Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Türk İslamcıları: Bileşkeden oluşan Türkiye halkını, mensubu olduğu aidiyetten dönüştürmek, onlara yönelik, kendisi dışındakilerin, kendine benzetmesini dini bir sorumluluk bilmesi, farklı kültürü, dili kullanmayı veya inancını yaşamak ve yaşatmak isteyene tahammülsüzlüğü, bundan dolayı, birinin diğerine vesayet oluşturmaya çalıştığı dönemi aşamadığı zamanda gerçeklerden söz edebilmek, elbette kolay olmasa gerek. Eleştiri: eğer doğrulara talip olmak ve onları elde etmek ise; birilerinin alanına yönelik saldırılarda bulunmadan, algılama şeklinden veya algı yönteminden dolayı ortaya koyulan gerçekliklerden, tahmin ve önyargısız bakış açılarına göre analizlerin ortaya çıkması da normaldir. Maalesef Modern sömürü kültürünü beraberinde getiren kapitalizm; özgün düşünceyi ve pratik yaşamı da kirletmiş. Türk-İslamcı geleneğin; nasıl kirli bir geçmişten geldiği ve masumiyet, mazlumiyet politikalarıyla kendilerini avutmaları olmasaydı, bugün bulunduğu konuma gelemezdi. Türk İslamcı gelenek kendi gerçeği ile yüzleşmekten korkuyor veya statükosunun zedeleneceğini bildiğinden yüzleşmek istemiyor. Bundan dolayı kendi varlığını yapay övüngenlik üstüne bina etmekten kurtulmak bir yana, sahte özgüven, kibir, gurur ve cehalet Türk İslamcılığın gözlerini kör ediyor. Toplumun düşünürleri rehavet ve kişisel çıkarların girdabından çıkıp, bu durumun nasıl bir mecraya dönüştürülmesi gerektiğini söylemediği müddetçe, kendi makus gerçekliği ile yüzleşmesini de mümkün kılmayacaktır Bu durum Emevist İslami anlayışın dışında kalanlar için de geçerli.Kendisine kurduğu sahte dünyanın içinde ne kadar boş hayallerle yaşadığını, Huseyni direngenliğin ve öğretilerin nasıllığını böyle olup olmamasını bir şekilde gördük, bir şekilde öğrendik. Bir millet insani ve İslami değerler ekseninde uyanışa geçmişse, takdir edilmeli ve o milletin haklı isteklerinin yanında yer alınması gerekir. Teknoloji ve bilim yaşadığımız çağda kendi zirvesine ulaşmasına rağmen, Dünya nüfusunun yarısına yakını yoksulluk veya açlık sınırı altında yaşıyor. Buna karşılık dünyadaki gelirin %35’i yedi milyarlık dünya nüfusunun %1’i tarafından bölüşülüyor. Hal böyle olunca; zulüm ve haksızlığın ayyuka çıktığı, insani değerlerin %1 azınlık tarafından pay-ı mal edildiği zümreye karşı, isyan ve mücadelenin meşru olduğu tartışma götürmez gerçekliğe dönüşür, dönüştü de. Üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan ve müstemleke(sömürge) haline dönüştürülmüş beldelerin halklarına musallat olmuş yerli gönüllü müstemleke valileri, halkların kendi dini köklerine dayanarak uyanışına tahammül edemiyor. Bin yıllık Türk tarihi ile övünmenin, ne denli cehalet ve asabiyet kiri ile yoğrulduğunu ve bunun ne kadar gayri-İslami olduğunu görmeyecek kadar kör olmadıklarını da biliyoruz. Tarihperestlik adına illede ilahi değerler görmezilkten gelinecekse, kendi değerlerini insani ve İslami değerlere efdal görecek ve tarihteki ecdatları yolunda sebatta direneceklerse, bunların şovenist değerlerine karşı onurunu koruyan milletleri, hangi hakla terörist ilan ediyor ve bu hakkı kendilerinde nasıl görebiliyorlar?İslam dünyası müstemlekelikten kurtulmak için uyanış çağı ve özgürlüğünü elde etmek için de direniş cephesini tek çözüm tercihi olarak kabul etmiş ve yol ayrımına gelmiş. *** Bu cümleden; keskin hatlarla ayrışmış olmasa da, Müslüman Kürtlerde de ayrışmalar oluyor. Elbette bu duruma rejim adına Sivil Toplum Kuruluşları adı altında Kürdistan’da varlık gösteren ve rejimin varlığını meşrulaştıracak eylemlerle üstüne düşen görevi severek ifa eden Türk İslamcılar da sorumludur. Türk İslamcılar; Türklüğü ve ilkel miliyetçiliği temsil eden partilerden daha fazla Türkperestlik yapmayı dini vecibe biliyor ve onların yanlış politikalarına, İslami sorumluluk ve dini vecibe adına destek veriyor. Öyle ki iktidardaki Türk İslamcı parti, Kürt açılımı derken Türk İslamcı STK‘lar iktidara mesafeli yaklaşmayı dini sorumluluk bildi. Türk İslamcılar: Çeçenistan ve Bosna gibi bölgelerde ırka dayalı mücadeleleri desteklemeyi İslami bir sorumluluk bilerek ve onlara yapılması gereken yardımları zorunlu addedip, dahası fiili olarak Çeçenistan ve Bosna‘da savaşmayı İslami cihad olarak bilirken, Ortadoğu'da Kürtler güçlendikçe, Türk İslamcıları; Türk devletinin tahammülsüz ve gerçeği örten politikalarına daha fazla sarılıyor! Bu durum bana ve benim gibi düşünenler içindir. İslam: Kürt halkının filizlenen insani ve İslami umutlarını törpüleme hakkını hiçbir kurumun tekeline vermez. Statükonun yıkılmasından en fazla statükocular rahatsız olur. Firavun’un; İsrail oğullarını egemenliği altına alıp sömürdüğü, sömürü ve tahakkümünü meşrulaştırmak adına, İsrailoğullarının içinden kendi iktidarına destek veren devşirme yardımcılarından aldığı destekle sömürüyordu. Birilerin tarihini veya inancını, bireye indirgeyerek geçmişi ile yargılamak hiçbir ahlak anlayışı ile bağdaşmazken, bu istisnadan muaf olanlar Türk İslamcılarıdır. Oysa bu yaklaşıma hemen her milletin tarihinde ve ontolojik geçişinde cahiliye kiri veya başka izler bulunabilir ve vardır da. Son yıllarda yönünü daha bir doğrulara dönen ve esasında Türk İslamcılar tarafından tarihe gömülmüş köklerini bulma çabasını, aşka imana İslam’a dönüştüren Kürtlerin, yeniden kendi küllerinden kendisini yaratmasına tahammül edemeyen Türk İslamcıları… Kürtler‘in; bugüne kadar kalbinin üstündeki ağırlığı bir çırpıda kaldırıp atması, ruhuna baskın gelen Türk İslamcılığını, silkip fırlatması elbette kolay olmayacaktır. Müslüman Kürt aydınları, kalemini halkının haklı davasına, hakkın uğruna hizmete feda ederse, Kürt halkının tarihine son yüzyıllara kara leke olarak yazılan yazgısını değiştirmede yardımcı olacaktır. İslam dünyasında; güce dayalı, Statükocu İslamcıların, devletle hiçbir zaman ciddi sorunu olmamıştır. Bugün Bahreyn ve Suud’da kıyam eden Huseyni gelenek, Türkiye’de de tekerrür ederse, bugün kirlerinden arınmayanların, mevcut statükonun yanında yer alacağı kuşku götürmeyecek bir gerçekliğe dönüşecektir. Nitekim İslam inkilabı yıllarında Müslüman halk hareketine karşı, Şah’ın gücünü temsil edenler de kendilerini Huseyni gelenekten gelen ve Ali yarenleri olarak biliyordu! İslam dünyası dün de Jakoben ve laik sistemlerle yönetiliyordu, bugün de böyle. Dün bu kavramlar bilinmediğinden, bu kavramların yerine melik, sultan, halife sair İslamsı kelimeler kullanılıyor, böylece asıl sorunun üstü örtülüyordu. Oysa bu tarihi sorunun kökleri bugün Türkiye’de hala aynı damardan besleniyor. Huseyni mektebin; Türki partilerce nasılda manüpülatif çıkarlar eşliğinde, en Kemalist oluşumların çıkarlarına kurban edildiğini, Ehl-i Beyt mektebinin öz değerlerinin, nasılda milli duygular adına yontulduğunu görüyoruz. Sistem içerisinde gelişen, sistem tarafından beslenen Huseyni değerler, Huseyni değerlerle bağdaşamaz! Bu tür gelişimlerin birçoğunda operasyonel ilişkiler olma ihtimali çok yüksektir. Bugün Suriye’ye karşı NATO paktını savunan Türk (Emevist) İslamcıların, geçmişte Mavi Marmara’ya bindirilmesi, nasıl ki sistemin bilgisi ve isteği doğrultusunda idiyse, Huseyni gelenek de, katkı alarak sistemlere uydu olmaya namzet ve yazılamayacak kadar tehlikeli bir süreç içerisindedir. Tarihin her döneminde ‘‘dine karşı din‘‘ kullanılmıştır. Dini, kendi dünyevi amaçları için kullananlar, Müslüman milletleri parçalamak ve başka mecralara kanalize ederek imha etmek için elbette her türlü kirliliğe teşebbüs ederler. Peki bu durumda Huseyni gelenek mensubu düşünür ve yazarların toplumun saygınları, seyirci kalıp eleştirmezse bu hangi vicdana sığar? Bazı siyasi çevreler birkaç yıldan beridir bütün sosyal etkinliklerini ve gayretlerini, Huseyni mektebi enstrüman olarak kullanıp, kendi çıkarlarına alet etmeye sarf ediyorlar. Onların yazdıklarını ve söylediklerini okuyup dinlediğimizde, adeta Huseyni geleneğin ferdi olduğumuzdan ve insanlığımızdan utanıyoruz. Bu şahısların düşüncesine göre, sanırsınız ki İmam Huseyin Arefe günü Arafatta haccını tamamlamadan, yarım bırakarak, Yezid‘i ziyarete gitmeyi tercih etmiş! Ehl-i Beyt mektebi kimliğine sahip bir güruh, nasıl bu kadar seviyesiz ve hastalıklı ruh haliyle Velayet-i Fakihi, ki Huseyni mektebin ruhudur, e-karte etmek için gayret sarf edebilir? Müslümanlara: Ehl-i Beyt mektebi mensubu adına sahnede onların, Kapitalizmin ahlakıyla donandıklarını, içi boş, yüzeysel ve sahte bir hizmet anlayışını, kibirlenme ve gurur maskesiyle örttüğünü, yapılan etkinliklerin, Huseyni mektebin en dinamik özelliği olan Velayet-i Fakih eksenine aykırı olduğunun farkında olmadıklarını söylemeliyim. İktidar olmak adına sistemin uydusu olan çevrelerle kurulan diyaloglar, Huseyni Mektebe varis olma onurunu zedeler. Size verilen değer, Huseyni olduğunuzu söylemenizdendir. Velayet-i Fakih mensubu olanlar için söyleyeceğimiz: bazı şeylerin farkına varmanız için ille de Kerbela’lar yaşamanız gerekmiyor! Buraya kadar yazılanları okuyarak, yazılanlarda haklılık payı olabilir mi, deyip sakince bir düşünmek gerekmez mi? Suriye de iç savaşa destek veren Türk İslamcıların, bu uluslararası terör çetesinin hareketini Türk medyasında İslami direniş olarak anlatanların, tek endişeleri, aslında hükümetin STK’lara yüklediği görevle ilintili olduğunu, Ehl-i Beyt mektebi mensupları bilmiyor değil. Bizim bu bilgiye sahip olmamızın temelinde, Velayet Mektebinin; beşeri sistemlerle uzlaşmaz kriterlere sahip olmasından kaynaklandığını bilmeyen var mı? *** Türk İslamcılar; neden Suriyeli Müslüman halkın kanı üzerinden siyaset ticareti yapıyorlar? Diyebilirsiniz ki, bu siyaset ticareti, onlara Osmanlı’dan kalma bir mirastan kaynaklanıyor. Pek ala, Kemalizm‘i mihenk kabul etmiş, Ehl-i Beyt mektebini de hedefine ulaşmak için araç olarak kullanan Türk İslamcılığın bir başka versiyonu, Kürt ve Kürdistan demeyi adeta dindışı gibi algılayan ve Türklük için sakıncalı gören, yazdıkları yazılarda Kürtlerin menfaatine olabilecek herhangi bir gelişmeyi, saldırganlıkla değerlendiren bu çevrelerin, devlet ve orduyla, laiklik ve Kemalizmle bir sorunları var mı? Kürtleri ulusalcılıkla suçlayanlar, kendi basınında Türk devlet jargonu ile konuşan Doğu ve Düneydoğu gibi uyduruk terimler üretenlerin, Huseyni duruşu nasıl temsil edeceğini anlamakta zorlanıyorum! Bunlar kimin değirmenine su taşıdıklarının farkında değiller mi? İslam inkilabı ve islami direniş dediğimiz Huseyni direniş; bu kadar zelil, bu kadar kaypak, bu kadar kıvrak durarak mı devrimini tamamladı? Peki, ne yapalım? Huseyni geleneği eleştirmeyelim mi? Adı Ehl-i Beyt olduğu için her hareketi doğru bilip, vardır bir hikmeti, biz bilmesekte, deyip geçelim mi? Safevilerde olduğu gibi sisteme koltuk değneği olan, bu düzene Huseyn veya mekteb adı üzerinden, sistemin yılmaz askeri haline gelinmesine müsaade edelim mi? Kürdistan’da yapılan bunca zulme seyirci kalınırken, Suriye’de direnişe destek olduğun söylemini, sözünün doğruluğunu, kişiliğini, dürüstlüğünü, ve Mektebin adalet-özgürlük kriterlerini Kürtlere nasıl inandıracaksın? Sistemin NATO askerlerini şehid ilan ederek, Kürt evlatlarını terörist göstermeni, göstermelik kardeşlik adına, Ehl-i Beyt adına Kürtler sineye mi çeksin? Hükümetle görüşmeler; ulufe ve memurluk istekleri, sistemin emrinde hareket eden Emevist İslamcılar gibi devlet-i a‘li ye dokunan her düşüncenin üstünü örtelim mi? Sistemin kullandığı resmi jargonların dışına çıkmamayı takiyye kabul edelim mi? Böyle de olabilir diye sesini duyurmak isteyenleri mektebin maslahatı adına sansürleyelim mi? En içten öz eleştirileri böcülük ve bölgecilik adına susturalım mı? Sonra kendimizden utanmayarak, adımızın Huseyni mektep olmasını gururla taşıyalım mı? Huseyni mekteb‘in her döneminde, ağababalar, pulperestler makamperestlerin, kirli ilişkiler içine girdiğini Şia’nın mazlum tarihi bize anlatmıştır. Şia; hiçbir dönemde bu kadar tehlike altında değildi! Dinlemeye gücümüz yetiyorsa, Kürtlerin; Şia‘nın tarihinde ne kadar bedelli acılarla yoğrulduğunu gidip yerinde görelim mi? Osmanlıda, Kürt Müslümanları Muhibbi Ehl-i Beyt oldukları için binlerce başların gövdeden nasıl ayrıldığını, Osmanlının tarihinde kayıtlıdır. Bugün Osmanlı hülyası ile yola çıkanların yakın gelecekte Huseyni gelenekten gelen müslümanları nasılda bir paçavra gibi kullanıp bir kenara atma ahlakına sahip olduklarını görmeyelim mi? Velayet Ekolü‘nün Türki, Arabi ya da Farsi, Kürdi bir ırka dayalı ideoloji ile yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok ve olmamalı derken, birileri tarafından yapılan zulmü Mektebin maslahatı adına görmeyelim mi? Korku ve ezikliği takiyye olarak Ali’nin mektebine yakıştıranlara bir diyeceğimiz yok. Onların kişilik ve karakterleriyle bir benzerliğimiz de yok. Onların gittiği yol, savundukları kirli düşünceleri kendilerine dir. Böyle bir konsept asla bizim beklentilerimizi ve ideallerimizi temsil edemez. Düşüncelerini maslahat ve takiyye adına özgürce ifade etmeyen bir ekol; Ehl-i Beyt‘i temsil ettiğini nasıl iddia edebilir? Burada yazılanların rahatsızlık yaratacağından kuşkum yok. Üstad da ‘‘sizi rahatsız etmeye geldim‘‘ dememiş miydi? Düşünceye, eleştiriye tahammülü olmayan, kibir, gurur ve cehaletin esaretinde pörsüdüklerini görmek istemeyenler, Devletin kendilerine olan tavrını marjinal değiştirirse, bu onlar için büyük bir nimettir ve her daim devlete minnet duyarlar, Mekteb adına da hiçbir sorun kalmaz. Bu düşüncede onların bütün çabası, zaten Kemalizm‘in damarlarına taze kan enjekte etmesidir. Devlet ve Ordunun vesayet rejiminden kurtulup, ılımlı İslam’ın gölgesi altında elini salarak kıldığı namazla cennete yolculuk! Şu Halde Yaşasın ABD, Yaşasın Türkiye’nin laik Cumhuriyetinin ılımlı İslamı! Ilımlı islam’ın bütün çabası, Velayet ekolüne karşı verdiği savaşta galip gelmesini sağlamaktı. Olsun! Artık tarihte kaldığı söylenen despotizm, yerini ılımlı İslam ile sistemin koruyuculuğuna bırakmıştır. Öyleyse biz Şia‘lar için ayaklara mesh ederek cennete yolculuk farz’dır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |