"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Öğretmenlik yaptığım yıllarda, bir tenefüs saatinde,öğretmenler odasında öğretmen arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Dedi ki bir arkadaşım: “Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmem. Televizyonda hemen hemen hiç türkü çalmıyorlar. Özellikle sabahları türkü dinlemeyi çok istiyorum. Ama daha çok pop müzik, fantezi müziği ya da arabesk çalıyorlar.” Anladığım kadarıyla arkadaşım türkülerimizi özlemişti. O da benim gibi türkülerimizi seviyordu. “Oh! Çok şükür.” Dedim içimden. Nihayet benim gibi düşünen birine rastlamıştım. O an türkülerimizi düşündüm. Yurdumuzun çeşitli yörelerinden izler taşıyan; içinde sevgileri, acıları, sitemleri,özlemleri, umutları barından türküleri. Bugün başka tür müziklere neredeyse yenik düşmek üzere olan öz müziğimizi. Ben bu güzel türkülerle büyüdüm. Televizyonun olmadığı çocukluğumda, radyo ile tanıdım ve sevdim türkülerimizi. Türküyü söyleyen kişinin sadece sesi yetiyordu. Çocukluğumda, çanta gibi sapı olan kılıfının içinde koruduğumuz bir radyomuz vardı. Annemin elinden hiç düşmezdi. Kucaktaki çocuk gibi, annemle beraber gezer dururdu evin içinde. Annemin evin hangi odasında işi varsa, o odadan duyulurdu radyonun sesi. Türkülerimizi işte ben o radyoyla tanıdım. Türkülerimizi o radyoyla sevdim. Onlara o radyoyla bağlandım. Nezahat Bayram’ın, Aliye Akkılıç’ ın, Niyazi Yılmaz’ın, Ahmet Sezgin’in, Muzaffer Akgün’ün, Neriman Altındağ’ın ve daha birçok Türk Halk Müziğini icra eden o zamanın sanatçılarının sesleri hâlâ kulaklarımda. Nesrin Sipahi, Behiye Aksoy, Necdet Tokatlıoğlu gibi Türk Sanat Müziği söyleyen sanatçıları da bu radyoyla tanıdım. Yıllardır bu sanatçılarımızı dinlemediğim halde; şimdi onlardan birinin sesini duysam hemen tanırım. “İşte bu falanca.” Diyebilirim. Öylesine yer etmiştir, iz bırakmıştır bende. Bugün artık pek dinleyemediğimiz türkülerimizin her biri bizden bir parçadır aslında. Sözleri anlamlı ve uyumludur. Şimdiki liste başı şarkılar gibi, sözleri saçma ve anlamsız değildir. Her birinin bir öyküsü vardır. Toplumsal veya ferdi yaşanan olayların sonucunda, halkımız tarafından yaratılmışlardır. Çalındıkları ve söylendikleri yerlerin seslerini,hislerini alarak, günümüze kadar gelmeyi başarmışlardır. Kimisinde acılarınızı bulursunuz, kimisinde umutlarınızı, kimisinde sevinçlerinizi. Ağıtlarında ağlamak, oyun havalarında oynamak istersiniz. “Yarim İstanbul’u Mesken mi Tuttun? “türküsünü dinlerken; ekmek parası için evinden ayrılıp İstanbul’a giden, yedi yıldır köyüne dönmeyen eşine sitem eden bir köy kadınının acısını içinizde duyarsınız. “Şeker Oğlan” ı “Hüdayda” yı dinlerken, içinizin kıpır kıpır ettiğini hissedersiniz. “Hem Okudum Hemi de Yazdım”ı dinlerken, yavrusunu kaybeden bir annenin yürek yangınını eminim siz de yüreğinizin derinliklerinde duyarsınız. Kısaca, her yönüyle bizi sarar türkülerimiz. Bizim öz müziğimiz olan türkülere haksızlık ediliyor. Onlara gereken önem verilmiyor. Gerektiği gibi ve gerektiği kadar çalınıp söylenmiyor. Çocuklarımıza, gençlerimize türkülerimizi tanıtamıyoruz, sevdiremiyoruz. Ben öğrencilerimin türkülerimizi pek bilmediklerine ama; benim kulaklarımı tırmalayan, adına “müzik” bile diyemeyeceğim günümüzün moda parçalarının hemen hepsini bildiklerine tanık oluyorum. Türkü mırıldanan bir çocuğa pek rastlayamıyorum. Hepsinin dilinde; adını bir türlü koyamadığım, saçma sapan sözleri içeren parçalar. Bunların bazılarını daha ben hiç dinlemediğim halde, liste başı olduklarını duyunca şaşırıyorum. Kendimi dünya ile ilişiğini kesmiş biri gibi hissediyorum. Çağımızın gerisinde kalmış biri olmanın endişesini yaşıyorum. Çok değil, iki gün televizyon izlemezsem, günümüzün meşhur sanatçılarından(!) ve onların liste başı olmuş parçalarından habersiz oluyorum. Kendimi başka dünyadan gelmiş ve bu dünyanın yabancısı gibi görüyorum. Parça besteleniyor, iki gün sonra liste başı oluyor. Şarkıyı okuyan kişi de âdeta ilâhlaştırılıyor. Söyleyeni meşhur edip çıkıyor. O kişinin saç kesimi, giysisi, hatta sarfettiği kelimeler, gençler için bir sembol oluyor. Şarkının klibi televizyon haberlerine konu olabiliyor. Klibin çekimleri yurt dışında yapılıyor çoğunun. Cennet yurdumuzda , o güzelim şarkının(!) konusuna uygun bir mekân bulunamıyor. Klipte şarkıyı okuyan kişiye eşlik edecek birisine milyarlar veriliyor. Ancak, bu kişilerin arkasında amaçlarını bir türlü anlayamadığım birileri var . Sanki sihirli bir el değmişçesine, şarkı ve şarkıyı okuyan , Türkiye’de “bir numara” oluveriyor. Bu parçalar nasıl seviliyor, nasıl ilgi görüyor? Ne çabuk meşhur oluyor? Bir türlü çözemiyorum. Onlardaki güzelliği sezemiyorum. İşte bu parçalara yenik düşmek üzere türkülerimiz. Türkülerimizi neredeyse arka plana iten, çocukların ve gençlerin dilinden düşürmedikleri parçalara bir göz atalım isterseniz. Onlarda, gözümden kaçan bir fevkaladelik var da, ben mi sezemiyorum? Önce sözlerinden başlayalım: “Kıl oldum abi” “Ortada kuyu var, yandan geç” “Amme velakin, cümbür cematin” “Aganigi naganini” “Ankara Devlet Su İşleri / Bırak yavrum bu işleri.” Gibi. Bunlar hemen şimdi aklıma geliverenler. Bu sözlerde sizce bir fevkaladelik var mı Allahaşkına? Efendim deniliyor ki; çocuklarımız ve gençlerimiz bu müzikleri seviyorlar, dinliyorlar. Onların deyimiyle “ çok tutuyorlar.” İşte sanatçılar(!) da o nedenle bu tür müzik yapıyorlarmış. Ve insanları eğlendirmek istiyorlarmış. Oysa , bunların yaptığı eğlendirmek değil, saçmalamak... Çocuk sabah gözünü açtığında televizyonda bu müzikleri dinliyorsa ; düğünde, davette,parkta, çay bahçesinde bu müzikleri duyuyorsa, yani bu müziklerle büyüyorsa, bu müzikleri sevmesi, tutması ( onların deyimi bu) çok normal. Dinleye dinleye alışıyorlar, sevmeye başlıyorlar. Bu bana, çok eski yıllara ait bir öyküyü hatırlattı: Zamanın birinde bir gelin kaynana varmış. Her gelin kaynana gibi onlar da zaman zaman tartışırlarmış. İşte böyle bir günde gelin kaynanasına; “Bu eve gelin geldiğimde kokudan, pislikten girilmiyordu. Şimdi evde koku moku kalmadı. Her taraf mis gibi oldu.” demiş. Gülmüş kaynanası.”Ah kızım ah!” demiş. “O koku hâlâ var bu evde. Ama, senin burnun alıştığı için kokuyu duymuyorsun.” İşte çocuklarımız, gençlerimiz bu müzikleri devamlı dinledikleri için, bunlarla yatıp kalktıkları için, bu müziklerdeki basitliği, taklitçiliği sezemiyorlar. Onlara güzel geliyor. Dinleye dinleye alışıyorlar ve sevmeye başlıyorlar. Üstelik böylece çocukların ve gençlerin değer yargıları da değişiyor. Onları kolay şeyleri, değersiz şeyleri, kolay yoldan elde edilen şeyleri sevmeye yöneltiyoruz. Sanatsal hiçbir değeri olmayan ve birkaç günde televizyonun etkisiyle Türkiye’nin gündemine oturan şarkıları yapanlar, çocuklarımıza kötü örnek oluyorlar. Böylece çocuklarımız müzik eğitimi almadan müzik yapmaya, televizyondaki abileri ve ablaları gibi kolay yoldan meşhur olmaya özeniyorlar. Bir işin eğitimini almak, onlar için hiçbir değer ifade etmiyor. Bu müziklerle büyüyen, bunları besteleyenlere ve yorumlayanlara “Sanatçı” gözüyle bakan çocuklarımız, büyüdüklerinde , nasıl parçalar bestelerler dersiniz? Mesela şöyle bir parça olabilir. Aynı bugünki şarkıların sözleri gibi: Kediler der miyav miyav Annem pişirmiş pilav Gel koçum bir kaşık al. Hap dedik, hop dedik Pilavı yedik, bitirdik. Alsana cicim alsana Lay lay lom. Güldüğünüzü duyar gibi oluyorum. Eğer gülüyorsanız haksızlık ediyorsunuz demektir. Çünkü günümüzün hit (!) parçalarından ne farkı var bu şarkı sözlerinin? Sözler, en az onlar kadar anlamlı, onlar kadar uyumlu. Hatta onlardan bir gömlek daha üstün. Biz çocuklarımıza buna benzer müzikler dinletirsek, onların da böyle sözleri şarkı yapmaları çok normaldir. Ne demiş atalarımız: “Ağaca çıkan keçinin, dala bakan oğlağı olur.” Peki ya eski türkülerimiz ve şarkılarımız? Onları besteleyenler, onlara söz yazanlar?....O eski sanatçılara, onların yarattığı eserlere haksızlık edilmiyor mu? Türkülere, şarkılara verilen emeği bir çırpıda silip atmış olmuyor muyuz, bu günki müzikleri yapmakla? Çocuklarımıza ve geçlerimize bu saçmalıkları sunmakla, eski sanatçıları arka plana atmış olmuyor muyuz? Sanatı ve sanatçılığı basite indirgemiyor muyuz? Eser yaratmak ,öyle kolay değil. Bir yerlerden çalınmış melodilere, uydurma sözler yazarak milyonların karşısına çıkmak, o milyonları hafife almaktır. Yahya Kemal Beyatlı; yazdığı bir şiiri tam iki sene bekletmiş yayımlamak için. Bunun sebebi de, şiirdeki sadece bir dizenin sözleri, istediği gibi olmadığı için. Sanatçıdaki şu titizliği anlayın lütfen. Bir de o güzelim türküleri değiştirerek, otantikliğini bozarak söyleyenlere ne demeli? Neymiş efendim, yeni bir yorum getiriyorlarmış. İnsanları eğlendirmek istiyorlarmış. Bir türkünün aslı nasılsa, öyle söylenmeli. Yeni şeyler üretemeyenler, sanatı sadece şöhret ve para için yapanlar, daha doğrusu sanat icra ettiklerini zannedenler, türkülerimizi de bozuyorlar. Çok sevdiğimiz o güzelim türküleri , ne olduğu belli olmayan bir ses kalabalığına dönüştürüyorlar. Bu kişilere “ dur” diyecek birilerinin olmaması üzüyor insanı. Kültür Bakanlığının , bu konuda yapacak bir şeyleri mutlaka olmalı. Ne “Hüdayda” nın, ne “Osman Abim Evde mi” türküsünün, ne de başka türkülerimizin bozulmasına gönlüm razı olmuyor. Bu türkülerin yeni yorumlara ihtiyacı yok. Hele hele o anlamsız kliplere hiç ihtiyacı yok. Bu türkülerimizi bozanlar, türkülerimize artık dokunmasınlar. Kendilerinin yapabilecekleri müzikleri yapsınlar. O güzel şarkı ve türkülerimizin gerçek sahiplerinin kemikleri daha fazla sızlamasın. “Müzik evrenseldir.” Diyerek, yabancı müziklere Türkçe söz yazarak bunları çocuklarımıza ve gençlerimize sevdirmeye çalışanlar! “Yeni yorum getiriyoruz “ kolaycılığına sığınarak şarkılarımızı ve türkülerimizi bozanlar! Argo, anlamsız, saçma sapan sözlerle şarkı yapanlar!.....Sözüm sizedir: Şarkılarımıza, türkülerimize lütfen dokunmayın. Onların güzelliğini, özelliğini bozmayın. Çocuklarımıza ve gençlerimize “Müzik “ diye , yaptığınız saçmalıkları sunmayın Belki o zaman bize daha az zararınız dokunur. Böylece, eskinin o güzelim şarkıları ve türküleri sizden kurtulmuş olur. 1994/Mudurnu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |