Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Tutu vs tutsat Bir aralar ya da bu aralar pek moda olan “mortgage” sözcüğü ile giriş yapalım da hem biraz eğlenelim, hem de biraz gülelim. Bilindiği gibi dilimize olduğu gibi yeni ithal edilen en son İngilizce sözcük “mortgage”! Bu sözcük yerine Türk Dil Kurumu “tutsat” denmesini önermiş ! İyi de “mortgage”in Fransızca’sı “hypothèque” yani “ipotek”! İpotek kelimesinin de ne anlama geldiğini bu ülkede bakkaldan çakkala herkes bilir ! İpotek bir borcun ödenmesine karşılık mülkün (mal veya gayrimenkul) rehin veya güvence olarak gösterilmesidir. Fransızcanın kültürümüzde baskın olduğu devirlerde “ipotek” yıllar önce Türkçe’ye yerleşmiş. Şimdi İngilizcesi de yerleşti pek güzel oldu. Mortgage denince “kira öder gibi konut sahibi olma” anlaşıldığından bu alaturka kargaşa sonucu vatandaşlar sanki bunu konut kredisinden bambaşka bir şeymiş gibi yorumladı. Oysa arada hiç bir fark yoktur, “mortgage” ın Türkçedeki karşılığı “ipotek” tir. Anlaştık mı? Hayır, anlaşamadık. Neden? Çünkü ipotek’in yeni Türkçesi 1998 baskısı TDK sözlüğünde “tutu” olarak belirtilmiş. Eyvah, eyvah ! O halde {mortgage = hypothèque = ipotek = tutu} ise “tutsat” ı bu denklemde nereye sokuşturacağız ? Ülkemizde Fransızcanın pabucu dama atılmasaydı, 1950li yıllardan itibaren Amerikan kültürü baskın olmasaydı, bankacılık sisteminde “mortgage” yerine “ipotek” sözcüğü kullanılacaktı haliyle. Ve ortalık da böylesine toz duman olmayacaktı. “Mortgage” ile “hypothèque” arasında korelasyon, karşılıklı ilinti kurabilecek yeterli bilgi, beceri, eğitim ve donanıma sahip olmayan büyüklerimiz, yeni yetme ergen bankacılarımız ve dil alimlerimiz işte hem kendilerini, hem de milleti böyle güler misin ağlar mısın bir pozisyona düşürmüşlerdir. “Ignorantus, ignoranta, ignorantum !..." Bu bizimkilerin kırdığı cevizlerin ne ilki ne de sonuncusudur. Cevizler kırılmaya ve bir takım sürü sepet cahil cühela da devletten nemalanmaya devam edecektir. Bu çapaçulluğa kimsenin de dur demeye niyeti yoktur, çünkü, daha önce hak etmedikleri görevlere gelip ortalığın içine edenler kendi benzerlerini de aynı görevlere atamaya devam edecektir ve devran sürecektir ta ki gökten ateş inip onları yiyip bitirene dek !! Öcü harfler: q, x, w İşte pencereden bakıyorum: İstanbul’un en büyük semtlerinden birinde cadde üzerinde sarı çizgiyle işaretlenmiş alana büyük harflerle “TAXİ” yazılmış. Büyük “İ” nin noktası bile var ! Büyük bir komplo (!) sonucu “x” harfinin sessiz sedasız yazı diline yerleştiğini, herkesçe de benimsendiğini görüyoruz ! Eyvah, Eyvah ! Bir kısım yazar çizer de “dil elden gidiyor” diye hop kalkıp hop oturuyor ! Ama görüyoruz ki bugün “teletex, fax, maxi, expres, export, eximbank” gibi sözcükler, istesek de istemesek de, “ks” yerine “x” harfiyle yazılabilmekte, kullanılmakta ve anlaşılmaktadır. Peki bu nasıl oldu? Nasıl oldu da X harfi Türkçe’ye sızdı? ! Bu planlı, programlı bir şekilde olmadı. Bu kendiliğinden oluşan, dilin çekim gücünden, iç dinamiklerinden kaynaklanan bir süreçtir. Bu süreç engellenemez. Bunun tutup tutmayacağını göreceğiz. Ancak şunu vurgulamak gereklidir: Cebir, matematik, logaritma, biyoloji, fizik, coğrafya, termodinamik, trigonometride yıllardır kullandığımız; bir çok Türkçe sözlük ve Türkçe ansiklopedide yer alan “q, x, w” harflerini yazı dilinden atmak için sulu gözlü kampanyalar başlatmak, ya da, İngilizcede “hindi” anlamına da gelen “Turkey” yerine “Türkiye” yazılması için didişmek, ya da, “Washington”u “Vaşington” olarak yazmaya kalkışmak abesle iştigal, ucuz kahramanlık değilse nedir efendiler? Bir ülkede böyle şeyler ön plana çıkarılıyorsa, sahneleniyorsa, bilin ki o ülkede sahne arkasında çok çirkin işler çevriliyor ve kamuoyu bu gibi tayyareden konularla meşgul ediliyordur. Mangalda kül bırakmayanlardan, dindar görünenlerden, vatan, millet edebiyatı yapıp ortalığı toz dumana katanlardan korkun, çünkü o toz duman arkasında bir takım gizli işler, dönme dolaplar perdeleniyordur mutlaka. Mısır hükümeti kalkıp da: “bize bundan böyle Mısır demeyin biz mısır koçanı mıyız, Egypt deyin” dese, ya da, Nepal’in komşusu Sikkim devleti “bu sözcüğün argo çağrıştıran benzerlerini sözlüklerinizden çıkarın” dese, bu istemleri ne kadar ciddiye alırız? Yoksa bazıların yaptıkları gibi kadını aşağılayan sözcükleri sözlüklerden çıkartma yoluna mı gideriz? Ya da Diyanet İşlerinin yaptığı gibi turistler için bastırılan İngilizce Kuranı Kerim’lerde kadını aşağılayan hükümleri hafifletir ya da çıkartır mıyız? Dilimizde yerleşik biçimleri yoksa Latin kökenli özel isimlerin yazımı değiştirilmez, olduğu gibi bırakılır. Yani, “Vaşington, Kuvito, Şamoniks, Nivyork” yazılmaz, “Washington, Quito, Chamonix, New York” yazılır. Latin harfleriyle yazılmayan isimler de Türkçe söylenişiyle yazıya geçirilir: “Çaykovski, Konfiçyus, Çang Kayşek” vs... Cümle aleme kendinizi güldürmeyin efendiler! Soytarılığın bile bir adabı vardır... Ben, yazı dilinde zaten kullandığımız “x, q, w” harflerinin abecemize eklenmesinde bir sakınca görmüyorum. Bu, tam tersi, dili bozmaz, zenginleştirir. İnceltme/uzatma imleci Türk dilindeki en ilginç kural dışı gelişmelerden biri de inceltme/uzatma imlecinin (^) yazı dilinden kovulması olmuştur. Bu da kendiliğinden, dilin itme gücünden, doğal yapısından, kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir süreçtir. Bu süreç de engellenemez. Bu yazı dilinin arınması, ağırlıklarını atması, hantallıktan kurtulma çabasıdır. Esasen bu imleç salt Arapça, Farsça ve diğer yabancı kökenli sözcüklerde kullanılmaktadır. Türk kökenli sözcüklerde uzatma/inceltme olmadığından bu imleç zaten kullanılmaz. Arapça ve Farsça dilden atılırken bu imleç de onlar birlikte atılmıştır. Artık, “Kemâl/rüzgâr/kâmil/milât/millî ve benzeri sözcükleri yazarken bu imleç genelde kullanılmıyor. Ama, konuşma dilinde gerekli uzatım/inceltim sesel olarak kendiliğinden yapılmaktadır. Türkçede inceltim imleciyle yazılması gereken kelime sayısı yaklaşık 250 civarındadır. Batı kökenli kelimelerde “l”den sonra gelen “o” ve “a” harflerinin üzerine bu işaret zaten konulmaz. Örneğin, “lokanta, lokomotif, lokal, plan, plastik, plaket, plaj” gibi... Şimdi bu imleci kullanalım mı, kullanmayalım mı? Bence bu o kadar önemli bir ayrıntı değil ve bu konuda ısrarcı olmak, bir taraftan kafada türban ciplerde, diskolarda fink atarken öte taraftan haşema ile çimmek veya misvakla dişleri temizlemekte ısrar etmek gibi şekilci, arabesk bir yaklaşımdır. Ancak, yanlış anlama olasılığı söz konusu olduğu durumlarda bu işaret kullanılabilir. Anadilimizi doğru konuşma, yazma ve düzgün cümle kurmak daha önemli olsa gerek. O halde, neden Türkçesi bozuk spikerleri televizyon kanallarından ayıklamakla işe başlamıyoruz? Türkçe sesel (fonetik) yapısı gereği ardışık sessiz harflere katlanamaz ve sessizlerin arasına sesliler koyarak seslendirmeye eğilim gösterir: Örneğin, tren/kristal/kripton/prens/plan/hristiyan/kriz/kritik/kristal/klüp” gibi sözcüklerin tümü yabancı dillerden gelme olup “tiren/kıristal/kıripton /pirens/pılan/hıristiyan/kıriz/kıritik/kıristal/kulüp” diye yazılma ve okunma eğilimi taşır. Zamanla, sözlüklerde “hıristiyan, kıristal, kulüp” olarak yer alan sözcükler hızla “hristiyan, kristal, klüp” haline dönüşmeye başlamışlardır. Ama siz illa o “hı” sesini duymak istiyorsanız o zaman size iyi hırlamalar. Öte yandan, “Nike, McDonalds, Starbucks, Carrefour, Bauhaus” gibi yabancı isimler özgün olarak yazılmakta ve özgün okunuşları ile telaffuz edilmektedir. Mağazaların, alışveriş merkezlerinin yabancı isimler kullanması, ya da, yeni inşa edilmekte olan site adlarının İngilizce olması o kadar önemli değildir. Bu tür örnekler her dilde ve ülkede görülür. Bunlar o dilin bozulduğu, yozlaştığı, anlamına gelmez. Paris’te İngilizce veya İtalyanca isimleri olan , keza Londra’da da Fransızca veya İtalyanca isimler kullanan bir sürü mağaza vardır. Ama şunu da eklemek istiyorum: Bu ülkede Arap harfleriyle basılmış gazeteler, dergiler, kitaplar basıp “Osmanlıcayı” canlandırmaya çalışmaya kalkışacak baldırıçıplaklar da olacaktır. Yakındır. İzleyin. Bu toz dumanda gözden kaçan şudur: eğitim sisteminin yaz boz tahtasına dönerek tamamen mahvolduğu, düzgün cümle kurmaktan, sağlıklı düşünmekten yoksun kara cahil bir kuşağın yetişmekte olduğudur. Yeni yetişen kuşaklar, küçük bir azınlığın dışında, dinci, bağnaz, cahil, ukala, şımarık, arsız, kendini beğenmiş ve psikopattır. Bunu zaten bana gelen epostalardan çok rahat gözlemleyebiliyorum. Belgegeçerleştiremediklerimizden misiniz ? İmdi gelelim “faks” yerine kullanılmaya başlanan “belgegeçer”e. TDK’nın türettiği “açkıcı, yelleç, uzduysak, uzgörsek” gibi çirkin sesli bazı kelimelerin halk dilince benimsenmesine pek şans tanımadığımı belirteyim. Aynı durum “belgegeçer” içinde geçerli. Çünkü her şeyden önce kelime çok uzun ve ardışık “gegeçe” sesi hoş olmayan, kekemece bir tını yaratıyor. Örneğin: “Geçerli belgeleri fakslayın” yerine “geçerli belgeleri belgegeçerleyin” mi diyeceğiz? Hani bu “Anastas mum satsana” gibi bir şey oldu. Adam kekemeyse yandı. İnanın gülemiyorum bile... Amaç ne olmalıdır? Amaç, her ne pahasına olursa olsun, arı Türkçe ile yazılmış, anlaşılamaz, uyduruk, düzmece, yapay bir dil mi oluşturmak, yoksa, halk tarafından benimsenen bir dil mi kullanmaktır? Bu konular Türk edebiyat çevrelerinde çok tartışılmıştır ve halen de tartışılmaktadır. Bence, genel yöntem ve yönelim, yaşayan halk dilinin temel alınarak dilin sadeleştirilmesi, yalınlaştırılması olmalıdır. İspanya’da Cervantes (1547-1616), Fransa’da Montaigne (1533-1592) bu yolu bilinçli bir şekilde ilk kez izlemişler, bu yöntemin öncülüğünü yapmışlardır. Don Kişot ‘un yaratıcısı Cervantes, ağdalı Latinceyi terk edip, eserlerinde yaşayan halk dilini kullanmış ve İspanyolcanın yalınlaşmasına çalışmıştır. Montaigne de 3 ciltlik “Denemeler”ini yaşayan halk dili ile yazmaya özen göstermiştir. “Çarşı pazarda konuşulan Fransızca ile yazmak istiyorum” sözleri onun halk diline olan sevgi ve özlemini dile getirir. Cervantes ve Montaigne’in yüzyıllarca önce halk dili ile yazmış oldukları eserlerinin, bugün büyük ölçüde herhangi bir ek çeviri yapılmasına gerek kalmadan, rahatça anlaşılmasının sırrı budur. Luther (1483-1546) İncil’i Latinceden Almancaya çevirerek halkın anlayabileceği bir hale getirmiş ve ortalık birbirine girmiştir. Türk yazarlarından Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ile Sait Faik de bu yolu bilinçli bir şekilde izleyenlerdendir. Aynı şekilde, yüzyıllarca önce yaşamış olan Karacaoğlan, Yunus Emre gibi halk ozanlarının eserlerini de bugün rahatça anlayabiliyorsak bunun nedeni ozanların halk dilini kullanmalarıdır. Ama, öte yandan, Farsça ve Arapça etkisinde kalmış olan, divan şiiri ise hiç anlaşılamamaktadır. Meraklısı dışında okullarda ders olarak okutulmasına bile gerek yoktur. Sonu çöptür. Dil ve tarih Günümüzde, üç beş kitap okumakla kendilerini kültürlü, bilgili ve bilge sanan medyatik postmodern yazar ve çizer takımı, dinci ulema ve büyükbaşlarından gelen yönlendirmeler doğrultusunda “tarihimizle barışalım” söylemi ile Osmanlıcayı canlandırma ve Osmanlı’yı diriltme gayreti içine girmişlerdir ! Yani nerdeyse Osmanlı yıkıldı diye ağıt yakacaklar! Destur, destur! Bre nâbekârlar ! Geçmiş tarihimizle savaş halinde miyiz ki barışalım? Osmanlı’nın teokratik paradigmasıyla şeriat düzeninin ülkeyi ne kadar geri bıraktığını –ki bunun acısını bugün hâlâ çekiyoruz, daha da çekeceğiz - görmek için ne yapmalı bilmem ki komple beyin nakli mi? Hurafe ve masalsı bir tarih okuya okuya sonunda beyin özürlülerin sayısı gitgide artmaya mı başladı yoksa? Şişirilmiş bir tarihin sulandırılmış hamasi hayalleriyle havalarda uçarken gerçeklerle karşılınca geçirilen şokun neticesinde ortaya çıkan aşağılık kompleksini gidermek için mi yoksa bu “geçmişle barışma sendromu”? Cennete gidince evlenip çoluk çocuğa karışıp, oradaki köşklerde villalarda oturacaklarına içtenlikle inanan akıl fukarası dindar (!) garibanlar, medrese öğrencileri, tarikatçılar var. Bunların büyük bir çoğunluğunu dini eğitim veren okulların mezunları oluşturuyor. Bunların ülke geleceği için ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğunun ne zaman ayırdına varacağız? Bizim kadar tarihiyle barışık ve yapışık bir millet olmasın. Öyle cıvık bir tarih öğretiliyor ki ileride gençler gerçeklerle yüz yüze geldiklerinde psikolojik bunalıma, depresyona veya aşağılık kompleksine giriyorlar. Naçizane önerim okullarda “karşılaştırmalı tarih” okutulmasıdır. Yani, örneğin XV.ci yüzyıldan itibaren Avrupa Rönesans ve Reform hareketleriyle büyük aşamalar yaparken biz niye bu gelişmeye ayak uyduramadık ? Biz sürekli birbirimizle tepişirken, Lale Devrinde al gülüm ver gülüm zevkü sefa içinde yaşarken Avrupa’da ne gibi keşifler oluyordu? Buharlı lokomotif keşfedildiğinde biz ne halt ediyorduk? Matbaa niye 300 sene sonra ülkemize geldi? Niye hâlâ bir dilenci gibi AB kapısında bekletiliyoruz? Bizim Orta Asya’daki eski komşularımız Çinliler, Japonlar, Koreliler nasıl oldu da bizi geçti? gibi... İkincisi artık ülkemize faydadan çok zararı dokunduğu açıkça ortaya çıkmış olan, dinci ideolojinin kalesi haline dönüşmüş Diyanet İşleri ile medrese öğrencisi üretim merkezi ve sığınağı olmuş İmam Hatip Okulları gibi kurumların tasfiye edilmesidir. İlahiyat Fakültelerinin de bilimdışı görüşleri din diye öğreten şeriatçı profesörler yetiştiren hurafe üretim merkezleri haline gelmesi önlenmelidir. Hızla çoğalan dergah, tarikat ve tekkelerden söz etmiyorum. Bunlar zaten yasalara göre suçtur. Dil devrimi Elimde 1924 basımı İngilizce-Türkçe tarihi bir sözlük var. “Fratelli-Haim-Constantinople” matbaasında “Türkiye Cumhuriyeti Milli Müdafaa Komiserliği” tarafından bastırılmış. Sözlüğü hazırlayan Türk Donanmasından Deniz Binbaşı A. Vahit Bey. İngilizce kelimelerin Türkçe karşılıklarını hem Arap hem de Latin harfleriyle yazmış. Henüz Latin harflerinin kullanılmadığı o devirde Vahit Bey kendi mantığına göre bir alfabe oluşturarak Latin harflerini belki de ilk kez Türkçede kullanmış!. Örneğin, “ç” yerine “ch”, “c” yerine “j”, “ş” yerine “sh” olarak vs belirtmiş. Örnekler: Republic of Turkey : türkiya jümhouriyyeti Good Morning : sabah sherifler hayr olsoun God : allah, jenabu haqq, tanru, ilâh, mâboud Mortgage : terhin (rehin verme), istiglal (gayrimenkulun rehine konması) Yeni Türk alfabesi 1 Kasım 1928de Dil Devrimi ile yürürlüğe girecektir. Yıllarca yeni Türkçeyi aşağılayan ve alay konusu yapmaya çalışan, inatla Arapça- Farsça sözcüklerle yazan, “Allah” yerine “Tanrı” sözcüğünü kullananları kafirlikle suçlayanlar bugün treni kaçırmamak için ister istemez arı Türkçe’ye yönelmiş durumdadırlar. Dil sürekli değişen, gelişen, yeni sözcükler ve yapılanmalar üreten canlı bir varlıktır. Teknik, bilim ve toplum gelişip yeni araçlar, gereçler, eşyalar, sistemler, düşünler ürettikçe dil de değişim, gelişme ve sözcük üretmesini sürdürecektir. Eski sözcükler tasfiye olacaktır. Bu her çağdaş dil için geçerlidir. Sağlam dilbilgisel yapısı ve “ses uyumu” gibi eşsiz özgünlüğüyle Türkçe dünyanın en devingen, en zengin, hatta tam olarak keşfedilmemiş canlı dillerinden biri olma özelliğini taşımaktadır. Aydınların ve yazarların en birincil görevi dilimizi yetkinleştirmeye çalışmak olmalıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |