..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Parça > Anýl Gökpek




5 Aralýk 2003
Ada  
Anýl Gökpek
Ölü sivrisinek desenli kapýdan sigara kokan salona girdiðinizde karþýnýza çýkan manzaraya en uygun sýfat ‘curcuna’dan baþkasý deðildi.


:CIFA:
           Mete’nin -tam da þu an- girmekte olduðu oda, tek kanatlý bir kapýyla hole baðlanan, orta büyüklükte bir salondu. Tüm orta-sýnýf-evlerinde rastlayabileceðiniz türden, kirli-beyaz rengindeki bu kapýda göze ilk çarpanlar arasýnda baþý çekenler marangoz hatalarý, ölü sivrisinekler ve pirinç görünümü verilmiþ ucuz kapý kolunun üzerindeki boya lekeleriydi. Ayný boya kapýnýn üst yarýsýný kaplayan buzlu cama da bulaþmýþtý. (Aslýna bakarsanýz buzlu camýn kapýnýn tam da yarýsýný kapladýðý falan yoktu, camýn kapladýðý alan olsa olsa kapýnýn üçte biri kadarlýk bir kýsmýydý.) Kapýnýn yýllardýr tek iþlevi, kiþiyi sigara kokan bir salona geçirmek ya da oradan gerisin geri hole çýkarmaktý. Bu salon sizi alýp çiðniyor, tadýnýz gidince de tükürüp atýveriyordu.
            Yine de evden çýkmak için tek yol bu kapýnýn açýldýðý holden geçmiyordu. Sitenin arkasýnda kalan, ancak sitenin kalbi sayýlan (yani evden çýkýlsa bile gidilecek tek yer olan) dere boyuna (Kaan’ýn yaptýðý gibi) balkondan inip arkadaki küçük bahçeyi aþarak da ulaþýlabilirdi. Üstelik bu daha az zaman alýr ve site içinde takip altýna alýnma olasýlýðýnýzý sýfýra indirirdi. Kaan -kýz arkadaþýnýn ailesine görünmeden buraya girip çýkmak için- birkaç sene önce bu yolu kullanmaya baþlamýþtý.
            Kaan garip birisiydi ve insanlarýn ilgisini de -sempatikliðinin ötesinde- muhtemelen bu garipliði ile çekiyordu. Örneðin, rock dinleyen ve bu tür müziði yarý-profesyonelce icra eden birisi olarak ondan beklenen giyim tarzý ‘siyah t-shirt/kot pantolon’ ikilisinden ibaretken , o pek nadiren bu tarzý giyimine yansýtýr, çoðunlukla da ‘rengarenk gömlekler-þortlar-ve olabildiðince rahat ev kýyafetleri’ ile çýkardý insan içine. Bunlar -onu yakýndan tanýdýðýnýz zaman- yine de pek garip deðildi; asýl garip olan, bahsi geçen özellikleri taþýyan bu kiþiyi, arada bir de olsa, ütülenmiþ kumaþ pantolon ve beyaz þile bezi gömleði ile görmekti. Doðaldýr ki, bu garip adamýn yaþadýðý ev de bir parça garip olacaktý.
            Ölü sivrisinek desenli kapýdan sigara kokan salona girdiðinizde karþýnýza çýkan manzaraya en uygun sýfat ‘curcuna’dan baþkasý deðildi. Kapý odanýn sol ucundaydý ve kapýnýn önünden tam karþýnýzda kalan balkon kapýsýna kadar uzanan dev gümüþlük ile hemen onun önünde yer alan altý kiþilik yemek masasý odanýn giriþ kýsmýný tümüyle dolduruyordu. Solunuzdaki bu ahþap yýðýný ile hemen saðýnýzda kalan sobanýn arasýndan, 80’lerin çizgilerini yansýtan bir oturma grubu tarafýndan üç koldan çevrelenmiþ durumda bulunan odanýn (nispeten ‘boþ’ olan) diðer yarýsýna geçiliyordu. Tam da þu anda, bu satýrlarý okurken ‘curcuna’ kelimesinin size çaðrýþtýrdýklarýný düþünün; gürültü, (odanýn giriþ kýsmýndaki ahþap yýðýnýnýn orta yerinde devamlý surette çalýþmakta olan müzik seti ve onun yardakçýsý televizyon, ayrýca odanýn diðer ucundan ya da balkondan gelen uðultu, kahkahalar, baðrýþmalar, ve benzerleri) kalabalýk, (o odada hiçbir zaman yalnýz deðildiniz) kargaþa, (her tarafa daðýlmýþ durumda bulunan kitap ve dergiler, Kaan’ýn çalmadýðý zamanlarda masanýn üzerinde dinlendirdiði gitarý, ayný þekilde sobanýn üzerinde dinlenmeye býrakýlmýþ gitar amfisi, masanýn hemen önünde, yerde yaþayan efekt pedalý, masanýn ya da koltuklarýn üzerlerinde -izlenecekleri ya da çalýnacaklarý zamaný- bekleyen elli civarýnda film ve müzik CD’leri, kasetler, kuruduðu için toplanmýþ ve ancak toplanýldýklarýyla kalmýþ çamaþýrlar, ve de odanýn prime-time’ýnda buraya doluþan -minimum sayý ile- 8 kiþi,) ve bu üçünden sonra, ‘curcuna’ fikrini zorlayan birkaç þey daha: Saðda, solda çay lekeleri, koltuklardan birinin altýna düþmüþ ve orada unutulmuþ bir çatal, kül tablalarýndan ortalýða yayýlmýþ sigara külleri, odanýn çehresini tümüyle deðiþtiren toz, (Kaan’ýn kardeþi Gözde’ye ait) bir çift baget, bir tavla, ve ortaya býrakýlmýþ ancak salona asla uyum saðlayamamýþ bir sehpa. Özetle -az önce de belirtildiði üzere- curcuna.
            Tüm bu durumlar içerisinde en garip olaný ise þuydu: Bu eve ‘arkadaþ’ sýfatýyla gelen hiç, ama hiç kimse salonun bu anormal halini hiçbir zaman yadýrgamamýþ ya da eleþtirmemiþti, tersine onlar bu odayý -sanki bir zamanlar aralarýnda gizli bir sözleþme yapýlmýþ ve hem bu sözleþmeyle hem de odanýn durumuyla ilgili hiçbir þey konuþmamalarý þartý herkesin imzasýyla garanti altýna alýnmýþ gibi- inanýlmaz bir kabulleniþle sevmiþlerdi.
 Hemen hemen hepsinin evleri can sýkýcý bir biçimde temiz ve düzenli, aileleri ise robotlara özgü bir tek tiplilikle titiz ve katýydý. Oysa altý üstü yazlýktaydýlar ve en basit anlatýmýyla kýþýn sýkýntýsýný, yorgunluðunu atmak, dinlenmek için orada bulunmaktaydýlar. Belki de sýrf bu yüzden -yani bu ev kendi evleriyle inanýlmaz bir zýtlýk içerisinde bulunduðu için- burasý onlarýn sýðýndýðý bir liman, bir kurtarýlmýþ bölge, ya da o sýkýcý anavatanlarýndan kopmuþ bir cennet bahçesi gibiydi. Belki de deðildi, kim bilir?
            Ancak þurasý kesindi ki, bu evde gerçekten rahattýlar; ve muhtemelen en rahatlarý da Mete’ydi. Burada olmak onun için bir tür baþkaldýrýydý, arkadaþlarýný kendi evine davet etmesine izin vermeyen ailesine karþý sessiz bir protesto, bir pasif direniþ; bu yüzden Kaan’larda olmayý, insanlarla bu evde bir araya gelmeyi seviyordu. Oturduðunuz yerde tatlý bir yorgunluða teslim olup uyuklamaya baþladýðýnýz o anlarý düþünün: Bir sinema salonunda ya da -yorgun bir günün sonunda bindiðiniz- bir belediye otobüsünde, oturduðunuz koltuða yayýlýyorsunuz ve perdeden yansýyan beyaz ýþýk ya da camýn ardýndan size ulaþan yumuþak akþam güneþi sizi mayýþtýrýyor, bulunduðunuz yeri neredeyse oraya aþýkmýþçasýna benimsiyorsunuz, dýþarýdaki hayat sizden çekilir ve sesler silikleþirken, siz de bulunduðunuz yeri dolduruyor, mekan ile tek vücut oluyorsunuz. Sanki yüzlerce minik peri tüm vücudunuza  hafif hafif masaj yapýyor... Ancak o tatlý kaþýntýlardan miras kalabilecek türden hoþ bir ürperti... Ýþte Mete de o uyku halini sever gibi seviyor ve sahipleniyordu burayý. Odanýn her ayrýntýsýný avucunun içi gibi ezberlemiþti. Örneðin odadan çýktýktan sonra bile Kaan’ýn oturduðu koltuðun saðýnda ve solunda, omuz hizasýnda duvara çakýlý o iki rafý net olarak gözünün önüne getirebilir, omuz hizasýndaki bu raflarýn üzerinde, saðda ve solda yan yatmýþ vaziyette duran iki kitabý ve hatta bu kitaplarýn nasýl durduklarýný bile rahatça hatýrlayabilirdi. Saðdaki kitabýn üzerindeki etiketi (Ege Üniversitesi Kitaplýðý) ve soldaki kitabýn sýrtýnda basýlý altýn yaldýzlý rakamý (27) sanki onlar kendisinin çizdiði bir resmin ayrýntýlarýymýþ gibi bilirdi.
            Odadaki diðer tüm ayrýntýlar da ayný þekilde yer etmiþti zihninde; bunun tek nedeni orada bulunmayý sevmesi, ve orada gerçek anlamda huzurlu olmasýydý. Odanýn adeta canlý bir organizma oluþundan kaynaklanan sürekli deðiþiklikleri ise hiç yadýrgamaz, tersine onlarý da ayný incelikle -ve büyük bir çaba sarf etmeksizin, neredeyse bilinçsizce- oya gibi zihnine iþlerdi. Odanýn dekoruna yeni eklenenler arasýnda bu akþam en çok dikkatini çeken ise odanýn ucunda, gümüþlüðün tam karþýsýnda duvara asýlmýþ çerçeveli bir fotoðraftý. Çerçevesi pahalý eliþi ahþap çalýþmalarýn polyesterden yapýlma, ucuz bir taklidiydi ve sahte oluþu neredeyse hýnzýr bir çabayla gizlenmiþti. Aþýrý bir gösteriþten kaçýnýlarak üretilmiþ çerçevenin içindeki görüntü ise sonradan renklendirildiði için hem resim hem de fotoðraf etkisi býrakýyordu insanda. Bütün yüzünü beyaz sakallarýnýn altýna gizlemiþ, cin bakýþlý, orta yaþýn üzerinde bir erkeðin fotoðrafýydý bu. Mete fotoðraftaki adamýn, Kaan’ýn rahmetli dedesi Ahmet Fazýl Bey olduðunu öðrenmiþti. Sevimli ve zeka dolu bakýþlarý ile gerçekten de Kaan’ý anýmsatýyordu.
Kaan’ýn babasýný düþündü Mete, annesini, kardeþi Gözde’yi ve dedesini. Sonra da kendi babasýný düþündü, annesini, kardeþini ve dedesini. Kaan’ýnki gibi bir ailenin üyesi olmak güzel olmalýydý mutlaka. Sonra -tanýdýðý kadarýyla- diðerlerinin ailelerini de teker teker aklýndan geçirdi. Orada bulunanlarýn çok garip bir toplama olduklarýný fark etti: Öðretmen çocuklarý, otomobil galerisi sahibinin oðlu, Hakim Bey’in çocuklarý, tütün eksperinin çocuklarý, fýrýncýnýn oðlu, mali müþavirin kýzý, ve diðerleri. Tüm katmanlarýyla orta sýnýf. Çok pahalý arabalar ve pahalý arabalar, diye geçirdi içinden. Ucuz arabalar ve çok ucuz arabalar. Pahalý ve çok pahalý ya da ucuz ve çok ucuz yaþamlar. Yazlýkçýlar ve kendisi gibi yýlýn dört mevsimini orada geçirenler. Eðlenceli ve sýkýntýlý yaþamlar.
            Yazlýkçýlar Mete’nin geriye kalan üç mevsim boyunca çektiði sýkýntýlarý güneþin havayý iyiden iyiye ýsýttýðý aylarda eðlenceye çeviren kiþilerdi. Akçay yazýn da, kýþýn da aynýydý onun için; her yerde olduðu gibi orada da yöreyi deðiþtiren, güzelleþtiren ya da çirkinleþtiren insanlardý.
                        Ey insanlar!
                        Þu güzelim Akçay’ý eviniz gibi temiz tutun.
                        Çekirdek kabuklarýný yerlere atmayýn, yutun!
Sonra dere boyunu düþündü Mete. Yazýn kýyýsýndaki banklarda insanlarýn sabahlara dek oturduklarý o dere kýþýn hüzün olur akardý. Yazýn neþe dolan evlerin, yýlýn geri kalan zamanýnda boþ ve sessiz durmasý, en sevdiði þeyin zorla elinden alýnmasý gibi üzerdi insaný. Biri bir diðerinin ardýndan sönen ýþýklar ve caddeleri aðýr aksak terk eden týklým týklým dolu arabalar, pahalý ve ucuz arabalar... Sonra bir gün, boþluk ve terkedilmiþlik hissi, insanýn suratýna beklenmeyen bir tokat gibi iniverirdi bir anda. Ne var ki, dokuz ay boyunca bu hüznün esiri olan Mete yazýn da bunlarý anýmsayýp canýný sýkmaktansa eðlencenin, birlikteliðin tadýný çýkarýrdý.
Ona göre insanlarýn imkanlarýnýn kýsýtlý olmasý eðlenmeye engel deðildi. Parasýz kaldýklarý çok olmuþtu, sigarasýz ve aç kaldýklarý da, ama -nasýl olur bilinmez- hep bir yolunu  bulmuþlardý iþte. Gezmek için ille de lüks bir araca ihtiyaçlarý yoktu. Mete’nin babasýna ait Anadol ile Altýnoluk’a, Ören’e ve hatta Ayvalýk’a kadar gitmiþler ve çok eðlenmiþlerdi. Ayvalýk dönüþü ’73 model tek kapýlý Anadol’un -Türk otomotivinin 30 yýllýk yürüyen tarihinin- hararet nedeniyle yanmaktan kýl-payý kurtulmasý bile eðlenceli bir macera olmuþtu onlar için.
Ýþte bu sene de yazlýkçý arkadaþlarýnýn hemen hepsi gelmiþlerdi, bu da bugün için eðlence demekti. Yarýný kim umursar ki?
Çok eski bir hikaye geldi Mete’nin aklýna; ömrünü çalýþmak, ‘yarýn’lar için birikim yapmakla geçiren bir adamýn öyküsüydü bu. Ömrü boyunca hep ‘yarýn’ý düþünerek yaþamýþ, hep ‘yarýn’ kaygýsýnýn omuzlarýna yüklediði sorumlulukla yaþamýþ, ‘bugün’ü hiç umursamadan, ihtiyaç duyduðunda bile eline geçenlerin tek kuruþuna dokunmadan varýný yoðunu biriktirmeye adamýþ bu yaþlý adam günün birinde hasta düþer. Birden anlamýþtýr artýk bir ‘yarýn’ý kalmadýðýný, ‘yarýn’ ‘bugün’ oluvermiþtir birden ve onca varlýðýnýn ortasýnda fakir bir adam olarak dünyadan göçüp giderken hayatýn asýl anlamý bütün açýklýðýyla belirivermiþtir zihninde.
Ýþte belki de sýrf zihnine kazýnmýþ bu kýssa yüzünden, Mete, hep nefret etti biriktirme fikrinden, cimrilikten. Koleksiyonculardan da tiksindi hep, acýmayla baktý onlara. ‘Bu hýrsýzlýktýr’ derdi, ‘Biriktirmek hýrsýzlýktýr.’ Neden insanoðlu yaþadýklarýný biriktirip kültüre dönüþtürmek yerine hep mülkiyeti biriktirirdi ki? Ýnsanlar biriktirdiklerini paylaþmak yerine neden kendilerine saklarlardý, iþte bunu anlamak çok zordu Mete için. Burada, bu insanlarýn arasýnda bulunmayý biraz da bu yüzden seviyordu. Biriktirmekten, biriktirenlerden nefret ederdi ve bilirdi ki bu evde Kaan’ýn tek biriktirdiði arkadaþlarýydý. Diðerleri de onun gibiydiler, onlar da paylaþýrlardý. Zamaný, yemeklerini, sigaralarýný ve hatta sigarayý yakacaklarý ateþi bile paylaþýrlardý. Bütün çakmaklar ortadan kaybolsa ve geriye bir tane kibritleri kalsa bile sorun deðildi onlar için, son kibritle bir mum yakýlýr, ateþ korunmuþ olurdu. Prometheus tanrýlarýn ateþini paylaþmýþtý insanlarla ve bu yüzden en erdemlileri oydu. Yaz mevsimini seviyordu, arkadaþlarýný seviyordu, ve Prometheus’u da seviyordu. Sadece bu yüzden, onlarýn geçip gittiði bir gün, bir Eylül akþamý ölmeyi istiyordu. Bugün itibariyle Eylül’e tam 60 gün vardý. 60 gün her þeye yeterdi. Güzel bir baþlangýç yapýlmýþtý.
-Neyse caným, kapatalým bu konuyu da içelim, haydi þerefinize, dedi Kaan. Ev sahibi olarak kadehini kaldýrýp misafirperverliðini ve dostluðunu göstermiþti. En mutlu, en keyifli misafirin de kadehini kaldýrýp jeste karþýlýk vermesi gerekirdi. Mete de öyle yaptý ve kadehini kaldýrdý:
-Ahmet Fazýl Dede’nin þerefine!
Mert dahil herkes bir hayli içmiþti, hatta Mert’in biraz fazla içtiði bile söylenebilirdi. Oturduðu koltukla bütünleþmiþti ve hareketleri oldukça aðýrlaþmýþtý. Konuþmasý pek bozulmamýþ olsa da kýpkýrmýzý yüzü ve odaklanmakta zorluk yaþayan gözleri ile komik bir sarhoþ portresi çiziyordu. Hele kaybettiði çakmaðýný ararken girdiði hal görülmeye deðerdi. Düþmemek için bir yere tutunduðunda, sanki düþmemek için tutunmamýþ da aramasýný o noktada sürdürüyormuþ gibi davranmasý çok keyifli bir görüntüydü Mete için. “Neyse ki çakmak bulundu da Mert’in yaygarasý kesildi.” diye içinden geçiriyordu ki, bir an bir þey dikkatini çekti: Normalde fotoðraflarýn insanýn gözünün içine bakarmýþ gibi durmasýna alýþýktý, ne var ki, tam da o an, rasgele Kaan’ýn dedesinin fotoðrafýna baktýðýnda sanki gördüðü resim canlýymýþ gibi hissetti. O kýsacýk an ve o anlýk his. O, kýsacýk bir an için kendisine bakan bir fotoðraftan çok gözlerini Mete’ye dikmiþ capcanlý bir adamdý. Ürperdi birden. Neyse ki bu da anlýk bir þeydi ve salondaki hareketlenmeye karýþýp gitmiþti.
Salondaki hareketlenmeyi fark ettiðinde bir tiyatronun kulisindeymiþ gibi hissetti. Birisi bir yere gidiyor, birisi bir yerden geliyordu ve bu hareketlenme durulsa da dinmiyordu. Herkes sanki hazýrlanmakta olan oyunun senaryosuna göre hareket ediyordu; kendilerini oyuna alýþtýrmaya çalýþýrlarken, oyunu da bir yandan gerçek kýlýyorlar, hem oyuncu hem de seyirci oluyorlardý ve böylece bu hareketlenme asla bitmiyordu. Bazen baþýnýzý döndürebilecek bir hýza ulaþýlýyordu. Ya oyuncular çok profesyoneldi ya da oyun o kadar iyiydi ki tüm amatörlükleri örtüyordu, zira ortaya çýkan sonuç sizi müthiþ bir baþarýyla kendisine baðlýyor, eðlendiriyordu.
Bu oyunun oyuncu kadrosunu þöyle tanýmlamak mümkündü: Kaan ev sahibiydi -yani oyun salonunun sahibi ya da yönetmeni ve oyunun neþesi. Bahsedilen tüm özelliklerinden aldýðý kuvvetle oyunu sýrtlanýyor ve salonu dolduranlar için her þeyi çekilir kýlýyordu. Ona en çok yardýmý dokunanlar ise kardeþi Gözde ve ekürisi Can’dý. Gözde Kaan’dan dört yaþ küçüktü ama asla Kaan’ý aðabeyi olarak görmemiþti, daha ziyade arkadaþ gibiydiler. Laf olsun diye deðil, kelimenin tam anlamýyla ‘arkadaþ gibi’.
Mete ne zaman Gözde’ye -ve onun ile Kaan’ýn arasýndaki muhabbete- baksa hemen aklýna kendi kardeþi Özlem gelirdi ve aralarýndaki farka hayýflanmaktan kendisini almazdý. Özlem kötü bir insan deðildi elbette, ne var ki kendisinin etrafýna ördüðü duvar Mete’nin ona ulaþmasýný engellerdi, aðabeyi her zaman ona uzaktý. Oysa Gözde Kaan’a karþý böyle deðildi, aralarýndan -deyim yerindeyse- su sýzmazdý. Kaan’ýn çekingen kaldýðý zamanlarda Gözde giriþkenliðiyle bu açýðý kapatýr, Kaan’da onun açýklarýný kapatmayý kendisine borç bilen müteþekkir bir aðabey olarak yemeði hazýrlar, çamaþýrlarý yýkar, ve benzeri iþleri görürdü. Birbirlerini böyle baþarýyla tamamlamalarýnýn asýl sebebi karakter açýsýndan birbirlerine taban tabana zýt olmalarýydý. Aralarýndaki kiþilik farklarý satýr satýr örneklense bile bitecek gibi deðildi. En üstünde durulmaya deðer farklardan birisi ise eve gelen konuklar hakkýndaki fikirlerindeydi. Kaan evine gelen hemen herkesi sever, sevmese de nefret etmez, nefret etse de nefretini ustalýkla gizler ve muhabbetini onlardan esirgemezdi. Gözde ise daha az kiþi ile daha çok eðlenirdi, yalnýzlýðý severdi ama yazýn da eve kapanýp bunalýma girecek sorunlu gençlerden deðildi. Onun istediði arkadaþ topluluðu sayý olarak az ama muhabbetleri açýsýndan nitelik sahibi insanlardan oluþmaktaydý. Mete kendisinin de bu küçük topluluðun üyelerinden birisi olarak görse de yanýlmaktaydý; Gözde’nin istediði küçük arkadaþ topluluðunda Leyla, Can, Selim ve þu an orada bulunmayan Nur vardý. Nur  erkek arkadaþýyla beraber baþka bir tatil yöresindeydi ve  sezon boyunca muhtemelen Akçay’a hiç gelemeyecekti. Bu nedenle Gözde bu sene Kaan, Leyla ve Can ile yetinmek zorundaydý. Bir de Selim vardý elbette.
Can bu eðlenceli topluluðun jönüydü. Baþrolü -oynanan oyun hangisi olursa olsun- birkaç kiþiyle paylaþýyor ve yeteneðini sergiliyordu. En öne çýkan yeteneði ise konuþmaktý. Ne konuþulursa konuþulsun konunun düzeyli tutulmasýna çabalar, saçma sapan muhabbetlere pabuç býrakmaz, gönüllü olarak bozulan muhabbetleri de tamir ederdi. Genel kültürü  belirgin olarak iyiydi, bu da onu kültürlü ve dolayýsýyla sosyal konularda yetenekli yapýyordu. Sosyal konularda gösterdiði yetenek ise, ne yazýk ki, kýzlarla arasýnda kurmaya çalýþtýðý iliþkilerde açýkça gösterdiði yeteneksizliðine derman olamýyordu. Buna bir çeþit þanssýzlýk da diyebiliriz. Bir kýzdan bir kez soðursa bir daha asla ona ýsýnamaz, istese de baþka bir þans veremezdi. Bir insandan bir kez þüphe ettiðinde, onu anýnda silebilecek katý yürekliliði -kendisine raðmen- gösterir ve bir süre sonra kendisi dýþýnda geliþen olaylar Can’ý o kiþiyle bir kez daha karþý karþýya getirdiðinde de tükürdüðünü yalayamaz, çok istese bile ‘istemem-yan-cebime-koy-ikiyüzlülüðü’nü gösteremezdi. Mete Can’ýn -yukarýdaki þanssýzlýðýný saymazsak- sosyal yeteneklerine hayrandý. Onu Kaan’ýn bir diðer bütünleyicisi olarak görürdü, onun gözünde ikisi sanki birbirleriyle arkadaþ olsunlar diye özenle yaratýlmýþ gibiydiler.
Bu akþam Can’ýn dergilerde yayýnlatmak üzere yazdýðý bir tür ansiklopedi ya da sözlükten bahsedilmiþti. Kaan’ýn da bu ansiklopedinin ‘G’ maddesini yazýp Can’a teslim ettiði (ki Mete’ye göre bu madde muhtemelen gitar ile ilgiliydi) konuþmalarýndan belli oluyordu. Yaptýklarý çok hoþ ve insaný çeken bir þeydi, liseli kýzlarýn ‘havalý’ bulacaklarý türden, insaný katýlmaya özendiren bir þey. Ne var ki bu akþam Mete’nin aklýndan ‘Neden bunu yapan ben deðilim de Kaan ile Can?’ ya da ‘Neden Can bu tip bir þeyi benimle deðil de Kaan ile paylaþýyor?’ gibisinden fesatlýklar geçmemiþti kesinlikle; asla geçmezdi de. Zira kendisini de, Kaan’ý da, Can’ý da iyi tanýr, üçünün de ayrý ayrý nelere muktedir olduklarýný bilirdi. Kendisinin de çapýný bilir, üzerine vazife olmayan þeylere burnunu sokmamaya özen gösterirdi. Bu onlara karþý bir eziklik deðildi, bu daha ziyade kendisi ile barýþýk olmanýn verdiði bir þeydi. Örneðin, Can kendisinin sýrtýndan inmeyeceðe benzeyen o þanssýzlýðýna raðmen Leyla’nýn peþine düþmüþken Mete böyle bir iþe asla burnunu sokmaz, kendisini rezil etmeyi göze alamazdý. Gerçi Can’da bu kovalamacaya yeni giriþmiþ gözüküyordu ve karþý taraftan gelebilecek herhangi bir ölümcül þüphe ile  henüz karþýlaþmamýþtý muhtemelen, ama yine de Mete -Can’ýn yerinde olsaydý- bu tip bir iþe asla giriþmez, tersine Leyla’ya yaklaþmaktan daha iþin baþýnda kaçýnýrdý. Zira Leyla Mete’nin asla yaklaþamayacaðý türden bir kýzdý; o, kelimenin tam anlamýyla, ‘kusursuz’du.
‘Kusursuz kýzlar evde kalýrlar’ derler ya, Leyla da buna uyar gibi mütemadiyen yalnýzdý. ‘Muhtemelen yakýn geçmiþte ömründe gördüðü ilk ve tek sevgilisinden de ayrýlmýþtýr.’ diye geçirmiþti içinden Mete, ‘Böyle sürekli dalýp gittiðine göre...’ Gerçekten de Leyla Ankara’da, okumaya baþladýðý sene tanýþtýðý bir delikanlý ile bu tip bir maceraya atýlmýþ, sonra iþ gereðinden fazla uzayýp yýkýcý bir hale geldiðinde de kopamayacak kadar alýþmýþ, ve bu mecburi kopuþ kendi istemi dýþýnda olunca da psikolojik ve sosyal açýdan bir yorgunluk dönemine girmiþti. Psikoloji bölümünde okuyordu, üstelik baþarýlý bir öðrenci sayýlýrdý. Ne var ki kendi psikolojisini düzeltmeye mecali yoktu. ‘Terzi kendi söküðünü dikemez.’ derler, Leyla da dikememiþti bir türlü. Hal böyle olunca okulunda da bir dikiþ tutturamamýþ, kötüleþmekte olan derslerini de bir düzene sokamamýþtý. Ve bütün bunlar onun zihnini sürekli meþgul ediyor, onu -kendisi asla istemese de- bunalýmlý bir görüntüye sokuyordu. Bu görüntü de birçok erkeði ondan daha baþýndan uzaklaþtýrýyordu. Kendisine ‘terk-edilmeyi-rahatlýkla-kabullenmiþ-kýz’ görüntüsü vermek için çok uðraþmýþ ve hatta oldukça hoþ bulduðu Kerem’e de bir þekilde yakýnlaþmaya çalýþmýþtý; ancak Kerem -ya ondaki rahatsýzlýðý hissettiðinden ya da ‘kýzlarla-ilgilenmektense-onlarýn-ilgilenmesini-bekleyen-cool-erkek-maskesi’ni taktýðýndan dolayý- onun bu ilgisini karþýlýksýz býrakmýþ ya da görmezden gelmiþti.
Belki de fark etmemiþti bile. Adýnýn taþýdýðý ‘sevgilisi-adýna-her þeyi-yapacak-aþýk’ anlamý, ona fazlasýyla uzak görünüyordu. Zira kumar ve futbol dýþýnda kalan her þey, Kerem’in aklýnda kendisine yer bulmakta zorlanýrdý. Mete Kerem’e bir sefer hangi takýmý tuttuðunu sorma hatasýnda bulunmuþtu, ve bu basit görünen soru onun birkaç saatine mal olmuþtu. Kerem için futbol muhabbetinin bir sonu yoktu, olamazdý ve olmadýðý iyiydi. Zira onun için bu en çok önemsenmesi gereken þeylerden biriydi. Kerem ‘Futbol bir zeka oyunudur’ derdi. Bu, onun bu konuyu ne kadar önemsediðini açýkça gösterir. Kumar ise Kerem için vazgeçilmez bir tutkuydu; parasýna oynansa da oynanmasa da onu kaðýt oyunlarý ya da okey oynanan bir masada görmeniz iþten bile deðildi. Kendisini ancak böyle ifade edebiliyordu Kerem ve bu tip oyunlarda gösterdiði baþarý -ki gerçekten de baþarýlýydý- ona müthiþ bir tatmin hissi veriyordu.
Kerem küçük yaþta babasýný kaybetmiþti ve bu olay bir baba figürü aramaya deðil kaybolan baba kimliðini ailesi adýna üstlenmeye itmiþti onu; babasýnýn tüm özelliklerini (aklýnda kaldýðý kadarýyla) kendisine taþýmýþ ve üzerinde iyi durup durmadýðýný da hiçbir zaman umursamamýþtý. Mete’nin fikrine bakýlacak olursa Kerem, tam da üstlenmek durumunda kaldýðý bu rolün getirdikleri yüzünden -yani ailenin küçük çocuðuyken ailenin reisliðine terfi edip, annesine ruhsal anlamda bile olsa bir tür eþ olduðundan, yani halihazýrda bir eþi bulunduðundan dolayý- kýzlarla ilgilenmeyi pek de ilgi çekici bulmuyor olmalýydý. Sebebi ne olursa olsun -dýþarýdan bakýldýðýnda- kumar ve futboldan aldýðý keyfi, kýzlardan alabileceði keyfe tercih eder gibi görünmekteydi. Aslýna bakýlýrsa -dýþarýdan pek belli olmasa da- onun da gönlünü yakan birisi vardý: Fatoþ. Ancak Keremin insanlara karþý tutumlarýndaki dengesizlikler onu bazen küstahlaþtýrýyordu, ve bu sebeple Fatoþ, Kerem’in -umutsuz aþýðý olduðunu fark etmek þöyle dursun- kendisinden nefret ettiðini sanýyor ve ümitsizce Can’ýn peþinde helak oluyordu. Ýþin kötüsü Can’ýn Leyla’yý Fatoþ’a tercih ettiðini bütün dünya biliyordu ve bu Fatoþ’u üzüyor ama kahretmiyordu. Çünkü Leyla ne deðilse Fatoþ tam olarak oydu. Ve bu saf kýz bunu açýkça bilmese de hissediyordu.
Eðer ‘Kusursuz kýzlar evde kalýrlar’ sözü gerçekten doðru bir söz ise, bu Fatoþ’un asla evde kalmayacaðýnýn garantisiydi. Ömür boyu sürecek bir garanti. Fatoþ tam da Mete’nin korkmadan yaklaþabileceði türden bir kýzdý. Sýradan bir kýz. Ne var ki Fatoþ’ta iki özellik vardý ki, bunlar Mete’nin bile ona yaklaþmasýný engelliyordu. Birincisi, aslýnda Fatoþ’u tanýyan birçok insan için bir söylentiden ibaretti ve Mete’nin de bu konuda pek saðlýklý bilgileri olduðu söylenemezdi. Ancak küçük bir sitede yaþadýklarýný da akýldan çýkarmamak gerekirdi. Zira böylesine küçük yerlerde dedikodu mekanizmasý parmak ýsýrtacak, ve hatta önünde þapka çýkartýlacak kadar kusursuz iþler. Altýnkum Mahallesi’nde de kendisinden beklendiði gibi, sorunsuz biçimde iþlediði için, buralarda duyulan dedikodulara þüphe ile yaklaþýlmaz, ‘kesin-bilgi’ gözüyle bakýlýrdý. Fatoþ hakkýndaki söylenti -ya da diðer bir deyiþle Fatoþ’un, kendisini Mete gibi erkeklerden koruyan iki özelliðinden birincisi- ise onun bir hayli zengin bir aileden geliyor olmasýydý. Gerçekten de bu dedikodu da gerçek payý bir hayli yüksekti. Fatoþ oldukça zengin bir aileye üyeydi ancak bu aile kökten zengin bir aile deðildi. Sonradan kazanýlan bu zenginlik için Kaan’ýn yaptýðý yorum Fatoþ’un dedesinin ‘meslekten-hýrsýz’ olduðuydu. Mete de Kaan’ýn mizah anlayýþýný tanýyor olduðu için buradan þu sonuca varmýþtý: ‘Fatoþ’un dedesi muhtemelen siyaset ile uðraþýyor olmalý.’
Þimdi milletvekili dostlarýmýz belki bir parça alýnacaklar ama Mete’nin tahmini kesinlikle doðruydu. Müteahhitlik yapan dede bir sonraki aþama olan milletvekilliðine iki dönem önce geçiþ yapmýþtý ve þimdi her ne kadar mecliste çalýþmaktan (seçim yoluyla) alýkonulmuþ olsa da, vekilliðin o asla geçmeyen izleri ona hala hatýrý sayýlmakla bitmeyecek bir getiri saðlamaya devam etmekteydi.
Daha önceden de bahsedildiði gibi Mete, pintilere, hýrsýzlara, biriktirenlere ve bu yollar ile anlamsýzca zengin olan ‘tuzu-kuru’lara asla katlanamýyordu. Bu ve benzeri ‘tuzu-kuru’lar ile ne zaman karþýlaþsa, -nereden aklýnda kaldýðýný kestiremediði fakat Can’dan duyduðunu sandýðý- þu alýntýyý anýmsardý: ‘Kuruysa tuzunuz, susunuz, susunuz, susunuz.’ Ne ki onlar sussa da Mete’ye verdikleri rahatsýzlýk geçmiyordu. Örneðin, Fatoþ’un durumunu düþündüðünde, onun elde edebildikleri ile kendisinin elde edemediklerini kýyasladýðýnda, Mete bir hayli hayýflanýrdý. Ancak bu hayýflanma, örneðin, Kaan ile Gözde’nin kardeþliðini kendisi ile Özlem’in kardeþlikleri ile kýyaslarken duyduðu türden bir ‘keþke’ hayýflanmasýndan oldukça farklýydý. Bu daha çok ‘onlarda-öyleyken-bizde-neden-böyle’ türünden bir duyguydu. Dümdüz, mantýksýz bir nefret duymuyordu Fatoþ’a ve ailesine karþý; sadece onlarý her düþündüðünde bir haksýzlýk hissi filizleniveriyordu içinde. Nedenini çözemediði bu his onun içini kemiriyordu, ve o, Fatoþ ile ailesini bu hissin mimarlarý addediyor, bundan dolayý da, kýþýn Akçay’da yalnýz kaldýðýnda, üzerine yaðmur bulutu gibi çöken o kör olasý mutsuzluðun en azýndan bir kýsmýnýn sorumlularý olmakla suçluyordu onlarý.
Ayný durum aslýnda Fatoþ için de ezici ve acý bir rahatsýzlýk oluþturuyordu. Vekil eskisi, müteahhit dedenin aileye getirdiði maddi refah, onun için asla manevi bir refahý da beraberinde getirmemiþti. Daha ziyade bu zenginlik, beraberken mutlu olduðu insanlarýn arasýnda -ne þanssýzlýktýr ki, arkadaþlarýnýn gerçekten de tümü normal gelir düzeyine sahip ailelerin çocuklarýydýlar- Fatoþ’un kendisini çokluk ezik hissetmesine sebep oluyordu. Ne var ki olmuþ ile ölmüþe çare yoktur. Fatoþ da elinden geldiði kadar kendisini rahat hissetmeye ve onlardan birisiymiþ gibi davranmaya çabalýyordu. Zaman zaman, sanki kolej mezunu bir kýz deðilmiþ de, tersine cahilin tekiymiþ gibi yapýp kendisini komik duruma düþürmesi bundandý belki de. Zira bilindiði gibi bir topluluk içerisinde kabul görmek isteyen bir kimsenin o topluluðun ortalamasýndan çok yukarýda özelliklere sahip olmamasý, ya da baþka bir deyiþle topluluðun genel özelliklerinden açýk bir biçimde kopuk olmamasý gereklidir. Bundandýr ki, örnek olarak ele alýndýðýnda, Mete Kaan’ýn arkadaþ topluluðuna elini kolunu sallaya sallaya girebilmektedir. Bahsi geçen seçicilik neredeyse tüm sosyal iliþkilerimize sirayet etmiþ, böylelikle insan insaný seçer hale gelmiþtir. Fatoþ da -bilinçli ya da bilinçsiz- bunu derinlerinde hissederek kendi farkýný aptal rolleriyle kapatmayý seçmiþ görünmektedir; ancak görünen o ki kýz kendisini bu role fazlasýyla kaptýrmýþ, bazý çevrelerde tuhaf huylarýyla haklý bir nam salmýþtýr. Örnek olarak Kaan ile Can arasýndaki þu konuþmayý alabiliriz:
-Fatoþ birkaç dakika izin verirse belki, ama Leyla’nýn peþini býraktýðý yok yahu. Ýnsan bütün gün dedikodu diye tutturmaz ki!
-Sen de Leyla gitmesin diye bütün gün Fatoþ’a katlanýyorsun tabii.
-Aynen...
Can -her ne kadar kendisini sýkýcý bulsa da- Fatoþ’tan nefret etmezdi; onun dedikodu merakýndan pek hoþlanmazdý ve Fatoþ’un -kendisini fazlasýyla kaptýrdýðý- rolünü o da ciddiye aldýðý için onunla muhabbetten pek de hazzetmezdi o kadar. Ýkisinin arasýnda baþlayan herhangi bir muhabbet de çokluk týkanýr kalýr, özetle kýsa sürerdi:
-Alfabedeki her harf için bir madde yazýyorum. Konularý rasgele seçiyorum. Birleþince ansiklopedi ya da sözlük gibi bir þey olacak, birkaç dergiye yollamayý düþünüyorum.
            -Çok güzel ya! Ben de Kaan gibi bir madde yazabilir miyim?
            -Sen?... Olur, tabii. Hangi harfi istersin?
            -‘F’ olabilir mesela, Fatoþ’un ‘F’si. Ne dersin?
            -Ne diyeyim yahu? Yazacak olan sensin, ister ‘F’ye yaz, ister ‘S’ye.
            Mete’nin Fatoþ’a ilk ve tek yakýnlaþma giriþimi ise taraflardan erkek olaný için hüsran ile sonuçlanmýþtý:
            -Merhaba, benim adým Mete. Sizinki de Fatoþ’tu deðil mi?
            -Hýhý...
Fatoþ’un ruhuna iþlemiþ bulunan ‘istediði-her-þeyi-elde-edebilme’ rahatlýðý, onun sosyal iliþkilerine de iþlemiþti; hoþuna giden kimseler ile arkadaþlýk eder, beðenmediklerini de -erkek ya da kýz olmalarý fark etmeksizin- ciddiye bile almazdý. Bu nahoþ durum onu birçok kiþinin gözünde ‘kibirli’ kýlsa da o bunu bilinçli olarak yapmazdý. Örneðin Kaan’ýn karþý komþusunun çocuklarýndan, (ki Kaan onlara üzerlerinden akan tüm pisliðe raðmen bayýlýr, onlarla oturup ciddi ciddi sohbet ederdi) Fatoþ bir hayli tiksinirdi. Asla onlarý ’fakir’ diyerek aþaðýlamamýþtý ancak içinde yetiþtiði zenginliðin kodlarý onu içten içe kontrol ederdi; o -kabul görmek adýna- fark etmeksizin kimi tutumlarýný deðiþtirse de, bazý alýþkanlýklarý kesinlikle deðiþmiyordu. Bunlardan birisi de kimi insanlarý hakir görmesiydi. ‘Hiç hoþ deðil’ diye geçirmiþti Mete içinden. Ne var ki Mete buraya insanlarý deðiþtirmek gibi bir görev ile gelmiyordu ve bu kutsal görevi, bu iþin en yetkin kiþisine, Can’a býrakmýþtý. Doðal olarak da Fatoþ ile arasýna bir parça mesafe koyuyordu.
            Kimi insanlar ile arasýna mesafe koyarken Mete’nin büyük bir haz duyduðu su götürmez bir gerçekti. Bunu yaparken böylesine haz duymasý kendisini içinde bulunduðu topluluktan -üstün olmasa da- farklý görmesindendi. Oysa gözden kaçýrdýðý bir nokta vardý ki, o da bir topluluðu meydana getirenlerin herhangi birinin birey olarak ele alýndýðýnda içinde yer aldýklarý topluluðun ortalamasýndan oldukça farklý olduðuydu; toplumsal ortalamamýz farklý olmasa da çoðu zaman bireysel olarak içinde yer aldýðýmýz topluluktan farklýyýzdýr. Burada da elbette herkes -bir birey olarak- diðerlerinden oldukça farklýydý; kiþiyi diðerlerinin gözünde ‘farklý’ yapan ise onun ortaya koyabildiklerine baðlýydý. Örneðin Can  farklýydý, zira o ortaya zekasýný koyuyordu; Kaan’da ortaya serdiði yetenekleriyle farklýydý; Gözde’nin kendine özgü hüzünlü halet-i ruhiyesi onu farklý kýlmaya yetiyordu; Leyla güzel ve -her ne kadar geçmiþinde akýlsýzca birkaç tercih yapmýþ olsa da- akýllýydý; Özlem burada pek eðlense de buraya gelmekte gösterdiði çekingenlikle farklýydý; Mete ise farklý olduðunu ispatlamak için ortaya koyduðu bir yýðýn saçma sapan þey, ve bu ortaya koyuþu -kendisini salak gibi gösterdiði halde bunun farkýna varmayarak- komik bir abartý ile yapýþý ele alýndýðýnda oldukça farklý sayýlýrdý. Aralarýndaki ‘farklý’ olmayan tek birey ise, aslýnda onu da bir hayli farklý yapacak birçok þeyi kendisine saklayan ve bu saklayýþýný bile baþarý ile etrafýndaki insanlarýn dikkatlerinden sýyrýlarak yapan Aslan’dý.
            Aslan gayet rahatsýz bir birey olmasýna raðmen, bu rahatsýzlýðýndan dolayý çevresindekileri vicdan azabýna sürüklemeyen yalýtýlmýþlýðý ile, pek de dikkati çekmeyen, sade bir vatandaþýmýzdý. Sadelik burada bir sembol ya da eðretileme deðildir; Aslan gerçekten de katýþýksýz, çözümü kolay kiþilik özelliklerine sahip, sade bir insandý. Teknik olarak bu topluluðun içinde Aslan’ý en az ilgi çekici bulmasý gereken kiþi, psikoloji eðitimi alan ve insanlarý -ister istemez- bu açýdan da ele alan Leyla’ydý. Ancak teknik çýkarýmlarýn daima tutarlý olabileceðini söyleyemeyiz, zaten Aslan konusundaki bu çýkarým da bu topluluðu tanýyanlar için gayet tutarsýzdý. Zira bu evde Aslan’dan pek haz etmeyen bir kiþi varsa o da Can’dý. Can, mantýklý bir sebebi olmadýðýnda -elinden geldiðince- insan seçmemeye çalýþýrdý, ancak Aslan, (kaderin tuhaf bir oyunundan baþka bir þey olamazdý bu) Can’ýn, pek de hoþlanmadýðý ilkokul öðretmeni, korku verici Kader Haným’ýn oðlundan baþkasý deðildi. Can, -aralarýndaki yaþ farký sebebi ile- Aslan’ý ilkokul yýllarýndan tanýmazdý. Akçay’da ilk kez tanýþtýrýldýklarýnda -ve Kader Haným’ýn bahsi ister istemez geçiverdiðinde- Aslan içinden ‘Dünya küçük’ diye geçirmekle yetinirken, Can, bu tuhaf tesadüfe ve Kader Haným’a bildiði tüm küfürlerden özenle derlediði bir seçkiyi yollamýþtý. Ýçinden elbette. Zira Can’ý asýl sýkan Aslan deðildi, onu delirten bu garip tesadüftü, ve tabii Kader Haným’ý o kadar yýldan sonra tekrar görme ihtimalinin beliriþiydi. Küllenmiþ nefreti tekrar alev almýþtý. Can laf arasýnda ilkokul öðretmeni Kader Haným için, ‘Yaratýcýlýðýmý neredeyse öldürecek olan þu yaþlý cadý’ demiþti Mete’ye. Önceden de bahsetmiþti ondan, ancak Aslan’ýn -Kader Haným’ýn gölgesi ile beraber- yýllar sonra Akçay’da aniden ortaya çýkýþý bu acý hikayeyi Mete için de anlaþýlýr kýlmaya yetmiþti. Kader Haným faktöründen dolayý da Can, istemeye istemeye de olsa, Aslan’a karþý bir hayli soðuktu. Zaten elinden de hiçbir þey gelemezdi, zira Aslan içine kapanýk, konuþmaktan televizyon izlemekten aldýðýnýn binde biri kadar bile keyif almayan, sessiz, sakin ve sade bir insandý. Can, Kader Haným’ýn Aslan’a hayatý -kendisine edebildiðinden kat kat fazla- zehir ettiðini tahmin edebiliyordu elbette ve ayný acýnýn iki maðduru olarak, oturup onunla baþ baþa konuþmayý, dertleþmeyi çok istemiþti. Ancak Aslan Can’ýn bildiði aslanlara hiç benzemiyordu. Adeta kapalý bir kutuydu ve açmak mümkün deðildi. (Hatta onu, ilgilenmesi ya da incelemesi için Leyla’ya tavsiye bile etmiþti, ne var ki Leyla’nýn bu teklifi deðerlendirmeye alýp almadýðý hakkýnda en ufak bir fikri bile yoktu.) Böylece -Can ve Leyla da dahil olmak üzere- o topluluktaki herkes Aslan’ý, þu çok kliþeleþmiþ tabir ile, olduðu gibi kabul etmeye baþlamýþtý.
‘Ne demektir ki bir insaný olduðu gibi kabul etmek?’ Selim’in, üzerinde takýntý derecesinde durduðu birçok saçma sapan ‘günlük-konuþma-kliþesi’nden birisi de buydu: “Onu olduðu gibi kabul edelim.” ‘Bundan baþka ne gelir ki elimizden?’ demiþti Selim, ‘Kim kimi deðiþtirebilmiþ ki biz Aslan’ý, ya da bir baþkasýný deðiþtirebilelim?’ Ne var ki yanýlýyordu, zira Kader Haným Aslan’ý deðiþtirmeyi baþarmýþ, ondan bambaþka bir þey -ya da diðer bir deyiþle, bir hiç- elde etmiþti. Aslan’dan geriye, iletiþim namýna hiçbir þey kalmamýþtý. Boþluk. Ýþin tuhafý, sadece televizyon izlese de bu eve gelip onlarla beraber olabiliyor, hatta bir yerlere gezmeye karar verildiðinde bu karara boyun eðiyor, evine geri dönüp televizyon sefasýna orada devam etmeyi yeðlemiyordu. Ýþte bundandýr ki -Selim’i kýzdýrmak pahasýna da olsa- o saçma kliþeyi kullanarak, onu ‘olduðu-gibi-kabullenmek’ten baþka bir þey gelmiyordu ellerinden.
Selim’in kýzmasýný da pek fazla umursamazlardý zaten. Zira o her þeyi eleþtirir, her lafý takýntýlý bir biçimde incelerdi. Bu yönüyle Aslan ile en büyük tezattý Selim. Aslan her þeyi,     -kendisine uysa da uymasa da- kabullenirken, Selim her teklifte bir hata bulur, kendisini her þeyi eleþtirmekle yükümlü hissederdi. Gerçi konu iletiþim olduðunda hemen hemen herkes Aslan ile tezattý, ancak Aslan bile bazen onun bu eleþtirelliðini tuhaf bulurdu. Aslan, Mete, Can, Kaan, Gözde, Fatoþ. Kýsacasý tanýdýðý herkes Selim’in gelecekte baþarýlý bir eleþtirmen olabileceði konusunda fikir birliði içerisindeydi. Ancak bir þeyleri eleþtirdiðinde rahat edecekmiþ gibi görünse de o aslýnda her an rahatsýzdý. Zaten bu eleþtirme meraký da rahatsýz oluþundan kaynaklanýyordu. Rahatsýzdý, çünkü onun ölçütleri ile diðerlerinin ölçütleri asla ortak paydada buluþmazdý. Onun kurallarýyla hayatýn kurallarý hep birbirlerine ters düþerdi. Örneðin hemen herkes güncel bir þeyler dinlemekten keyif alýrken o alaturka müzik dinlemeyi tercih ederdi. Gerçi ‘zevkler ve renkler tartýþýlmaz’ derler ama Selim bu sözü bile tartýþabilirken kendi garip zevklerini asla tartýþma konusu yaptýrmazdý. Neden alaturka diye soracak olursanýz alacaðýnýz cevap muhakkak ‘Neden olmasýn?’ olacaktý. Bilgisayar kullanýmýna karþýydý mesela, ve gerçekten de asla kullanmazdý. Ancak bir þeyi kuru kuruya da eleþtirmezdi. Ýnceler, ölçer biçer ve bir karara varýrdý. Bilgisayar kullanýmý konusunda da takýntý haline getirdiði bu teknolojinin çarpýk geliþimi ve yayýlýmýydý. Ayrýca bilgisayarlarýn yer yer ve zaman zaman hayatý kolaylaþtýrmak þöyle dursun, onu daha da zorlaþtýrdýklarýný iddia ederdi ve buna dair bulgularýný uzun uzadýya listeler, tezini kuvvetlendirirdi. Birçok yönüyle Can’a benzetirdi Mete Selim’i, ancak Can’ý daha içten bulurdu. Zira -Mete bunu açýkça gözlemleyemese de- insanlarýn gözünde Can’ý Selim’e göre tercih edilir kýlan þey Can’ýn kullanmaktan asla utanmadýðý bir kelimeyle alakalýydý: Bilmiyorum. Can bunu rahatlýkla kullanýr, bundan asla utanmazdý. Bu onun alçakgönüllülüðünün kanýtýydý. Oysa Selim alçakgönüllülük fikrine asla katlanamazdý. ‘Niye kendimi olduðumdan daha basit gösterecekmiþim ki?’ derdi, ‘Ben buyum, beðenmeyen yemez.’ Evdeki kiþi sayýsýnýn daha az olduðu bir gün Gözde ile aralarýnda geçen þu konuþma onun bu tavrýný daha net açýklamaktadýr:
-Her zaman böyle ‘dediðim dedik’ olmak insaný küstah durumuna düþürebilir ama.
-Ne münasebet? Ben küstah deðil akýllýyým, sen de öylesin, Kaan da, ve elbette Can da
öyle. Akýllý insaný küstah bulan kiþi, kendi aptallýðýný gizlemeye çalýþan aciz kiþidir. Öylesiyle de iþimiz yok zaten.
            -Ne yapacaðýz peki? Akýllýlar Kulübü kurup oturacak mýyýz? Aman ne güzel! Körler saðýrlar, birbirini aðýrlar.
            -Güzel tabii kýzým. Sanki bayýlýyorsun sen de hepsine. Daha iyi deðil mi?
            -Deðil tabii! Kalabalýk olmasýn dediysem bu kadar da katý olalým demedim. Vur dedik, öldürüyorsun.
            -Öldürürüm. Gerekirse onu da yaparým.
            -Coþma be manyak!
Gerçekten de Selim’in bazen böyle manyaklýklarý tutardý. Yeni tanýþtýðý bir kiþi ile anýnda (karþý tarafýn anlamsýz bulsa da katýlmak durumunda kaldýðý) herhangi bir tartýþmaya girebilirdi. Kerem ile tanýþmalarýný alýntýlayarak onun bu kendine özgü manyaklýklarýna iyi bir örnek verilebilir:
            -Meraba.
            -‘Meraba’ deðil ‘merhaba’ Eðer bu kelime söyleniþi açýsýndan zor geliyorsa basitçe ‘selam’ da diyebilirsin.
            -Hello desem?
            -Ah, o hiç olmaz, zira bu laf henüz lisanýmýzda yer etmiþ bir laf deðil.
            -‘Lisan’ da bizim dilimizden deðil, ona bakarsak.
            -Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüðü’nün ikinci cildinde ‘L’ harfine bakýnýz. Zira orada kendisine yer bulan bir laf lisanýmýza iþlemiþ, böylelikle de bu dili kullanan topluluk içerisinde kabul görülmüþ demektir. Hello ve benzeri bir dizi Amerikan Filmi repliðinin lisanýmýza kabulü için ise bu bu ve benzeri laflarýn toplumumuzda yaygýn bir biçimde kabul görmesini beklemeliyiz.
            -Yes.
            -Ah, dilinizi eþekarýsý soksun.
Tüm bu kendine özgü çok bilmiþliklerine raðmen, insanlar -özellikle, Kerem de dahil olmak üzere, yeni tanýþtýðý insanlarýn büyük bir çoðunluðu- onu küstah bulmaktan ziyade, bir parça tuhaf olmakla  beraber oldukça þirin bulmaktaydý.
            Selim ise -tahmin edilebileceði üzere- þirin bulunmak fikrine de sinir olurdu. Onun insanlardan istediði, ona pek fazla karýþmamalarýydý. Burada, bu evde bulunmasýnýn tek sebebi ise tatilde de kendisi gibi birkaç aklý baþýnda insan ile beraber sakin bir biçimde vakit geçirmekti. Ne var ki Kaan’ýn, -Selim ne kadar onu buna zorlasa da- evine dadanan bu insanlardan kurtulmaya hiç niyeti yok gibiydi. Hatta Kaan ona takýlmak için bazen þöyle derdi: ‘Napalým, sen de beni ve evimi olduðu gibi kabullenmek zorundasýn.’ Selim de elinden baþka bir þey gelmediði için mümkün mertebe rahatýna bakmaya çalýþýrdý. Örneðin kitaplarý ve kasetleri hep burada dururdu. Tatilde de kendi ailesi ile beraber yaþamaktansa, annesi ve babasý gelene dek, Kaan’larda hayatýný devam ettirir, sadece uyumak için evine dönerdi. Zaten Kaan’ýn anne-babasý da buraya pek sýk gelmezlerdi. Böylece Selim -Kaan ile Gözde’nin samimiyetlerine güvendiði için- evin üçüncü bir üyesi gibi rahat davranýrdý. Hatta üzerinde konuþulan þu gecede Selim durumu bir parça abartmýþtý. Önceki gece beraberce sabahlamýþlardý ve sonra Selim yüzmeye gitmiþ, bütün gününü plajda geçirmiþti. Uykusuzluktan gözleri kanlanmýþtý ve yemekten sonra bayýlacak hale geldiðinde Kaan onu evine yollamamýþtý, yatak odasýnda yeri hazýrdý zaten.
Selim’in uyuyor olmasý nedense Mete’ye tuhaf bir rahatlama veriyordu, sanki korktuðu veya çekindiði bir kiþinin gazabýndan ömür boyu kurtulmuþ gibi. Oysa ondan korktuðu yoktu, sadece onun yanýndayken, konuþtuðu kelimeleri daha dikkatlice seçmesi gerektiði için, bir parça sýkýlýyordu. Þu halde bu akþam Mete’nin sýkýntýya girmeden, dilediðince konuþtuðu, hatta kelimeleri gönlünce, geliþigüzel saçtýðý söylenebilirdi. Nitekim öyleydi de ve bu en çok Kaan’ýn sinirine dokunuyordu. Kaan Selim’in, ‘Kurtul þunlardan artýk!’ þeklindeki önerisini sadece Mete’yi göz önüne aldýðý zaman cidden aklýndan geçiriyordu, ama her seferinde kimseye bunu yapamayacaðýný düþündüðü için vazgeçiyordu. Mete her akþam ayný saatte kapýda belirdiðinde tekrar tekrar piþman oluyor ve öneriyi bir daha ciddiye alýyordu. Bu paradoks her gün sil baþtan tekrarlanýyor, ve Selim de Kaan da her akþam tekrar tekrar kahroluyorlardý. Ama Kaan böyleydi, yapýlacak hiçbir þey yoktu. Tek çözüm Mete sinir bozmaya baþladýðýnda onu ciddiye almadan sakin kalmaya çalýþmaktý.
Selim bu gece uyuyordu ve Kaan Mete’ye katlanma konusunda Gözde ile yalnýz kalmak üzereydi, zira Can da Leyla’yý -yanýnda da elbette Fatoþ’u- konuþmalarýna daha rahat devam etmek üzere yan odaya çaðýrmýþtý. Kör talih, Leyla henüz cevap bile verememiþti ki Fatoþ teklifin üzerine balýklama atladý.
Tam da o an birkaç bakýþma yaþandý odada.
Can Kaan’a ‘Ben kimi çaðýrýyorum, kiminle gidiyorum’ anlamýna gelebilecek kaçamak -ve de býkkýn- bir bakýþ attý.
Leyla Gözde’ye bir bakýþ atarak ‘Býktým bu kýzýn þu tez canlýlýðýndan.’ gibisinden aðzýný büzüþtürdü.
Durumu fark eden Kaan Can’a bir göz kýrpýp baþýnýn ufak bir hareketiyle Leyla’yý iþaret etti. Bu da ‘Durumda bir sakatlýk var.’ þeklinde yorumlanabilirdi.
Bu bakýþmalar zinciri tamamlanmaktayken Mete’nin Kaan’ý gerecek türden bir cümlesi ile tam üç kiþi birden Kaan’a dönüverdi.
Bunlardan birincisi olan Can ilk önce kýsa bir süre için gülümsedi, sonra da -ayaða kalkarken- öne eðdiði baþýný iki yöne doðru birkaç kez salladý. Bu ‘býkkýnlýk’ anlamýna gelebilecek bir hareketti.
Mete’nin cümlesi ile Kaan’a dönüveren kiþilerden ikincisi Leyla’ydý ve onun yüzündeki gülümseme ise muhtemelen ‘Allah sana kolaylýk versin’ gibi bir anlama geliyordu.
Kaan’a dönüveren üçüncü kiþi ise Fatoþ’tu ve önce Kaan’ý da meraka düþüren bir sessizlikle bakmaya devam etti. Neden sonra bu kýsa süreli anlamsýz bakýþmanýn sebebi anlaþýldý:
-Sana diyor Kaan’cýðým.
Kaan Fatoþ’un bu gereksiz ve anlamsýz yardýmseverliði ile istemediði bir sohbete orta yerinden dalmak zorunda kalmýþtý. Ýçinden Fatoþ’a teþekkür etmek geçmiþti ya, bu sinir ile sesini kontrol edemeyeceðinden korktuðu için susmuþ ve Mete’ye dönmüþtü.
Aslýnda Kaan Mete’ye katlanabilir, hatta onu sevebilirdi. Zira Mete, þüphesiz ki, iyi bir insandý, samimiydi ve Kaan’ýn evine ve arkadaþlarýna yönelik bir tür ihtiyacýn içerisindeydi. Ne var ki Kaan Mete’nin klasikleþmiþ ‘Ben ezik bir insan deðilim’ anlamýndaki tavýrlarýndan bambaþka bir anlam çýkarmaktaydý: ‘Evet, ben ezik bir insaným ama ikiyüzlülüðümden dolayý bunu kabullenmiyor ve yað gibi üste çýkarak ezik deðilmiþim gibi davranýyorum. Bazen de size üstünlük taslayacak kadar küstahlaþabiliyorum.’
Ayýrtýna varmaktan kendisini alamadýðý bu ‘ben-ezik-deðilim-ezikliði’nin ötesinde Kaan’ýn Mete’den hoþlanmamasýnýn asýl sebebi Mete’nin sürekli konuþup aslýnda hiçbir þey anlatmamasýydý. Mete konuþmayý severdi ve ahkam kesmemeye de dikkat ederdi. Ama keserdi. Hem de Kaan’ý rahatsýz edecek biçimde, alenen yapardý bunu. Örneðin Kaan Selim’in ahkam kesmesinden asla rahatsýz olmazken Mete’nin konuþmalarýndan çok rahatsýz olurdu; zira Mete bunu Selim’in yaptýðý gibi þirin bir biçimde, ve mantýk çerçevesi içerisinde yapamaz, tersine bunu yaparken oldukça itici olurdu ve kendi mantýðýyla bile sýklýkla çeliþir, amansýzca tutarsýzlaþýrdý.
Mete’de -Kaan’a göre- tuhaf ve itici olan bir diðer özellik ise onun kendisi ile ilgili en saçma sapan þeylerle bile hava atmaya olan eðilimiydi. Bu þeyin ne olduðu, insanlarýn gözünde öneminin ne olduðu ise hiç mi hiç önemli deðildi onun için, yeter ki onun olsundu. En basit örneðiyle babasýna ait 30 yýllýk süper-külüstür Anadol bile onun bu tuhaf böbürleniþlerine malzeme olabilirdi. Leyla’ya göre bu tip -ucuz- arabalarý kullanan insanlarda direksiyon baþýndayken görülen o ezikliði (ki Leyla bunu direksiyona yapýþýp öne doðru iyice eðilmek suretiyle arabayý garipseyen ve aþaðýlayan insanlarýn bakýþlarýndan kaçmak olarak özetlemiþti) yaþamýyor olmasý, yani arabasýný gayet medeni bir cesaret ile kabullenmiþ olmasý iyi bir þeydi. Ne var ki Kaan’a göre Leyla’nýn psikoloji ile ilgili öðrenmesi gereken çok þey vardý. Zira Mete’nin o arabanýn direksiyonundayken gösterdiði tuhaf böbürlenme de baþlý baþýna bahsi geçen araç ile dalga geçmekten baþka bir þey deðildi. Mete aracý kullanýrken Leyla’nýn tarif ettiði türden bir eziklik gösterseydi eðer bu onun kendisini arabadan da aþaðý gördüðü anlamýna gelebilirdi. Oysa Mete tam tersini yaparak -yani onun bir külüstür olduðunu kabullenerek ve onunla sýnýr tanýmaksýzýn dalga geçerek- kendisini ondan daha yüksek bir mertebeye layýk göstermiþ oluyordu. Zaten araçtan bahsederken asla ‘arabam’ demez, her zaman ‘babamýn külüstürü’ demeyi uygun görürdü; böylelikle bu utanç -en azýndan yakýn çevresinde- babasýna mal edilmiþ olurdu. Eðer Mete, Anadol’u Leyla’nýn tarifindeki türden bir eziklik ile kendi tuhaf böbürleniþi arasýnda kalan normal bir tavýrla kullansaydý belki Kaan’ýn ona karþý hisleri deðiþebilirdi. Ýþin daha da komik kýsmý, Mete’nin  -Leyla hiç fark etmemiþ olsa da- aracý kullanýrken zaman zaman burnunu direksiyona yapýþtýrýp yeteri kadar kahkaha topladýðýna ikna olana dek de oradan çekmiyor oluþuydu. Bu da Kaan’a göre þu anlama geliyordu: ‘Evet, ben de bu aracýn utanýlacak cinsten bir araç olduðunun farkýndayým ancak bu benim utancým deðil, bu, aracý satýn alan ve kullanmaya devam etmekte ýsrar eden babamýn utancý.’
Mete’nin Kaan’a en itici gelen yönü ise konuþmalarýnda saklýydý. Mete ahkam keseceði aný özenle seçerdi, çünkü özellikle Selim ve benzerlerinin bilgilerine saygý duyar, bu tip insanlarýn yanýnda konuþmaya baþlamadan önce laflarýný tartardý. Konuþmanýn gidiþatý kendisinin iyi bildiði (‘Toplasan bir elin parmaklarýný geçmez ya.’ derdi  Kaan) þu pek de iþe yaramayacak konulardan birisine geldiðinde ise her þey deðiþiverirdi. Sanattan, günlük hayattan, siyasetten, kültürel etkinliklerden, seksten bahsedilirken yüzüne ve hareketlerine açýkça sinen o ‘ben-ezik-deðilim-ezikliði’ kendisini ilgilendiren konulara gelindiðinde bir anda buharlaþýverir, yerini tuzu-kuru futbol yorumcularýnýn üzerlerine pek bir yakýþan ‘en-önemli-konuda-en-yetkili-açýklamalarý-yapan-kilit-adam’ havasýna býrakýrdý. Ýþin Kaan’ý en çok sýkan tarafý, Mete’nin, kendisine özel bu lüzumsuz bilgiler üzerine yaptýðý lüzumsuz -ve sýkýcý- açýklamalarýna çevresindeki insanlarý da bir þekilde katýlmaya zorluyor olmasýydý. Zira lüzumsuz bilgi, Mete tarafýndan klasik bir televizyon yapýmý taktiði ile -yani sizi de sunumun bir parçasý olmak zorunda býrakan yapay bir interaktiflikle- sunulurdu:
            -Pazaryerlerinde, domates tezgahlarýnýn üzerlerindeki brandalara dikkat et. Hep kýrmýzý olurlar...
            -Öyle mi? Çok ilginç...
            -Gerçekten, ciddi söylüyorum. Hep kýrmýzý branda kullanýrlar.
            -Allah allah?
            -...
-Neden peki?
            -Domatesleri olduklarýndan daha kýrmýzý göstermek için. Güneþ vurduðunda brandanýn kýrmýzýsý domatesleri daha güzel, daha renkli gösterir.
Tam da bu muhabbetin geçtiði an, Kaan Mete’yi sevebilmek için kendice mantýklý bir sebep aradý ve birkaç sene evvel Bornova’da, pazarda çok beðenip satýn aldýðý ve eve geldiðinde yeþil çýkan domatesleri düþündü. Ne var ki domatesleri satýn aldýðý tezgahýn üzerindeki brandanýn rengini hatýrlamayý baþaramadý. Sonra Mete’ye içten içe kýzmaya devam etti. Aslýnda bu bilgi Mete’nin kendi zekasý ve gözlemi ile vardýðý, ya da bir yerlerden duyduðu ve sýnayýp doðruluðunu gördüðü bir bilgi olsaydý Kaan ona saygýda kusur etmezdi elbette. Ne var ki Mete’nin babasý Akçay pazarýnda domates satýyordu. Tezgahlarýnýn üzerindeki branda ise, tahmin edilebileceði üzere, kýrmýzýydý. 
Eldeki verilere bakýlýrsa Kaan Mete’yi asla sevemeyecekti. Ama Selim gibi ‘dediðim dedik’ bir insan olamayacaðý için de onu evine buyur etmeye devam edecek gibi görünüyordu.
 
***
Mete, iþte bu tiyatro grubunun orta yerinde -bir ada misali- yaþamaya, eðlenmeye, eðlendirmeye, sýkýlmaya ve de sýkmaya devam ediyordu.
Onun bir tiyatro grubunun kulisindeymiþ gibi hissetmesine sebep olan hareketlenmelerden birinden hemen sonra -yani Can Leyla ve Fatoþ’u yanýna alýp yan odaya geçtikten hemen sonra- bilinci açýk olmasýna raðmen, Mete çevresinden kopup gitti. Olup biteni algýlýyordu ama sanki her þey -kendisi ile ilgili olanlar bile- kendi kontrolü dýþýnda geliþiyordu. Alkolün bu yoðunluðu belki bir saat kadar daha sürdü. Bu yoðunluðun kendisini hissettirdiði o son hareketlenme sýrasýnda yanýnda bulunan birisine bir þeyler söylediðini anýmsýyor ama ne söylediðini çýkartamýyordu. Yaklaþýk olarak bir çeyrek saatini söylemiþ olduðu þeyi -ve kime söylediðini- hatýrlamaya çalýþtý. Baþarýlý olduðu söylenemezdi.
Kendine gelip zihnine tekrar hükmetmeye baþladýðýnda, (bir baþka deyiþle seyircilikten oyunculuða geri dönüþ yaptýðýnda) kendisini, elinde bulunan bir deste oyun kaðýdýný incelerken buldu. ‘Nasýl yapmýþtý o numarayý?’ diye düþünüyordu. Desteyi elinde tartýyor, evirip çeviriyor, kaðýtlarý teker teker büküyor, düþünüyor, ama iþin içinden çýkamýyordu. Arada bir kaðýtlardan birini sað eline alýp salonun tavanýnda duran, 80’lerden kalma,  saðýndan solundan elmas süsü verilmiþ cam parçalarý sarkan, ucuz, geniþ ve kirli avizeye doðru tutuyor, inceliyor, yine de bir çözüm yolu bulamýyordu.
Çok sonra, ýþýklarý söndürüp hep beraber film izlemeye koyulduklarýnda, hatta filmi bitirip hakkýnda konuþmaya baþladýklarýnda bile hep Kaan’ýn yaptýðý kaðýt numarasýna takýlýydý aklý. Çok sevdiði o filmi bile izleyememiþ, izlemeye çabaladýðýnda kendisini bilinçsizce kaðýtlarý düþünürken ya da incelerken bulmuþtu. Gün aydýnlanýrken hep beraber o tedirgin edici minibüse bindiklerinde bile içinde bulunduðu durumun ciddiyetini düþünmekten ve tedirgin olmaktan ziyade kendi kendisine þu soruyu sormaya devam etmiþti: ‘Arkasýný görmediði bu kadar belliyken kaðýdýn kýrmýzý ya da siyah olduðunu görmesi nasýl mümkün olabilir?’
Saat tam olarak 08:53’ü gösterdiðinde -karakoldan çýkarlarken- yükselmeye  ve hafif hafif yakýcý yüzünü göstermeye baþlayan yaz güneþi bir an için gözlerini aldýðýnda beyninde bir ýþýk parýldayýverdi: ‘Eureka!’
Kaðýt oyununun sýrrýný çözmüþtü. Çok basitti, evet.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn parça kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Aslan'ýn Hikayesi
Kim Kiminle Nerede Ne Zaman
Dýþýmýzdaki Þeytan
Büyük Yazardan Okurlarýna Açýk Mektup
Lukacs

Yazarýn roman ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kaan Ilgaz Bilmecesi

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nasýl Zengin Oldum [Öykü]
Metin Þentürk'e Açýk Mektup [Öykü]
Et Suyuna Bulgur Pilavý - II [Öykü]
Belli Olmaz [Öykü]
Et Suyuna Bulgur Pilavý [Öykü]
Her Þey Güllük Gülistanlýk [Öykü]
Müptela [Öykü]
Kapý - 2 - [Öykü]
Kapý - 1 - [Öykü]
Þehrin Ýstenmeyen Tüyleri [Öykü]


Anýl Gökpek kimdir?

Kayýp kuþak gerçek mi? Yoksa sadece bir efsaneden mi ibaret?

Etkilendiði Yazarlar:
Oðuz Atay, James Joyce, Sabahattin Ali


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Anýl Gökpek, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.