Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Karataş’ taki öğrencilerimden ayrılmak elbette ki çok zor oldu. Ancak, merkezdeki bir okula atanmak benim için sevindiriciydi. Çünkü köyde yalnızdım. Başbaşa verip daha verimli çalışmalar yapabileceğim arkadaşım yoktu. Öğrenci sayısı da azdı köyde. Herhangi bir sosyal etkinlik yapamıyordum bu yüzden. Hem yeterli sayıda öğrencim yoktu, hem de yeterli olanak. Yapmak istediklerimin çoğunu yapamıyordum. Yıllardır hep bir halkoyunları ekibi kurmayı hayal ediyordum Televizyonda verilen halkoyunlarını devamlı kasete alıyordum bu amaçla. Köy ilkokulunda bunu gerçekleştirmek zordu. Hele o günki olanaklarla. Kasetleri öğrencilere izlettirmek için bir video, bir televizyon bile yoktu. Öğrenci sayısı da kafi değildi, böyle bir ekip kurmak için. Oysa, kasabadaki bir okulda bu imkânı bulabilecektim. On - oniki öğretmen vardı atandığım okulda. Her birimiz bir fikir üretirsek, elele verirsek, yardımlaşırsak; çok şey yapabilirdik. İşte bu umutlarla Dumlupınar İlkokulu’nda göreve başladım. Yapmayı düşündüğüm birçok sosyal etkinliği bu okulda , arkadaşlarımın da katkısıyla yapabilecektim. 24 Kasım Öğretmenler Günüydü. Böyle özel bir günde yeni görevime başladım. Yıllardır köyde tek başına öğretmenlik yaptıktan sonra, birçok öğretmenle birlikte çalışacak olmak bana çok cazip geldi. Artık tenefüslerde sıkılmayacaktım. Takıldığım bir konu olursa, etrafımda bana yardımcı olacak birini mutlaka bulabilecektim. Hayal kırıklığına uğramam uzun sürmedi. Daha ilk günden moralim bozuldu. Okuldaki tüm sınıflar iki şubeydi. Sadece dördüncü sınıf tek şubeydi. Bu durumda, dördüncü sınıf ikiye bölünecekti. Bölünen bu sınıfın diğer öğretmeni ben olacaktım. Ancak bana verilecek bir dershane yoktu. Normal bir sınıfın ancak üçte biri büyüklüğünde bir oda vardı. Mecburen bu oda, benim sınıfım olacaktı. Depo olarak kullanılan bu oda boşaltıldı. Artık kullanılamayacak durumda olduğu için bu boş odaya kaldırılan masa ve sıralar çıkarıldı, dershaneye konuldu. Ancak sekiz veya dokuz sıra konulabilirdi dershaneye. Her sıraya iki öğrenci oturabileceğine göre, bölünecek sınıftan onaltı, onyedi öğrenci verilecekti bana. Bölünecek olan dördüncü sınıfın öğretmeni, müdür vekili ve ben sınıfa girdik. Sınıfın öğretmeni öğrencilere durumu açıkladı. Ben yeni gelen öğretmendim, arkadaşım ise öğrencilerin öğretmeniydi. Kendimi üvey anne gibi hissediyordum. Arkadaşım, bazı öğrencilerin isimlerini söyledi. İsimleri söylenenler tahtaya çıktılar. Bu öğrenciler bana verilecek öğrencilerdi. Öğretmenleri daha önce başka okula atandığı için bu sınıfa sonradan gelmişlerdi. Ayrıca, bir üst sınıfa geçemeyip de bu sınıfa gelen, yani sınıfta kalan öğrencilerdi bir kısmı da. Tahtaya çıkan bu öğrenciler bana ürkek ürkek bakıyorlardı. Beni istemedikleri her hallerinden belli oluyordu. Birkaçı da açık açık , eski öğretmenlerinden ayrılmak istemediklerini söylüyorlardı. Sınıf bölünürken benim orada bulunmam ne kadar yanlıştı. Bu hataya nasıl düşmüştüm! Sınıfın bölünme şekli de yanlıştı. Örneğin, kura çekilmeliydi. Hadi bunu ben düşünememiştim; müdür vekili ve öğretmen arkadaşım da mı düşünememişti? Ama olan olmuştu bir kere. Geriye dönüş yoktu. Bana verilen öğrencileri peşime takıp sınıfıma geldim. Masa ve sıralardan , sınıfta gezecek yer kalmamıştı. O kadar küçüktü sınıf. Kapıdan girip bir adım attığınızda, öğrenci masaları başlıyordu. Masaların bazısı çok alçak, bazısı çok yüksekti. Kullanılamayacak kadar eskiydi. Masalarda budak delikleri vardı.Yazı tahtası ile öğrenci masaları arasında yarım metre mesafe ancak vardı . Sınıfın görüntüsü, insanın içini karartıyordu. Tavana bitişik küçücük bir pencere, sınıfı aydınlatmaya kâfi gelmiyordu. Gün ışığıyla bu sınıfta ders yapılamazdı. Sınıfa girdiğimizde, öğrencilerden birkaçı ağlıyordu; ayrıldıkları öğretmenleri için. Bazıları bana kötü kötü bakıyorlardı. Beni istemediklerini belli ediyorlardı. Daha dün, köyümdeki okulda, öğrencileri tarafından sevilen ben, burada istenmeyen öğretmen durumuna düşmüştüm. Orada arkamdan ağlayan çocuklar bırakmıştım. Burada ise beni istemeyen öğrencilerin öğretmeni olmuştum. Bu çocuklara kendimi nasıl sevdirecektim? Onlar, ayrıldıkları öğretmenlerini istiyorlardı. Ben de ayrıldığım öğrencilerimi düşünüyordum. Onlara kendimi tanıttım. Öğrenciler de sırayla kendilerini tanıttılar. Hepsinin yüzünde hüzün vardı. Birkaçı uzun süre ağlamasını sürdürdü. Bu durumda bir şeyler söylemem gerekiyordu. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Onların beni istemez tavırları karşısında âdeta ezilmiştim. Şevkim kırılmıştı. İstenmediğim bir sınıfta ne işim vardı? Keşke buraya hiç gelmeseydim. Köy ilkokulunda, beni seven öğrencilerimle kalsaydım. Kendimi toparlamaya çalıştım. “ Çocuklar” dedim. “Öğretmeninizden ayrıldığınız için üzgünsünüz. Sizi anlıyorum. Ama öğretmeniniz yine bu okulda. Onu her zaman görebileceksiniz. Sizin üzüntünüz sadece bir kişi için. Siz ayrıldığınız öğretmeniniz için üzülüyorsunuz yalnızca. Bir de beni düşünün. Ben geldiğim okulda bıraktığım onbeş- yirmi öğrenci için üzülüyorum. Benim üzüntüm sizin üzüntünüzden kat kat fazla. Üstelik onları uzun süre , hatta belki de hiç göremeyeceğim. Onlar da beni göremeyecekler. “ Bu konuşmayı yaptıktan sonra birkaçının yüzü aydınlanır gibi oldu. Derken tenefüs zili çaldı. Tenefüsten sonra sınıfa girdiğimde hepsi ayakta, gülümseyerek karşıladılar beni. Tahtaya renkli tebeşirle “ Öğretmenim sizi çok seviyoruz. Özür dileriz,” diye yazmışlardı. Öğrencilerimden biri, öğretmen arkadaşımın çocuğuydu. Aynı mahallede oturuyorduk. Evlerimiz karşı karşıyaydı. Bir tek bu öğrencim mutlu görünüyordu. Beni mahalleden tanıdığı için ona yabancı gelmemiştim sanıyorum. Aradan birkaç gün geçti.Bir gün tenefüsteydik. Ama ben sınıftaydım. Masamda bir şeylerle meşgul oluyor gibi görünüyor, aslında öğrencileri gözlüyordum. Konuşmalarını dinliyordum. Yaptığım bu gözlemler çocukları daha iyi tanımama yardımcı oluyordu. Benimle komşu olan öğrencim bir arkadaşına, alçak bir ses tonuyla hatta fısıldayarak; “Biz öğretmenimle aynı mahallede oturuyoruz. Komşuyuz. Geçen akşam annemle öğretmenimize oturmaya gittik.Yaaaaaa!” Dedi. Arkadaşlarını kıskandırmak ister gibiydi. Ulaş’tı bu öğrencimin adı. Bu sözleri duyan Ergül önce inanmadı. “Yalan söylüyorsun.” Dedi Ulaş’a. Ulaş da “İnanmazsan öğretmenimize sor.” deyince, Ergül yanıma geldi. Ulaş’ın söylediklerinin doğru olup olmadığını sordu bana. Ben de “ Evet, doğru. Ulaşlar’la komşuyuz. Annesiyle bize geldiği de doğru. İstersen sen de gelebilirsin. “ dedim. Ergül, Ulaş’ın söylediklerini doğrulayan bu sözlerimden hiç hoşlanmadı. Yüzünü ekşiterek Ulaş’a baktı. Ulaş’ı kıskanmıştı bana komşu olduğu için. Hele hele bana misafirliğe gelmiş olmasına da eminim çok bozulmuştu. Ergül’ün bu kıskançlığı işlerin yoluna girmekte olduğunun bir göstergesiydi. Demek ki öğrenciler beni sevmeye başlamışlardı. Yoksa Ergül, Ulaş’ı neden kıskansındı. Bu konuşmaların üzerinden birkaç gün geçmişti ki, Ergül tenefüste masama geldi. Gözleri parlıyordu. Çok mutlu bir ifadeyle; “Öğretmenim! Biz sizinle komşu değiliz ama, olsun. Bizim evin balkonundan bakınca, sizin evin tavanı görünüyor,” dedi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |