..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > seyfullah ÇALIŞKAN




25 Eylül 2007
Yağmur, Kar, Değermen Çöreği ve Orçun Abi  
seyfullah ÇALIŞKAN
Ben yola çıkmadan önce tam yirmi üç gün aralıksız yağmur yağmıştı. Saçaklardan akan suların şıpırtısı ve bacanın etrafındaki tenekede oynaşan damlaların tınlayan sesi artık sussun istiyordum. Neredeyse aklımı kaçıracaktım. Oysa ben yağmuru ölesiye seven, damlalar toprakla buluştuğunda bağlasalar evde duramayacak biriydim.


:DAAI:
Aman be amca yaaa, nerden çıkıp geldin? Senle niye karşılaştık ki biz? Aklımı bulandırdın, içime korku saldın. Şimdi bir başıma, bu derede ben resmen korkmaya başladım. Daha yolun yarısına ancak gelebildim. Bundan sonra Tekkiraz’a çıkıncaya kadar her adımda aklıma yeni kaygılar üşüşecek. Bu uçsuz bucaksız sessizlik, her kovuk, her kuytu beni ürpertecek. Geri mi dönsem acaba? Geri dönüp o yaşlı amcaya yetişsem mi? Yarın belki başkaları da bu yoldan geçer, onların peşine takılıp korktuğumu belli etmeden arkalarından yürürüm. Şimdi eve dönüp “Ben kurtlardan korktum. Gidemedim, yoldan geri dönüp geldim.” diyemem ki. Yıllardır hiç kimseye kurtların saldırdığını duymadım. Kudurmuş aç kurtlar bula bula saldıracak bir tek beni mi bulacaklar? Ya piyango bana çıkarsa.? Belli mi olur, vahşi hayvan bu, kimi savunmasız yakalarlarsa ona saldırır.
     Yaşlı adamla değirmenin yanındaki beton köprüde karşılaştım. Tekkiraz’dan inmiş köyüne, Çayırlıya doğru gidiyordu. Onu tanımıyordum ama beni görünce yüzünü dolduran derin çizgiler, kalın çatık kaşlarının bile güldüğünü görünce selam verip geçmeye gönlüm razı olmadı. Adamdaki bu sevecenliği görünce dayanamadım, durdum. Köprü üzerinde bir sigara yaktım. İçip içmediğini sorup bir tane de ona verdim. Günlerdir yağan yağmurun etkisiyle çay iyice kudurmuş, köprünün bacaklarını tırmalıyordu. Suyun içinde yuvarlanıp birbirine çarpan büyük taşların sesleri duyuluyordu. Konuşma sırasında adam “Karlı havalar kurtları azdırır. Böyle havalarda yalnız başına yola çıkmak tekin değildir. Keşke köyden çıkmadan yanına bir tüfek alsaydın.”dedi. Köpekleri düşünmüştüm ama buralarda bana kurtların saldırabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Adam yürüyüp gittiğinde ben aklımda yeni filizlenmiş korkularla hala köprü üzerinde duruyordum.
Ben yola çıkmadan önce tam yirmi üç gün aralıksız yağmur yağmıştı. Saçaklardan akan suların şıpırtısı ve bacanın etrafındaki tuzla escort tenekede oynaşan damlaların tınlayan sesi artık sussun istiyordum. Neredeyse aklımı kaçıracaktım. Oysa ben yağmuru ölesiye seven, damlalar toprakla buluştuğunda bağlasalar evde duramayacak biriydim. Bu kadar uzun yağınca insanın içi dışı yağmur oluyor, yağmur insanı yormaya başlıyordu. Çok sevmeme rağmen dinmek bilmeyen bu yağmurdan usanmış ve bıkmıştım.
Dile kolay tam yirmi üç gün hiç durmadan yağmur yağdı. Köprüler yıkıldı, ağaçlar sürüklendi, çukur ve düz arazilerin hepsini sular doldurdu. Köyün orta yerinde kocaman göller oluştu. Yağmur biraz uysallaşsın, hatta dinsin diye beklemeye başladım. Bir haftadır ilçeye gitmeye niyetliyim ama yağmur yüzünden her sabah erteliyordum. Yağmurun son günü hava birden serinleyip akşama doğru kara çevirdi. Sabah yatağımdan kalktığımda yerlerde yarım metreden fazla kar vardı.
Köylüler hep “Yağmurun ardından kar tutmaz.”derlerdi. Bu kez yanılmışlardı. Islak elektrik hatlarına yapışan kar, telleri soba borusu kalınlığında sarmıştı. Mahalleleri birbirine bağlayan bütün teller kopmuş, hatta direklerin bazıları da yıkılmıştı. Bu bizim için en az yirmi gün evlerimizdeki ampullerin yanmayacağı, gaz lambası ile durumu idare edeceğiz anlamına geliyordu. Elektriklerin uzun bir süre gelmeyeceğini bilmeme rağmen, yağmurun ertesi sabahı kar beyazı bir aydınlığa bırakmış olması keyfimi yerine getirmişti. Öğleye doğru bir ara güneş açınca çizmelerimi ayağıma, gocuğumu sırtıma geçirip yola çıktım.
Burada yaya olarak bir yere gitmeye karar verdiğinizde köpek belasını akılınızdan hiç çıkarmamalısınız. Köyümüzdeki öğretmen “Hiçbir yerde köpeklerin yoldan gelip geçene bu kadar saldırdığını görmedim. Çoban köpekleri sürüye yaklaşınca veya sürünün içine girince, bekçi köpekleri de kapıya yaklaşınca saldırırlar. Orta Karadeniz’in bu yüksek köyünde evler birbirinden çok uzak olduğu için köpekler insan görmeye pek alışık değildir. Evde yaşanlar hariç gelip geçen herkese saldırıyorlar” diye bize kendi köyümüze ilişkin gözlemlerini anlatırdı.
Ben çok uzak yerleri gidip görmediğim için böyle bir kıyaslamayı yapamam. Ama gözlemlediğim kadarıyla köpekler hemen üzerimize atlayıp bizi ısırmazlar. Önce üzerimize doğru koşup gelir ve son anda yön değiştirip bacaklarımızın yanından bir yay çizerek arkamıza dolanırlar. Bu aslında hayvanın düşmanını sınamak için yaptığı bir manevradır. Köpekler ikinci veya üçüncü yay şeklindeki koşturmayı birden kesip en korunmasız çapa escort yerimizden bizi ısırırlar. Kaçarsak mutlaka dişlerini baldırlarımızdan veya popumuzdan geçirirler, Korkup kaçmak çoğu zaman garanti ısırılacağımız anlamına gelir. Çünkü köpeklerin neredeyse hepsi, her zaman insanlardan daha hızlıdırlar.
Isırılıp kuduz aşısı olmaktan kurtulmanın en iyi yolu hayvanın karşısına dikilip, ona meydan okumaktır. Eliniz boşsa, hayvanın çevikliği ve hızı karşısında savunmasız kalırsınız. Köyüler köpek için yanlarında sürekli uzunca ve sağlam bir değnek gezdirirler. Benim de köpeklerden korunmak için kendime özel olarak hazırladığım bir sopam vardır. Çoban kirazı dalından kesip yaptım. Çakımla ağacın dikenli dalını kesip boyunu ve kalınlığını kendime göre ölçüp biçtikten sonra yaktığım ateşte kabuğu ile birlikte kavurdum. Kabuğunu soyup budak yerlerini düzelttikten sonra ateşe yeniden uzatıp kahverengi ve siyah alev izleriyle süsledim.
Kurşun gibi ağır, bir vuruşta köpeğe feleğini şaşırtacak bir sopa olmdu.. O sopa yanımdayken hiçbir köpek yanıma bile yaklaşamaz.. Ben sopamı, sopam da bana diş bileyen köpeklerin kafalarına inmeyi çok sever.
Karı dizleye dizleye Hapan Mahallesi omzuna çıktığımda yolda bir araba izi başladı. Sabahın erken saatlerinde kar iyice kalınlaşmadan Usta Mahallesi tarafına bir minibüs geçmiş olmalıydı. Yoldaki ize inince yürümek daha kolaylaştı. Niyetim ikindiye doğru Tekkiraz’a çıkıp, oradan ilçeye giden bir minibüsle karşılaşmaktı. Karanlığa hd porno kalmak istemediğim için elimden geldiği kadar hızlı yürüyordum. Köyden çıkınca cep teybimin kulaklıklarını takıp yürüyüşümün içine biraz eğlence kattım. Hakikatten her taraf kar altındayken, ormanlar derin bir sessizliğin içinde uyuklarken, insanın kulağına müzik akmasının bambaşka bir tadı vardı.
Kar beyaz örtüsüyle toprağı, ağaçları güzelce sarmaladığı için her zaman çizmelerime tutunup ağırlaştıran çamurun yapışmasını engelliyordu. Manzaranın ve müziğin tadını çıkararak yürürken Beylerce Köyü’nün ilk evlerine yaklaştığımın farkına bile varmadım. Eğer birkaç haylaz köpek yola doğru koşmasalar köye yaklaştığımı da anlayamazdım. Üç köpek birbiriyle yarışır gibi koşup bana doğru geldiler. Aramızdaki mesafe iyice azaldığında birden saldırma heveslerini kaybettiler. Havlamaları bıçak gibi kesilip mısırları güzün biçilmiş boş tarlanın ortasına oturup kaldılar. “Zaten gelişlerinde hayır yoktu. Veresiye işe gider gibi zoraki havlayıp, köpekçe bir angaryayı başından savar gibi koşuyorlardı” diye düşündüm. Aslında saldırsalar epey sıkıntı verebilirlerdi. Çünkü köyün girişine uzunca bir yokuştan iniliyordu. Açıklık bir yerdeydim ve yokuş yukarı da kaçamazdım. Sopama güvendiğim için pek tedirgin de olmamıştım.
Sadece köyün girişi değil yoldaki iniş dereye kadar sürecekti. Çıkış ve inişin sınırını Çayırlı ile Taşlıca köylerinin yanından geçip Ünye’ye doğru akıp giden dere belirliyordu. Burada yaz kış suyu kesilmeden akan tek akarsu buydu. Değirmenin yukarısından, yokuşun başından azgın dereye ve çarkları susmuş değirmene baktım. Değirmenin yanından karşıya geçen beton köprüyü çok severdim. Birkaç kez köyden arkadaşlarla balık tutmaya geldiğimde köprüden ayaklarımı sarkıtıp değirmen oluğundan aşağı köpük köpük akıp yeniden dereye dönen suyun akışını izlemiş, sesini dinlemiştim. Bu değirmene üç köyden insanlar eşekleriyle mısır getirip öğüttürürlerdi. Değirmenci İsmail beni severdi. Bana, “Senin babam benim kan kardeşim olur.” derdi.
Köprüye vardığımda değirmen önünde eşekleriyle sıra bekleyen köylüleri, dut ağacı altındaki ağaç tomrukları üzerinde öğütülmeyi bekleyen mısır çuvallarını anımsadım. Bu gün değirmen kapalıydı. Babam İsmail Amca’nın çok güzel değirmen çöreği yaptığını anlatırdı. Çörekleri sıcak küle gömüp pişirirmiş. “ Onun çörekleri mis gibi odun koru kokar, tadına da doyum olmaz.”derdi.
O gün değirmen kapalıydı. İsmail Amca değirmen oluğunu büyük bir tahta ile kapatıp suyu çarka gitmeden dereye tahliye etmişti. İşte o yaşlı adamla tam değirmeni geçince karşılaştım. Ben köprüye değirmen yanından girdiğimde o da köprünün az ilersindeki çeşmenin yanından aşağı doğru geliyordu. Ayakta konuştuğumuz o bir kaç kırık dökük ve amaçsız cümlenin içinde bana “Karlı havalarda yollar tekin değildir.” demeseydi, içime korku tohumları ekmeseydi ne güzel hiç bir şeyi dert etmeden yoluma güle oynaya gidecektim. Üstelik bana söylüyordu ama onun da yanında tüfeği yoktu. Onun da yolu uzundu ve o yolu yalnız başına yürüyecekti. Eğer kurtlarla ilgili bir sıkıntı varsa kendisinin de yanına bir tüfek alması gerekmez miydi? Acaba belinde tabancası vardı da ben mi görmedim.? Belki de bana sadece şaka olsun diye söylemiştir. Korkutmak istemiş te olabilir.
Yaşlı adam dere kenarını izleyen patikada karlara bata çıka yürüyüp gözden kayboluncaya kadar arkasından baktım. Değirmen açık olsaydı İsmail Amca’ya durumu anlatıp yardım isterdim. En azından o böyle bir tehlike olup olmadığını bilir, bana bir akıl verirdi. Dereden mezarlık yanına doğru çıkarken kendi kendime yaptığım telkinler biraz işe yaradı. Korkum yaşlı adamın arkasından bakıp durduğum zamana göre daha azılmıştı. Her yokuşun başında, her virajda Tekkiraz görünsün istiyordum. Hızlı yürüdüğüm halde yol hiç azalmıyor gibiydi. Yanından geçtiğim tek tük evlere, iri ağaçlara, köprülere bakıp ne kadar yolum kaldığını hesaplamaya çalışıyordum. Yola yakın evlerin önlerinden geçerken adımlarımı biraz daha yavaşlatıp soluklanıyordum. Sanki başıma bir şey gelse, o evlerden insanlar koşup yetişerek beni kurtaracaklarmış gibi düşünüyordum. İçimdeki korku azalıp kendimi biraz olsun güvende hissediyordum. Evlerden uzaklaştığımda ve beyaz düzlüklere çıktığımda korkum yeniden çoğalıyordu. Yolda Tekkiraz’dan aşağıdaki köylere, evlere giden insanlarla karşılamayı umuyordum. Her zaman sadece kahvede kağıt oynamak için Tekkiraz’a giden köylüler kar yağdığı için evlerinden çıkmamışlardı. İnsanlar bir yana bu yolda her zaman karşılaştığım kasabaya giden traktörlerden bir tekine bile rastlayamadım. Kar herkesi evine kapatmıştı. .
Duyduğum en ufak bir çıtırtıdan irkilerek, karda kurt izleri arayarak, korkunun insanı tüketip bitiren endişeleriyle kan ter içinde Tekkiraz’a çıktım. Akkuş yolunu izleyerek kasabanın çıkışına kadar yürüyüp minibüs beklemeye başladım Yolun kıyısında beklerken bedenimi yalayan hafif rüzgarda terden sırılsıklam giysilerimle üşümeye başlamıştım. Burada çok beklersem hasta olacağımı biliyordum. Şansım yaver gitti, tam sigaramı bitirmiştim ki bir minibüs çıkageldi. Asfaltta stabilize yolda olduğu kadar kar yoktu. Gelip geçen arabalar asfaltın siyahlığını iyice çoğaltmış, kalın çizgiler şeklinde epey açığa çıkarmıştı. Tekkiraz’dan İnkur’a kadar yoldaki kar devam etti. İnkur’dan aşağılara hiç kar yağmamıştı. Ünye’nin ise kardan, kıştan haberi bile yoktu. Güneş Çamlık üzerinde gökyüzünü kırmızıya boyayarak, şehre ılık ve güzel bir kasım akşamı sunuyordu.
Ünye’nin yüksek köylerdeki kar ve yağmurdan haberi bile olmamış gibi görünüyordu. Günlük mesaisi sona ermiş memurlar Yunus Emre Parkı’na oturmuş yorgunluk çayı içiyor, okul kıyafetli öğrenciler sahilde turluyordu. Sahilde akşamın keyfini çıkaran insanların yanında dağlardan indiğim hemen belli oluyordu. Çamurlu çizmelerimden kurtulmak, üstümü değiştirmek ve gece kalmak için arkadaşımın evine gittim.. Apartmana girdiğimde merdiven boşluğunda beni akşam yemeği için kavrulan soğan kokuları karşıladı. Akşamla birlikte apartmanda oturanları yemek hazırlama telaşı sarmış gibi görünüyordu. Aslında henüz arkadaşımın eve dönmemiş olmasından ve kapıda kalmaktan endişeleniyordum. Neyse ki endişelerim yersiz çıktı. Zile basar basmaz kapıyı hiç beklemeden açtı. İçeride, kapının önünde zilin çalmasını mı bekliyordu diye düşünmekten kendimi alamadım. İçeri girdikten sonra “Birini mi bekliyordun? Kapı öyle hızlı açıldı ki şaşırıp kaldım.” dedim. Ben zile bastığımda mutfak kapısından çıkıp salona geçiyormuş. O tam kapının önündeyken ben zili çalmışım. Arkadaşımla gecenin geç saatlerine kadar sohbet ettik. Birkaç aydır görüşmediğimiz için konuşulacak bir sürü konu birikmişti.
Ertesi sabah o erkenden kalkıp işine gitti. Bende ondan sonra yataktan kalkıp önce pantolonumu, gömleğimi ütüledim sonra da tıraş olup evden çıktım. Ünye-Ordu asfaltına çıkıp benim için duran ilk minibüse atlayıp Ordu’ya gittim. Bilmem kaçıncı sıradan, bilmem ne partisinden milletvekili adayı olmuş mimar bir tanışımız vardı. Babamla konuşmuşlar, “Oğlanı bir gün Ordu’ya gönder. Gelsin de görüşüp-konuşalım, ona uygun bir iş araştıralım.” demiş. Bülbüllü deresinin karşısında bürosu varmış. Araya sora, adamın bürosunu buldum. Kendisi büroda değildi, büroda çalışanlar beni içeri buyur ettiler. Orada getir götür işlerini yapan benim yaşlarımda bir delikanlı bana çay ikram etti. Halimi , hatırımı usulen sorduktan sonra “Sen biraz soluklan, Orçun Abi az sonra gelir.” dedi.
Orçun Abi’nin az sonrası yaklaşık iki buçuk saat sürdü. Kendimi tanıttım, “Babamla konuşmuşsunuz, işte ben onun için geldim.”dedim. Adam işleri başından aşkın, hem de kocaman bir mimar olduğu için babamla konuştuğu konuyu anımsayamadı. Dilim döndüğü kadar geliş nedenimi bir kez daha anlattım. Dilim döndüğü kadar diyorum, çünkü heyecandan adamın karşısında doğru düzgün konuşamadım. Orçun Abi, o gün için benim kaderimi, istikbalimi avuçlarının içinde tutuyordu. Onun her yerde, her mevkide tanıdıkları vardı. Bir telefonda beni Orman’da, Köy Hizmetlerinde, Kara yollarında veya devlet dairelerinin birinde işe sokabilirdi. Ağzımdan çıkar her kelimeyi, her cümleyi dikkatle dinledi. masasının başına geçti. Eline kağıt kalem alıp, ben konuştukça bir takım notlar aldı. Eğitim durumumu sordu.

-     Liseyi geçen yıl bitirdim.
-     Sen nasıl bir işte çalışmak istiyorsun?
-     Siz nasıl bir iş uygun görürseniz, her işte çalışırım. Hatta köyde boş boş oturmaktansa
sizin inşaatlarınızda bile seve seve çalışırım.
-     Sen okumuş adamsın, inşaatlarda çalışmak sana göre değil. Askere ne zaman gideceksin?
-     Üniversite sınavlarına hazırlandığım için tecil ettireceğim. Birkaç yıl daha gitmem.
-     Sen şimdi köyüne dön. Bazı girişimlerde bulunup sonucu babana bildireceğim. Daha
olmazsa babana söyle bana haftaya Tekkiraz Postanesinden telefon etsin.”dedi. Kendisine teşekkür edip bürosundan çıktım.
     Ordu’nun çarşısında, caddelerinde birkaç saat gezip dolaştım.. Akşama doğru Ünye’ye geri döndüm. Bayram çocukları gibi sevinç içindeydim. Bir şeyler değişecek, benim de bir işim olacaktı. Ben de bir parça ekmeğin ucundan tutup adam olacaktım. Ordu’dan döndüğüm akşam yine Ünye’de arkadaşımın misafiri oldum. Ona Orçun Bey’in benimle konuştuklarını, ne kadar iyi ve yardımsever biri olduğunu, bir hafta sonra bir işe gireceğimi, umutlarımı anlattım. Ertesi sabah Niksar Caddesinden geçen bir minibüsle önce Tekkiraz’a sonra da yürüyerek köye döndüm. Dönüşte kar iyice erimiş, yollar, tarlalar ve ormanların beyaz örtüsü alacalanmıştı. Sevincimden kurtlar önüme çıkar, bana saldırır düşüncesi aklıma bile gelmemişti. Bir hafta, topu topu bir hafta sonra yaşamımda her şey değişecekti. Saatler, günler, geceler bir türlü tükenmek bilmiyordu. Günlerce düşler, sevinçler içinde yuvarlandım. Yatakta sabaha kadar uyumadan evden ayrılıp nasıl bir başıma kendime bir yaşam kuracağımı hayal ettim.
Bir hafta sonra babam Tekkiraz Postanesine gidip Orçun Bey’i aradı. “Ona şimdilik uygun bir iş bulamadım. Askerliğini yapmamış olması iyi bir işe sokmama mani oluyor. Üniversite sınavını falan boş verip askere gitsin. Askerliğini bitirince ben ona çok güzel bir iş bulurum.”demiş. Babam Tekkiraz’dan dönünce üzüleceğimi bildiği için önce “Telefonlar bozukmuş, görüşemedim.”dedi. Akşam yemeğinin ardından çay içerken durumu elinden geldiği kadar sevimlileştirerek anlattı. Çok üzüldüm ama babama ve bizimkilere durumu çaktırmadım. “Ne yapalım kısmet değilmiş, Allah bir kapıyı kaparken ötekini açarmış.”deyip anneme ve babama üzülmediğimi göstermeye çalıştım. Orçun Bey herkese bana verdiği gibi sözler verir ama bir tanesini bile tutmazmış. Benim ekmek kapım tam o olaydan altı yıl sonra üniversiteyi bitirdikten sonra açılabildi.

Seyfullah Çalışkan
Eylül 2005




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın deneysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 2 (Son)
Gelincikler Ağlar mı?
Selver
Rakı Şişesinden Ejderha Olduk –ıı -
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 1
Gökçeada 3
Öyküler Sokaklara Yağar
Deli Sülo

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tabanca
Saman Altından Aşk Yürürse
Rakı Şişesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben İşin Kitabını Yazmıştım
Nataşa, Mavra ve Rakı
Güvercinli Yazı - 1
Emekleye Emekleye Emekli
Çaki, Çakmak, Bıcak, Tarak
Acemi Çapkın

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Başka Türlü Bir Şey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır [Deneme]
Zaman Sen Yalansın [Deneme]
Nisan"ın Şuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fırtına Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlıyı Bozan Yazılar [Deneme]


seyfullah ÇALIŞKAN kimdir?

Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.