..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > Seyfullah ÇALIŞKAN




10 Mayıs 2017
Gelincikler Ağlar mı?  
Seyfullah ÇALIŞKAN
Katırcıların Osman’la gitti. Sabah ezanı hala kulaklarımda... Avlu kapısında son kez gördüm. İki karartı olup gittiler. Akşama genç bir kısrağa koşulmuş Konya Yaylısı ile dönecekti. Minibüs Gediz’e uçtu diyorlar. Kayıp diyorlar. Yalan söylüyorlar. İyi yüzerdi Yusuf’um. Ateş yakar beni ama su boğmaz, derdi. İkisinin de ne ölüsü, ne dirisi. Gediz denilen bu su nereye gider? Hiç yorulmaz mı? Hiç mi duraklamaz, soluklanmaz mı?


:AHDA:
GELİNCİKLER AĞLAR MI?
Başını kapıdan içeri uzattı. Dikkatli gözlerle etrafa bakındı. Sonra bakışlarını üzerime çevirdi. Kendisi için çok önemli bir şeyi arıyor gibiydi. Önce adımı sordu. Ardından Katırcıların Osman’ı tanıyıp tanımadığımı…“Tanırım, üstelik çok eskiden beri tanırım,” Birkaç ay önce kaza geçirip ölmüştü. Ve ölüsü de bulamadılar fakirin. Üç yetim bıraktı geride. Duvar diplerinde ağlaşıp dururlar. Kadın ağzının içinde mırıldanmayı bırakıp konuşsa ne istediğini anlayacaktım. Belki de bir yardımım dokunurdu. Gelişinin kendince çok önemli bir nedeni olmalıydı. Canı, mecali yoktu. Buyurun size bir çay söyleyeyim. Biraz soluklanın, dedim. Geri çekildi. Tamam, içeri girme, kapı önünde otur, dedim. Aldırmadı. Gözlerinin ışığı azalmıştı. Dudakları kuru, benzi sapsarıydı. Ayakları yorgun, bedeni tükenmişti. Hasta olmalı diye düşündüm. Ne kapıdan dışarı çıktı, ne de içeri girdi. Aramızda kendince güvenli bulduğu bir mesafe bıraktı. Bazen içeri bakıyordu, bazen sokağa. Bana kalırsa o hiçbir yere tam olarak bakmıyordu. Başının ve gözlerinin hareketi kurulu bir oyuncak gibi sürekli tekrarlanıp duruyordu.
Kararsızlığı yüzünden, ellerinin titremesinden, bakışlarından anlaşılıyordu. Dudaklarından duaya benzer bir fısıltı dökülüyordu. Söylediklerine iyice kulak kesilmeyi denedim. Bir şeyler söylüyordu ama anlamak mümkün değildi. Çok yenilmiş, çok sürüklenmiş, çok hırpalanmış ama bir şekilde ayakta kalmış insanlara beziyordu. Daha önce de böyle acılara batıp çıkmış her şeye rağmen yaşama diş ile tırnak ile tutunan insanlarla karşılaşmıştım. Hiç kimse bunları anlayamaz. Ne doktorlar ne de hocalar. Onlar artık başka dünyanın insanı olmuşlardır. Bu insanları bir tek gözlerinden tanırsınız. Sabit bakışları kalın beton perdeleri, çelik duvarları bile delip geçer. Bizim çok uzağımızda bir yere bakarlar. Bakışlarında uzun kışlardan kalma keskin bir ayaz vardır. Gözlerine dikkatli bakınca üşürsünüz.
Aradığı ben değildim. İçinde bulunduğum mekânla da zerre kadar ilgisi yoktu. Ama buraya kadar geldiğine göre mutlaka bir şey arıyordu. Kollarındaki ve boynundaki bıçak izleri başka bir hikâyeyi anlatıyordu. Bedeninde kim bilir başka ne yaralar vardı. Tenimiz yaraları dışardan kapatır. Ama içerdekiler kanamaya devam eder. Bunu öğrenecek kadar yaşadım. Ben meczupların dillerinden anlamam. Onlarla konuşmayı da beceremem. Onlara herkese davrandığım gibi davranırım. Ne abartmayı severim, ne yüzlerine acıma hissiyle bakmayı. Ne onda ne de bende birbirimize uzun uzun bakacak cesaret zaten yoktu. Şairin “Gözleri bir çığlık, bir yaralı haykırış. Gözleri bu gece çok uzaktan geçen bir gemi,” dediği böyle bir şey olmalıydı.(*) O aradığını belki hiç bulamayacak. Olsun, bu sonucu değiştirmez. Adım gibi biliyorum. Sırtını ısıtacağını umduğu o eski battaniyeyi, kuytu ve huzurlu limanı aramaya devam edecek.
Kapının önüne oturdu. Bir şeyler mırıldanıyor ve boş gözlerle sokağa bakıyordu. Bir çay gönderdim. Biraz ekmek, peynir ve zeytin... Çay soğudu, torbayı açıp içinde ne olduğun bile bakmadı. Giysileri temiz, ayakkabıları sağlamdı. İlk bakışta insanın gözüne ilişen herhangi bir aykırılık yoktu. Sürekli bir kedi gibi mırıldanması ve parmaklarının sürekli çenesinde dolaşıp durması kesilse onu evinin kapısında oturup soluklanmayı seçmiş birisi sanırdınız. Poyuna, posuna, kaşına, gözüne bakılacak olsa güzel bir kadın demesek haksızlık olur. İnternetteki arkadaşlık sayfalarına fotoğrafını koysan yüzlerce talibi çıkar. Çünkü hiç bir fotoğraf onu ve kafasının içinde dolaştırdığı halüsinasyonları gösteremez.
     Katırcıların Osman’la gitti. Sabah ezanı hala kulaklarımda... Avlu kapısında son kez gördüm. İki karartı olup gittiler. Akşama genç bir kısrağa koşulmuş Konya Yaylısı ile dönecekti. Minibüs Gediz’e uçtu diyorlar. Kayıp diyorlar. Yalan söylüyorlar. İyi yüzerdi Yusuf’um. Ateş yakar beni ama su boğmaz, derdi. İkisinin de ne ölüsü, ne dirisi. Gediz denilen bu su nereye gider? Hiç yorulmaz mı? Hiç mi duraklamaz, soluklanmaz mı? Katırcıların Osman’ı bilir misin? O geldiyse Yusuf’umda gelir.
Kısrağı da, arabası da geri dursun. Yusuf’um çıkıp gelsin, yeter. Köprü kenarları kemerli korkulukmuş. Minibüs suya uçmuş. Kuş mu bu? Uçamaz ki. Yusuf’umu biri mi alıp sakladı? Yaralı mı, kendini bilmez halde mi? Boğulmaz benim Yusuf’um. Kar suyu olsa da yüzer geçer. Hepiniz yalancısınız. Yusuf’umu verin bana. Gediz denilen su nereye akar gider? Hiç dur durak bilmez mi? Hiç mi yorulmaz?
Kapı ile sokak arasında bir kaç saattir bekliyor? Akşama kadar duracak mıydı? Peki,
akşam olunca ne yapacağım? Onu kapı önünde bırakıp asma kilidi halkaya takıp gidecek miyim? Gidebilir miyim? Gidilebilir mi? Bereket hava güzel? Örneğin şimdi birden yağmur başlayıverse ne yaparız? Aklını yitirenler gözlerini daha mı az kırpıyor? Ah bir de ne dediğini anlayabilsem. Bir yaralı parmağa faydam dokunur belki de. Ah be kadın, am be güzel kardeşim. Ne yersin, ne içersin, ne susarsın, ne söylersin. Elimi kolumu bağlamak için mi geldin sen? Çaresiz koymak için mi? Vicdan azabı gibi bir şeysin inan. Aklımdan geçenlerin bir kaçanı söylesem, çekip gideceksin. Gidersen kendimi kötü hissederim. Seni kovalamışım gibi suçlulukla kalakalırım. Bereket ki akşama daha çok var. Bekleyelim bakalım sen sağ ben selamet. Yiyeceğini bilsem kebaplar ısmarlarım. Kara gazozlar, sarı gazozlar, sıcak içecekler hatta. Biz de herkes gibi kahve içsek örneğin. Tamam, birbirimizden uzakta... Sonra da fincanlarımızı kapatıp azıcık yalan söylesek. Ağız dolusu değil ama neşemiz biraz yerine gelse. Sana bakınca anladım ki kuşlar ağlarmış. Gelincikler de…
Yusuf’um hep bu dükkâna gelirmiş. Yerlerde ayaklarının izi, duvarlara gülüşünün sesi sinmiştir belki. Belki kokusu saklıdır şu ilerideki karanlık köşede. Ölmedi benim Yusuf’um. O suda boğulmaz. Çıkıp bir yerlerde kalmıştır. Salmazlar ki beni. Bıraksalar Gediz boyundan denize kadar giderim. Ölmemiştir Yusuf’um ölemez. O beni bırakıp gitmez ki. Mutlaka çaresiz kalmıştır bir tenhada. Bir çukura düşmüştür belki. Baygın, yarı canda bir bağa çıkmıştır. Kendine gelmemiştir daha…

*Yazar ve müzisyen Zülfü Livaneli’nin Gözlerin şarkısının sözlerinden alınmıştır.
Mayıs 2017
Bursa Seyfullah



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın deneysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 2 (Son)
Yağmur, Kar, Değermen Çöreği ve Orçun Abi
Selver
Rakı Şişesinden Ejderha Olduk –ıı -
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 1
Gökçeada 3
Öyküler Sokaklara Yağar
Deli Sülo

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tabanca
Saman Altından Aşk Yürürse
Rakı Şişesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben İşin Kitabını Yazmıştım
Nataşa, Mavra ve Rakı
Güvercinli Yazı - 1
Emekleye Emekleye Emekli
Çaki, Çakmak, Bıcak, Tarak
Acemi Çapkın

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Başka Türlü Bir Şey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır [Deneme]
Zaman Sen Yalansın [Deneme]
Nisan"ın Şuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fırtına Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlıyı Bozan Yazılar [Deneme]


Seyfullah ÇALIŞKAN kimdir?

Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.