Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Konu: Hoca tarafından verilen türküye uygun bir hikaye yazılacak. Bir hastane binası. Sıradan bir hastane ve sıradan bir bina. Diğer hastanelerden farkı olmayan bir bina. Gri renkli boyası hastanenin soğuk havasına ayrı bir soğukluk katıyor. Sonbaharın soğuk rüzgârları, önce binaya sonra hastane içine sızıyor. Akşam, vaktini hiç umursamadan, soğuk yüzlü hastane binasının içine karanlığını getirip bırakıyor. Yataklarında yatan hastalar, içerideki sıcaklığa ve ışığa rağmen, karanlığı da soğukluğu da, teslim olmuş asker gibi, kabul edip alıyorlar. Savaşmaktan yorulmuş yüzler, çaresizce tebessüm ederken bile başka gözlerde bir ışık arar gibiler. Odada karşılıklı olmak üzere toplam altı yatak var. Bir tanesi boş. O yatakta yatan hasta dün taburcu edilip evine gönderilmişti. Her yatağın başında küçük bir komodin, küçük bir farkla, bir komodin hariç diğerlerinin üzerinde hep aynı şeyler. İlaç, su, su bardağı, meyve suyu kutuları, peçeteye sarılmış kaşık ve çatal. Kapının ardında küçük bir lavabo. Lavabonun yanında demir bir dolap. Demirin soğukluğu yetmiyormuş gibi gri renk bir boya ile boyamışlar. Dolabı her açıp kapayışta, soğukluk yüze çarpıyor sanki. Yerler siyah beyaz taş mozaikle kaplı. Her sabah ve akşam deterjanlı su ile silinip temizleniyor. Ama bu temizlik bile, hep aynı olan bu hastane kokusunu gidermeyi başaramıyor. İlaç, hasta, hastanın ümitsizliği, hastanenin soğuk kokusu ve dışarıdan gelen ziyaretçilerin üzgün ve acıma kokuları… Hepsi birbirine karışıyor. Cam kenarında küçük bir masa. Üzeri ziyarete gelenlerin getirdikleri çiçeklerle dolu. Çiçeklerin arasından papatya demeti kendini hemen fark ettiriyor. Tıpkı, masanın hemen yanı başında yatan hasta gibi. Komodin üzerine koyduğu tek papatya da diğer komodinlerden kendini ayırıyor. O yüzünü cama dönmüş, bir papatyaya bir cama bakıyor. Siyah gözleri Bakışları ile arada bir çatışsa da, beyaz papatya ile çok güzel bir uyum sağlıyor. Camdan incir ağacının küçük bir dalı görünüyor. Yaprakları hala canlı. Arada bir odaya girip çıkan hemşire ve doktorlar, odadaki sessizliği bozmaya yetmiyor. Akşamın karanlık sessizliği, kâh ümide, kâh ümitsizliğe karışıyor. Hastanelerde günler; ay gibi, yıl gibi geçer hep. Senem incir ağacını daha yakından görmek için ayağa kalktı üzerine hırkasını giydi camdan dışarı bakmaya başladı. Günün her saati hep aynı kalabalık. Annesi ile bu hastaneye 2,5 ay önce değil de sanki 2,5 yıl önce gelmişlerdi. Elinde raporlar doktoru beklerken incir ağacının altındaki banka oturmuşlardı. Annesinin ağzından dökülemeyen kelimeleri Senem almak ister gibi arada bir, bir şeyler söylemeye çalışıyor, kâfi gelmediğini anlayınca susuveriyordu. Uzun yoldan gelmenin yorgunluğunu bu bankta atmaya çalışıyorlardı. Babası ile kardeşinin bakışları aklına geldiği zaman boğazı düğümleniyordu. Bir de içine yeni düşmeye başlayan bir ateş var ki, henüz kıvılcım olmasına rağmen şimdiden yakmaya yetiyordu. İncir ağacını ilk gördüğünde, onun buraya hastaneden önce gelmiş olduğunu hemen anlamıştı. O gün de yapraklarının rengi insana yeni bir umut veriyordu. Dallarının kararsız dağılışı kök salmasına engel olmamıştı bile. Elin ulaşabileceği dallarda meyve kalmamıştı. Tepede kalan meyveden nasiplenen kuşların sesleri insanın çıkarabileceği her türlü sese burada karışıyordu. Yere düşen olgun meyveler yerde iz bırakmış, süpürülmesine rağmen izler çıkmamıştı. Büyümeden düşenler bir köşeye itilmiş, çürüyen meyveler de ağaç dibini tercih etmiş gibi oraya toplanmışlardı. Senem önce ağacın dibine baktı, sonra ağacın en tepesine ve tepeden de yükseğe… Ağacın tepesinde ki incirler çok olgunlaşmalarına rağmen düşmemek için inatla dala tutunuyorlardı. Hastane önünde olmasa, ağacın gölgesi bankta oturanlara huzur verecek ama… İncir ağacının yaprakları, hastaneye biraz nefes katıyordu. Üst katlarda ayrılan bu iki bina, ikiz gibi. Duvarın bazı yerlerinde dökülen sıvalar hastaneye ayrı bir karamsarlık veriyordu. Yağmur sularının zeminde aşınmalara neden olduğu açıkça belli oluyordu. Oda pencerelerinin büyüklüğü, binayı daha da büyük gösteriyordu. Açık olan pencereler, içerisinin de nefes aldığı hissini uyandırıyordu. Açık olan camlardan dışarı çıkmak isteyen perdeler sanki sessiz bir dere gibi bir o yana bir bu yana süzülüp duruyordu. Doktorla görüşme vakti gelmişti. O kalabalıkta Senem yanında sadece annesi varmış gibi davranıyordu. Arada bir raporlarına bakıyor, anlamadığı için tekrar o büyük zarfa özenle yerleştiriyordu. Annesinin, koca gövdesine rağmen az meyve veren incir ağacı gibi umursamaz olmasını istiyordu. O an sadece annesini düşünüyordu. Sıklaşan öksürük nöbetlerini ciddiye almayacaktı yine ama ağzından gelen kan onu da düşündürüyordu. Hele o an annesinin dizleri üstünde çöküp öylece kalmasını unutamıyordu. Çalışmaktan kamburlaşan beli iyice eğilmişti sanki. Saçlarının aklığı örtüsünün altından bile belli oluyordu. Annesinin gözlerine gülümseyerek baktı içinden geçenleri, yine sessizce söyledi. Aynı sessizlikle kalktı annesi ile birlikte doktorun odasına yöneldiler. İçeri girdiler. Senem raporları ürkek bakışlarla masanın üzerine koydu. Doktor onların yüzlerine bakmadan oturmalarını işaret etti. Senem doktorun yüzünde cevap arar gibi ona bakıyordu. Doktor raporları okudukça Senem onun yüzüne bakarak anlamaya çalışıyordu. Doktor tepkisiz. Tek bir mimik işareti yok. Raporlara arada bir gözlüklerinin ardından bakıyor, sonra vazgeçiyordu. Dakikalar aylar gibi geçiyordu. Doktor başını kaldırdı aynı tepkisizlikle, anlaşılır anlaşılmaz bir sürü şey söyledi. Hastalık ilerlemiş. Senem çok fazla yaşamayacakmış, belki birkaç yıl. Ama ellerinden geleni yapacaklarmış. Yüzündeki sertlik, belli ki kalbindeki sertlikten kaynaklanıyordu. Yüzündeki çizgiler, yaşına dair bir ipucu vermesine rağmen saçlarının gür ve siyah olması bu delili yok ediyordu. Gözleri kısık olmasına rağmen yeşil renk kendini belli ediyordu. Doktorun kiloları, masa ile aynı hizada olmasına engel oluyordu. Hizmetlinin: “Yemek vakti” sözleri ile arkasına döndü senem. Siyah gözleri buğulu. Ayakta kalmak onu yoruyordu. Yatağına doğru gitti. Hırkasını çıkarıp yatağa uzandı. İçinde tutuşan kıvılcımı düşünmeye başladı. Uzun kirpikleri ıslandı. Son zamanlarda iyice zayıflamaya başlamıştı. Ömrünün ilkbaharında kışı yaşıyordu Senem. İçini ısıtmaya başlayan kıvılcım bile, kışını ilkbahara çevirmeye yetmeyecekti. Babasını kardeşini çok özlemişti. Yüreğine kıvılcım salan esmer sevdiği de durumu öğrenmişti ama şu ana kadar ondan hiçbir haber almamıştı. Bir ses verse, bir haber gönderse… Kocaman bir şehir… Ve bu şehirde onlar yalnızlıklarını birbirleriyle paylaşarak gidermeye çalışıyorlardı. Ölüm, Senem’in kendine yakıştıramadığı bir şey değildi. O buna çoktan alışmış ve kendini buna hazırlamıştı bile. Biraz gücü olsa babasına haber salacak mezarını bile şimdiden hazırlatacaktı. Köyünün yamacında bir yer istiyordu. Bütün köyü görecek şekilde olmalıydı mezarı. Yola yakın bir yer. Gelip geçtikçe sevdiğini görmeliydi. Her geçişte ona, içinden geçenleri söylemek istiyordu. Evlerini de buradan rahatça görebileceği bir yer olsun istiyordu. Sessiz geldiği gibi yine sessiz gitmek istiyordu. Annesi kardeşi ağlamasın istiyordu. Mümkün olsa Senem herkesin yerine ağlamak istiyordu. Yeter ki onlar üzülmesin, onlar ağlamasın. Garip şehirde, bir garip olarak göçüp gitmek acılarının bitmesi anlamına geliyordu. Bir an önce huzur içinde ölmek istiyordu sadece. Bunları düşündüğünde, dudağından dökülenleri kendisi bile duyuyordu. Hastane önünde incir ağacı Doktor bulamadı bana ilacı Baştabip geliyor zehirden acı Garip kaldım yüreğime dert oldu Ellerin vatanı da bana yurt oldu Mezarımı kazın bayırdan düze Yönünü çevirin sıladan yüze Benden selam vermen o hayırsıza Gurbet elde garip kaldım ağlarım Ateş aldım yüreğimi dağlarım Garip kaldım yüreğime dert oldu Ellerin vatanı da bana yurt oldu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |