Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
UMUTLA BAŞLAYAN BİR GÜNÜN HİKAYESİ Şimdi size, umutla başladığım bir güne birilerinin nasıl balta vurduğundan, bazı kişilerin belki de hiç farkında olmadan başkalarına nasıl rahatsızlık verdiğinden söz edeceğim: Günün erken denilebilecek saatlerinde uyandığımda, sanki yaşamım o günle yeniden başlar. Genelde dinlenmiş, uykumu almış olarak uyanırım. Hani Nilüfer’in meşhur bir şarkısı vardı bir zamanlar, “Yine Yeni Yeniden” diye. İşte o şarkıdaki gibi. Koskoca bir gün benimdir artık. Onu dilediğim gibi kullanabilirim. Ve sonra Şevket Rado’nun şu sözlerini anımsarım: “Dün gitmiş, onun yerini bugün almıştır. Bugün ise yarın, bir daha dönmemek üzere gitmiş olacaktır.” Ve Mevlâna’nın dörtlüğünü mırıldanırım: “Her gün yeni bir yere konup göçmek gerek Akarsu gibi donmadan akmak gerek. Dün geçti gitti, dün gibi, dünün sözü de geçti Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.” Günümü en iyi bir şekilde değerlendirebilmek ümidiyle evden çıkarım. Günün erken bir saatinde sokağa çıkmak bana çok iyi gelir. Bazı insanların, günün en güzel saatlerini uykuda geçirdiklerini bildiğim için, onların adına üzülürüm. İçimden; uyuyan insanların bulunduğu evlerin kapısını çalmak, onları uyandırmak gelir. Sabahları bazı insanlarda gördüğümüz uyku mahmurluğu bende hiç olmaz. Kendimi genelde sağlıklı ve dinç hissederim. Uyanır uyanmaz, bir şarkı mırıldanacak, kilometrelerce yol yürüyebilecek kadar hem de. Bunu da erken kalkma alışkanlığıma borçlu olduğumu düşünürüm. İlkokul ikinci veya üçüncü sınıf Türkçe kitabındaki O.S.Orhon’un, neredeyse bana rehber olan şu dizelerini hatırlarım çocukça: “Sabah oldu uyan uyan! Tembel olur çok uyuyan.” Güneşin yenice aydınlatmaya ve ısıtmaya başladığı sokaklarda ilerlerken gördüklerim genelde aynıdır. Çoğu zaman hep aynı kişilerle karşılaşırım. Bu kişilerin hemen hepsini tanıdığım için, onları güler yüzle selâmlarım. İçlerinde , sadece şahsen tanıdıklarım ama adlarını bilmediklerim de olur. Bu durum onlara selâm vermeme engel değildir. Onlara da güler yüzle selâm veririm. Bu konuda benden önce davrananların selâmını yine güler yüzle alırım. Yaşamın, insanlarla güzel olduğunu düşünürüm. Böyle tanıdık yüzler görmenin bana huzur ve mutluluk verdiğini hissederim. “İnsanın memleketinde yaşaması ne güzel! Hem de böyle küçük ve herkesin birbirini tanıdığı bir kasabada.” diye düşünürüm. Ve yere daha sert, daha kendimden emin basarım. Adımlarımı sıklaştırırım. İşime gitmek için yaptığım bu kısa yolculuğu, sportif bir etkinlik, meselâ bir yürüyüşmüş gibi değerlendiririm. Hem hızlı tempoda yürümeye, hem düzenli nefes alıp vermeye özen gösteririm. Hatta bazen, “Keşke okulum evime daha uzak olsaydı da, her sabah daha fazla yol yürüyebilseydim.” diye düşünürüm. Böylece evimden işime giderken harcadığımın zamanı bile bilinçli kullandığım için kendimi kutlarım. Bu , kendime olan güvenimi daha da artırır. Çevremde gördüklerime dikkatlice bakarım. İnsanların davranışlarını gözlerim.Gördüklerimden bir şeyler yakalamaya çalışırım, genelde de başarırım. Gördüklerim, yaşadıklarım üzerinde düşünürüm. Böylece zihnimi, hep meşgul tutarım. Bu bir beyin cimnastiğidir aslında. Eğer mevsim baharsa, baharın doğaya kazandırdığı güzellikleri, bitkilere getirdiği canlılığı, yeşilliği sanki içimde hissederim. Baharda bitkiler gibi, insanların da canlandığını düşünürüm. Bir sonbahar mevsimi ise, biraz hüzünlenirim, yerde rüzgarın etkisiyle sürüklenen yaprakları görünce. Sonbahar bana, yaşlılık dönemini hatırlatır. Sonra, ağaçların birkaç ay sonra yeniden canlanacağını, sonbahar ve kış mevsiminin, bitkilerin bir dinlenme dönemi olduğunu düşünürüm. Doğanın dengesinin mükemmelliğinden huzur duyarım. Allah’a şükrederim. Yok eğer kışsa, onun da bir güzel tarafını bulmaya çalışırım. Kışın, insana evinin daha sıcak, daha güzel geldiğini düşünürüm. Dışarıda üşüdükten sonra, kapalı mekâna girince, sıcak bir sobanın, hele hele sıcak bir çorbanın ne demek olduğunu daha iyi anlarım. İçtiğim sıcak bir çorbanın veya kahvenin, kışın daha tatlı olduğunu farkederim. İşte bunlar bana mutlaka bir şeyler kazandırır. İnsanlara, hayata daha güçlü bağlanırım. Çevremi, birlikte yaşadığım insanları, işimi, hatta kendimi daha çok severim. Bu duygu ve düşünceler arasında ilerlerken, gözlerim yerlere takılır. Sabahtan akşama kadar kirletmek için epey çaba sarfettiğimiz sokakların süpürüldüğünü veya süpürülmekte olduğunu görürüm. Bu temizliğe yeniden dikkatlice bakarım. Akşama doğru, hatta birkaç saat sonra bu sokakların çöp içinde kalacağını bilirim çünkü. Bu yanlışı düzeltmek için neler yapmak gerektiğini düşünürüm. Yalnız birkaç kişinin temizlediği, yüzlerce kişinin kirlettiği,kirletmek için söz birliği etmişçesine çaba sarfettiği sokakların bu kadar çabuk kirlenmesi beni hiç şaşırtmaz. Her gün gördüğü bir şeye insan şaşırır mı! Sadece üzülürüm. Çocuklarımıza, gençlerimize çevre temizliği alışkanlığı ve çevre bilinci kazandıramadığımız için, bir öğretmen olarak kendimi suçlu hissederim. Başkalarının temizlediği yerleri kullanırken çok daha fazla dikkat etmemiz gerektiğini düşünürüm. Sonra alışageldiğimiz kötü bir görüntüyle karşılaşırım. Ne kadar görmek istemesem de görürüm. Sokaklara tükürülmüştür. Öyle bir iki yere değil hem de. Tüylerimin diken diken olduğunu, midemin bulandığını hissederim. Sokaklara tüküren bu insanlarla her yerde karşılaşırım. Hangi kente,hangi kasabaya gitsem, o kişilerden hep vardır. Birilerinin , kurulan düzeni ve konulan kuralları bozmak için, ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini düşünürüm. Daha birkaç dakika öncesine kadar hayat ve umut dolu iken, birden öfkeye kapılırım. Bazen içimden, bazen de yüksek sesle ”Kimler yapıyor bunu? Niçin yapıyor? İnsanların midesini bulandırma hakkını kendinde gören kim?” diye kendi kendime söylenirim. Bu soruya hiç cevap bulamam. Tükürülmüş sokaklar artık bize olağan gelmeye başladı. Çoğumuz kanıksadık bu yanlış davranışı. Ne kadar acı değil mi? Evimizi temiz tutmak için gösterdiğimiz özeni, halka açık yerler için göstermeyişimizi, çağ dışı bir davranış olarak değerlendiriyorum ben. Öğretmen Okulundayken, bir öğretmenimiz bize şöyle demişti: “Temizlik imanın yarısıdır. Ama bizde ne yazık ki ,dörtte biri bile yok.” Umutla, heyecanla, neşeyle başladığım güzel bir günümü, sokaklara tükürenler işte böyle mahveder. Hiç kimsenin, bir başkasının neşesini bozmaya, umudunu kırmaya hakkı olmamalı. Haksız mıyım?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |