Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Fotoğrafa bakıyorsun: Yüzü hatta saçları sana bir şeyler söylüyor. Yaratıcı olmanın aydınlığı vurmuş yüzüne oradan da çok çok uzaklara, sana ulaşıyor. Hemde uzun yıllar öncesinden... Sonra, çok sonra, büyünce öğreneceğin bir gizi saklıyor bu kadın. Yıllar sonra yaralı ve yitik bakarken o sırrı hiç öğrenmeseydim, diyorsun.. diyorsun da.. başka çaren yoktu, sen de biliyorsun. Yaralarının kabuklarını kaldırıyorsun yine... Altından çıkan irin artık mideni bulandırmıyor... dahası hiçbir şey duymuyorsun. Başka çaren var mı? Gençliğimin baharında tanışıyorum bu kadınla. Geç kalmış olmanın üzüntüsü, onu tanıyamamış olmanın verdiği acıya karışıyor. Onu kitaplardan, eserlerinden, fotoğraflarından, bakışlarından, gizli güzelliğinden öğrenmeye tanımaya çalışıyorum. Öncesinde benim sözcüklerim bunlar diyorum. Yaşamına özeniyorum. Bir erkek kadar sert, aynı zamanda bir kadın kadar narin, fırtınalı bir deniz kadar durgun, bir göl kadar hareketli olmak istiyorum onun gibi. Onun tanıdıkça ailesi oluyorum, sevgilisi Alejandro, sevgili eşi yoldaşı Diego. Tüm çıkışları, çoşkuları, çöküşleri onunla yaşıyorum. Usul usul yapıyorum ki üzerime devrilmesinler. Ama yine de altında kalıyorum. Frida’yı yaşamak! Mümkün... mü? Günler geçiyor. Suskum artıyor da sesim oluyor bu kadın. Kimse farketmese de içimde bir yerlerde yeniden ortaya çıkıyor. Onun gibi konuşmaya, gülmeye, düşünmeye, susmaya, bağırmaya başlıyorum. Oyunlar oynuyorum o olup. Rol yapamıyorum işte. Bundan, ona hep ... HEP muhtaç kalıyorum. Dünyaya açılıyor, dışarıya çıkıyorum. Düşüyorum. Ezip geçiyorlar üstümden.Yarattığım duvarlarımın arkasına dönmeyi öğreniyorum, “gökyüzü altındaki yaşam belki de bana göre değil”, ben de biliyorum. Kırıldığım zamanlarda onun kadar güçlü olamıyorum, biliyorum. Karşımda hep fotoğrafı, bu kadını izliyorum. Yara alacaksın, hazırlan, diyor uzaklardan yıllar öncesinden.. dinleseydim keşke diyorum. Dinlesem de yara alıyorum. Yaralarımla yaratıyorum. Özlemlerim tükeniyor. Bırakıyorum ben de, hepsini kendi dünyalarını ve benim dünyamı anlasınlar diye bırakıyorum. Ben, sürekli insan olma çabası üzerine giden ben bu kadar duyguyu nasıl taşıyacaktım, soruyorum ... (Sessizlik) Herkes susuyor. Kendimi ve seni daha iyi anlamaya çalışıyorum. Belki de sırf bu yüzden yazarken nefes alabiliyorum. Ve sen Frida Kahlo... Şimdiye kadar kimse bu kadar güzel görünmedi gözüme... Sanatın en acı ve en yaratıcı tarifi Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon “...Bedenim beni bırakacak. Oysa ben hep o bedenin kurbanı olmuşumdur; biraz asi de olsa bir kurban işte. Biliyorum aslında birbirimizi yok edeceğiz, böylece mücadele sonunda ortaya hiçbir galip çıkmayacak. Düşüncenin sırf hasar görmemiş olmasından ötürü, tenden oluşan öteki maddeden kopabileceğini düşünmek ne hoş bir yanılsama...” diyen, 1907’de Coyoacon’da Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon insanların kısa isimlerden çok uzak olduğu bir yerde doğdu. Ona kalsa “ 7 Temmuz 1010’da doğdum derdi ya, “ Meksika devrimi ile birlikte doğdum” Hayatının her döneminde onu çepeçevre saran acılarından ilkini beş yaşında babası ile çıktığı bir gezi sırasında yaşadı. Ayağının bir ağacın köklerine takılıp yere düşmesinin ardından, geçirdiği çocuk felci de ona topallayan çelimsi bir bacak bıraktı. O günleri Frida’nın “Düşüşümle, daha sonraları yaşadıklarım arasında ne tür bir bağlantı kurulabilir, bilmiyorum. Ama kesin olan bir şey varsa, o da acının bedenime ilk kez o gün girmiş olduğudur” sözleriyle belki de daha iyi hissedebiliriz. Genç kızlık çağındaki Frida incecik, boylu boslu ve alımlı bir kızdı artık. Hafif aksayan yürüyüşü ve ortopedik botları canını sıksa da, yaşamın başka anlamlarını keşfediyordu. Anarşist bir edebiyat grubuna dahil oldu. Büyük bir açlıkla merak etti, sordu, okudu, öğrendi... Böylelikle güçlü kişiliğinin ilk temellerini oluşturmaya başladı... O dönemdeki aşkı Alejandro Gomez ile birlikte bindiği otobüste yaşadığı kazaya dek, aslında herşey iyi ve güzel denebilecek bir seyirle yol alıyordu.Bindiği otobüs kaza yaptığında Frida 19 yaşındaydı. Kaza sonrasında, doktorunun koyduğu teşhise göre; üçüncü ve dördüncü omurga kemikleri kırılmış, kalça kemiğinde üç, sağ ayağında on bir kırık, sol dirseğinde çıkık meydana gelmiş, sol kalçasından giren ve cinsel organından çıkan demir çubuk; derin yaralara yol açmıştı. Artık hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçecek; bu en sonunda sağ bacağının kesilmesine kadar böyle sürüp gidecekti. Hastalığı süresince içine giren demir çubuğun verdiği etkiyle eserleri hep geçirmiş olduğu kazanın yansımalarını taşıdı. Bu süre içinde 32 kez ameliyat oldu. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta geçiren Frida, bir süre Amerika’da yaşadı. 1928 yılında Meksika Komünist Partisi’ne katıldı. Kemik ve ruhun birleşmesi... Frida kadınlara düşkünlüğü ile tanınan Riviera’yı ilk gördüğünde henüz yeniyetmelik dönemlerindeydi. Ulusal Hazırlık Okulu’nda okuyordu. Üç saat boyunca bu dev gibi adamın fırçasına bakmış, onu çıt çıkarmadan izlemişti. Sonra da arkadaşlarına “Benim Rivera’dan bir çocuğum olacak” demişti... Frida çocuk yapamasa da 1929 yılında 20. yüzyılın kuşkusuz en ünlü ressamlarından biri olan ve Meksikalı Michalangelo olarak andığı Diego Rivera ile evlendi. Resim yapmaya, geçirdiği kazanın izlerini hafifletmek için anne ve babasının teşviki ile başlamış, kısa süre sonra yeteneğini herkese kanıtlamıştı. Yaptığı resimleri göstermek için tanıştığı ünlü ressam Diego Rivera ile evlenmesi ise herkesi şaşırtmıştı. Pek çok kadının etrafında döndüğü Rivera; çirkin, uzun boylu, şişman bir adamdı. Patlak gözleri, yayvan bir burnu, kalın dudakları ve bozuk dişleri vardı. Her şeyiyle kaba olmasına rağmen, girdiği ortamlarda ışıldıyor, göklere çıkarılıyor, şöhretiyle, düşünceleriyle ve yarattığı polemiklerle her yerde ön plana çıkıyordu. Rivera, asla tam anlamıyla sadık bir erkek olmadı; ne başka kadınlarla birlikteyken, ne de Frida ile evlendikten sonra. Frida onun aldanışlarına yerinde ve hayran olunabilecek nitelikte verdiği tepkilerle değil, yarattığı şaheserlerle kendini ispatladı. Frida Kahlo, sanat yaşamında, eşi ünlü ressam Diego Rivera’nın gerisinde kalmış gibi görünse de, gerçek bunun tam tersi. Diego’dan resim alanında bir şeyler öğrenmekten çok öğrettiği, Diego dahil herkesçe kabul ediliyor. Frida Diego’daki eksik birşeyleri tamamlıyordu. O resimlerini yüzeysel değil tüm ruhunu ve kalbini katarak yaratıyordu. Diego’nun Frida’da en çok etkilendiği ve kendisinde büyük bir eksikliğini hissettiği esas nokta da belki de buydu. Diego sevgili eşinin ardarda açtığı başarılı sergiler sonrasında yoldaşı için “Frida, benden daha iyi bir ressam ve resim, aramızda rekabetin olmadığı bir alan”. Sözlerini söylemekte bir sakınca görmedi. Frida Kahlo’nun 70’e yakın eserinin bulunduğu koleksiyonun büyük bir bölümünü otoportreler oluşturuyor. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran bir aynaya bakarak geçiren biri için bunun ‘normal’ olduğu söylenebilir, ama bu portreler hiç de olağan değildi. “Yalnızım” diyordu Frida, “Kendimden daha iyi kimseyi tanımıyorum.” Belki de bu yüzden kendini çizmeyi yeğliyordu; en iyi tanıdığı yüzü... Yalnız, güçlü ve yaratıcılığı gözlerinden okunan gizli güzel Kahlo... Frida Kahlo’nun 70’e yakın resmi bulunuyor. Bu koleksiyonun büyük bir bölümünü Kahlo’nun sanatında genel olarak bedenin hissettikleri anlatılıyor. Bedeninin çektiği acı... Çocuk felci, kaza, bitmek bilmeyen ameliyatlar, buna rağmen “Hasta değilim” diyordu, “Sadece paramparçayım, yine de resim yapabildiğim sürece hayatta olmaktan memnunum.” En büyük acıyı resim yapamaz hale geldiğinde yaşadı. Resimlerinde açık bir somutluk ve bunun gerçekliği ölçüsünde direnç... 32 kez kesilip biçilmeye direnmenin de ötesinde bir şeyler.... Bu direnç yaşadığı acılardı belki de yaratıcılığına birşeyler katan belki de genlerinden, meksika’dan gelen bir yetenek... Frida Kahlo, 1954’te, akciğer ambolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde son sözleri, günlüğüne yazdığı şu cümle oldu: “Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım.” 13/05/2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömür İsfendiyaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |