Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Romantizmin fotoğrafında bir erkeğin tek başına güneşin doğuşunu izlediğini göremezsiniz. Mutlaka bir de kadın olmalı. Hatta azıcık birbirine sokulmalılar. Ayaktaysanız illa kadının eteklerinde, erkeğin paltosunun kenarlarında oynaşan hafif bir rüzgâr da olmalı. Oysa ben bir başımayım ve ayağımda şort var. Mevsim yaz, başka ne giyilebilir ki zaten? Romantizmden kurtulup kendi başına buyruk bir gün doğumu da inanın çok şey anlatıyor. Tan yeri ağamaya başlarken deniz üzerindeki cilalı kapkara kıpırtılar hızla renk değiştirmeye başladılar. Önce gri oldular sonra birkaç dakika içinde laciverde dönüşüverdiler. Güneşin doğacağı yer kendini göstermeye başladı. Denizin üzerinde bir bölge usul usul pembeleşmeye başladı. Deniz sanki kocaman bir günü doğuracaktı. Ben geldiğimde çalıların tepe yapraklarında oynaşan hafif bir rüzgâr vardı. Ansızın bıçak gibi kesildi. Her yer, her şey sus pus oldu. Sadece kayalığın aşağısındaki sık çalılıklarda bir bülbül ötüyordu. Denizin yüzü renkten renge koşarken bir süre pembede takılıp kaldı. Bülbülün sesi, denizin pembesi buluşup bir mucizeye can verdiler. Güneş küçük bir aralıktan denizin üzerine sızmaya başladı. Bunu daha önce de görmüştüm. Karanlık bir odaya tahta kapının aralıklarından sızar gibiydi. Güneşin denizin üzerine dökülen ilk huzmeleri denizin üzerindeki pembeliği önce turuncuya daha sonra kırmızıya çevirmeye başladı. Bu güneşin doğuşunun resmi değildi. Sanki denizin karnı kanıyordu. Önce deniz kızardı, sonra sahildeki kayalar, çalılar ve otlar, ardından deniz feneri… Benim yüzüm, ellerim, ayaklarım hatta saçlarım bile kızardı. Ben, deniz, ağaçlar, martılar, açıktan geçen gemi ve fener bir bütün olduk. Güneşin doğuşuna, kırmızıdan bir çağlayana karışıp gittik. Güneş kırmızı havlusunda kurulana kurulana, santim santim çıktı denizin koyu maviliğinden. Can evini bırakıp yükselmeye başladı. Gökyüzünü grisini kırmızıdan sonra sarıya boyadı. Yıldızları kucakladı, toplayıp bohçasına attı. Sonra maviler saçtı bir de beyaz bulutlar sabahın üstüne. Bir ben gördüm, bir deniz feneri, bir de Gazi Kayası açıklarından geçen Rus bir gemici. Yarım saat içinde on binlerce sihir geçip gitti. Belleğimde binlerce resim, içimde çocuksu bir heyecan kaldı geriye. Bunu en kısa zamanda yeniden yapmalıyım dedim. En kısa zamanda, hatta yarın sabah yine bu saatlerde burada olmalıyım. “Sen sabahlara benzersin sevgilim,” diye bir cümle okumuştum zamanın birinde. Bu kesinlikle yalan ve çok abartılı. Hiçbir kadın küçücük zaman dilimlerinin denize, denizin buluta, bulutun martıya, ağaçlara, bülbülün sesine karıştığı bu büyülü ve kısa zaman dilimi kadar güzel olamaz. Bu cümle hemen düzeltilmeli. Sen güneşin ilk ışıklarında yıkanan Karantina Koyu’na benziyorsun, sevgilim denilebilir örneğin… Denizin üzerinden sabahın ilk ışıklarında geçen geminin çizdiği resimlere. Kıpır kıpır, değişken ve uçarı… Şunu söylemek istiyorum. Sabahın tek bir görüntüsüne benzesin sevgili, sözümüz yok. Ama sabahın bohçasındaki bütün tılsımlara, bütün güzelliklere benzetilmesin sakın. Sabaha ayıp, kadına yazık, güneşe haksızlık olmasın… Seyfullah Ağustos 2010 Gaziantep
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |