Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
O diğer öğretmenlerden farklıydı. Öğrencilere yaklaşımı,bize davranışı,konuşma tarzı ile diğer öğretmenlerden ayrılıyordu. Bazı öğretmenler bize korkuyu çağrıştırırken, Şükrü Bey bize sadece ve sadece sevgiyi çağrıştırıyordu.Etkili konuşmasıyla bizi avcunun içine almıştı âdeta. Bizi çok güzel yönlendiriyor,istediği her şeyi bize yaptırıyordu, yaptırabiliyordu. En âsi arkadaşlarımız bile,onun dersinde kuzu gibi oluyorlardı. Kendisinin dersinde yanlış bir şey yapmaktan,onu üzmekten hepimiz korkuyorduk. Zaman zaman anılarını anlatırdı bize. Babasının çalıştırdığı kahvehanede, çocuk yaştayken yaptığı çıraklık dönemine ait maceralarını anlatmıştı. Kendisine yaptığı kahveleri bir türlü beğenmeyen müşteriye öğretmenimizin yaptığı oyun.( Ne yaptığı öğretmenimle biz öğrencilerin arasında kalması gerektiğine inandığım için, bunu yazmayacağım.) Bize yaptığı tek kötü şey, küsmesiydi. Bir kabahatimiz olduğunda bize küserdi. O zaman içimde bir yerlerin eridiğini hissederdim. Kendimizi affettirmek için ne yapacağımızı bilemezdik. Sınıfta bir ölüm sessizliği olurdu o zaman. Herkes, iyi olma yolunda ne gerekiyorsa yapardı. Cezamız bitip, bizimle barıştığında, aydınlanıverirdi içimiz. Dünyaya yeniden gelmiş gibi olurduk. Yine aynı cezayı almamak için ne gerekiyorsa yapardık, ya da yapmamamız gerekenleri yapmazdık. Annemden sonra bana şiiri sevdiren, beni şiir yazmaya yönlendiren o oldu. Derslerde şiirler okurdu. Atilla İlhan’dan,Cahit Kulebi’den, Bekir Sıtkı Erdoğan’dan,Arif Nihat Asya’dan ve daha birçok şairden. Hemen hemen hepimiz bu şairlerin varlığından habersizdik henüz. Bu şairlerin her biri, Şükrü Öğretmen’le,onun okuduğu şiirlerle benim dünyama girdi. Atilla İlhan’ın “Ben Sana Mecburum” adlı şiiri hep bu öğretmenimi hatırlattı yıllarca. Çünkü bu şiiri ilk kez ondan dinlemiştim.”Birisine mecbur olma” nın ne anlama geldiğini anlayamasam da,sevmiştim bu şiiri. Bize şiiri sevdirmekle kalmıyor,şiir yazmaya,öykü yazmaya yönlendiriyordu. Sırf öğretmenimi memnun etmek için ben de başladım şiir ve öykü yazmaya. Yazdıklarımı Şükrü Bey’e götürüyordum. Okuyor, yazdığım şiir veya öykü üzerindeki görüş ve düşüncelerini söylüyordu.”Güzel.Ama daha güzellerini yazmalısın.Bunu yapabilmen için de çok okuman gerekir.” Diyordu. Boş zamanlarımda kitap okuyordum bol bol. Biliyordum ki, Şükrü Öğretmen okumamdan mutlu olacaktı. Onu mutlu etmek için, okuyordum devamlı.... Konuşması çok düzgün ve etkileyiciydi. Onun gibi güzel hitabedebilmeyi ne kadar isterdim. Hayır! Olamazdı. Bu kadar güzel konuşma becerisini ancak Şükrü Öğretmen gösterebilirdi. Türkçe derlerimize o girdiğinden beri çok yol almıştık. Dilimizin kurallarını öğreniyorduk. Güzel konuşmayı öğreniyorduk. Şiire,öyküye,romana ilgi duymaya başlamıştık. Özellikle şiire. Şiiri okuma şeklimizi beğenmezdi hiç. Oysa biz ne kadar gayret ederdik, kendisi tarafından beğenilmek için. Büyük bir heyecanla,bağıra bağıra okurduk şiirlerimizi. Sınıf titrerdi sesimizle. Ben de aynı bu şekilde bir şiir okumuştum derste. Bana ;”Şiir bağırarak okunmaz. Şiirde anlatılmak istenilenlere göre,şairin hissettiği duygulara göre okunur. Kıtanın hatta dizenin anlamına göre değişir ses tonu. Bazen yumuşak,bazen korkulu,bazen heyecanlı,bazen üzgün.” Dedi. Ve bize bir örnek verdi. Dikkat ettim,gerçekten de ses tonu devamlı değişiyordu. Şiir okur gibi değil,konuşuyor gibi okuyordu. Ama etkileniyorduk okuyuşundan. Dinlerken bazen hüzünleniyor,bazen coşuyorduk. Derken araya sanıyorum dinlenme tatili girdi. Çocuk dünyamızda sanki bu öğretmen kaybolup gitmişti. Daha doğrusu vardı da, bir süre yaşamımızdan çıkmıştı. Yeniden aramıza dönecekti okullar açılınca. Tatil dönüşü öğretmenimiz yeniden geldi. Onun gelmesi bizi hiç mutlu etmedi. Mutlu etmek şöyle dursun,bizi üzdü. Çünkü öğretmenimiz evlenmişti. Kendisini, birkaç arkadaşımla yolda tesadüfen görmüştüm. Genç ve çok güzel bir hanımın koluna girmişti. O zaman öğretmenimizin evlendiğini anladım. Karşılaştığımızda ,yanındaki o güzel hanımla bizi tanıştırdı. Elini hanıma doğru uzatarak” Yengeniz Nigâr.” dedi; gözlerinin içine bakıp gülümseyerek. “Yengeniz Nigâr.” Uzun zamandır bu öğretmenimden ilk kez hiç hoşuma gitmeyen sözler duymuştum. “Yengeniz Nigâr” ha! Nasıl kahrolmuştum. Artık öğretmenimizi kaybettiğimizi düşünüyordum. O aynı diğer öğretmenlerim gibi olacaktı gözümde. Sevilen ama hep birbirine benzeyen diğer öğretmenler gibi. Diğer arkadaşlar da benim gibi üzgünlerdi. Özellikle kızlar. Öğretmenimizin kendisini bizden daha çok seveceği biri vardı artık. Biz ikinci plana düşmüştük. Eşi güzel bir hanım olmasaydı, belki bu kadar üzülmezdik. Ne yazık ki çok güzel bir hanımdı. Bizim ikinci sıraya düşmemiz kaçınılmazdı. Onu çok kıskanmıştım. Epey uzunca olan saçlarının bir kısmını toka ile tutturmuş, bir kısmı omuzlarına dökülmüştü. Bu saç modeli ona çok yakışmıştı. Sonra kendimi düşündüm: Orta boylu,kısacık saçlı, yeşile çalan gözlerinden başka hiçbir özelliği olmayan sıradan bir kızdım. Rakibimiz,bütün kozları elinde bulunduruyordu. Yalnız bir şey hoşuma gitti: Uzun boylu öğretmenimizin yanında Yengemiz Nigâr (!) biraz kısa kalmıştı. Hiç olmazsa bundan teselli bulabilirdim. Hatta buldum bile. Gülümseyerek selâmlamıştı bizi eşi. Gülünce daha da güzel oluyordu. Ne kötüydü! Keşke başka hanımla evlenseydi. Bu kadar güzel olmayan, sıradan bir hanımla. Vedalaştıktan sonra arkalarında baktım. Eşinin öğretmenimize bu kadar yakın olmasını,kendisine âdeta sokulmasını kıskandım. Öğretmenimizin “Yengeniz Nigâr” sözleri uzun müddet kulaklarımda yankılandı. Kendisini çok güzel bulmakla beraber,hatta bu nedenle öğretmenimin eşini hiç sevmemiştim. Öğretmenimiz derslerimize girip,çıkıyordu. Değişen bir şey yoktu. Evlenmeden önce nasılsa,şimdi de öyleydi. Yine bizi çok seviyordu. Bize şiirler,öyküler okuyordu. Kimseyi incitmiyordu. O zaman ne kadar yanlış bir düşünceye ve kıskançlığa kapıldığımı anladım. Rahatladım. Öğretmenimizi kaybetmemiştim. O yine eski Şükrü Bey’di. Bütün sınıfın sevgili öğretmeniydi. Bir gün yine Türkçe dersindeydik. Dilbilgisinden bir konu işliyorduk. Öğretmenimiz derse başlarken bize;”Çocuklar bu ders çok önemli bir konuyu işleyeceğiz. Çok dikkatli dinleyin beni. Zilin çalmasına on dakika kala bana haber verin. Sadece bu derste öğreneceklerinizden sizi sınav yapacağım.” dedi. Bütün sınıf dikkat kesildik. Kimseden çıt çıkmıyordu. Dersin sonuna doğru yapılacak sınavı garantiye almak için, sık sık sorular soruyor,konuyu iyice anlamaya çalışıyorduk. Zilin çalmasına on dakika kala bir arkadaşımız vaktin geldiğini hatırlattı öğretmenimize. O da “Beş dakika yeter. Vakit yetmezse, tenefüsten beş dakika alırız.” dedi. Konuyu anlatmaya,bize konu ile ilgili sorular sormaya, bizim kendisine yönelttiğimiz soruları yanıtlamaya devam etti. Biz de bir an önce sınavın yapılmasını istiyorduk. Sadece bir derste işlediğimiz konu ile ilgili soruların hepsini cevaplayacağımızdan emindik. Böylece hepimiz çok iyi not alacaktık. Derken tenefüs zili çaldı. Hep bir ağızdan;”Öğretmenim,hani sınav olacaktık?” dediğimizde gülmeye başladı.”Çocuklar size yalan söyledim. Özür dilerim. Bu konu o kadar önemli ki,dikkatle dinlemeniz,konuyu çok iyi öğrenebilmeniz için böyle bir yola başvurdum. Amacım sizin konuyu çok iyi öğrenmenizi sağlamaktı.” dedi. (Öğretmen olunca, bu öğretmenim gibi bazen ben de tatlı yalanlara başvurabileceğimi düşündüm.Lâf aramızda,bazen tatlı yalanlar söylemek zorunda kaldım öğrencilerime.) İlk kez elime mikrofonu onun teşvikiyle almıştım. Bir topluluğa ilk kez onun yönlendirmesiyle hitabetmiştim. İki sınıf arasında münazara düzenlemişti öğretmenimiz. Sınıf adına münazarada konuşacak kişilerin içinde ben de vardım. Ama öyle korkuyor ve heyecanlanıyordum ki! Daha önce hiç mikrofonda konuşmamıştım. Velilerin de bulunacağı birkaç yüz kişilik bir topluluğa hitabetmek kolay değildi. Heyecanımı ve korkumu Şükrü Öğretmen sayesinde yendim. Ne yazık ki Şükrü Bey’le birlikteliğimiz pek uzun sürmedi. Sevdiğimiz bu öğretmen çabuk ayrıldı okulumuzdan. Ancak bizdeki etkisi uzun süre devam etti. Kendisinden haber alıyorduk dolaylı yollardan. İşte “Şimdi şu şehirdeymiş,şu okuldaymış.” gibi. Öğretmen olduktan sonra da bu öğretmenimin bendeki etkisi devam etti. Onun gibi bir öğretmen olmak istiyordum. Öğrencilerine son derece düşkün, onları incitmeyen, yüreği sevgi dolu bir öğretmen. Ayrıca konuşması etkileyici, öğrencilerinin yönlendirebilen bir kişilik. Derslerde ne zaman öğrencilerime bir örnek okuma yapsam, şiir veya öykü okusam hep bu öğretmenimi hatırladım. Onun sözleri hep kulağımda yankılandı: “Cümleleri ifade ettikleri anlama göre okuyun. Sesinizin tonunu da bu anlama göre ayarlayın.” Derken çok uzun yıllar geçti. Öylesine uzun yıllar ki. Yirmi yedi yıl hizmetten sonra,yirmi sekizinci yılımda emekli oldum. Artık anılarla başbaşaydım. Öğretmenlik yıllarım, hatta öğrencilik yıllarım gözümün önündeydi her an. Öğrencilik yıllarımı düşünürken, yine Şükrü Öğretmen çıktı karşıma. Ona sanki haksızlık ettiğimi düşünüyordum. Kendisini bu kadar çok sevdiğim halde,onu hiç aramamış, sormamış,ziyaretine gitmemiştim. Ne yapıp edip kendisine ulaşacak, onun bir şekilde gönlünü alacaktım. Çok geç kalan teşekkürümü edecek, ellerinden öpecektim. Bunu ne zaman ve ne şekilde yapacağımın yollarını düşünmeye başladım. Son Öğretmenler Gününden önce bu öğretmenim neredeyse hiç çıkmaz oldu aklımdan. Tam otuz yıl sonra. Hep onu düşünüyordum. Belki de emekli bir öğretmen olarak ilk kez bir Öğretmenler Günü geçirecek olmamım etkisi büyüktü bunda. Şükrü Öğretmen gibi ben de emekliydim artık. O nedenle kendisinin duygularını,eski bir öğrencisinin onu ziyaretinden nasıl mutlu olacağını daha iyi anlayabiliyordum. Acaba neredeydi? Emekli olmuş muydu? Kendisini ziyarete gidecektim. Bize sevdirmeye çalıştığı şiirin, hayatımın nasıl bir parçası olduğunu anlatacaktım. Ondan aldığım cesaretle ve azimle nasıl şiire yöneldiğimi,şiirler yazdığımı anlatacaktım. Yazdığım iki şiir kitabımı öğretmenimin eline verecektim. Bunu mutlaka yapacaktım. Aklıma koymuştum. Hem de Öğretmenler Gününe yakın bir zamanda. Bir dostumuzdan kendisinin hâlâ İnegöl’de olduğunu öğrendim. Gerisi kolaydı. Telefonunu bulur,adresini alırdım. Bursa’da yaşayan bir yakınımıza telefon ettim. Öğretmenimin telefonunu veya adresini bulması için. Heyecanla beklemeye başladım. Beni hatırlaması olanaksızdı Şükrü Bey’in. Olsundu, hiç önemi yoktu. Önemli olan, bir öğrencisinin otuz yıl sonra ona ulaşabilmesi ve onu mutlu etmesiydi. Öğretmenler Gününe bir hafta kala, bana öğretmenimin adresini bulacak kişiden telefon aldım. Şükrü Bey’in birkaç sene önce öldüğünü öğrendim. Bu haberle yıkıldım. Otuz yıldır görmediğim, kendisinden bir haber alamadığım öğretmenimin ölmüş olabileceğini nedense hiç ama hiç aklıma getirmemiştim. Burnumun direğinin sızladığını,aynı acının ayak parmaklarımın ucuna kadar ulaştığını hissettim. Özlediğim, görüşmeyi istediğim öğretmenim için dakikalarca ağladım. Bazı şeyleri yapmakta ne kadar geç kalmıştım. Olabilecek şeyleri neden hiç düşünmemiştim? Öğretmenimi bulamayabileceğimi, ona ulaşamayabileceğimi ,bu kadar yıldan sonra onun ölmüş olabileceğini bir kez bile neden aklıma getirmemiştim? Benim bildiğim o yaşıyordu ve İnegöl’deydi. Meğer o yokmuş artık aramızda. Vefasız bir öğrencisi, onun öldüğünü ancak birkaç yıl sonra öğrenmişti. Kendimi hem vefasız,hem de suçlu hissediyordum. Onun için gözyaşı dökerken şunları düşündüm: Acaba kaç öğretmene kısmet olur bu sevgi? Kaç öğretmenin arkasından ağlar, otuz yıldır görmediği bir öğrencisi? .....Ne mutlu ona ki, hâlâ bir öğrencisinin hayatında önemli bir yer tutabiliyor. O öğrencisi ki, öğretmenini hâlâ içinde yaşatıyor. Keşke ben de böyle bir öğretmen olabilsem. Otuz yıl sonra dahi hatırlanabilsem. Şükrü öğretmenim! Neden erken gittiniz? Neden size gelmemi beklemediniz? Öğrenciyken söylemeye utandıklarımı söyleyecektim size.”Hocam sizi çok seviyorum.” Diyecektim.” Hep sizin gibi bir öğretmen olmaya gayret ettim.” Diyecektim. Ama olmadı .Ruhunuz şad ,mekânınız cennet olsun sevgili Şükrü Öğretmenim!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |