Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Zil yeni çalmıştı. Osi (Osman) ağlayarak öğretmenin yanına gitti. Beni göstererek, “Kafamı taşla yardı. Bak, kanıyor işte öğretmenim,”dedi. İki gözünden sicim gibi akıttığı yaşlar çenesinden önlüğüne damlıyordu. Elbette abartıyordu. Pire kadar ufacık bir taş nasıl kafasını yarabilirdi? Öğretmen Osi’nin kafasının arka tarafını dikkatlice inceledi. Saçlarını parmakları ile aralayıp başının derisine baktı. Azıcık kanamış, ama artık kan akmıyor,” dedi. Osi’nin ağlama zırıltısı iyice yükseldi. Sümükleri, salyasına karıştı. İşte o zaman anladım. Başım beladaydı. Madem cezalandırılacağım keşke kafasını iyice patlatacak kadar kocaman bir taş atsaydım. Karpuz gibi yarılsaydı kafası… Fatma öğretmen beni severdi. Ama Osi o kadar zırlayınca hiçbir şey yapmadan duramazdı. Mecburen beni tahtaya kaldırdı. Bütün sınıfın gözü önünde tırnaklarını kulak mememe geçirdi. Bir daha kimseyle kavga etmeyeceğime yemin ettirdi. Osi’den de özür dilememi istedi. Mecburen her ikisini de yaptım. Öğretmenin keskin tırnakları kulaklarımı delecekti. Olsun ama yine de çok acımadı. Çünkü Fatma öğretmen beni çok severdi. Sadece sınıfa yapılan yaramazlıkların cezasız kalmayacağını göstermek istemişti. Ben öyle durup dururken kavgaya karışacak yaramaz bir çocuk değildim. Osi kendi kaşınmıştı. Teneffüslerde sürekli gelip bana sataşıyordu. O teneffüste de bunu iyice bir oyuna çevirmişti. Arkam ona dönükken gelip ansızın enseme vurup kaçıyordu. “Bak yapma, fena olacak,” dedim ama beni dinlemedi. O kızgınlıkla yerden bir taş alıp arkasından fırlaktım. Dümdüz kaçsaydı taş onu ıskalayıp geçecekti. O gitti taşın yoluna doğru koştu. Taş ona vurmadı, o taşa çarptı. Kör gözüne parmağım hesabı oluverdi işte. Küçücüktü, yalanım varsa iki olsun. Ufacık bir çakıl parçasıydı. Okulun onarımından kalan kum yığınındaki çakıllardan... Fatma öğretmen beni severdi. Bütün çocukların başını okşardı. Benimkini daha çok okşardı. Uçları eğilip bükülen beyaz yakalığımı düzeltirdi. Hatta burnumu bile silerdi. Defterim bitince kâğıt, kalemimi evde unutursam yeni kalem verirdi. Üzerinde timsah resmi olanlardan hem de. Fatma öğretmen üstelik iyi bir öğretmendi. Bunu nerden mi biliyorum? Bir kere çok ödev vermezdi. Derslerde mandolin çalar, şarkılar söyler, bizi tahtaya kaldırıp Harmandalı oynatırdı. Neşeliydi, şakalarımıza gülerdi. Tek bir kusuru vardı. Sınıfta dolaşırken tırnaklarını yerdi. Ve saçları çok seyrekti. Saçlarının altından kafasının beyaz derisi kolaylıkla görünürdü. Yaptığımız yaramazlıkları kesinlikle annelerimize söylemezdi. Bana her bayram şiir verirdi. Sular seller gibi ezberlerdim. Teneffüslerde yanına çağırıp on kere, yüz kere yeniden okuturdu. Siyahı çoktan solmuş, kül rengine dönmüş önlüğümü bayram sabahı bir arkadaşımınkiyle değiştirirdi. Yamalı pantolonuma karışmazdı. Kara lastik ayakkabılarıma, kirpi gibi hiçbir yana yatmayan saçlarıma da. Kürsüye çıkıp sesimin en yüksek, en can alıcı tınısıyla şiirimi okurdum. Ellerimle onun öğrettiği jestleri yapardım. Kalabalığı selamlayıp kürsüden inerdim. Doğruca ona koşardım. Çünkü “Aferin,” derdi. Ve beni yanaklarımdan öperdi. Ama öyle şalap şulap değil. Ablamın öptüğü gibi… Sımsıcak ve usulcacık... Fatma öğretmen beni severdi. Söylemese bile bundan adım gibi emindim. Tembelleri, yaramazları, hatta mesir şenliklerini bahane edip okuldan kaçanları bile severdi. Sınıf kitaplığındaki en yeni kitapları bana verirdi. Ve hep yazısı çok, resimleri az olanları. Okuma yarışında hep Cevriye’yi geçmeye çalışırdım. Ve bunu kimseye söylemezdim. Gülay’ın kokulu silgisi, Almanya’dan gelme keçeli kalemleri vardı. Öteki çocuklar resim dersinde gidip onları isterlerdi. Ben bir kere bile istemedim. Zaten vermezdi. Vermese vermesin, benim kuru boya resimlerim onunkilerden daha güzel olurdu. Fatma öğretmen beni çok severdi. Fazlı’yı da severdi ama benim kadar değil. Fazlı her teneffüs mutlaka bir yaramazlık yapardı. Çeşmenin altına elinin tersini yapıştırıp musluğu tazyiklice açıp kızları ıslatırdı. Yağlı güreşlerin yapıldığı zaman okuldan kaçardı. Bir keresinde sınıfın çöp sepetine bile işemişti. Okul bahçesinde bulduğu böcekleri, çekirgeleri kızların üstüne atardı. Onlar da korkup kaçışırlar, onu öğretmene şikâyet ederlerdi. Hayda yine çık bakalım tahtaya. Her teneffüs mutlaka konuşanlara adı yazılırdı. Çöp sepetinin yanında tek ayak cezasında dikilmesi de onu akıllandırmazdı. Öğretmeni çok kızdırsa da Fazlı kötü birisi değildi. Sınıfa su yılanı ve kurbağa getirmesini, ortalığı birbirine katmasını elbette doğru bulmuyorum. Ama onun bizden daha çok sevilmeye ihtiyacı vardı. Çünkü annesini kaybetmişti ve babası komşu köylerin birinden eve yeni bir kadın getirmişti. Gürültü patırtı koparma merakını bir yana bırakacak olursak üstelik eğlenceli biriydi. Diyelim ki kapı önünden birinin bisikletini arakladı. Bütün arkadaşlarını bindirip kabahatini herkese bölüştürürdü. Nisan ayında uçurtma zamanı geldiğinde en güzel uçurtmaları o yapardı. Uçurtma göz yüzünde süzülürken hepimizin sıra ile ipinden tutmasına izin verirdi. Yaptığı eşek şakaları hepimizi güldürürdü. (Şakaya uğrayan ağlasa bile) Onun bulunduğu yerde her zaman bir hareket ve eğlence vardı. Oyunları, yarışmaları hep onun takımı kazanırdı. Bir tek kusuru vardı. Çok küfür ederdi ve her gün Fatma öğretmeni sinirlendirirdi. Dördüncü sınıfa başladığımız Eylül başında hepimiz öğretmenimizin yanına koştuk ve onu özlemle kucakladık. Zil çalıp sıra olduğumuzda öğretmen bizim sınıfın yanına gelmedi. Gitti birinci sınıfın acemi kuzularıyla ilgilendi. Zil çalıp sınıflara doluşuncaya kadar hiçbir şey anlamadık. Kapı açılınca sınıfımıza dev gibi kocaman, bıyıklı bir adam geldi. Ben sizin yeni öğretmeninizim dedi. Adını, soyadını tahtaya yazdı. Bizden neler beklediğini. Sınıfta nasıl davranmamız gerektiğini uzun uzun anlattı. Şöyle yaparım, böyle yaparım diyerek sınıfı biraz korkuttu. Oysa bizim öğretmenimiz zaten vardı. Biz kendi öğretmenimizi istiyorduk. Fatma öğretmen beni çok severdi. Söylemese bile bundan adım gibi emindim. Masamın yanından geçerken başımı okşardı. Yeni gelen öğretmenimiz öyle değildi. Çok sinirliydi. Onun hışmından ilk darbeyi elbette Fazlı aldı. Dayak yedikçe daha da çok yaramaz oldu. Daha çok okuldan kaçtı. Öğretmen onu adam edeceğine yeminler etti. Fazlı okulu bitirinceye kadar çok dayak yedi ama adam olamadı. Fatma öğretmen beni severdi. Fazlı’yı da severdi ama benim kadar değil. Yüreği sevgi dolu herkesin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN Seyfullah Bursa Kasım 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |