..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > seyfullah ÇALIŞKAN




20 Aralık 2003
Öyküler Sokaklara Yağar  
seyfullah ÇALIŞKAN
İnsanlar geçer ömrümüzden, yaşamları bizimkine karışır. Boynumuza asılmış yaftalar gibi öyküler taşırız. Küçücük bir gülümsemeyi kırk altına alır, üç kuruşa satarız. Sıcacık bir yüreğin kapısına seve seve kul oluruz. Cömert bir el bayramdan bayrama baş


:DAEF:
   Evden çıktığımda kapı önünde beni güneşli güzel bir gün karşıladı. Sokağın başından denize baktım. Seçkin Ekmek Fırını’ndan havaya yanmış odun kokusu yayılıyordu. Zeki Usta odun kömürü yapmak için yine fırından kor olmaya başlamış kütükler çıkarmıştı. Ekmek kokusuna karışan yanmış odun kokusu olmasa bu sokak sıradanlaşır. Benim sokağım diyemezsiniz, sahiplenme duygunuz eksilir. Tam şimdi bir de çocuklar olmalı. Onlar olmadan bu sokağı anlamak, hissetmek imkansız. Top oynayan çocukların sesi, ekmek ve odun kokusu, güneşe bakan yorgun ve eski ahşap evler, duvarlarının birazı örülmüş yarım bir apartman inşaatı, havada birkaç dakika önce geçmiş uçaklardan kalan dumandan beyaz çizgiler olmasa yolumu kaybederim.
   Denize doğru uzanan sokaktan minibüse binecektim. Sokaklar, durak bir acayip… Bu saatlerde hiç böyle kalabalık olmazdı. Semt pazarının kurulduğu günler bile burayı hiç böyle görmemiştim. Düğün değil, bayram değil… Boşu boşuna minibüs bekleyip, itiş kakışla cebelleşmektense yürümeye karar verdim. Ellerimi cebime atıp, ayaklarımı rampa aşağı saldım. Niyetim Şükrü Usta’ya uğrayıp mercimek çorbası içmekti. Kulübün önünden geçerken bizim Mükemmel Muzaffer, “ İşin acele değilse gel bir çay içelim” dedi. Aslında bu dingili sevmem ama keyfim ayna, kıramadım.
   Muzaffer öyle az buz, anlatmakla bitecek gibi bir adam değildir. Hiçbir şeyi normal yapmaz, ortalama yaşamaz. Sabahları yatağından mükemmel bir şekilde kalkıp, mükemmel bir kahvaltı eder. Mükemmel bir yürüyüşle, mükemmel kahvesine gelir. Ardından mükemmel bir çay içip mükemmel sigarasından bir tane tellendirir. Bu adam pazara gitse, mükemmel pırasayı alır, mükemmel bir şekilde domatesleri mıncıklar, patateslere mükemmel bakar ve aldıklarını en mükemmel poşetlere koyup, mükemmel evine taşır. Geçenlerde kahvenin önünden geçen satıcıdan mükemmel bir karpuz aldı. Aksilik bu ya, mükemmel bir şekilde çıktı. Bütün semtin kendisiye kafa bulduğunu bildiği halde bu mükemmel hal ve gidişi değiştiremez.
   Muzaffer, mükemmel bir arkadaşıyla, mükemmel bir telefon görüşmesi yaparken çayım bitti. “Günün mükemmel geçsin” deyip yeniden yola revan oldum. Ağzını açmaya fırsat verirsem yine on binlerce mükemmel olay anlatacak. Ona bir şey yapmıyor olsa da mükemmelin fazlası beni bozar. Şükrü Usta’nın lokantasına doğru kıvrılırken Suna’yla karşılaştım. Görünce yanıma geldi, boynuma sarıldı. “Annen nasıl? Baban nerelerde? Çoktandır piyasada görünmüyor?” gibisinden ayak üstü biraz konuştuk. Allah sahibine bağışlasın, kocaman kız oldu. Bakışları insanın yüreğine , derinlerine işliyor. Sesi, bahar sevinci, pınar gibi çağlıyor. Üniversiteyi kazanıp ekmeğinin ardına düşebilseydi iyi olacaktı. Ama iki yıldır, istediği yeri tutturamıyor.
   Suna küçük bir kızken doğum günü için beni de çağırmışlardı. Hediyemi alıp evlerine gittim. Masa süslenmiş, kızımız cicilerini giymiş, pastanın mumları yakılmış, her şey hazır. Küçük fıstık mumları üflerken doğum günü anısına fotoğraf falan da çekilecek. Tam püf diyecek, hazırlanmış… Pastayı kaptığım gibi doğru mutfağa. Yanakları elma elma şiş, şaşkın, hevesi kursağında, ağladı ağlayacak öylece kalakaldı. Bakışlarını, o halini yıllar geçti unutamadım. Beni her gördüğü yerde “doğum günüme sen gelme, anne bu amca gelmesin” deyip durdu. Ah Suna’m, nazlı ceylanım, tatlı kızım… Pastayı çaldığım hiç unutulmadı. Yine de ilerleyen yıllarda esmer fıstığımla aramız yavaş yavaş düzeldi.
   Çorbamı içip lokantadan çıkınca Sakarya Caddesi’nde uzun uzun yürüdüm. İnsanlara, caddeden oluk oluk akan arabalara, dükkanların vitrinlerine baktım. Cep telefonu satan dükkanlar son zamanlarda ne kadar da çoğaldı. Tenekeci Mustafa’ya kolay gelsin deyip yalıya indim. Balık tezgahlarına hastayım. Dolaşmaya çıktığımda mutlaka hepsine bakarım. Almasam bile bu görüntü keyfimi yerine getirir. Eğer aylaklığı iş edinmesem mutlaka balıkçı olurdum.
   Tenekeci Mustafa babamın asker arkadaşıdır. İşleri eskisi kadar iyi olmasa da o hiç şikayet etmez. Baca kenarları, küllük, sac mangal, ördek soba, yağ tenekelerinden huniler falan yapar. Oğlu Rıdvan yıllar önce Amerika’ya okumaya diye gitti. Gidiş o gidiş, bir daha dönmedi. Hep merak ederim ama ona oğlunu soramam. Yaşlı tenekeciyi gücendirmek istemem. Mustafa amcanın dükkanı kapalıysa, mutlaka cenaze vardır. O semtimizdeki insanların ölüm tarihlerini dükkanındaki eski bir deftere de kaydeder. “Benim ninem ne zaman ölmüştü?” diye sorarsanız genellikle size akıldan net bir tarih söyler. Eğer çok eskiyse, hatırlamıyorsa, gidip defterine bakar.
   Yalı Kahvesinin kapısından herkesi selamlayıp girdim. Denize bakan masada iddialı bir elli iki partisi çevriliyor. Bunların pek öyle gürültüsüz patırtısız oyunları yoktur. Pür dikkat hallerine bakılırsa rövanşı oynadıkları belli. Lastik Osman bile oyuna karışmadığına göre iş baya ciddi olmalı. “Merhaba Lastik, yine mi oyuna karışıyon oğlum sen?”dedim. “Karışmadan durabilir miyim ağabey?” diye gülerek yanıt verdi. Lastik sıkı bir kağıt oyuncusu olduğu için birisi yanlış kağıt attığında sabredemez, mutlaka oyuna atlar. Ona düğünlerde kaykıla kaykıla oynadığı için Lastik Osman adını takmışlar. Haftanın dört beş günü semt yada çevredeki kasaba pazarlarına gider. Kumaş, hazır giysi, iç çamaşır, dantel kuklaları, tığ, şiş, makas, düğme gibi şeyler satar. Dangalaklık derecesinde dürüstlüğü ve dobralığı, ticaret ehli olmasına pek müsaade etmez. Pazarcı arkadaşlarının anlatmasına göre, Lastik Osman cumartesileri Soğuk Su pazarında tezgah açıyormuş. Gel zaman git zaman, yükseklerin kırmızı yanaklı tazelerinden birine de abayı yakmış. Kız gelip Osman’ın tezgahından ne ihtiyacı varsa alıp veresiye yazdırıyormuş. Bizimki ayıp olmasın, kız küsmesin diye, ağzını açıp para istemeye de çekiniyormuş. Veresiye defteri kabarmış, alacaklar çoğalmış. Osman her hafta para istemeye yeniden niyetleniyor ama bir türlü yüzü tutmuyormuş. Derken kızın ayağı da pazardan kesilmesin mi? Uyanık, ne kızın adını bilir, ne de köyünü… Hani tanıdık birileri olsa haber salacak. Veresiye defterinde yüklü bir hesap, hesabın karşısındaysa sadece çiçekli şalvarlı kız yazıyor. Utandığı için “kar kudurdu sermayeyi yedi ağabey” der. Öteki pazarcıların anlattıklarına “yalan ağabey, uyduruyorlar” deyip, lafı geçiştirir.
   Kusto Sami’nin masasına yanaşıp, altıma bir sandalye çektim. Kusto Sami etrafına topladığı kalabalığı yine gülmekten kırıp geçiriyor. Sami bu, denizde kum tükenirse onun da yalanı biter. Kusto Sami tanıdıklarla balığa çıkar. Şansı yaver giderse aldığı gemici payıyla kafasına göre takılır. Bir gün olsun canı sıkkın, suratını asık görmedim. Anlayacağınız Kusto Sami iki balık tutar. Birini satar rakı alır, öbürünü meze yapar. Her zaman yanında üç beş tanıdık, gırgır şamata gırla… Dünya yansa, içinde yanacak bir tutam çaputu yok. Hayatım boyunca bunun gibi lafı sözü bol bir adam daha görmedim. Anlattığı her neyse, en heyecanlı yerinde keser ” adaş patlat bakalım bi cıgara” der, sigara verilir, sigarasını yakıp anlatmaya devam eder. Hiç sigarası yoktur ama çakmağı hep cebindedir. Beleşçiliğin de kendine göre bir raconu vardır.
   Kusto Sami, ben masaya vardığımda askerlik anılarını anlatıyordu. “Silüsü elime tutuşturup, yallah İskenderun’a dediler. Teslim olmadan traş oldum, hamama gittim, son gece bi güzel kafayı çektim. Pazartesi sabahı nizamiyede birliğime teslim oldum. Beni önce üçüncü bölüğe verdiler. Bir hafta sonra bölük çavuşu geldi eşyalarını topla birinci bölüğe git dedi. Eşyalarımı toplayıp gittim. “Beni üçüncü bölükten gönderdiler dedim. Koğuşa eşyalarımı yerleştirirken bölük komutanı seni çağırıyor dediler. Bir topuk selamı, bir kısa künye yüzbaşının karşısına dikildim. Beni emretmişsiniz komutanım dedim. Adımı, memleketimi, babamın adını sordu. Başımı okşadı. İlk günden komutanın gözüne girdim diye sevindim. İlk on beş gün her şey normal geçti.
   Sonraları komutan bana gıcık kaptı. Her gün mutlaka kusurumu bulup bana temiz bir sopa çekiyor. Anamdan emdiğim süt bunumdan geldi. İki ay sonra mahalle arkadaşım Süleyman’dan gelen mektupla işe uyandım. Meğer yüzbaşı sıkıyönetim yıllarında bizim orda bir süre belediye başkanlığı yapmış. Babamla da epey sıkı ahbapmışlar. Komutan babama mektup yazıp, “oğlunu kendi bölüğüme aldırdım, gözüm arkada kalmasın” diye haber salmış. Babam da komutana cevap yazıp “ bizim oğlan haylazın tekidir, laftan sözden anlamaz, ne olur sopasını eksik etme, keratayı adam etmeden sakın gönderme” demesin mi? Komutan meğer babamın ricasını yerine getiriyormuş. Ben mi akıllandım, komutan mı usandı? Bir ara dayağı tamamen kesti. Bir hafta oldu dayak yemiyorum. Resmen sırtım kaşınıyor, alışmışım… Dayanamadım, dümenden mesele çıkarıp yine dayağımı yedim. Oh be! Dünya varmış, kemiklerim yerine geldi valla. ”
   Zafer dayanamadı “ Ne cins adamsın be Kusto. Neden durup dururken kendine dayak attırıyon?” diye sordu. Kusto Sami’ den yanıt aynen şu “ hazediyodum be oğlum, alışmışım hazediyodum...” Hepimiz gülmekten yerlerdeyiz…
   Muhabbetin finalinde yalının önünden Aysel geçti. Hepimiz hedefe kilitlenmiş torpido gibi gözlerimizi ona dikmişiz. Yanında hiç tanımadığımız kara yağız bir delikanlı. Bu kadının takıldığı bütün tipler hep böyledir. Cüzdanı kabarık, belalı, hır çıkarmaya yatkın görünüşlü adamlar. Masadakilerin hepsi hariçten gazel havasına girdiler.
   “Bütün malım mülküm sana feda olsun Aysel’im. Senin için ömrüm mahpuslarda ziyan olsun anam. Allah için kadın değil bu, kitap, kitap… Aç aç oku, çevir bi daha baştan oku. Ayağının altına paspas olayım Ayselim. ”
   Aysel, kulamparasıyla uzayıp gitti. Bizimkiler hala martaval okuyor. Şakası bir yana öyle bir geçiş geçti ki, rüzgarı aklımızı başımızdan aldı. Aysel bu, kadın gibi kadın. Her hali dişi. Göz süzüşü ölüm döşeğindeki adamı canlandırır. Heveslerimizi coşturdu, hepimizi yarım akılda koydu da gitti…
   İnsanlar geçer ömrümüzden, yaşamları bizimkine karışır. Boynumuza asılmış yaftalar gibi öyküler taşırız. Küçücük bir gülümsemeyi kırk altına alır, üç kuruşa satarız. Sıcacık bir yüreğin kapısına seve seve kul oluruz. Cömert bir el bayramdan bayrama başımızı okşar. İki çift tatlı söze, her zaman çocuk kalırız…
   
   * Hazetmek- Yerel bir söyleyişte “hoşlanmak, haz almak” anlamında kullanılmaktadır.



Deniz Fenerinin Güncesi

Seyfullah Aralık 2003

.Eleştiriler & Yorumlar

:: az geldi ysrım porsiyon daha...:))
Gönderen: Ender ÇETİN / Sakarya/Türkiye
31 Ocak 2006
alalade bir akşam yemeğinde,bütün aile fertlerinin aynı masada bulunması ve ekstradan bi misafirin o yemeğe verdiği tat gibi olmuş.ama ah keşke bi porsiyon daha olsa aynı yemekten...

:: tebrikler
Gönderen: Kâmuran Esen / Bolu/Türkiye
31 Ocak 2006
Merhaba Sevgili Seyfullah Çalışkan, Bugüne kadar okuduğum öykülerinizin her biri, ustaca yazılmış.Doyurucu.Anadolu insanının kıvrak zekâsı, espri gücü, alışkanlıkları, sevgisi, nefreti, herşeyi yazılarınızda mevcut.Kimisinde komşusunu, kimisinde mmmahalle bakkalını, kimisinde kendisini görüyor insan.Akıcı, rahat, içten anlatımınız ayrıca övgüye değer.Siz başarılı bir gözlemci ve usta bir öykücüsünüz.Tebrik eder, başarılı çalışmalarınızın devamını dilerim...Sevgiyle kalın...Kâmuran ESEN

:: Tebrik
Gönderen: Sami Güzel / Konya
23 Aralık 2003
Tebrik ederim, cok ufak bir kac nokta haricinde tek kelimeyle superdi..




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın deneysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 2 (Son)
Gelincikler Ağlar mı?
Yağmur, Kar, Değermen Çöreği ve Orçun Abi
Selver
Rakı Şişesinden Ejderha Olduk –ıı -
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 1
Gökçeada 3
Deli Sülo

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tabanca
Saman Altından Aşk Yürürse
Rakı Şişesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben İşin Kitabını Yazmıştım
Nataşa, Mavra ve Rakı
Güvercinli Yazı - 1
Emekleye Emekleye Emekli
Çaki, Çakmak, Bıcak, Tarak
Acemi Çapkın

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Başka Türlü Bir Şey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır [Deneme]
Zaman Sen Yalansın [Deneme]
Nisan"ın Şuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fırtına Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlıyı Bozan Yazılar [Deneme]


seyfullah ÇALIŞKAN kimdir?

Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.