, pýrýltýlý kahkahalar, elmalý pasta ve pandispanya kokusu ve onun gizemli, güçlü, yaþam dolu sýcaklýðý... Evle öyle bir bütünleþmiþti ki her an bir köþeden fýrlayýp þen þakrak "Þaka yaptým" diye ortaya çýkacaðýný sanýyordum. Bileziklerinin çýngýltýsý ve mýrýltýlý sesi günlerce kulaðýmda yankýlandý durdu. Çok geceler "acaba gelmiþ midir?" diye kalkýp hep boþ odasýna baktým. Günlerce gelmesini bekledim, ama bir türlü gelmedi. Doðru söylemiþti: Tekerleklerim yoktu ve ben bir zürafa deðildim. Bu çýplak gerçek boyutsuz bir korkunun benliðime yerleþmesine yol açmýþtý. Peki kimdim ben? Neydim ben ? Kral çýplak deðildi ! Çýplak olan bendim. Ben hiçbir þey olmayan, olamayandým. "Yýlbaþý Aðacý" öyküsünde yaþamýyordum. Bu gerçek tinimi altüst etmiþti. Çünkü yaþam öykü deðildi, zamana direnmek olanaksýzdý. Çünkü "Tüm öyküler zaman zaman içinde açar, solar ve sonunda çýplak gerçekle mutlaka karþýlaþtýrýr insaný... Bu nedenle zaman soytarýdýr, zamanlý zamansýz, ezim büzüm, evreþe devreþe geçer... Zaman bizi evirir, çevirir, aldatýr." Atlamalý, sýçramalý dizgesi olmayan süresizliktir. Katmanlarý tutarsýzdýr. Güle güle Zi. Bak, sonunda bir gün biz de senin gibi bir dönenceden yükselip bir baþka dönenceye göçeceðiz nasýlsa. Pýr diye uçuverdi. Gökten hiç elma düþmedi...
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Hulki Can, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |