Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Eve geldiğimde saat dokuz buçuğu buluyordu. Pazar sabahı ya inşallah kimse uyanmamıştır diyordum. Hatta bunun için dua ediyordum. Cebimden anahtarımı çıkarıp sessizce çevirdim. Yavaşça aralayıp içeri girdim. Daha kapıyı kapatmaya fırsat bulamadan eşim önümde duvar gibi dikilmiş bekliyordu. Belki de bütün gece uyumamıştı. Bazı yerlerini azıcık değiştirdim ama herzeyi bir bir anlattım. İnanması söyle dursun anlattıklarımın çoğunu dinlemedi bile. Ne soru sordu, ne de ne de bir tepki verdi. Taştan bir heykel gibi hiç değişmeyen ifadesiyle sadece dinledi. Karı, kız işi yok diye yemin billah ettim. Akşamüzeri evden çıkıp ertesi gün öğlen dönersen söylediklerinin hepsi fasarya... Yaşımız ellilerde gezinmese mutlaka kapıyı gösterirdi. Büyük bir ihtimalle nasılsa bundan bir halt olmaz diye bir şey söylemedi. Ama içinden “sen bi dur şimdilik, günü gelince ben bunları senin burnundan fitil fitil getirmesini bilirim,” dediğinden adım gibi eminim. Yaktın beni Kani Abi, hem de Marmara çırası gibi… Bir hafta sonra Kani Abi ile yine parkta karşılaştık. Ne var ne yok gibisinden yüzüme baktı. -Ne olacak, yuları iyice karıya kaptırdık, dedim. -Hadi be sende… -Bekâra karı boşamak kolay tabi. -Sende ne var ne yok. Bahriye’den haber var mı? -Eczanenin önünden her gün geçiyorum. İşi bırakmadıysa hala Artvin’de -Benden sana bir dost tavsiyesi. Önce git kendine bir telefon al. -Çamaşır makinesi de alayım mı? -Dalga geçme, ben ciddiyim. -Ben telefondan ne anlarım. -Üç yaşında bebekler bile kullanıyor. Sen okumuş yazmış adamsın. Vız gelir, tırıs gider. -Aklından geçen ne? Telefon alınca ne olacak? -O zaman yengeye ulaşabiliriz. -Yenge deme lan kadına. Bir kere olsun yüzümü görmüşlüğü bile yoktur. -Telefon alıyon dimi. -Bakarız, şimdi sırası değil. -Niye paran mı yok. -Para meselesi falan değil be… -Aklıma yatmıyor. Gel otur şöyle. Oku bakalım şunu olmuş mu? -İlla tükenmez kalemle yazacak. Bilgisayar var, tablet var. Hangi devirden kalma bir adamsın ya. -Uzun etme de oku. Yazdıklarımı okuyunca güleceksin. Bu kadarını tahmin edecek kadar bir şeyler öğrendim yaşadıklarımdan. Benim için akıl, fikir temennisinde bulunacaksın belki de. Aklını tırlatmış gibi göründüğümün de farkındayım. Ama akıl ile duygu hiç aynı yolda yürümez ki. Sen de bunu en az benim kadar iyi bilirsin. Çocuk olma, aklını başına al. Vaz geç bu çiçek, böcek, bahar, yağmur masallarından. Bizim artık mevsimimiz geçti, demişsindir. Ziyanı yok. İnsanların yarını beklemek için bir umuda gereksinimleri vardır. Bir parça umut bile yaşamdan daha fazla zevk almaya neden olmaz mı? Seni içinden gelmeyen bir şarkıyı söylemeye zorlamak istemiyorum. Arkadan itekleyerek zorla bir zindana sokmaya da niyetli değilim. Benim hala köprüden ayaklarımı sallandırıp akan suda gölgeme bakmaya isteğim var. Çimenlere uzanıp üzerimden geçen bulutlara anlamlı resimler yüklemeye de. Sen belki de hiç gelmeyeceksin. Olsun ne zararı var. Benim çok fazla gözünü budaktan sakınmayan biri olduğumu mu düşünüyorsun? Hiç de öyle değil. Ben de korkuyorum ama ecele ne faydası var? Bir telefon görüşmesi yada birkaç satır ikimizin de sonu olabilir. Önce can sıkıntısı yanına uykusuz geceleri de alıp çıkagelir. Tansiyon haplarının dozunu yükseltir. Bir de bakmışsın çiçek gibi bir kalp krizi. Ben kötü sondan, gidilecek yoldan korkmuyorum. Ama son durağa gelmeden bir dinlenme istasyonunda soluklanalım biraz. Bir çay içeriz, birkaç kutu pişmaniye veya lokum alırız. Sakın bana bu hallerin havalardandır falan deme. Ne çok bahar gördüm ben, nice kışlar. -Çok güzel yazmışsın be abi. Bunları bana okutacağına Bahriye yengemize söylesene. -Zamanı gelince söylerim. Koşullar henüz uygun değil. -Yeşim koşulunu moşulunu. Yaşın arşı alaya çıkmış. Sen hangi zamanı bekliyorsun? -Demir tavında dövülür. -Bahriye abla demir mi? Bak bunu senin iyiliğin için söylüyorum. Bu son. Bana uyarsan her türlü yanındayım. Yok, burnunun dikine gideceksen bana eyvallah. -Tamam, dur azcık. Sakinleş önce… Bir kağıt daha uzattı. - Bir de şunları oku.. - mektep çocuğuna döndük be, şunu oku, bunu oku. Sonra okurum. Neden bilmiyorum bu işi yavaş yavaş takıntı haline getiriyordum. Kani abi, için evdeki huzurumu bozabiliyorsam o da şöyle bir silkelenip kendine gelmeliydi. Ya harekete geçecek ya da bu konunun üstü tamamen kapatılacaktı. Adam durmadan yazıp çizip duruyordu. Öyleyse vura vur devam etmeliydi. Ilımlı davranmayacaktım ve bu iş bundan sonra ağırdan alınamayacaktı. Uzattığı kâğıdı gönülsüzce ve aklımı vermeden üstünkörü okudum. Birkaç gündür hava acayip soğuk... Ellerimi koltuk altına sokuyorum. Ama ayaklarım hiç ısınmıyor. Üstüne bir çorap daha giydim yeni fayda yok. Dün öğleden sonra güneş yüzünü azıcık gösterdi. Acelesi vardı belki çekip gitti. Hasret bile gideremedik. Azıcık daha dursaydı iki lafın belini kırardık. Bu gün gelecekmiş gibi de görünmüyor. Sokaklar diğer günlerden daha tenha. Otobüsler, arabalar her günkü gibi telaşla geçiyor ama tıka basa dolu değil. Parklar bomboş, salıncaklar, kaydıraklar mahzun… Çocukları bırak bu gün saksağanlar bile yok. Kar yağsa bundan iyidir diyorlar. En azından ayazı kırılırmış. Bahçeye kuşlar için buğday koydum. Su kaplarını doldurdum. Bu havada kim su içer ki? İnsan yüzünü yıkamaya bile üşeniyor. Bu gün hava acayip soğuk… Kıpırtısız ve kapkara… Gündüz vakti evlerin ışıkları yanıyor. Böyle günlerde içim sıkılıyor dedim. Boş ver dediler. Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapmalıymış. Sen şimdi nergisler istiyorsundur. Adım gibi biliyorum. Küçük bir çocuk nasıl balon diye zıplayıp duruyorsa. Bulsam bir değil, iki değil beş demet alacağım. Kereviz yaprağı gibi bir ota sarmışlardır şimdi onları. Kokusu Konak Vapur iskelesinden körfeze doğru akıp gidiyordur. Benim için İzmir’de akşam taze simit, kavrulmuş susam ve nergis kokularıdır zaten. Sen nergisleri seviyorsun. Sevilmeyecek gibi de değil hani… Kar gibi beyaz katları turuncu bir cemreyi gizler. Bütün ağaçlar, bütün çiçekler hatta kurt kuş uyurken çığlık çığlığa sokaklarda yankılanan onun şarkısıdır. Çok uzun sürmez görürsün. Bu çığlığı şeftali renkli çiçekleriyle bahar dalları duyar. Söğütler püsküllenir, badem ağaçları tomurcuklanır. Hep aklımda tutuyorum. Sözüm söz. Bir, iki, üç değil. Beş demet birden alacağım. Her gün çiçekçilere bakıyorum. Bu kente Afrika’dan Lilyum ve Amarylis gelir. Belki beklediğim için İzmir’den trenler gelmez. Bir de sümbüller ve nergisler… - Çok uçmuşsun be Kani Abi. Daha kadınla tanışmadın bile. Oysa sen sohbet eder gibi cümleleri döşemişsin. -Kadına yazdığımı kim söyledi. -İyi de bunları bir erkeğe yazdıysan hepten yandık -Hadi lan zevzek... Edebiyat bu. Beğendin mi onu söyle. -Beğenmesine beğendim. Değme adam yazamaz bunları. Ama seninki de boşa kürek çekmek. İcraata gelince fos... Neyse biraz kestirmeden anlatayım. Gidip az akıllı, çok işlevli ve hayli hesaplı bir telefon aldık. İnternete bağlanıyor, fotoğraf çekebiliyor ama ekranda görünmüyordu. Çünkü ekran çok küçük bizim gözler de hayli bozuktu. Ama konuşmak ve radyo dinlemek için ideal. Yüz yetmiş sekiz liraya iyi telefonu kim kaybetmiş ki biz bulalım. Hattımızın açılması, iki gün sürer dediler. Olsun dedik. Önemli değil. Bahriye Hanım hala ortalıkta görünmüyordu. Onun telefon numarasını alabilmek için bir plan yapmamız gerekiyordu. Onu da yaptık. Ne demişler? Arkadaş arkadaşın çöpçatanıdır. Bir tanıdığımızdan piyasada isim yapmış kargo firması görevlisi montu ve şapkası bulduk. Koyu renk bir de pantolon ayarladık. Bizim apartmanın girişindeki posta kutularında başıboş bırakılmış bir banka zarfını ödünç aldık. Böylece kurgu “Bahriye Hanım adına kredi kartı getirdik. Ama illa elden ve imza karşılığı teslim edebiliriz. Belki size de bırakabiliriz ama bunu kendine sormamız gerek. Zarflar kapalı olduğu için müşterinin telefon numarasına erişimimiz maalesef yok. Siz de numarası varsa onu arayıp zarfı buraya bırakalım mı diye sorabiliriz. Elbette sizce de bir mahuru yoksa tabi,” mizanseninde planlandı. Plan tıkır tıkır işledi. Bahriye hanım telefona cevap vermiyordu. Verilen numarayı çevirecek kadar enayi değiliz ya. Bu nedenle zarfı eczaneye bırakmadık. Elbette aldığımız numara yerine telefonun kendi numarasını çevirmiştik. Böylece meşgul çalıyordu. Ve bunu eczanedekilere de dinletmiştik. Kalfa olan genç biraz kıllanır gibi oldu. Ama kıyafetimize, yaşımıza, başımıza bakınca fazla uzatmadı. İşin sonuna kadar soğukkanlı kalmayı nasılsa başardık. Rollerimizin de hakkını verdik. Asıl oyun bundan sonra başlayacaktı. Çünkü ipler artık Bahriye yengemize geçecekti. Planın bu kısmı biraz gizemli, biraz edebi, biraz romantik, biraz dürüst olmayı gerektiriyordu. Bunların hepsi tek bir potada eriyince ortaya ne çıkacağını daha sonra görecektik. Telefon etsek ne söyleyecektik. Burada iki seçenek vardı. Direk olarak konuya girip her şeyi anlatmak... Veya sahte bir kimlik ve uyduruk bir bahane ile telefon görüşmesi yapmak. Birincisinin riskleri vardı. Örneğin Kani’yi dinlemeden telefonu yüzüne kapatabilir ve numarayı da engelleyebilirdi. Böyle bir risk alınmamalıydı. İkinci seçenek daha akıllıca görünüyordu. Hatta bir üçüncü seçenek bile bulunabilirdi. Arama yapmadan yanlışlıkla mesaj göndermiş ayağına yatabilirdik. Ama bir kadının dikkatini hatta ilgisini çekecek mesaj nasıl yazılabilirdi. Daha çok düşünmemiz, yeni ve daha farklı çözümler bulmamız gerekiyordu. Önce bir mesaj yazıp arkasından yanlışlık oldu özür dileriz falan gibisinden de başlangıç yapılabilirdi. Beynimiz çatladı, başımıza ağrılar girdi ama sonucu garantileyecek bir yöntem bulamadık. Mademki akıllı ve sonuç alıcı bir yöntem bulamadık o zaman bir altın vuruş yapmanın ne sakıncası olabilir? Malum Kani Abi bir yazar. Ama iyi yazar ama bozar. Beni hiç ilgilendirmez. Göstersin marifetini. Yazsın bakalım. Haydi, daha ne duruyor? Kalitelisinden biraz edebiyat parçalasın. Ama yazdıkları illa eski Türk filmleri tadında olsun. Kani abimiz kelimeleri sever. Ama iş konuşmaya gelince tam ters köşe. Telefonu eline tutuşturup hadi konuş abi desem. Kesinlikle kem kümden bir adım öteye gidemez. Neyse ki artık fazla direnmiyor. Kâğıdını kalemini çıkardı. Bahriye yengemize göndermek için uzunca bir mesaj yazdı. Oturup iki dakikada falan yazmadı. Yazdı, bozdu, karaladı, yeniden yazdı. Olmadı düzeltti. Ve işte sonuç budur. “Bir kadını sevmeye nerden başlanır? Ne zaman başlanır? Ayırdına vardığımızda hep iş işten geçmiş mi olur? Hep aynı kargaşa, hep aynı korku, hep aynı heyecan mı hissedilir? Hep mi acemi, hep mi beceriksiz ve çaresiz mi oluruz? Çok soru sorduğumun farkındayım. Çok şey gördüm, çok şey yaşadım ama bu konuda tam bir cahilim. Bir insan ömrüne kaç aşk sığar. İlki çocuk zamanlarıma rasgeldi. Ne olup bittiğinin farkına bile varamadım. Tam yüreğime kör ve paslı bir bıçak saplanmışken o kayıplara karıştı gitti. Acımla ve hüznümle yapyalnız kalıverdim. Gizli gizli ağlamak dışında elimden başka bir şey de gelmedi. Şimdi ikinci kez içime düşen cemre için daha dikkatli olmayı istiyorum. Nisan yağmuru telaşla geçip gitmesin. Adamakıllı, sırılsıklam, tepeden tırnağa ıslanayım. Karşıma yeni bir Hayal kırıklığı çıkabilir. Yolumu bekleyen hüsran ve hüzün olsa bile adam gibi acı çekmek istiyorum. Kemiğime saplanan kalın bir çivi gibi beni kıvrım kıvrım kıvrandıracak kadar şiddetli bir acı olsun. Ya da ayaklarım yerden kesilsin. Binlerce gökkuşağının içinden geçeyim ve günlerce bulutların üzerinden hiç inmeyeyim.” Bu satırlar önce ona gönderilecek ve bir süre beklenecek, ses soluk çıkmazsa özür dilenecek, mesajın yanlışlıkla kendisine gönderildiği söylenecekti. Bundan bir önceki seçenek kendimize devlet görevlisi süsü verip anket benzeri bir çalışma yapıyormuşuz rolü ile direk Bahriye Hanım’ın telefonunu aramaktı. Ancak Kani Abi’nin üstesinden gelebileceği bir şey olmadığından vazgeçtik. Hazırladığı metni kaç kısa mesaj olarak gönderdik sayamadım. Bir kadını etkileyecek keşfedilmiş tılsımlı sözler henüz yazılmamıştır. Biliyoruz ama elimizden ve aklımızdan ancak bu kadarı geliyor. Umut işte. Bekledik, bekledik, bekledik ama hiçbir şey gelmedi. Tamam, cevap olarak mesaj yazmayabilir ama en azından bir soru işareti göndermez mi? Gün akşama vardı tık yok. Nisan 2017 Bursa
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |