İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
''Eski'nin yenisi'' olan ve büyük benzerliklerle geçmişin izlerini taşıyan " Türkiye'de Abbasi dönemi" senaryolarını elbette tarihin geçmişine vakıf olanlara kapalı değildir! Türkiye; ne Malezya, ne Cezayir olurdu, bir İran ise zaten olamazdı, olamaz da! Bu iddiayı '' tarihin sapıtılmış sayfaları'' nda aramak gerekir, başkalarının gündemimize indirgediği gündemden değil. Ne hazindir ki Türkiyede bilerek-bilmeyerek konular derinlemesine incelemeye tutulup zeri kadar zahmet edilmemektedir! Dilerseniz beraber düşünelim, acaba aynı sonuçlara varabilecek miyiz? Önce; Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 03 Ekim 2007'de Avrupa Konseyi Palamenterler Meclisi'ndeki cümlesini aynen aktaralım. "Toplumların kültürel ve dini fay hatları üzerinde derin kutuplaşma var. Radikaller farklılıkları sorumsuzca istismar ediyor. Ilımlıların aşırı uclar kadar cesur ve cüretkar olmalarının zamanı gelmiştir." Gül'ün sözlerinde dikkati çeken; "fay hattı", "derin kutuplaşma", "aşırı uclar" ve "zaman" gibi üzerinde ciddi düşünmeyi gerektiren ve birilerine dolaylı-dolaysız talimat verdiği anlama hakkını kendimizde saklı tutarak, cümeledeki kelimeleri okuyucuların kendi dünyasında irdelemesi gereken ayrı bir konu olduğundan ötürü, biz sadece değinerek devam edelim! İslam ümmeti'nin ''semavi kaynaklı siyasi dokusu''nun net şekilde bozulması, şüphesiz ki Emevi hanedanının imam Ali'nin Ümmet'e resmi öncülük dönemindeki isyanları ile şekillenmiş ve daha sonra kendi lehlerine zafere ulaşmasıyla kemikleşmiş siyasi pradigmaya dönüşmüştür. Nihayet bu yönetim şekli, yüzyıllar hatta binyıllar boyunca süre gelmiş. Gerçi sözü edilen hanedanın siyasi zaferinden önce de İslam bu tehlikeden tamamen ''uzak'' ve ''eman''da degildi! Abbasi hanedanının zafer sırrı, İslam ümmetine Emevilerce yapılan zulmün ayyuka çıkması, toplumun ''kırılma'' ve ''patlama'' noktasına gelmesi ve tepkisidir bir anlamda. Peki bunun Türkiye'ye yansıması ve özellikle Abdullah Gül'ün ''Ilımlı İslam mensupları''ndan beklentileri ile nasıl bir ilintisi olabilir? Türkiyede ki rota'sız fiki akımlar vebununla birlikte yeniden İslami (ılımlı İslam ki; Osmanlı'larda da geçerli bir anlayıştı!) yükseliş olarak algılanan nida, yaklaşık bir asırlık ''laik''lik zulmüne tepkidir bir anlamda. Elbette toplumun kendisine reva görüldüğü envai çeşit zulümden kaçışın geldiği farklı bir aşamadır bir anlamda bu süreç. Ve bu süreç ''siyasi erk'' tarafından da görmüyor değil! Öyle ise ne yapılmalı?... Biz Tarih'in bize ulaştırdıklarını anlamaya çalışalım: 1-Emevi'lerin siyasal islamı kendi ukde'lerine almayı başardıktan sonraki dönemde, İslam ümmetinin kutsallarına herhangi bir halel gelmemesi beklenemezdi. Nitekim öyle de olmuştu. Muaviye'nin seçkin peygamber sahabelerini çeşitli hilelerle katletmesi bunun ana açık örneği idi. 2-Yapılan zulümlerden ''gına'' gelen halkın içtimai yapısındaki deforme ve çözülmeler ile toplumun ''Ruh-i haletiye''sini iyi tahlil eden Abbasiler farklı bir argümanla (peygamber ailesi adına) zulmün ayyuka çıktığı, siyasi kargaşanın zirvede olduğu, buna karşı hanedanın (Emevi) otorite'deki zayıflık ve zaafiyetin (ki bu zayıflığın nedenini i.Hasan'ın ''yevm-u sabat'' ve i. Huseyn'in ''Kerbela Kıyamı''nda aramak gerekir) den dolayı İslam adına söz sahibi olabilmeyi başarabilmişti. 3-Abbasiler selef'lerinin hatalarından ders almış olmalıydılar ki, hükümetlerinde yumuşak (ılımlı) İslamı bir noktaya kadar teşvik etmişlerdi. Ancak ''Rabbani hükümler'' in, dinin içtimai yöndeki ''omurga'' sı olan devlet mekanizmalarında uygulanmaması, yada Peygamberi metotdan uzak bir şekilde uygulanması, halkı pek fazla ilgilendirmez olmuştu. Sonuçta halk Emevi zulmünden kurtulmak için kurtarıcı bir gücün himayesine sığınmıştı! Oysa Abbasi'lerde de kapalı kapılar ardında yüzlerce entrikalar dönüyordu. Öyleki iktidar şehveti uğruna kardeş kanı dahi dökülüyordu. (nitekim Osmanlı'da saray geleneği olan devletin bekası için kardeş kanına cevazı Abbasi sultanı Harun Reşit'in oğlu me'mun, veziri Fazl bin Sehl'in fikri dahiliği ile kardeşi Muhammed Emin'in kanını Bağdat'ta dökerek başlatmıştı.) 4-Abbasi yönetimi İslam adına Emevilerden daha farklı bir yaklaşım sergiledi, Emevi hanedanına oranla halka "inanç" ve "ifade özgürlüğü" verdiler. Dönemin en belirgin özelliklerinden biri halka uygulanan yumuşak (ılımlı ) İslamdı. Nitekim Emevi'ler bu konuda Abbasi'ler kadar cömert değildi! Muaviye'nin iktidarı ele geçirdikten sonra söylediği; "Ben sizinle namaz kılmanız, oruç tumanız veya Hac'ca gitmeniz için savaşmadım, zira siz bunları zaten yapıyorsunuz. Ben sizinle bana itaat etmeniz ve benim size hükümet etmem için savaştım!" Sözü çok anlamlıydı. Sözün özünde, ''Emevi İslami hükümetinin siyasi karakteri'' nin yansıması vardı. Şu da bilinendir ki; Emevi'ler halkın malını israfta, kanını dökmede ve namusa saygısızlık yapmada kural tanımıyorlardı. Yani "gerçek mü'min" lerin can, mal ve namus emniyeti yoktu! Ancaak, Abbasi'ler daha farklı stratejiler geliştirerek topluma yansımasını önleyebilmişlerdi! Buradan yola çıkarak Türkiye Cumhuriyetinin ''ikinci yeni Cumhuriyet'' kavramınıda irdeleyebiliriz. 5- Abbasi'ler iktidar gücünü bir noktada dönemindeki ''muvahhidler''i siyasi güçten yoksun bırakabilmesini ılımlı (yumuşak) İslamına boçlu idi. İşte burada "Toplumların kültürel ve dini fay hatları üzerinde derin kutuplaşma var. Radikaller farklılıkları sorumsuzca istismar ediyor. Ilımlıların aşırı uclar kadar cesur ve cüretkar olmalarının zamanı gelmiştir'' sözün içeriğini anlamak için düşünülmeye değer. Nitekim, Abbasi'ler gerek Horasan'da ve gerek İslam beldelerinin çeşitli yerlerinde binler, yüzbinler Muvahhid'ler 'e yaptığı akıl almaz insanlık dışı eylemlerde bulunmamışlar mıydı? Nebevi metotla yaşanıp uygulanmayan bir İslam ancak ''müstekbir''lerin zulüm saraylarını ayakta tutmak için kullanılan bir araçtan öteye geçmemişti ve geçemezdi de. Tarihte olduğu gibi bugünde geçerli olan bu metot ''Musa'nın Firavun'' a, ''İslam Peygamberi'nin Ebu Sufyan''a karşı mücadelesinin temelinde de bu olgu yatmaktaydı. ''Amerikan isalmı yanlıları''nın binbir kılıfla uygulamak istediği, ABD ve İsrail tarafından en ateşli savunulan İslam'dır bu İslam! Türkiye tarihi son yüzyılında Emevi hanedanı siyasetinden farklı olmayan eylemlere ve icraatlara tanıklık yapmıştır, ne yazık ki aynı düşünce sahipleri zulümün varlığını sürdürmenin adını "ılımlı İslam " koyarak, ilham'larının kaynağını toplumun değer yargılarından alarak farklı bir kılıfa büründürüp sürdürmek istiyorlar. Evet Türkiye'de Abbasi'lik dönemi mi başlıyor? 21. yüzyılın sahip olduğu ''Bilim'' ve ''Kültür'', "siyasi erk"e hizmet ettiği süre desteklenmeli. ''Yüzeysel inanç'' ve fikir özgürlüğü de desteklenmeli, gerektiğinde ''mevcut siyasi erk'' tarafından savunulmalı! Elbette bu tür çalışma ve serbestliklerin halkın refahını nisbeten islah edeceği de bilinendir. Nitekim Batı dünyası da bu noktada bir hayli ilerlemiş, hatırı sayılır buluşlara öncülük etmiş ve birçok ilk'e imza atmıştır. Bu tür gelişmelerin ''insan-ı Kamil olgusu''na pek fazla katkıda bulunamayacağı aşikardır. Batının "şoven" kültürünün ürünü olan toplumsal "hedonizm" Batıda aile kavramını tarihin ''noslatji rafları''na itilmiş bir merhaleye getirmiştir. Bugün itibarı ile Türkiyede de mevcudiyeti hararetle savunulmakta olan da bu kültürün ta kendisidir. Ne adına? "Demokrasi", "insan hakları", "Batı değerleri" ve "çağdaş dünya kriterleri" adına. Abbasi'lerde de toplumun elde ettiği "kısmi özgürlük" ve "kültürel bilgi"lerin hanedanın bekasına koltuk değneği olmuştu! Daha önce zaten "Küresel sermaye" ye adeta zorunlu davetiye gönderilerek Türkiye halkının aile yapısı ve ''kadim kültür''ünde hatırı sayılır gedikler açılmıştı. Özal dönemi ile başlayan toplumun ''düşünce safhasında ki Kapitalistleşme'' süreci ve bu düşüncenin yerleşmesi ile toplumu kendisi yapan değerlerinden kopararak bireyseciliğe indirgemek başarılmamış mıydı? Dünyada ''insan'i erdem'' ve ''olgunluk'' gibi kavramlar "ilim adamları" ve "gerçekci düşünce kurumları" tarafından yeniden mercek altına alınıp incelenmeye başlandığı günümüz de, dahası; yaşadığımız yüzyılı ''insani değerler yüzyılı'' olarak nitelendirilmeye başlanıp bu uğurda en amansız mücadeleler gündemde yerini almaya başlarken, Türkiye ''siyasi toplum metodolojisi''nde Batının ''eskiyüzyıl felsefesi'' yaklaşımı ile kendi toplumunun dini değerleri ile de Abbasi dönemi siyaset talibiyetini çağrıştırmakta! Osmanlı enkazının kalıntısı olan Türkiye bununla ne yapmaya çalışıyor acaba? Geriye dönük beklentilerden kendi halkının çıkar ve menfaatlerine inen darbelerden öte başkasına zararı var mı? Yada değişen dünya yapısında "hangi kutup"ta yerini almayı denemektedir? Toplumun ''dikey değer'' hassasiyetleri dikkate alınarak, başkalarınca hazırlanan senaryolara katılıp oynanmak istenen oyunda çıkarı ne olacaktır? Emevi Muaviye'sinin yanında Amr bin As gibi bir Arap kurnazı vardı, Abbasi hanedanının iki siyasi dehası olan Harun ve oğlu Me'mun'un Fazl bin Sehl gibi siyasi deha olan veziri vardı, Türkiye'nin ise Beyaz saray gibi bir kütüphanesi ve Pentagon gibi kalesi mi var diyelim! Son cümle: Gül'ün sözünün özünde yatan anlam, temiz fırtat sahiplerini harekete geçirecek en anlamlı kamçıdır bir bakıma. Elbette bu söze karşılık söyleyecek sözü olan, kalıcı değerlere gönül vermiş, sorumluluğunun bilincinde olan kişiler olacaktır. Gül'ün sözlerinin siyasi anlamını şöyle okuyup anlamanın bir sakıncası olmasa gerek; ''Yükselen Evrensel İslami hareketler''i engellemenin reçetesi! Yani; Bireyin günlük ibadet ve inancının gerektirdiği kısmi inanca evet, öyle olsun. Toplumsal ve içtima-i hayattaki kuralların uygulanmasına ise asla! Yada; Kuralların belirleyiciliğinde şirket (iki ilahlı)'li bir toplum Neden olmasın ki? Emevi'lerde, Abbasi'lerde, Osmanlı'larda uygulanmış ve başarıya ulaşılmamış mıydı? Elbette her kişi ve kesimin bir düşüncesi, bir planı vardır ve uygulamak istediği yöntemi de vardır. Ki; olmalı da, şüphesiz Rahman'ında kendine ait bir planı, bir tuzağı vardır! İnanan kişioğullarına düşen ise, yeniden şekillenen çift kutuplu dünyada her zaman ''eskinin yenisi'' olarak tekerrür etmiş mücadeleler de İnsan-ı Kamil'in özlem duyduğu ''Erdemler Sitesi'inin medeniyet sarayı'' na bir tekte olsa taşıyacağı taş veya tuğla her ne taşıyabiliyorsa, onu taşımasıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |