"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Bildiğiniz üzere, yakında bizleri doğrudan ilgilendiren ve değişime giden bir yolda, sisteme doğrudan dokunacak bir referandum sınavına hep birlikte katılacağız. 12 Eylül Faşizminden şu veya bu şekilde zarar gören herkese tarihi bir fırsat sunan bir süreçtir bu. 12 Eylül 2010’da, 12 Eylül 1980 faşizminin 30’ncu yıldönümünü, ölüm yıldönümüne çevirip, onun mezar taşını ellerimizle dikeceğiz inşallah. Halkımızın top yekün çektiği acıları dindirmek adına, onurumuzu koruyarak, sağdan, soldan gelen tüm saçmalıklar karşısında baskın duracak, darbelere ve darbecilere “Dur!” diyeceğiz. Kimse kendini kandırmasın, bizi de kandırmaya kalkmasın. İnternet çağında, tüm bilgiler avucumuzda; kim dost, kim düşman görebilecek durumdayız. Azıcık bir çaba ile sakin ve objektif olarak meseleye bakmamız yeterli olacaktır. Referandum ile çok basit ve net olarak, ak ile karanın kendini tartışma götürmez bir saflıkta önümüze getirdiği, tarihi ve vicdani bir karar vermeği dayattığı bir durağa gelmiş bulunuyoruz. Zor bir süreçten geçiyoruz; dost ve düşmanın birbirine karıştığı veya dost ve düşman bellediklerimizin aynı kulvarda nasıl birlikte at koşturmaya başladıklarına tanık olduğumuz bir süreci yaşıyoruz. Şaşkın olabiliriz; ancak kör değiliz, kör bakamayız ve hayallerimize zincir vuramayız, vurduramayız. Kürt olarak, demokrasi en çok bizim hakkımız; despotizmin acısını en çok biz çekmişiz. Olağanüstü Hal’lerde, halden hale sokulan biziz; Kürt halkı olarak, baskılar ve zorbalıklar gırdabında bir demokratik ortama susatılmışız; adeta demokrasinin Kerbelasındayız hâlâ… Onun için demokrasi en çok bize lazımdır. Vicdanların duyarlı; mantıkların oturaklı; beyinlerin öngörülü; kararların yeni bir başlangıç için istikrarlı olmak zorunda olduğu bir onurlu duruşu göstermemiz gerektiren yaşamsal bir sürecin başlangıcındayız. Duygusallığa asla yer yok; sorun gayet açık, konular çok derin olsa da bahanelerimiz çok çoktur. Sürece karşı duruşun bahanesi ise hiç yoktur. Böylesine tarihsel bir adımı atarken, partiler üstü düşünmek, sürece evrensel bir objektiften bakmak, özgür bir insan gibi davranmak zorundayız. Derin dehlizlerden soluyan insanlık düşmanı ejderhaların soluklarını hissetmek, onların, tüm bağlarını ve bağlaşıklarının karşı duruşunu görmek, oynanan çok ince, çetrefilli ve bir o kadar tehlikeli oyunların farkında olmak zorundayız. Söz konusu olan, geçmişe dair derin izler bırakmış acılarımız ve geleceğe yelken açmaya can atan yeniden bir doğuşu zaruret kılan doğum sancılarımızdır. Tarihi bir kararla yeniden doğabilir; askeri vesayet rejimini yıkmada ve özgür geleceğimizi kurmada demokratik bir süreci başlatabiliriz. Bu karar, bir sonuç değil; demokratik bir yeni süreç için bir başlangıç olmalıdır. Referandum, bir kurtuluş değil, yeni sürecin önünü açabilecek bir ilk adımdır sadece ve onu, hiçbir partiye endekslememek gerekir. Bu sorunu, partileri ve particiliği aşan, sistemdeki zorunlu hale gelmiş bir (Değişim)in işareti olarak görmeliyiz, öyle görülmelidir. Diyarbakır zindandaki vahşetin kıskacındaki insanlığın canhıraş çığlıklarını perdeleyen, barbar işkenceleri yok sayan her anlayış sakattır ve öncelikle Kürde, sonra insanlığa karşı bir saygısızlıktır. Diyarbakır Zindanı bir cehennemdi ve bu cehenneme “misafir” olup da, o cehennemi yaşatanların yargılanmasını veya en azından o zebbanileri, sistemleriyle birlikte mahkum edebilecek bir referandumda “Evet” fermanını veremeyecekler (çıkacaksa); öylelerine, celladına aşık olmuş, insanlığa karşı saygısını ya da kendi saygınlığını yitirmiş, demek gerekmez mi? Referandumda “Evet” demek, Ak Partiye evet demek değildir; bu “Evet”, onları da kat be kat aşan bir “Evet”tir. Ak Parti, “Tek millet” derken, Kürt milletini hâlâ yok sayıyor zaten; “Tek dil” derken, hâlâ Kürtçeyi yok sayıyor zaten… Bu “ak” Kürde bir ak olmadığının bilincinde olarak “Evet” diyeceğiz. Değişim projesi, onların veya dahilde tek başına başka birilerinin projesi değildir. Bu proje, uluslararası boyutu belirleyici olan iç ve dış dinamiklerinin değişime gitmeğe mahkum olduğu bir projedir. Bize düşen, değişim rüzgarına yelkenimizi açmak, değişimde onurlu yerimizi almak, değişime hız katmaktır. Yoksa, biliyoruz ki, Ak Partinin, tek başına kendilerine hayırları yoktur; hâlâ Başbakanları, hanımı (örtülü diye) yanında protokollere götüremiyorsa... Yani onları hedef alacağız diye, demokratik sürece takos koyamayız; değişimin önünü kesemeyiz. Onun için vereceğimiz “Evet” cevabı çok daha geniş çaplı ve vesayet rejimine yönelik bir “Evet”tir. Ak Parti de dahil, herkes için demokrasi getirebilecek bir süreci başlatmış olacağız çıkabilecek bir “Evet” kararıyla… Milyonlarca insanı fişleyenlere inat; on binleri işkenceden geçirenlere inat; idam etmek histerisini tatmin için gencecik çocukların yaşını büyütüp onları zevkle idam edenlere inat; Filistin askılarına, elektrik şoklarına dayanamayıp kusan insanlığa, kusmuklarını yalatan tiksinti suratlı barbarlara inat; insanlığı fare gibi lağımlara atan ilkellere inat; kendilerinden daha merhametli kudurmuş “Co”larının önüne tutuklu insanları atıp ve onları, sadist duygularla itleri/”Co”ya peşkeş çekenlere inat; tarihimizi, coğrafyamızı, dilimizi yasaklayanlara inat referandumda en kararlı bir şekilde “Evet” demek zorundayız. Tersi, fasafiso bahanelerden ibaret ayrıntılardır ve asla halkımıza bir getirisi yoktur, olamaz… Referandum oylanması, şimdi dönülmez bir yolda; bu zorunlu, ertelenemez ve olması mukadder olmuş bu oylamada kimin tavrı nasıl olacağı belli olmak zorundadır. Net olan, hiçbir partiye oy verilmemiş olacağıdır… Oylar, sonuç olarak, demokrasiye ya da askeri vesayetçi darbeci zihniyete verilecektir; ikisinin arası yoktur... Kendimiz kandırmayalım. 12 Eylül acısını birinci derecede gören Kürt halkı ve özellikle PKK ve BDP tabanı kanımca “Evet” demeye mahkumdur; yoksa çok derin acılar içinde geçen o hâlâ karanlıkta kalmış, kaos süreci geçmişlerini yaşamadıklarını varsayacaklardır ve tanığı veya sanığı olduğu işkenceli süreci yok sayarak, kendilerini de inkâr etmiş olacaklardır. Binlerce “fail-i meçhul”; binlerce yakılan-yıkılan köy; yerinden, yurdundan zorla göçertilen milyonlarca Kürt nüfusu; kirli bir savaşta öldürülen onbinlerce ve fişlenen yüzbinlerce insanımızı görmezden gelinmiş olacaktır. O kaos süreç, yaşanmamış ve yaşananlar inkâr edilmiş olunacaktır. Bu bir insanlık dramı ve insanlık adına bir faciaya imza atmak anlamına gelecektir ki, bu acıklı durum, gerçekten Kürt halkınca anlaşılmaz, anlaşılamaz... 12 Eylül mağduru MHP tabanı bile yüksek sesle bağırıyor; geçmişte çektiğimiz acıları, işkenceleri kimse bize unutturamaz ve bu tarihi fırsat önümüze gelmişken, “Evet” demeğe mecburuz, diyorlar. Çok doğru ve onurlu bir öngörüdür bu. Oysa onlar, kuru içinde yakılan yaşlardı; A. Türkeş; “Dünyada fikri iktidarda, kendileri içerde olan sadece biziz” demişti. Anlaşılan MHP içinde de darbe için kullanılanlar ve onları “derin güçler” için kullananlar vardı. Başkalarını kullananlar, hâlâ kendilerinin de kullanıldığının bilincine varamamışlardır belli ki.. Anlaşılacağı üzere, 12 Eylül darbesi, öncelikle Kürt halkına karşı yapıldı ve tüm tahribatlar onların coğrafyasında yaşandı. Hiç kimse bana, oylamada “Hayır” demeyi veya “Boykot” etmeyi anlatamaz ve ben, bu seçenekleri önerenleri de hiç anlayamam. Bu durum öyle bir durumdur ki, mağdurların, işkencecisine sevdalanmak, kendi katiline ödül vermek gibi bir şey olmuş olur ki, bunu aklım almaz, alamaz. 12 Eylül faşizmi, askeri vesayet rejiminin sadece bir sonucuydu ve biz, bunu görmezden gelemeyiz. Onun için, bu vesayetçi despotizmi referandumda tarihin çöplüğüne gömmeye mahkumuz ve çocuklarımızın geleceği için buna mecburuz. Asıl mücadele de ondan sonra başlayacaktır. 12 Eylül’deki referandum, bir son değil, demokratik mücadele açısından bir başlangıç olarak görülmelidir… Umarım BDP de şu anlamsız ve Kürt halkına faydasız “Boykot” kararını gözden geçirir de; MHP ve CHP’nin askeri vesayetçi, 12 Eylülcü/darbeci “Hayır” kararlarına eşit durumuna düşmezler.. “Boykot”, “Hayır”ın bir başka versiyonu olduğundan bu kararlarını gözden geçirmelidirler. Yoksa , ne tarih, ne 12 Eylül mağdurları ve ne çilekeş Kürt halkı onları affedebilir ve ne de biz, onların, bu anlamsız kararlarını anlayabileceğiz... Bunca emeğe yazık etmesinler. BDP’nin yapacağı en doğru hareket 12 Eylül referandumunda “Evet” demektir; çünkü bu anayasanın vesayet rejiminde açacağı gedik sayesinde 13 Eylül’den itibaren yeni ve daha demokratik bir anayasa istemenin yolu kolaylaştırılmış olacaktır. O zaman görelim BDP’nin gerçek mücadelesi nasıl ve neye göre olacaktır. Parti tabanları, partilerin aynasıdır; BDP aynasına bakınca nerelerde emeklediklerini göreceklerdir. Kendi kararlarını düzeltmezlerse, tabanına ve Kürt halkı karşısında mahcup kalacaktır. Ben de oy verdim ve benden uyarması. Unutmayalım bu referandumda “Evet” demek, gerçek bir demokrasi ve demokratik mücadelenin önünü açmak demektir ve öncelikle 12 Eylül Faşizmine ve onu başımıza bela eden askeri vesayete hayır demektir. Onun için, Referandumda kararımız “Evet” olmalıdır, diyor, iyi niyetli her görüşe saygılar sunuyorum. M.Nazım GÜLER -15.08.2010 info@mnazim.com www.mnazim.com http://www.mnazim.com/showthread.php?tid=754
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |