..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Moda denilen þey o kadar çirkindir ki onu her altý ayda bir deðiþtirirler." -Oscar Wilde
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Aþk Romaný > Ömer Faruk Hüsmüllü




1 Ekim 2011
Bir Aný Defteri Buldum - Roman  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Sevgili okur,*Bu çalýþma önce bir öykü olarak düþünüldü. Onlarca sitede bölümler halinde yayýmlandý.*Sonuna gelindiðinde ise küçük bir roman olduðu görüldü.*Bugüne kadar yaklaþýk 8-10 bin civarýnda týklandý.*Ortalama okuma süresi 2-3 saattir. *Çok sayýda okur tarafýndan ilgi ile takip edildi. *Üzerinde ufak tefek düzeltmeler yapýlarak, aþaðýdaki son þekli ile sizlere bir roman olarak takdim edildi.*Ýyi okumalar dileðiyle…


:DDBE:
Sevgili okur,

*Bu çalýþma önce bir öykü olarak düþünüldü. Onlarca sitede bölümler halinde yayýmlandý.

*Sonuna gelindiðinde ise küçük bir roman olduðu görüldü.

*Bugüne kadar yaklaþýk 8-10 bin civarýnda týklandý.

*Ortalama okuma süresi 2-3 saattir.

*Çok sayýda okur tarafýndan ilgi ile takip edildi.

*Üzerinde ufak tefek düzeltmeler yapýlarak, aþaðýdaki son þekli ile sizlere bir roman olarak takdim edildi.

*Ýyi okumalar dileðiyle…

***




Geçen gün Bayazýt’taki Sahaflar Çarþý’sýný dolaþmaya gittim. Eski kitaplar satan bir dükkana girdim. Çöp iþiyle uðraþmayý severim de...

Söylemiþ miydim? Bit Pazarlarý benim en gözde gezi yerlerimdir.

O dükkanda eski kitaplarý karýþtýrýrken 70’li yýllarda bankalarýn eþantiyon olarak daðýttýklarý küçük not defterleri vardý -þimdi ajanda dedikleri þey- iþte ondan bir tane gördüm. Çok kirli bir þeydi. Burada kitaplarýn arasýnda olmasý tuhafýma gitti.

Þöyle bir göz attým. Bir bayanýn genç kýzlýk dönemindeki bazý anýlarýný içeriyordu. Alýp alamayacaðýmý sorduðumda satýcý, önemsemeyen bir ifade ile:

-Al! Para da istemez, dedi.

Kitap tozlarý benim astým hastalýðýna dokunduðundan orada fazla kalamadan ayrýldým.

Umarým, bu yaptýðým, defterin sahibine karþý bir saygýsýzlýk deðildir; ama bunlarý sizlerle de paylaþmak istedim:





**



28 Mayýs 1970

“ Anýlarýmý bu küçük deftere sýðdýrabilir miyim bilemiyorum, ama bundan sonra onlarý buraya yazmaya karar verdim. Ýleride, yaþadýðým mutluluk ve acýlarýmý öðrenebileceðim bir rehberim olsun istiyorum. Aysel’e bu düþüncemi açtýðým zaman ne kadar da gülmüþtü. Aysel en samimi arkadaþým, ama gene de beni bir türlü çekemez. Sözüm ona samimiyiz ama her defasýnda bana kötü telkinlerde bulunur. O zaman doðal olarak, bu samimiyet de tartýþmalý bir hal alýyor. Neymiþ, Kenan iyi bir geleceðe sahip yakýþýklý bir çocukmuþ, onunla mutlaka arkadaþ olmalýymýþým. Aysel’in söylediðine göre beni çok seviyormuþ, bana aþýkmýþ falan falan…

O yakýþýklý denen çocuðun yaptýklarýný bilmesem inanayým. Daha bir hafta önce ablam Tuðba ile onu, hem de dükkanýn içinde seviþirken yakaladým. Ýkisi de yarý çýplaktý, beni görünce ablamýn üstünü baþýný düzeltmek için nasýl çabaladýðýný, gözlüklerini bulabilmek için nasýl arandýðýný hiç unutmayacaðým. Önce buz gibi kaskatý kesilmiþ, sonra da kahkahalarla gülmüþtüm. Çok utandý zavallýlar! Hani ablam, Metin’i seviyordu, onunla evlilik hazýrlýklarý yapýyorlardý? Neyse caným þimdi bu sorularý sormanýn sýrasý mý?”



15 Haziran 1970

“Bugün bir ara çok sevinçliydim. Kapalýçarþý’ya kadar gidip, haftalýðýmdan biriktirdiðim para ile bir ayakkabý, bir çanta ve bir de elbise aldým. Onlarý giyince herkesin gýpta ederek bana baktýklarýný gördüm. Hani Allah için güzel sayýlýrým! O pis yýlýþýk Kenan, nasýl döndü durdu etrafýmda. Ýkide bir:

-Kýz Sibel, bu ne güzellik böyle! Maþallah yaþýn ufak ama her yönden diðer kadýnlara taþ çýkartýrsýn. Ýstersen þu þýk kýyafetlerini daha çok kiþinin görmesi için seni sinemaya götürebilirim, demiþti.

O anda kýzdým ve patron da olsa böyle konuþamayacaðýný, gerekirse iþi de býrakabileceðimi söyledim. Ama ne yalan söyleyeyim bu sözler biraz hoþuma da gitmedi deðil. Anlatamadýðým bir his içindeydim, sanki içimde ýlýk bir þey dolaþýyordu. Bu ýlýklýðýn dýþarýya taþtýðýný zannettim ve yüzüm kýzardý. Arkamý dönerek iþime devam ettim.

Tuðba kýzgýn kýzgýn bana bakýyordu. Ne zannediyordu sanki bu dört göz kendini! Aman korkma þekerim, o tipsizi elinden almam.Yalnýz þunda iddialýyým: Eðer Kenan benimle seviþseydi senden aldýðý zevkin kat kat fazlasýný alýrdý. O da bunu tahmin ediyor olmalý ki durmadan bana iltifatlar yaðdýrýyor. Ama yaðma yok, Tuðba haným ben senin gibi kolay kaptýrmam kendimi. Yaþým küçük, ancak aklým her þeye erer.

Sanki içimden geçenleri okumuþtu, bir an ne olduðunu þaþýrdým. Tuðba üzerime atlamýþ, o güzelim elbisemi param parça ediyordu. Kendimi savunmaya fýrsatým bile olmadý. Biraz sonra da zaten bayýlmýþým. Kendime geldiðimde Kenan’ýn bir yandan yüzüme kolonya sürdüðünü, diðer yandan da parçalanmýþ elbisemin altýndaki vücuduma baktýðýný gördüm. Fýrsatçý köpek ne olacak!

-Höst, höst, dedim ve elini iterek ayaða fýrladým.

Eh, senin de alacaðýn olsun Tuðba haným! Anneme olanlarý bir bir anlatayým, o zaman sen görürsün. Ýþ yerindeki hikayeyi de tabii… Acaba eve gitsem, annemi bulabilir miyim ki? Gene gitmiþtir o yaþlý dostuna. Kadýnýn yaþý elliye dayandý ama gene de bu iþlerin peþinde. Tuðba da ona çekmiþ olmalý. Zavallý babam kendisinden çok genç bir bayanla evlenmenin bedelini aðýr ödedi.

Bizim doðumumuzdan kýsa bir süre sonra babamý aldatmaya baþlayan annem, birkaç sene sonra da adamcaðýzý evden attý. Bazen görebildiðim babamdan “Allah, o kahpenin belasýný versin!” sözünü sýk sýk duyuyorum.

Her þeyi bilmeme raðmen, babamýn annem için söyledikleri gene de beni rahatsýz ediyor... “



**

Ýlginizi çekti ise devam edeceðim, ancak defteri okumada çok zorlanýyorum. Defterdeki yazýlar çok zor okunuyor, bazý yerleri de silinmiþ. Yazan mý sildi, zaman mý bilemem! Temize çekmek biraz zaman istiyor..

**

Lanet olsun! Defterin bazý sayfalarýný okuyamýyorum bir türlü. Baþkalarý da sanacak ki benim uydurduðum bir hikaye... Tabii ki eklemelerim var, ama baþkalarýna ait olan bir þeyi kendime mal etme gibi bir küçüklüðü gösteremem.

Defterin bazý sayfalarýnda ne amaçla yapýldýðýný bilmediðim toplama ve çarpmalar var. Alýnan bazý þeylerin fiyatlarý da yazýlmýþ. Buradaki fiyatlar hep kuruþ cinsinden ya da 2 lira, 5 lira filan þeklinde.. Ne kadar da ucuzmuþ o zaman herþey...

Neyse, biz defteri aktarmaya devam edelim.

**

27 Haziran 1970

“Of be, bu günler de bir türlü geçmek bilmiyor! Caným çok sýkýlýyor. Evde kimse yok. Annem dostuna, Tuðba da sözde sinemaya gitti. Neredeyse gece yarýsý olmak üzere. Bir-iki gündür can sýkýntýsýndan ne yapacaðýmý bilemiyorum.

Aysel’e bakarsan bir erkek arkadaþ bunun en iyi çaresiymiþ. Acaba doðru mu söylüyor? Yok caným, onun lafýna inanýlýr mý? Kendisi her önüne gelen çocukla geziyor, baþkalarýný da ayný yola sürüklemeye çalýþýyor. Dün Naci, bugün Necip, yarýn Ufuk… Ohooo, ona bakarsan günde birkaç tane deðiþtirmek bile normal.

”Hele Necip” diyor, çok yakýþýklý çocuk. Çok da romantikmiþ. Geçen gün bir pastanede otururlarken elini tutmak için izin istemiþ, tabii bizimki hemen elini vermiþ. Saatlerce avucunun içinde tuttuðu ele þiirler okumuþ. Gece olunca deniz kenarýna inmiþler, yavaþ yavaþ yürürlerken Aysel’in omzundan tutmuþ, kendine çekmiþ ve dalgalarýn sesleri arasýnda dudaklarýndan öpmüþ.

”O an kendimi bir kuþ kadar hafif hissettim.” diyor Aysel. Nefesi çok yakýcýymýþ, bizimki adeta sersem bir tavuk gibi þaþkýna dönmüþ. Sonra bir taksiye binip çocuðun Zeytinburnu’ndaki evine gitmiþler. Ohhh! Bundan sonrasýný yazmasam, daha iyi galiba. Bana da ne oluyor yani? Ben neden etkileniyorum ki… Öptüyse Aysel’i öptü, seviþtiyse Aysel ile seviþti.

Bir ayak sesi duyuyorum, galiba Tuðba geldi. Defterimi saklamalýyým. Görürse dilinden ve alaylarýndan kurtulamam”

**

Dedim ya defter çok küçük bir þey; çok þey sýðdýrsýn diye ufacýk harflerle yazmýþ. Bu beni biraz zorluyor. Esas söylemek istediðim bu deðil. Þu anda bile o olayýn etkisi altýndayým.

Defterin bir sayfasýnýn içinde üç tane saç teli buldum. Oraya nasýl girmiþler bilmem; ama bu anýlarý yazanýn olduðunu sanýyorum.

Saçlarý görünce kafamda bir uyuþukluk hissettim önce. Sonra bu uyuþukluk boynuma, oradan da tüm bedenime yayýldý. Neyse duygusallýðý býrakalým da defteri okuyalým...

**

13 Aðustos 1970

“Ne aile be kardeþim? Ahlaksýzlýðýn her türlüsü var bizde. Dün de annemin birinci kocasýndan olan kýzý yani ablam Fatma çýkageldi. Onun baþýndaki de ayrý bir dert. Kocasý iþini gücünü býrakmýþ, zengin bir kadýn bulmuþ. Onunla birlikte yaþýyor ve kadýnýn parasýný yiyormuþ. Kadýnýn zenginliðinin kaynaðý da belliymiþ, çünkü gündüzleri baþka erkeklerle gezip tozuyor para kazanýyormuþ, geceleri de ablamýn kocasýyla birlikte oluyormuþ. Ablam hem aðlýyor, hem de anlatýyor:

-Ah, þu çocuk olmasa, bir gün bile durmam ayrýlýrým. Ah benim kötü kaderim, bununla evleninceye kadar Tuncay ile evlenmiþ olsaydým, þimdi mutlu bir yaþam sürecektim. Kaç gündür adamýn eve uðradýðý yok. Neymiþ, ekmek kapýmýzmýþ. Kadýnla aralarýnda hiçbir iliþki yokmuþ, ama ikisini de çýrýlçýplak yatakta yakaladýðýmda iliþkileri var mý yok mu belli oldu. Ýnanmazsýn Sibelciðim, vallahi yüzleri bile kýzarmadý. ”Gel otur, hoþ geldin!” dediler. Çok da misafirperverler caným! Çocuk açlýktan ölecek, para ver de bir þeyler alayým, benim oturacak zamaným yok, dedim. O þýrfýntý çocuðu duyunca kudurdu, herhalde bilmiyordu arada bir çocuk olduðunu. ”Gebersin piçin, kocaný doyuruyorum yetmez mi?” dedi.

Fatma ablam, evinden getirip bizim koridora koyduðu küçük bir halýyý göstererek:

-Sibel anacýðým be, þu halýyý satmak istiyorum. Bana yardýmcý olsana. Etraftaki komþulara bir sor bakalým, belki bir alan çýkar. Ben yarýn gene uðrarým.

Deyip gitti. Bu sabah da tekrar geldi. Üstteki komþunun 50 lira verdiðini söyleyince hemen ona koþtu, halýyý verip parasýný aldý ve allahaýsmarladýk bile demeden kaçarcasýna gitti.

Seni gidi seni… Sen de kocanýn gittiði, ananýn gittiði yolun yolcususun ya… O çocuða, o yavruya yazýk.”

29 Aðustos 1970

Bir hafta içinde arka arkaya iki tane yangýn olayýna tanýk olduk. Biri bizim evde, diðeri de annemin dostunun evinde. Biz Tuðba ile sinemaya gitmiþtik. Herhalde yanýk sigarayý aceleyle çýkarken kül tablasýnýn kenarýnda unutmuþum. Sigara yana yana kül tablasýndan yere düþmüþ, yerdeki kilimi tutuþturmuþ, derken alevler sarmýþ evi. Bereket komþular yangýný fark etmiþler de kendi çabalarýyla söndürmüþler. Zaten evde deðerli bir eþyamýz da yoktu ya, onun için isterse hepsi yansýn. O kadar önemli deðil. Ýki eski koltuk, iki divan, birkaç kilim, üç tane de orasý burasý kýrýk sandalye…

Ýkinci yangýn esas önemli olan. Önemliden de öte ilginç. Gece saat tam 23,30’da bir çýðlýk, bir feryatla bir kadýn bir de erkek “Yanýyoruz, yanýyoruz!” diye baðýrarak üzerlerini bile giyemeden kendilerini sokaða atmýþlar. Bunlarý görenlerin çoðu gözlerini kapamak ya da arkalarýný dönmek zorunda kalmýþlar. Adam, ”Ýçeride annem var. Yaþlý ve hasta, n’olur onu kurtarýn!” diye yakýnýyormuþ. Ancak kimse cesaret edip de içeri giremeyince zavallý felçli kadýncaðýz diri diri yanarak ölmüþ. Ýtfaiye yangýný zor da olsa söndürmüþ, ama annem ve dostu hâlâ polisin elinden yakayý kurtaramadýlar:

“ -Sen kimsin, bu adamýn karýsý mýsýn? Karýsý deðilsen ne arýyordun o adamýn evinde? Kendiniz kaçarken, ihtiyar kadýný da niye kurtarmadýnýz? Evde yanýk ateþ var mýydý, kurabiye imalatýnda kullandýðýnýz fýrýný, yatarken söndürmüþ müydünüz?” gibi sorularýn ardý arkasý gelmiyormuþ.

Bu yangýndan dolayý bütün mahalleli annemin o adamla olan iliþkisini öðrendi. Oysa herkes annemi orada çalýþýyor biliyordu. Utancýmdan insan içine çýkamaz oldum. Tuðba için hava hoþ:

“-Ne var kýzým bunda utanacak? Bir kadýn erkeksiz yaþayabilir mi? Hem elâlemin namusu onlardan mý sorulurmuþ!” diyordu. Dedikleri belki biraz doðruydu, ama elimde deðil gene de utanýyorum.

Bu olaydan sonra annem, babamdan ayrýlýp o adamla evleneceðini açýkladý. Ancak babam inat olsun diye boþanmaya razý olmadý. Annem buna raðmen boþanma dilekçesini yazdýrdý, mahkemeye dilekçeyi verdi mi bilemem. Üstelik dilekçede beni de tanýk olarak yazdýrmýþ. Benim tanýklýðýmdan ne olacak? Hem ben, babamý nasýl haksýz gösterebilirim, ya da kötüleyebilirim ki…

**
Daha önce de söylemiþtim, eski kitap v.s’deki tozlar bende astým krizine yol açýyor. O nedenle bir maske takýp okumaya çalýþýyorum yazýlanlarý. Bu kýsmý okumak daha zor nedense, ekleme yapmak zorunda kalabilirim. Ama çok az....

**

13 Eylül 1970

(Bu sayfa küfürle dolu. Sayfa dediysem bir tek sayfa deðil, tam üç sayfa küfür... Belli ki küfürler Sibel’e ait... Annesine, ablasýna, kýz arkadaþýna küfür yaðdýrmýþ... Alçak...... diye yazmýþ ama kim olduðu anlaþýlmýyor.)



12 Ekim 1970

Ben günahsýzým. O nedenle baþýma gelen felaket nedeniyle kimse beni suçlayamaz. Ben de zaten bir suçlu arayacak durumda deðilim. Tuðba ablama bakarsam, iyi etmiþim. Yaþamak iþte böyle olurmuþ. Ýtiraf etmek gerekirse hem korktum, hem de çok tat aldým bu olaydan. ”Necip, Necibim!” diye onun kollarýnda inlerken, birkaç günlük tanýþýklýðýmýz olmasýna raðmen bu çocuðu çýlgýnca sevdiðimi anladým. Demek ki Aysel onunla ilgili söylediklerinde haklýymýþ. Doðrusu þu Aysel de çok cömert bir kýz. En çok sevdiði erkeði elinden almama ses çýkarmadýðý gibi, onu elde etmem için ne yapmam gerektiðini de öðretti bana. Bu olayý ayrýntýlý anlatmalýyým, çünkü belki de bu yaþamýmda bir dönüm noktasýdýr:

Aysel, ben ve Tuðba o gün ne yapalým da biraz eðlenelim diye düþünüyorduk. Sonunda ikisi ortak bir öneride anlaþtýlar: Aysel Necip’e telefon edip, bu gece arkadaþlarýný ve birkaç güzel plaðýný alýp gelmesini isteyecekti. Evde yalnýzdý, çünkü anne ve babasý hasta olan babaannesini ziyarete gitmiþlerdi. Birkaç günden önce de dönmeyeceklerdi. Bu öneriyi önce ben kabul etmedim. Onlar benim müzik dinleyerek dans edenleri izleyebileceðimi, bunda bir kötülük olmadýðýný söylediler. Ben inat ettim, direndim; ama sonunda kabullenmek zorunda kaldým.

Buna raðmen Aysellere gitmeden önce heyecanlýydým. Sözlerim, davranýþlarým ve duygularým arasýnda açýklayamayacaðým bir çeliþki vardý. En yeni elbisemi giydim, hafif bir makyaj yaptým, küçük bir kolye taktým. Giydiðim elbisenin bana çok yakýþtýðýný, beni olduðumdan daha büyük gösterdiðini söylerlerdi. Nedense bu gün büyümek istiyordum… Necip’i Aysel’in anlattýklarýndan tanýyordum, bir kere de uzaktan görmüþtüm. O zaman bile çok heyecan duymuþtum, peki þimdi saatlerce onun yanýnda bu heyecaný nasýl gizleyecektim?

Hava henüz kararmýþtý ki zil çaldý. Aysel koþarak kapýya gitti. Üç delikanlýnýn içeri girdiðini, en uzun boylu ve kahverengi bir takým elbise giymiþ olanýn Necip olduðunu gördüm. Hafifçe kýzardýðýmý ve kalbimin yerinden çýkacakmýþçasýna attýðýný hissettim. Birisinin bu halimi anlayacaðý korkusu içindeydim. Kimseye heyecanýmý belli etmemeliydim, yoksa günlerce konuþacaklarý malzeme vermiþ olurdum onlara. Aysel bizi tanýþtýrdý. Necip’e uzattýðým elim tir tir titriyordu. Birden içim geçti ve yere yýðýldým. Kendi çabamla kalkmak istediysem de olmadý. Hemen Necip atýldý ve koltuk altlarýmdan tutarak beni ayaða kaldýrdý. Herkese rezil olduðumu düþündüm. Doðrusu heyecanýmý kimseye belli etmemiþtim! Bravo bana… Ýçin için kendime kýzýyordum.

-Hepinizden özür dilerim. Sanýrým aniden tansiyonum düþtü. Ben izninizle gitmek istiyorum. Sizlerin bu güzel gecenizi de zehir etmek istemem, dediysem de hepsi bir aðýzdan buna karþý çýktýlar. Ah, keþke gitseydim, daha doðrusu gidebilseydim! Belki de o zaman hakkýmda çok daha hayýrlý olurdu.

Çýlgýnlar gibi eðleniyorduk, daha doðrusu eðleniyorlardý. Bir köþeden onlarýn dans ediþlerini izliyor, etrafa zoraki gülücükler daðýtmaya çalýþýyordum. Bu durumum Necip’in dikkatini çekmiþ olacak ki benimle ilgilenmeye baþladý. Beni güldürmek, eðlendirmek için tüm marifetlerini sergiliyor, akla hayale gelmeyecek þeyler yapmaya çalýþýyordu. Bir ara:

-Hassas olan bayanlarý çekici bulurum. Bu nedenle de bana çok sempatik geldiniz.

-Hassas bir insan olduðumu da nereden çýkarýyorsunuz?

-Bazý þeyler bilinmez, ama hissedilir. Hislerimin beni yanýlttýðýný sanmýyorum.

-Dilerim bu kez de yanýlmazlar.

-Ýnsanlar yanýla yanýla yanýlmamayý öðrenirler. Sizi ilk gördüðüm an güzelliðinize ve zarafetinize hayran kaldým. Kýzsanýz da bir þey söyleyeceðim: Üstelik çok da çekicisiniz.

-Necip bey, iltifatlarýnýzý bu kadar cömertçe harcamayýnýz. Bir de bakarsýnýz ben de gerçek sanýp bunlara inanýveririm.

-Aman efendim, ben iltifat etmiyorum. Aksine gerçeðin çok azýný söylüyorum. Hem ben her önüne çýkan bayana kompliman yapan bir erkek de deðilim.

Bu sözlere güldüm, o da güldü. Pikapta yeni çýkmýþ romantik bir parça çalýyordu. Bu parçayý çok severdim: ”Mavi bulutlar kadar ulaþýlmazsýn sen, taptýðým tanrý kadar kutsalsýn sen!”. Gözlerimi kapamýþ bu parçanýn her kelimesini tüm benliðimle yaþamak istiyordum. Pembe, mavi, kýrmýzý, sarý rengarenk bir rüyadaydým sanki. Evet bu müziði çok severdim, ama þu an galiba daha da çok sevmeye baþlamýþtým. Bir baþkaydý her kelimenin yarattýðý çaðrýþým, hele o yanýmda iken… ”Fýrtýnalarýn coþkunluðunu arama sen. Ýçimde yanan ateþi bir bilsen. Bir dal parçasý gibi baharla kaplýyým. Senin için aþk kanatlýyým. Peri masallarýndaki yakýþýklý þehzadem. Artýk kimseyi istemem ben.”

Saatler ne kadar da çabuk geçmiþti. Tuðba hâlâ dans ediyordu birisiyle. Hiç oturmamýþtý saatlerdir. Bir ara Tuðba:

-Biraz da yabancý plak çalalým, dedi ve pikabýn yuvarlaðý dönmeye baþladý. Ben çok yabancýydým bu tür parçalara. Necip sordu:

-Bu parça ne kadar hoþ deðil mi?

-Evet, çok güzel. Yalnýz biraz fazla romantik deðil mi? diye fikir yürüttüm anlamadýðým belli olmasýn diye.

-Evet öyle, ama romantizm insana bir baþka haz verir. Bakýnýz seven bir insanýn hislerine þu sözler nasýl da tercüman oluyor, dedi ve Türkçesini söyleyerek bana da tercüman oldu: ”Kötülük ateþinde piþmiþ fahiþenin sevgisi bile kutsaldýr.”

Belki kutsal, belki de deðil. Bunun tartýþmasý bana düþmez; fakat bunu yine de benim aklým almýyordu. Sýrf sevgi olduðu için en aþaðýsý kutsal kabul edilen bir þey olabileceðini düþünemiyordum.

Saatler gece yarýsýný geçtikten sonra bizimkiler ortaya içki çýkardýlar. Anlaþýlan her þey henüz þimdi baþlýyordu. Ben de bir kadeh içmek zorunda kaldým. Ýlk defa içtiðimden baþýmýn biraz döndüðünü anladým. Bunu söyleyince bana güldüler. Birbirleriyle yarýþýrcasýna kadehleri yuvarlamaya baþladýlar. Biraz sonra da hepsi sarhoþ olmuþtu. Hayal meyal Tuðba ve Aysel’in yerde yuvarlandýklarýný görür gibiydim, tabii öteki iki çocukla beraber. Necip bana:

-Bak, herkes ne güzel eðleniyor. Biz neden duruyoruz? Seviþmek istemez misiniz? dedi. Bozulmuþtum, öfkeyle:

-Bunu teklif edebilmenize çok þaþýrdým,

dedim ; ama doðrusu, bunlarý söyleyecek gücü kendimde nasýl bulabildiðimi de hâlâ merak ederim. Baþýmý avuçlarýnýn içine alýp dudaklarýmdan öptüðü zaman, o anýn ve içkinin etkisiyle kendimden geçmiþim. Sabahleyin uyandýðýmda gördüklerim gerçekten de çok korkunç ve iðrenç göründü bana. Ama ben yine de iddia ediyorum ki temizim ve suçsuzum! Tuðba ve Aysel gibi olmaktan kendimi kurtarabildiysem bunda þansýmýn yardým ettiðine inanýyorum. Olanlardan dolayý piþman mý olmalýyým, yoksa sevinç mi duymalýyým bilemiyorum....



**

Devamý var. Bitse de ben de kurtulsam bu toz iþkencesinden. Nerden girdim bu iþe?

**

Baþkasýnýn özel yaþamýný teþhir ettiðim için vicdanen rahatsýzým. “Yapmamalýydým” diye düþünüyorum. Býrakalým vicdan muhasebesini de isterseniz iþimize bakalým.

Buradaki sayfanýn en üstünde “oðuz” ve yanýnda 3.... diye yazýyor. Bu beþ ya da altý haneli bir rakam. Silik olduðu için anlaþýlamýyor. Bir telefon numarasýdýr belki de.... O dönemde kaç kiþide telefon vardý ki...

**

13 Kasým 1970

“Hemen hemen bir ay geçti, ben bir tek kelime bile yazamadým. Oysa bu bir aylýk süre benim hayatýmýn en hareketli günlerini yaþadýðým bir dönem oldu. Doðrusu mutluydum ve neþeden uçuyordum adeta. Bu nedenle belki de günlerin nasýl geçtiðini anlamadým.

O geceden sonra Necip’le aramýzda bir yakýnlýk doðdu. Ona baðlandým ve onu sevdiðimi anladým. Bazen buna hakkým olmadýðýný, sevmemem gerektiðini düþünüyordum. Çünkü annemin ve ablamýn davranýþlarý beni korkutuyordu. Baþkalarý nasýl düþünür bilmem; ama annemin yaptýðýný bir fahiþelik olarak deðerlendiriyordum. Buna raðmen bir süre sonra bir fahiþenin kýzý olduðumu unuttum.

Necip’e ailem hakkýnda bilgi vermek istiyordum. Bunu yapmak için çok uðraþtým. Ancak o her seferinde sözümü keserek ailemi deðil beni sevdiðini, diðer insanlarýn önemli olmadýðýný söyledi. Her þeyi bildiðini sanýyorum, çünkü eski sevgilisi þimdi ise samimi dostu Aysel, ona mutlaka bazý þeyler anlatmýþtýr. Çünkü bir gün bana:

-Bir annenin, bir babanýn günahlarýný çocuklarý yüklenemezler. Böylesi bir hüküm vermek mantýk dýþýdýr, demiþti.

Anladýðým kadarýyla o, yaþamayý, eðlenmeyi, gezmeyi seviyor; yani yaþamýn tüm hazlarýný tatmak istiyordu. Para probleminin olmadýðýný, ancak çok daha fazla parasýnýn olmasýný arzu ettiðini, bazen bir boþluða düþtüðünü, bu anlarýnda korkunç bir sýkýntýnýn onu esir ettiðini söylüyordu.

Bir defasýnda Belgrat ormanlarýna kadar uzandýk, çimenlerin üzerine oturduk. Düþünceliydi. Bir þeye üzüldüðü belliydi. Bana derdini söylemeyeceðini tahmin ediyordum. O nedenle söylemesi için üstelemedim. Ýyi ki böyle yapmýþým, çünkü o kendiliðinden konuþmaya baþladý:



-Biliyor musun Sibel, sevgililer birbirlerinin olduklarý zaman gerçek mutluluða ulaþýrlar.

-Nasýl?

-Seven ve sevilen iki kiþi gerçek mutluluðu tatmak istiyorlarsa, tam anlamýyla birbirinin olmalýlar.

-Ben içinde yaþadýðým mutluluktan daha fazla bir mutluluk olabileceðini düþünmüyorum. Hem varsa da istemiyorum. Çünkü çok fazla mutlu olmaktan hep korkmuþumdur. Çoðunlukla ters bir þeyler olur ve o sihir bozulur.

-Sen de tam mutlu deðilsin, bir þeylerin eksikliðini hissetmiyor musun? Ýþte ben içimdeki bu eksikliði artýk anladým. Sana bu teklifle gelmeden önce çok düþündüm, seni kýrmaktan korktuðum için kendimle mücadele ederek acýlar çektim.

-Ýnsan elindekilerle yetinmesini bilmeli ve daha fazlasýný istememeli, dedim.

O gün keyif vermedi ikimizi de. Onun isteði üzerine o günkü beraberliðimizi erken noktaladýk. Eve gelince kendimi yataðýn üzerine atýp hüngür hüngür aðladým. Garip bir acý vardý içimde. Þimdiye kadar hiç tatmadýðým bir acýyla kavruluyordum. Bir þey boðazýma düðümlenmiþti. Bir tehlikenin yaklaþmakta olduðu ihtimali içime doðuyordu. Romanlarda okuduðum kaybetme duygusunun zehrini ilk defa tadýyordum. Hayret! Bu durum içinde garip bir haz da saklýyordu. Belki de çaresizliðim böyle düþünmeme yol açmýþ olabilirdi.

Onu kaybetmek istemiyordum. Her istediðini yapmak kararýndaydým. Birbirimizin olmak benim de arzumdu, ama bu koþullarda deðil!

Akþam Tuðba eve erken geldi. Gözlerimdeki kýzarýklýktan aðladýðýmý hemen anladý. Anlatmam için beni zorladý. Aslýnda anlatmaya, açýlmaya benim de ihtiyacým vardý. Öyle de yaptým.

Her þeyi anlattýktan sonra, nasýl davranmam gerektiðini ona sordum:

-Gayet basit kýzým, adam ne istiyorsa onu verirsin, olur biter. Hem belki o zaman seninle evlenmek zorunda da kalýr. Bu kadar korkak ve kötümser olma! Yarýn sevmediðin bir adamýn kollarýna kendini atacaðýna, ayaðýna kadar gelen bu fýrsatý deðerlendir ve çýlgýnca sevdiðin Necipciðinin ol! Sen bu Ýstanbul’da kýz oðlan kýz kaç kiþi var biliyor musun? Binde bir ya çýkar, ya çýkmaz! Elalem yaþýyor kýzým, sen uyu daha uyu…

-Peki öyle de bu kýzlar sonra nasýl evleniyor, evlendikleri adam anlamýyor mu?

-Zaten çoðu seviþtikleri adamla evleniyor. Aldatýlanlar ise buluyor bir enayi. Erkekleri kandýrmaktan daha kolay ne var? Adamýn gözü dönmüþ bir halde saldýrýyor, biraz direniyorsun, sonra kendini býrakýyorsun. En sonunda da “Ne yaptým ben?” diye baþlýyorsun aðlamaya. Erkek kýsmý aðlamaya pek dayanamaz. Bir hafta, on gün sonra da anlý þanlý bir düðünle evinin kadýný olup çýkýyorsun. Ve bir gün bir de bakmýþýn ki, namus budalasý kesilivermiþsin!

-Olur mu öyle þey, çocuk bile inanmaz bunlara…

-Aptal kardeþim, seni ben bile adam edemem! Öyleyse kendi baþýnýn çaresine kendin bak! Ne demeye benden akýl soruyorsun? Nasýl biliyorsan öyle yap! Bir kaç güne kadar ayarlayacaðým adamý nikah masasýna oturttuðumu görünce ne demek istediðimi anlayacaksýn. Çok yorgunum ve þimdi uyumak istiyorum, deyip yorganýn altýna girdi.

Aradan beþ dakika bile geçmeden horlamaya baþladý. Ohhh, ne rahat kýz! Keþke ben de onun gibi olabilsem. Aslýnda istemiyorum onun gibi olmayý. Öyle kurnazlýklara aklým ermez benim. Ýyisi mi ben gene böyle kalayým.

Bunlarý düþünürken sabah olmak üzereydi. Çeliþkili düþünceler vardý kafamda. Çünkü bazen ablama hak veriyor, bazen de onun gibi düþünenleri suçluyordum. Bazen Necip’in isteklerini yapmaya, bazen de direnmeye karar veriyordum.

Sabahleyin uykusuzluktan þiþmiþ göz kapaklarýmý ovuþturarak iþe gitmek için hazýrlanýyordum. Geç kalarak patron bozuntusu Kenan’ýn konuþmalarýna fýrsat vermemeliydim. Buna raðmen iþe gittiðimde o, yine:

-Ne o güzelim, yoksa bütün gece beni düþünmekten uyuyamadýn mý? dedi.

Mümkün olsa bu adamý kendi ellerimle boðarým. Yýlýþýk, mendebur þey!



**

Defterin sonuna yaklaþtýk. Bu kýsýmda yýrtýlmýþ sayfalar olduðu anlaþýlýyor. Çünkü defterin ciltli kýsmýnda parçalarý kalmýþ. Bu tip defterler birer minik ajanda olduklarý için tarih sýrasýna bakýldýðýnda buradan da bunu anlamak mümkün.

Acaba Sibel bu sayfalara ne yazmýþtý ve neden yýrttý? Yoksa ileride okuduðunda kendisini bile rahatsýz edecek bir þeyler mi karalamýþtý? Sorular çoðaltýlabilir, ama biz defterin son sayfalarýný aktaralým:

**



1 Mayýs 1971

“Her þey bitti artýk. Ben Kenan Mantar’ýn karýsý Sibel Mantar, karnýmda taþýdýðým çocuðumun babasýyla, ama gerçek babasýyla evlendim. Bir kaç gün önce hamile karnýmla giydiðim o bembeyaz gelinliðin bile bana yakýþmadýðýný ve oradaki insanlarýn riya dolu, alay dolu bakýþlarýný hiç unutamýyorum.

Çok da komik bir halim vardý, çünkü neredeyse çocuðum yürüyerek düðünüme gelecekti.

Kocamustafapaþa’da mavi boyalý, tek katlý bir evim var artýk. Bundan böyle evimin hanýmý olacak, çocuk üstüne çocuk doðuracak, onlarý büyütmekle ve tiksindiðim þu adama hizmet etmekle ömrümü geçirecektim. Þimdi bir alýn yazýsý olduðuna ve ne yaparsan yap bunun deðiþmeyeceðine inanmaya baþladým.

**

Aylar öncesine dönüp, olanlarý anlatmaya çalýþayým:

Necip’in isteðini yerine getirecektim. Onunla buluþtuk. Ama olmadý, olmadý… Ýstememe raðmen onun olamadým. Daha doðrusu onun beceriksizliði yüzünden hem hayatým mahvoldu, hem de Necip’i kaybettim.

O gün günlerden Pazar’dý. Bindiðimiz taksinin penceresinden giren rüzgar saçlarýmý daðýtýyordu. Gecekondularýn bolca bulunduðu Zeytinburnu’nda bir evin önünde durdu araba. Nasýl bir evdi, merdiven çýktýk mý çýkmadýk mý hatýrlamýyorum. Girdiðimiz odanýn duvarlarý dergilerden kesilip yapýþtýrýlmýþ açýk saçýk resimlerle doluydu. Onlarý görünce utandým, baþýmý öteki tarafa çevirdim ama orasý da aynýydý. Baþýmý nereye çevirsem ayný resimler karþýma çýkýyordu. Bir ara utanmayý bir kenara atarak bu resimleri incelemeye baþladým. O:



-Bu oda bir seks albümüdür. Bak burada seksolojinin her türlüsünü görebilirsin. Ýlginç pozisyonlar görmek istiyorsan bu tarafa bakmalýsýn. Bunlarý bulmak için çok uðraþmadým. Hepsi yurt dýþýndan gelen dergilerden kesilmiþtir. Almanya’da amcamýn oðlu var, istediðim zaman hemen gönderiyor. Nasýl beðendin mi?

-Bilmem.

Ýtiraf etmek gerekirse bir an önce ne olacaksa olmasýný istiyordum. Necip bir þiþe iyi þarabý mutfaktan alýp getirdi. Yanýna biraz fýstýk ve leblebi de koydu. Kadehleri birbiri ardýna yuvarlarken içmem için bana da ýsrar ediyordu. Derken þiþeler birken iki, ikiyken üç oldu ve dördüncü þiþe de bitti. Fitil gibi sarhoþtu. Ellerimi, yüzümü, ayaklarýmý öpüyor, bir yandan da üzerindekileri çýkarýyordu. Sapýkça þeyler söylüyor, kendisine ayak uydurmamý istiyordu. Her dediðini yaptým, ama öylesine kendinden habersizdi ki oracýða sýzýp kaldý.

Kendine gelmesi için üç-dört saat geçti. Gözlerini açtýðýnda dedi ki:

-Sibel, artýk benimsin deðil mi? En kýsa zamanda seninle evleneceðiz, göreceksin seni senden daha çok seveceðim.

O günden sonra Necip, beni ihfal ettiðini zannederek günlerce aramadý. Umudumu yitirdim, yemeden içmeden kesildim. Yapýlan bu hakareti hazmedemiyordum. On beþ gün sonra tesadüfen yolda karþýma çýkýverdi. Yüzüne ondan nefret ettiðimi haykýrarak oradan kaçtým. En ufak bir tepki vermedi. Ne bir söz söyledi ne de peþimden koþtu.



Ýki gün iþe gitmedim. Kimseyi görecek durumda deðildim. Patron eve haber yollayýp iþe gelmemi, yoksa gelmediðim günleri haftalýðýmdan keseceðini söylemiþ. Mecburen gittim.

Kenan’ýn kollarýna düþtüðüm günü ise lanetle anýyorum. Tatminsizlik içindeydim, biraz da Necip’e inat doyum arýyordum. Bu þartlarda karþýma kim çýkarsa çýksýn onun olacaktým. Þans galiba Kenan’dan yanaydý!...

Kim ne derse desin Kenan, gene de Necip’e göre namuslu bir insanmýþ. Üstelik o da beni sevdiðini söylüyordu. Hamile kaldýðýmý öðrendiði zaman derhal evlenmemiz için ailesini devreye soktu.

Buna raðmen Kenan’a karþý hiçbir þey hissetmediðimi biliyorum. Bir anlýk duygu beni benden aldý. Karnýmdaki çocuðu da sevemedim. Sanki bu çocuk benim caným kaným deðilmiþ de, muzur bir tümörmüþ gibi geliyor.

Bundan sonra yazacak bir þeyim olacaðýný da zannetmiyorum. Bu yarým kalmýþ defter de bir gün benim tarafýmdan ya da baþka birisi tarafýndan okunur mu, onu da bilemiyorum.

Elveda Sibel, elveda güzel günlerim, elveda anýlarým, elveda Nec….

**

Son sözlerinde, bu defterin baþkalarý tarafýndan okunmasýný istemesi içimi biraz rahatlattý. Buna raðmen yine de bu emaneti götürüp ait olduðu yere býrakma kararýndayým..

Sevgili Sibel, senin adýna zamandan bir þeyler kurtarmaya çalýþtým. Umarým beni anlar ve baðýþlarsýn!...

Yarýn erken kalkmalýyým. Ýstanbul trafiði malûm... Sahaflar Çarþýsý’na gitmek birkaç saatimi alacak, ama olsun....

**



2011 yýlýnýn Nisan ayýnýn ortalarýnda bir gün, internetten gelen bir mesaj beni, çok etkiledi. Çünkü mesaj, bu öykü ile ilgiliydi. Gerçi bugüne kadar ayný konuda onlarca mesaj almýþtým, ama sanýrým bu farklý.

Evet, “Bir Aný Defteri Buldum” baþlýklý öyküm çok sayýda okuru çeþitli açýlardan etkilemiþ ve bazýlarý da duygularýný mesaj yazarak anlatmak istemiþlerdi:

“-Defteri bana gönderir misiniz?”

“-Merhaba, ben Sibel. Yýllar sonra defterime kavuþacaðým için çok sevinçliyim. Lütfen, defteri götürdüðünüz kitapçýnýn adresini veriniz!”

“-Baþkasýnýn özel yaþamýný deþifre etmenizi kýnýyorum.”

“-Bu öyküdeki olaylar gerçek mi, yoksa hayal ürünü mü?”

“-1970’li yýllarda bu tür olaylarýn yaþanmýþ olmasýný hayretle karþýladým.”

“-Defteri ben bulmuþ olsaydým, götürüp kitapçýya býrakmazdým. Belki bir gün sahibi çýkar ve defterini alýrdý.”

Þeklindeki ifadeler, gelen bazý mesajlarýn içinde yer alýyordu.

**

Üç-dört gün hiç durmadan yaðmur yaðmýþtý. Nisan ayýnda yaðmurun bol olmasý olaðan bir þeydi belki, ama bu kadarý da fazlaydý. O gün, yaðmurlu havada dýþarýya çýkmak istemedim. Ýnternetle oyalanmaya karar verdim. Bir ara gelen mesaj var mý diye gmail adresime girdim. Bir tane vardý. Tanýdýk birisinden deðildi. O nedenle okumadan silip silmeme konusunda kýsa bir tereddüt yaþadým. Ancak, o sýrada yapacak pek iþim olmadýðý için okumaya karar verdim ve mesajý açtým.

Ýyi ki açmýþým, çünkü belki de tam kýrk sene sonra Sibel ile ilgili bir ipucu yakalamýþ olabilirdim.

Bu öyküyü internet sitelerinde yayýmlamaya baþlayalý ne kadar oldu, tam olarak hatýrlamýyorum. Galiba yaklaþýk 7-8 sene olmuþtur. Önce Oruç Yýldýrým takma adýyla sitelere eklemiþtim, son 5-6 senedir de kendi adýmla.

Az önce de söylediðim ve bazý örneklerini verdiðim gibi mesajlar da almýþtým. Bu mesajlarýn içinde Sibel olduðunu iddia eden çok sayýda kiþiye de rastlamýþtým, ama hiç birisinin iddiasý, inandýrýcý gelmemiþti.

Ancak son mesaj bana “Acaba bunca yýl sonra, Sibel ortaya mý çýkacak?” sorusunu sordurmuþtu. Lafý uzatmadan mesajý aynen veriyorum:

“Ömer bey merhaba. Ben öykünüzde söz ettiðiniz Sibel. Tabii gerçek adýmýn Sibel olmadýðýný siz de biliyorsunuz, ben de. Size defterimdeki anýlarý yayýmlarken gerçek adýmý kullanmadýðýnýz için teþekkür ederim.

Bu öyküyü, ilk defa internette dört sene önce okumuþtum. Bu zaman zarfýnda size yazýp yazmamak hususunda defalarca karar deðiþtirdim. Yazýp da göndermediðim mesajlarýn sayýsý oldukça fazladýr. Bugün ise bütün cesaretimi toplayarak yazmaya karar verdim.

Önce neden yazmaktan çekindiðimi açýklayayým: Geçen hafta onsekiz yaþýna basan bir kýzým var. Onun benim geçmiþimi bilmesini istemiyorum. Etkilenebilir, belki de utanabilir. Hâlâ size yazmakla iyi mi, kötü mü yaptýðýmý o yüzden düþünüyorum.

Her þeye raðmen neden yazdýðýmý da þöyle anlatayým: Bu öykünün yarým kalmasýna gönlüm razý olmadý. Yaþanan olaylar geride birçok soru iþareti býrakmýþ gibi duruyor. Bu öyküyü okuyan insanlarýn bu sorularýn cevaplarýný da bilmeleri gerektiðini, dahasý buna haklarý olduðunu düþünüyorum.

Öykünün devamýný size anlatacaðým. Sýrrýmý kimseye vermeyeceðinizden eminim. Lütfen yanlýþ anlamayýn, size bir güvensizlik olarak da yorumlamayýn; ama içimdeki kuþkuyu bir türlü tam olarak atamýyorum.

Kendimden emin olunca size tekrar yazacaðým. Selamlar. Sibel”

Mesajý okuduktan sonra beþ dakika kadar zihnimi toparlayamadým. Aklým karýþmýþtý. Bitti diye noktaladýðým bir öykü, zorla devam etmek istiyor gibiydi. Sibel olduðunu iddia eden kiþinin söyledikleri doðru olmayabilirdi, ama gerçek adýný kullanmadýðýmý nasýl bilmiþti?

Bir cevap yazdým. Söylediklerini inandýrýcý bulmadýðýmý, daha önce de benzer türden iddialarla karþýlaþtýðýmý, o nedenle ikna edici deliller ortaya koymasý gerektiðini belirttim.

Tam onüç gün Sibel olduðunu iddia eden bu kiþiden bir haber çýkmadý. Nisan ayýnýn son günlerinden birinde ise þöyle bir mesaj aldým:

“Ömer bey, gene ben. Yani Sibel! Sizin kuþkularýnýzý çok iyi anlýyorum. Üstelik bu konuda birçok olay yaþamýþsýnýz. Tabi ihtiyatlý davranacaksýnýz. Ama ben sizi asla aldatmýyorum. Görüþtüðümüzde –ki bu konuda kesin bir karara varmýþ deðilim- size Sibel olduðumu kanýtlayacaðým.

Sizden ricam, bana telefon numaranýzý bildirmeniz. Telefon numaranýz gelince bu mesaj adresini kapatacaðým, çünkü sadece sizinle bu yazýþmalarý yapmak için açmýþtým. O nedenle artýk bu adresten bana mesaj atmayýn, sadece telefonumu bekleyin.

Görüþmeye kesin karar verirsem, sizi mutlaka arayacaðým.

Selamlar. Sibel”

Sibel’in isteðini yerine getirdim, yani sadece telefon numaram yazýlý olan bir mesajý gönderdim. Bundan sonrasý için yapabileceðim bir þey yoktu. Bekleyecektim.

Bu bekleyiþ, öncekinden daha uzun sürdü. Bir aydan fazla bir süre Sibel’den hiç ses çýkmadý. Görüþmemeye karar verdiðini düþünmeye baþlamýþtým. Bu kararýna saygý duymaktan baþka yapacak bir þey yoktu. Üstelik böyle bir karar beni biraz da sevindirdi; çünkü baþkalarýnýn sýrlarýný öðrenmek ve bu sýrlarý saklamak zorunda olmak gerçekten büyük bir yüktü. O nedenle bu suskunluk beni rahatlattý.

Haziran ayýnýn birinci günü telefonum çaldý. Baktým, arayan numara gizlenmiþti. Açtým telefonu. Tanýmadýðým bir bayan sesiydi duyduðum. Sibel olduðunu ve ayýn beþinde Pazar günü saat 12’de Moda’daki bir çay bahçesinde buluþup konuþmak istediðini söylüyordu. Konuþmamýz çok kýsa sürdü ve “iyi günler” bile dilemeden telefonu kapattý.

Sibel topu bana atmýþtý. O yüzden çok sýkýntýdayým. Ne yapacaðýmý, nasýl davranacaðýmý bilemiyorum. Bu 2-3 gün çok zor geçeceðe benziyor!

**

Düþündüðüm gibi oldu ve sýkýntýlý iki gün yaþadým. Bu konu sürekli zihnimi meþgûl etti. Ben unutmak için çaba harcadýkça tersi oldu. Adeta beynimin acýdýðýný hissettim.

Kýzgýndým. Kime mi? Kendime. “Neden gelen mesaja cevap yazdým, neden yanlýþ bir telefon numarasý verip bu meseleyi kapatma yoluna gitmedim? “ Sorularýný sordum durdum. Cevaplar da verdim, ancak bunlarýn hiç biri beni tatmin etmedi.

“Beceriksiz, aptal, düþüncesiz, kafasýz!” diyerek, kendimi suçladým. Bu süre içerisinde ne tek bir satýr okuyabildim, ne de bir tek cümle yazabildim. Konuþulanlarý tam olarak algýlayamýyor, yediðimden içtiðimden tat alamýyordum. Unutmak için uykudan medet umduysam da, o da boþunaydý.

Neyse, Pazar günü sabahý erkenden uyandým. Aslýnda o gece, doðru dürüst uyuyamamýþtým. Gözlerimi açmakta zorlanýyordum. Yüzümü yýkayýnca biraz kendime gelir gibi oldum.

Kahvaltýyý ettikten sonra, geç kalmýþ bir insan gibi kendimi hýzla dýþarýya attým. Evdekilere hiçbir þey söylememiþtim. Hayretle arkamdan bakakalmýþlardý.

Otobüs duraðýna geldiðimde bekleyen üç kiþi olduðunu gördüm. Biraz sonra bir Kadýköy otobüsü duraða yanaþtý. Binmek için bir hamle yapmadým, kayýtsýz bir þekilde otobüse baktým. Bundan üç-dört dakika sonra bir tane daha Kadýköy otobüsü geldi. Deðiþen bir þey yok, ona da sadece bakmakla yetindim.

Üsküdar’a giden bir otobüs durakta durunca bindim. Galiba Sibel olduðunu söyleyen bayanla olan randevuya gitmekten vazgeçmiþtim. Yarým saatlik bir yolculuktan sonra Üsküdar’daydým. Ýndim.

Deniz kenarýna doðru yürümeye baþladým. Burada sakinleþeceðimi, kafamý dinleyebileceðimi sanmýþtým. Yanýlmýþým. Vapurlarýn, motorlarýn, arabalarýn, satýcýlarýn birbirine karýþan seslerini kulaklarým bir çýðlýk gibi algýlýyordu. Güzelim Üsküdar ne hale gelmiþti! Yýllar önce deniz kenarýnda “Hacý Baba Restaurant” vardý. Üst katýna çýkýp bir porsiyon kalkan ve yanýna da bir duble raký söyledin mi, gel keyfim gel! Gözlerim Hacý Baba’yý aradý, ama boþuna. Yýkýlalý kim bilir kaç yýl oldu?

Burasý da beni sarmamýþtý. Vapur iskelesine doðru yürüdüm. Ýskelenin yanýndaki durakta bir otobüste Üsküdar-Kadýköy yazýsýný görünce adýmlarýmý hýzlandýrdým. Ama otobüs hareket emiþti bile. Arkasýndan koþmaya baþladým. Þoför aynadan beni farketmiþ olmalý ki yavaþladý ve en arka kapýyý binmem için açtý.

Kadýköy’de otobüsten inip yürümeye baþladým. Ortalýk kalabalýktý. Orta yaþlý bir bayan bana çarptý, bir delikanlý ayaðýma vurdu, çiçek satan bir çingene kýzý elindekileri bana doðru uzattý; neredeyse gözümün içine sokacak. Hepsine kaba kaba söylendim. Aksilikler bugün hep benimle olacak gibi. Nitekim, yayalara yeþil yanarken geçtiðim halde hemen yanýmda biten bir taksi plakalý aracýn fren sesiyle irkildim. Durabilmiþti, ancak tersi de olabilirdi. Sürücüsüne pis pis baktým, o ise sýrýtýyordu.

Kadýköy çarþýsýnda balýkçýlarýn olduðu yerde bir birahane var. Her Kadýköy’e indiðimde mutlaka oraya uðrarým. Orasý benim “zamaný durdurma” deneyleri yaptýðým yerdir. Zamaný durdurma dediysem bu saatlerce filan zannedilmesin; sadece bir an…

Dýþarýdaki masalardan birine yüzümü deniz tarafýna dönerek oturdum. Arkamda bir manav vardý ve her zamanki gibi adam sebze-meyvelerini düzeltmekle uðraþýyordu. Arada bir yeþilliklere su atýyor, birkaç damla da benim payýma düþüyordu. Sað tarafta bir balýkçý, onun yanýnda et satan bir dükkan, bitiþiðinde tarihi bir çeþme, bir kilise sýralanýyordu.

Ben bir þey söylemeden garson masaya servis açmýþ ve bir bardak birayý da koymuþtu bile. Biraz sonra da benim sipariþ vermemi beklemeden arnavut ciðerini ve midye tavayý getirecekti. Böylece o sormak, ben de söylemek zahmetine katlanmýyordum.

Kafamý kaldýrýp karþý tarafa baktým. Ýnsan doluydu. Çarpmamasý için etraftakileri uyarmak amacýyla baðýran bir delikanlý, balýk kasalarýný yüklediði bilye tekerlekli arabayý çekerek geliyordu. Çeþmenin yanýna oturmuþ olan bir kedi balýklara bakýyordu. Delikanlý benim yanýmda durdu, bir balýk alýp kediye atarken “Al, bu da senin göz hakkýn.” Deyip arabayý çekmeye baþladý.

Kedi, atýlan balýða þöyle bir göz attý. Ýsteksiz bir þekilde balýðý ön ayaklarýnýn arasýna aldý. Yiyeceðini zannettim. Hayret, yemiyordu. Ön ayaklarýndaki balýðý sýmsýký tutarak sýrtüstü yuvarlanmaya baþladý. Yuvarlanmadan vazgeçip balýðý býrakýp yarým metre kadar geriye çekildi ve oradan balýðýn üzerine atladý. Bu oyun birkaç dakika sürdü. Karnýnýn aç olmadýðý belliydi. Balýk aðzýnda oradan uzaklaþtý ve ben oturduðum süre içinde de bir daha ayný yere gelmedi.

Saate baktým. Tam 11.00’i gösteriyordu. Burada daha yarým saat oturabilirdim. Zamaný durdurdurma deneylerine baþlamak istiyordum. Karþýdan gelen yaþlý, ama dinç bir adam, gene birbirine yaslanarak yürüyen yaþlý bir çift, ikisi kýz birisi erkek kalabalýða aldýrýþ etmeden yanyana yürümekte ýsrar eden üç genç bu insan kalabalýðýnda dikkatimi çekenlerdi. Bir an, yaþlý ama dinç dediðim adamýn yüzü adeta dondu, midye dolu tabaðý masaya koymak isteyen garsonun eli havada kaldý, gençlerin adýmlarý kopan bir filmin son karesi gibi durdu. Ýþte benim zamaný durdurmam böyle oluyor. Tabi az sonra herþey kaldýðý yerden devam edecekdi. Adamýn yüzü eski halini alacak, garson tabaðý masaya koyacak, gençler yürümelerini sürdürecek…

Bir de zamaný gerilere götürmeyi denemeliyim, diye düþündüm. Mesela kýrk yýl geriye. Neden kýrk yýl? Yoksa Sibel’in aný defterini yazmaya baþladýðý yýllara mý gitmek istiyordum? Evet, istediðim buydu. Denedim, ama baþarýsýz oldum.

Sibel’in nasýl bir görüntüsü olduðunu tahmine çalýþtým. Orta halli bir bayanýn üzerindeki giysilere sahip, etli dudaklý, yeþil gözlü, zayýf biri olmalýydý. Boyu uzun, elleri ince, yüzünde yýllarýn ve çektiði acýlarýn izleri olan kýrýþýklýklar…

**

Yýllarca kaldýðý müzeden çýkarýlýp sefere konulan trmvayýn içinde, Bahariye’ye doðru yol alýyorum. Aracýn içindeki yolcularýn çoðu orta yaþýn üzerinde, genç denebilecek sadece bir-iki kiþi var. Tramvay rahatsýz edici bir metalik ses çýkararak ilerliyor. Her duraða yaklaþtýðýnda duramayacak, frenleri tutmayacak sanýyorum, ama zorla da olsa duruyor ve beni yanýltýyor. Yeniden kalkmasý ise umulandan biraz daha uzun sürüyor.

Anlaþýlacaðý gibi, randevuya gitmeye karar vermiþtim. “Gidersem ne kaybederim? Bir-iki saat. Bugüne kadar bir-iki saati boþ yere hiç mi harcamadým? Ya doðruysa söyledikleri? “ Diye düþünmüþ ve tramvay duraðýna gitmek amacýyla birahaneden ayrýlmýþtým.

Bahariye caddesindeki yokuþu çýktýktan sonraki ilk durakta tramvaydan indim. Modadaki çay bahçesine doðru yürümeye baþladým. Yaklaþtýðýmda bir simitçiye rastladým. Ýki tane simit aldým.

Bahçedeki masalardan birine oturdum. Buradan giriþ kapýsýný rahatlýkla görebiliyordum. Garson gelip bir arzum olup olmadýðýný sordu. “Biraz sonra!” diyerek bu soruyu cevapladým. Arkamdaki masada iki delikanlý ve bir kýz yüksek sesle bir konuyu tartýþýyorlardý. Sesleri yüksek çýktýðý için dikkat çekiciydi. Tartýþma bazen el þakalarýna dönüþüyor, sandalye ayaklarýnýn çýkardýðý seslere gülüþmeler karýþýyordu.

Saat 12’yi geçmiþti. Bu ana kadar kapýdan tek baþýna giren sadece iki bayan olmuþtu. Bunlardan biri gençti ve o nedenle Sibel olamazdý. Diðeri orta yaþýn biraz üzerindeydi, ama kendisini bekledikleri anlaþýlan bir masadan sallanan ellere doðru yönelmiþti.

Benim yakýnýmdaki bir masadan boþ bardaklarý toplayan garsondan bir çay istedim. Çayýn gelmesi fazla sürmedi. Simitlerden birisini çayla yemeðe baþladým.

Simit bitince masanýn üzerine dökülen kýrýntýlarý toplayýp bahçe duvarýnýn kenarýna çekilmiþ olan tel örgünün yanýna býraktým. Az sonra bu kýrýntýlarý fark eden iki güvercin oraya geldi. Kuþlarý gören bir kedi de yavaþ ama dikkatli adýmlarla onlara doðru yaklaþmaya baþladý. Kuþlarla arasýndaki mesafe 3-4 metreye inince durdu ve oradaki küçük bir çukurun içinde pusuya yattý. Hafif kabarýk sýrtýndan her an saldýrýya geçmeye hazýr olduðu anlaþýlýyordu. Kuþlar hiçbir þeyin farkýnda deðilmiþ gibi görünüyorlardý, ancak kedi ile aralarýnda olan mesafeyi de hiç azaltmýyorlardý. Bu nedenle tehlikeyi sezmiþ olduklarý sonucuna varmýþtým.

Dakikalarca bu ölüm-kalým oyununu izledim. Deðiþen bir þey olmadý. Yani ne kedinin ne de kuþlarýn farklý bir hareket yapmak gibi niyetleri vardý.

Buraya gelme amacýmý unutmuþtum. Merakla kuþlarýn ve kedinin bu oyunlarýný seyrediyordum. Derken lüks bir arabanýn motor ve fren sesi önce kediyi hareketlendirdi. Kedinin hareketlendiðini gören kuþlar da kanatlarýný çýrparak uçup gittiler. Araba durdu, þoför inip arka kapýyý açtý, içinden þýk giyimli bir bayan çýktý.

Bence arabadan inen bayanýn Sibel olma ihtimali yoktu. O nedenle fazla dikkat etmedim, ama o þýk bayanýn biraz sonra çay bahçesinin kapýsýndan hýzlý adýmlarla girerken, bir taraftan da çantasýný karýþtýrdýðýný, telefonunu çýkarýp numara çevirdiðini ve telefonu kulaðýna götürdüðünü gördüm. Birkaç saniye sonra da benim telefon çaldý. Baktým. Bilinmeyen bir numaraydý. Telefonu açtým:

-Ömer bey, ben buluþacaðýmýz yere geldim. Siz orada mýsýnýz, yoksa ben gecikince gittiniz mi?

-Hayýr gitmedim. Sizi bekliyorum.

-Neredesiniz? Sizi göremiyorum.

-Tam karþýnýza bakýn, 7-8 metre ileride ayakta duruyorum.

-Tamam gördüm.

Dedi ve yanýma geldi.

Orta yaþýn biraz üzerinde, saçý baþý yapýlý, makyajlý ve oldukça pahalý giysiler giymiþ olan orta boylu, toplu ama þiþman denemeyecek bir kiloya sahip bir bayandý karþýmdaki. Benim hayal ettiðim Sibel’e pek benzemiyordu. Gözlerinin yeþil olduðunu düþünmüþtüm, kahverengiydi. Dudaklarý da etli deðil, incecikti.

Oturduktan sonra bir müddet dinlendi ve konuþmaya baþladý:

-Geciktiðim için sizden özür dilerim. Ýnanýn bilerek, isteyerek olmadý. Trafik engeline takýldýk. Kaza olmuþ. Tam birbuçuk saat sanki çakýlýymýþ gibi hiç hareket etmeden beklemek zorunda kaldýk. Beklemeyip gideceksiniz diye endiþelendim. Lütfen kusura bakmayýn.

-Rica ederim. Ýstanbul’da yaþamayý seçenler maalesef bu tür aksiliklerle her zaman karþýlaþabilirler. Bu þehir, hepimize bazý bedeller ödetiyor.

Sýký sýkýya sarýldýðý çantasý kucaðýndaydý. Bu komik durumu kendisi de fark etmiþ olmalý ki gülerek çantasýný masanýn üzerine koydu. Ýçinden bir paket sigara çýkardý. Ýçip içmeme tereddütünden sonra:

-Bir sakýncasý var mý? Diye sordu.

-Rica ederim, buyrun, deyince de sigarasýný yaktý.

Sigarasý bitinceye kadar konuþmadý. Ben de söze nasýl baþlayacaðýma, ne diyeceðime, ne soracaðýma bir türlü karar veremediðimden susuyor, onun konuþmasýný bekliyordum.

-Mesajýnýzdan anladýðým kadarýyla bana inanmamýþsýnýz. Aklýnýzdaki kuþku ve sorulara bugün açýklýk getireceðim.

-Kusura bakmayýn. Bu sizden kaynaklanmýyor. Daha önceki deneyimlerim beni bu konuda oldukça kuþkucu olmaya zorladý. Ýkna edici delillere sahip olduðunuzu söylemiþtiniz. Belki düþüncelerimi bu delillerle deðiþtirmeye muvaffak olursunuz.

-Bunu baþaracaðýmdan eminim. Dedi ve çantasýndan kimliðini çýkarýp, bana uzattý. Ve ekledi:

-Sibel’in gerçek adýný hatýrlýyor olmalýsýnýz. Çünkü aný defterinde yazýyordu.

-Evet, hatýrlýyorum.

Dedim ve kimliðe baktým. Doðruydu.

-Sibel’in þimdi kaç yaþýnda olmasý gerekiyor?

-Tam olarak söylemem mümkün deðil; defterde bu konuda kesin bir bilgi yoktu. Ama tahminime göre 55 ile 58 arasý olabilir.

-Kimlikteki doðum tarihine bakar mýsýnýz?

-Evet bu da tutuyor.

-Þimdi bana inandýnýz mý?

-Tam deðil. Ad ve doðum tarihi benzerliði olabilir.

-Peki, gerçek adýmý kullanmayýp Sibel olarak beni tanýtmanýzý nasýl bildim? Bu da mý sizce bir kanýt deðil?

-Böyle bir þey yapacaðýmý tahmin etmiþ olabilirsiniz.

-Size son olarak sizden ve benden baþka kimsenin bilemeyeceði bir bilgi daha sunacaðým.

Dedi ve yere düþen bir bardaðýn kýrýlma sesiyle yerinden fýrladý.

-Bardak düþmüþ olmalý. Korkmayýn.

Dedim. Arka masadaki gençler þakanýn dozunu kaçýrdýklarýndan bardaðýn kýrýlmasýna neden olmuþlardý.

-Ýsterseniz, yerimizi deðiþtirelim. Daha sakin bir yere gidebiliriz, dedim.

-Ýyi olur, dedi ve oradan kalkýp çay bahçesinin en ucundaki bir masaya oturduk.

Öksürmeye baþladý. Öksürmesi duracaða benzemiyordu. Bitince:

-Sigaradan olmalý, çok mu içiyorsunuz? Diye sordum.

-Hayýr, sigaradan deðil. Benim derdim baþka!

-Sözünüz yarým kalmýþtý.

-Evet, tamamlayayým: Sadece sizin ve benim bildiðim bir bilgi var demiþtim.

-Evet, nedir o bilgi?

-Öyküdeki bütün kahramanlarýn adlarýný deðiþtirdiniz mi?

-Evet, deðiþtirdim.

-Hayýr deðiþtirmediniz. Daha doðrusu bir tanesinin adýný aynen verdiniz. Onun kim olduðunu söyleyeceðim.

Söyledi. Doðruydu ve karþýmdaki bayan, kesin olarak Sibel’di. Bu durum beni gerçekten heyecanlandýrmýþtý.

-Bitmedi, dedi ve elini çantasýna atýp bir defter çýkardý, bana uzattý. Anýlarýný yazdýðý defterden farklýydý; ama içini açtýðýmda yazýlarýn ayný olduðunu gördüm.

-Sibel’in yazýsýný hatýrlýyor musunuz? Buradakilere benziyor mu?

-Evet benziyor. Ayný. Siz Sibelsiniz…

-Þükürler olsun. En nihayet baþarabildim.

-Aklýma takýlan bir soru var: Sizin mesajýnýzdan anladýðýma göre 18 yaþýnda bir kýzýnýz varmýþ. Halbuki aný defterinin sonlarýnda hamile olduðunuzu söylüyordunuz. Yani 39-40 yaþlarýnda bir çocuðunuz daha olmalý.

-Evet, o zaman hamileydim, ama o çocuk doðmadan öldürüldü.

-Doðmadan öldürüldü mü? Kim ve neden öldürdü?

-Babasý tarafýndan öldürüldü. Anlatayým: Evlendikten sonra Kenan bana bir ay kadar iyi davrandý. Sakin bir hayat sürüyorduk. Annesinin bize gelmesiyle bu huzurlu ortam bozuldu. Kayýnvalidem benden hoþlanmýyordu ve bunu her fýrsatta belli ediyordu. Düðünde takýlan para ve altýnlarý ondan isteyince çok sinirlendi. Halbuki düðün gecesi, çalýnmasýn diye ne kadar para ve altýn varsa -hatta buna kolumdaki bilezikler de dahil- hepsini bir bohçaya sardý ve ertesi gün bana teslim edeceðini söyleyerek götürdü. Aradan geçen bir aylýk zaman içinde bu sözünü yerine getirmedi. Ben de takýlarý istedim. Çok bozuldu, sinirli bir þekilde yanýmdan ayrýldý. Bu kýzgýnlýkla evine gideceðini sandým, gitmedi; oðlu akþam iþten dönünceye kadar bekledi. Ben mutfakta yemek hazýrlarken o, içeride oðlunu benim aleyhime doldurdu. Tam olarak ne konuþtuklarýný duyamýyordum, ama kulaðýma gelen birkaç kelimeden beni þikayet ettiðini anlamýþtým. Sofrayý hazýrladým, çorbalarý taslara koyduktan sonra sofraya oturdum. Tam kaþýðýmý elime almýþtým ki Kenan’ýn bir tokadý ile neye uðradýðýmý þaþýrdým. Hiçbir þey sormadan, konuþmadan bana vurmuþtu. Kayýnvalidem oðlunun bu davranýþý karþýsýnda tepki vermedi, sadece soðuk bakýþlarýyla beni süzdü. Aðlayarak sofradan kalktým ve yatak odasýna gidip kendimi karyolanýn üzerine attým.

Sibel olanlarý anlatýrken adeta tekrar yaþýyordu. Gözlerinden süzülen yaþlarý silmek için konuþmasýna ara verdi. Tam o sýrada garson geldi ve Sibel çay içmek istediðini söyledi.

-Üzülecekseniz konuyu deðiþtirelim, dedim.

-Hayýr deðiþtirmeyelim. Anlatmak istiyorum. Kýrk yýldýr yaþadýðým birçok olayý kimse ile paylaþamadým. Bunlarý tekrar tekrar kendime anlattým durdum. Oysa þimdi anlatýp rahatlamak istiyorum. Hiç olmazsa ömrümün son günlerini bu yükten kurtulmuþ olarak geçirmek arzusundayým.

-Ömrünüzün son günleri mi? Ne demek istediniz, anlayamadým!

-Lafýn geliþi caným. Siz benim her söylediðimi ciddiye almayýn.

-Peki, öyle olsun. Sizi dinliyorum.

-Dayaktan sonra o geceyi bizde geçiren kayýnvalidem, ertesi sabah evine döndü. Kenan’la dört gün tek kelime bile konuþmadýk. Dördüncü günün gecesi yaptýklarýnýn hesabýný sormaya karar verdim. Birkaç cümle söylemiþtim ki kafama aldýðým bir yumrukla yere yýkýldým. Öfkesini alamamýþ olmalý ki düþtüðüm yerde beni tekmeleye baþladý. Kaç tekme vurdu bilmiyorum. Sadece, ortalýk kan içinde kalýnca paniklediðini hatýrlýyorum. Bayýlmýþým. Ayýldýðýmda bir hastanedeydim ve baþucumda kayýnvalidem vardý. Onu görünce bir çýðlýk attým. “Bu kadýný burada istemiyorum, alýn götürün þunu!” diye baðýrmaya baþladým. Hemþire ve doktorlar baðýrýþýmý duyup içeri girdiklerinde onlara da kayýnvalidemi buradan çýkarmalarýný istediðimi söyledim. Dediðimi yaptýlar, rahatlamýþtým. Daha sonra baþka bir doktor gelerek beni muayene etti ve bebeðimi kaybettiðimi uygun bir þekilde anlattý. Olumsuz bir tepki göstermediðimi görünce doktor biraz þaþýrýr gibi oldu. Lütfen beni kýnamayýn, ama doðrusu bebeðin düþmesine hiç üzülmemiþtim.

Garson çaylarý getirdi. Diðer simidi Sibel’e uzattým. Ortadan bölüp yarýsýný bana vermek istedi. O gelmeden önce simit yediðimi söyleyip teþekkür ettim. Ýþtahla simidi yemeye baþladý.

Simidi bitirince birer çay daha istedik. Sibel hemen bir sigara yaktý. Birkaç nefes çekti. Bir telefon sesi duyuldu. Sibelin telefonuydu, açtý ve kýsa kýsa birkaç kelimelik cevaplar vererek konuþmayý sonlandýrdýktan sonra, ayaða kalktý.

-Gitmek zorundayým. Nedenini sormayýn. Size daha sonra anlatýrým.

-Çayýnýzý içseydiniz bari! Þimdi gelir…

-Ne olur beni baðýþlayýn! Gitmem lâzým. Ben sizi en kýsa zamanda arayacaðým. Alllahaýsmarladýk.

Dedi ve hâlâ elinde olduðunu farkettiði sigarasýný tablada söndürüp, hýzlý adýmlarla kendisini bekleyen arabasýna doðru yürümeye baþladý.

Þoförün açtýðý kapýdan arabaya binmeden önce benim bulunduðum tarafa doðru baktý, hafifçe gülümsedi ve el salladý…

**

Sibel, sözünü tuttu. Üç gün sonraya randevu verdi. Ayný çay bahçesinde buluþacaktýk. Saat 18.00’de.

Yarým saat önceden gittim. Gene güvercinlerle biraz oyalandým. Denizi seyrettim. Manzara dinlendirici, serin esen rüzgar rahatlatýcýydý. Bir ara hava bulutlanýr gibi oldu. Hatta biraz yaðmur bile çiseledi, ama bu uzun sürmedi. Birkaç dakika sonra bulutlar daðýldý, güneþ deniz tarafýndan kendini göstermeye baþladý.

Randevu saatinden beþ dakika önce bir dört çeker arabanýn çayhanenin bahçe duvarýnýn yanýndaki yolda durduðunu ve içinden Sibel’in indiðini gördüm.

Yanýma geldiðinde yüzü gülüyordu, sevindirici bir olay yaþamýþ olmalýydý.

-Gülmek size yakýþýyor, güzelliðinizi ortaya çýkarýyor, dedim.

-Ne olur böyle demeyin, sonra bu sözünüzü gerçek zannedip inanýveririm. Ýltifatýnýza teþekkür ederim. Kýzým yurt dýþýnda tahsil yapýyor, birkaç günlüðüne geldi. O nedenle çok sevinçliyim. Aslýnda bu günlerimi onunla geçirmek isterdim, ama arkadaþlarý ile buluþmaya gitti. Ben de o yüzden buraya geldim. O gün buradan acele ile ayrýlmamýn sebebini de böylece öðrenmiþ oldunuz. Geleceðini haber vermemiþti, sürpriz yapmak istemiþ. Eve gidince aramýþ ve ben de apar topar kalkmak zorunda kalmýþtým.

Dedi,ancak ben buna inanmadým. Bu konuda yalan söylediðini düþünüyordum.

-Önceki görüþmemizde soracaktým, unutmuþum. Benim aný defterimi bulduðunuz, daha sonra da götürüp býraktýðýnýz kitapçýnýn adresini verebilir misiniz?

-Adres olarak veremesem de tarif edebilirim. Fakat neden bunu istediðinizi anlamadým. Oraya gitmeyi düþünüyor olamazsýnýz! Yoksa yanýlýyor muyum?

-Evet. Çünkü gidip o kitapçýyý bulmak ve defterimi aramak istiyorum. Biliyorum, bulamama ihtimalim çok yüksek. Buna raðmen ileride “keþke gidip bir baksaydým” dememek için oraya gideceðim.

Kitapçýnýn bulunduðu yeri tarif ettim ve o da geçen günkü konuþmasýna kaldýðý yerden devam etti:

-Hastanenin kokusu çok rahatsýz ediciydi. Her nefes alýþýmda bu rahatsýzlýðý hissediyordum. Buna nasýl tahammül edeceðimi bilemiyordum, ama iki gün sonra bu kokuya alýþtým; artýk beni eskisi kadar rahatsýz etmiyordu. Hastane personeli, bana karþý çok iyi davranýyorlardý. Refakatçimin olmayýþý tuhaflarýna gitse de bunu bana sezdirmemeye çalýþýyorlardý. Ziyaret saatlerinde de, ne gelenim ne de gidenim vardý. Hastanede yattýðým süre içinde o kocam olacak alçak, namussuz iki kere geldi. Aðzýmý bozduðum için sizden özür dilerim. Ne kadar dikkat etmeye çalýþsam da bazen birden bire gene, o varoþlarýn kýzý Sibel oluveriyorum.

-Önemli deðil. Lütfen kendinizi sýnýrlandýrmayýn, içinizden geldiði gibi davranýn, dedim.

Daha önceki görüþmemizde dikkatimi çekmeyen baþka bir þey daha vardý: Sibel arada bir, hafifçe zýplama refleksi gösteriyordu. Bu hareketi karþýsýndaki kiþiyi ve kendisini rahatsýz ediyordu. Ben sormadan o anlattý:

-Bu zýplamalarým o günden kalma. Bir türlü engel olamýyorum. Bazen seyrek, bazen de çok sýk… Utanýyorum baþkalarýnýn yanýnda olunca.

-Hangi günden kalma?

-O adamýn haberim olmadan yüzüme tokat patlattýðý günden. Onca yýl geçti, bunun bir çaresini bulamadým. Sadece bu olsa gene iyi. Bir de o günden beri kötü bir olay olacakmýþ ya da kötü bir haber alacakmýþým gibi bir düþünce sürekli zihnimi iþgal ediyor. Habersiz yakalanmamak için tetikte bekliyorum. Gerçi beklediðim o kötü þeyler olmadý, olmuyor; ancak bu gerçeði kendime anlatamýyorum.

Sibel’in neþesi kayboldu, aðlamasa da gözleri doldu. Elleriyle masaya birkaç kere vurdu. Konuyu deðiþtirmek için garsona iþaret ettim. Geldi. Sipariþlerimizi verdik.

-Evet, o adam iki kere ziyaretime geldi. Bir þeyler söyledi. Özür mü diledi, piþmanlýðýný mý anlattý, yoksa hakaret mi etti bilmiyorum. Söylediklerinin benim için hiç önemi olmadýðýndan tek bir kelimesini bile dinlemedim. Yüzümü öteki tarafa çevirip gözlerimi kapattým. Fazla durmadý, gitti. Ýkincide de ayný tepkiyi verince bir daha gelmedi. Hastaneye yattýðýmýn altýncý gününde odadaki boþ olan yataða bir hasta getirdiler. Altmýþ yaþlarýnda bir bayandý. Üç tane kýzý vardý yanýnda. Bir tanesi refakatçý olarak kaldý, diðerleri gitti. Kadýnýn rahatsýzlýðýnýn ne olduðunu þimdi tam olarak hatýrlamýyorum. Üç gün acý içinde kývrandýðýný, sabahlara kadar baðýrdýðýný ise hiç unutmadým. Geceleri onun sesinden gözüme uyku girmiyordu. Kýzý defalarca benden özür diledi. Ne hastanýn ne de kýzýnýn bu konuda elinden bir þey gelmesi söz konusu deðildi. Dördüncü gün, kadýný ameliyata götürdüler. Giderken gözlerimiz karþýlaþtý. Ne tuhaf? Yüzünde bir sûkunet vardý. Sanki günlerdir baðýran o deðildi. Üç-dört saat sonra kýzý, odaya geldi ve annesinin eþyalarýný aceleyle toplayýp, aðlayarak orayý terketti. Ben sormadým, o da ne olduðunu bana açýklamadý. Bir daha o hastayý odaya getirmediklerine göre, ne olduðu belliydi.

Sibel, bir sigara içimi kadar süre için izin istedi. Konuþurken yorulmuþ, nefes alýþý hýzlanmýþtý. Yorulmasý gayet normaldi, çünkü sadece konuþmakla kalmýyor olaylarý bir kez daha yaþýyordu. Beden dilindeki tepkilerden bunu anlamak mümkündü.

Sigarasý bittikten sonra 10-15 dakika kadar daha konuþmadý. Ben de konuþmasý için üstelemedim, kendiliðinden anlatmasýný tercih ediyordum. Sonunda konuþmaya baþladý:

-Hastaneye geleli iki haftayý geçmiþti. Artýk iyileþtiðimi hissediyordum. Odanýn içinde dolaþarak geçirdiðim süre, yatarak geçirdiðim süreden daha fazlaydý. Doktorum da bunu farketmiþti. Ýstersem bir-iki güne kadar taburcu olabileceðimi söyledi. Ben bu açýklama karþýsýnda susmayý tercih ettim. Doktor ve hemþireler gittikten sonra “buradan çýktýðýmda ne yapacaðým?” sorusunun cevabýný bulmaya çalýþtým. Önce panikledim, sonra da kara kara düþünmeye baþladým. Evime, o adamýn yanýna gitmek istemiyordum. Anneme gitsem kabul etmezdi, çünkü ben evlendikten sonra ablam Tuðba tek baþýna kalamadýðý için onun yanýna sýðýnmýþtý. Bu bile evli olduðu adamýn kavga çýkarmasýna neden olmuþtu. Annemin önceki kocasýndan olan ablam Fatma’nýn da beni kabul edeceðini zannetmiyordum. Çünkü, kabul etse bile orada yapamazdým. Serseri kocasý hep iþsizdi. Bu fakirlikle beni barýndýramazlardý. Yanýna sýðýnabileceðim samimi olduðum bir arkadaþým da yoktu. Yani anlayacaðýnýz çaresizdim, çaresiz!..

Aðzýndan çýkan son kelimeleri oldukça yüksek sesle söylediðini farkeden Sibel özür diledi. Yanýmýzdaki masalar boþtu. Buna raðmen ilerideki masalardan bazý insanlarýn baþlarýný bizden tarafa çevirdiklerini gördüm.

-Lütfen sakin olun, heyecan yapmayýn. O yýllar artýk geride kaldý, dedim.

-Evet o yýllar artýk geride kaldý, bu doðru. Peki, öyleyse neden bir gölge gibi bu tatsýz anýlar beni takip ediyor? Ne denir bunlara? Takýntý mý, kabûs mu?

-Bir uzmandan yardým alarak bu hoþ olmayan durumlarýn da üstesinden gelebilirdiniz.

-Dediðinizi de yaptým. Yýllarca psikiyatrist ve psikologlara taþýndým. Kucak dolusu para verdim. Ýþte buna karþýlýk bulduklarý çözüm bu, yani karþýnýzdaki sorunlu Sibel.

-Öyle demeyin. O tedavileri uygulamasaydýnýz, çok daha kötü durumda olabilirdiniz; ya da felaketle sonuçlanabilecek eylemler yapabilirdiniz?

-Belki de intihar ederdim, deðil mi? Onu da düþündüm. Nereye gideceðime karar vermeye çalýþtýðým o gün, odamýn penceresinin yanýna geldim, camý açtým. Aþaðýya bir göz attým. Oldukça yüksekti. Bahçedeki aðaçlara, çiçeklere, yeþil çimenlere baktým. Sadece baktým, güzel miydiler farkýnda deðildim. Aþaðýda bekleþen çok sayýda insan da vardý. Hasta yakýnlarý veya muayeneye gelmiþ kiþiler olmalý. Birkaç otomobil ve iki tane ambulans gözüme iliþti. Üçüncüsü de sirenlerini açmýþ geliyordu. Birden gözümün önünden bu gördüklerimin hepsi kayboldu. Adeta her þey silindi. Baþka bir mekana ve zamana geçmiþ gibiydim. Uzaydan bir kamera ile dünyayý gözlediðimi zannettim. Kocaman yuvarlak bir þey. Kamera görüntüyü yaklaþtýrdý. Ne akarsular, ne denizler, ne ormanlar, ne þehirler, ne de insan ve hayvanlar vardý bu dünyada. Var olan sadece devasa bir çöldü. Her taraf incecik kumla doluydu, görüntü ilerledikçe arada bir kum tepecikleri de gözüme çarpýyordu. Uzaydan bir cisim atýldý bu çöle. Atýlan cisim bendim. Hayret, yere çakýlmadým. Bir kuþ gibi kondum sýcak kumlarýn üzerine. Ayaklarým yere basýnca saðýma soluma, önüme arkama bakýndým. Gözlerimin önünde uzanýp gidiyordu adeta sonsuzmuþcasýna bu çöl. Yürümeye baþladým. Ne kadar yürüdüm bilemem. Bildiðim tâ ki çöldeki o korkunç hortum yanýma gelince durmak zorunda kalýþýmdýr. Korkmuþtum. Bana zarar vermeyeceðini anlayýnca rahatladým. Uysal bir hayvan gibi ayaklarýma sürtünmeye baþlayýnca, týpký bir ata biner gibi üzerine bindim ve havalandým. Çok güzeldi, tarifi imkansýz bir mutluluk yaþýyordum. Bir kadýnýn çýðlýðý ile tekrar bu dünyaya döndüm. Kadýn bir yandan baðýrýp çýðlýk atýyor, bir yandan da beni çekerek pencere kenarýndan uzaklaþtýrmaya çalýþýyordu. “Ne yaptýðýný sanýyorsun sen? Bizim de baþýmýzý belaya sokacaksýn. Çekil þu pencerenin kenarýndan! “ deyince intihar etmek istediðimi zannettiðini anladým. Böyle bir amacýmýn olmadýðýný söylediðimde “Yalan söyleme! Vücudunun yarýdan fazlasý pencerenin dýþýndaydý…” dedi.

Biraz dinlendikten sonra, tekrar konuþmaya baþladý:

-Hemþire bu olayý anlatmýþ olmalý ki biraz sonra doktor yanýma geldi ve bana davranýþýmýn nedenini sordu. Fazla detaya girmeden özetledim ve beni biraz daha hastanede tutmasý ricasýnda bulundum. Kabul etti. Þimdi en azýndan birkaç günlük zaman kazanmýþtým. Ne yapacaðýma, nereye gideceðime rahat rahat karar verebilirdim.

Güneþ batmak üzereydi. Sanki batmamak için direniyor gibi bir hali de vardý . Bir bulut güneþin önünden hýzla geçti. Beþ dakikadýr çay bahçesinin etrafýnda dolaþan bir martý, bundan vazgeçip güneþe doðru uçmaya baþladý. Nefis bir manzara vardý gözlerimin önünde: Kýzýl ve mavinin karýþýmý bir renk, beyaz kanatlarý renk deðiþtirmiþ bir martý.

Sibel’in yüzü, beyaz teni kýzarmýþ gibi görünüyordu. Güneþ de iþte direnmeye son vermiþ ve hýzla batmýþtý.

-Beni dinlemiyorsunuz, daldýnýz. Diyen Sibel’in sesi beni kendime getirdi.

-Evet, bir an dalmýþým bu harika doða manzarasý karþýsýnda. Kusurumu baðýþlayýn.

-Sizi anlýyorum, ama bu manzaranýn size tattýrdýðý hazzý ben doðrusu hiç tanýmýyorum. Bunun için lütfen beni kýnamayýn. Kýnamayýn da; bazý duygularý yitirdiðimi, yitenlerin ise kolay geri kazanýlmadýðýný düþünün.

-Haklý olabilirsiniz. Nerede kalmýþtýk? Lütfen devam edin.

-Hayýr devam etmeyeyim. Ben müsaadenizi rica edeceðim. Kýzýmdan önce evde olmak istiyorum. Yolumuz oldukça uzun.

-Buraya uzak bir yerde mi oturuyorsunuz?

Diye sordum. Duymamazlýktan geldi. Ayaða kalktý, elini uzattý, kendisini bekleyen arabasýna doðru yürüdü…

Sibel gittikten sonra daha bir müddet oturdum. Güneþ batmýþtý, ancak gökyüzü, çýkan yýldýzlarla bir baþka büyüleyici güzelliðe bürünmüþtü. Denizden süzülerek giden ýþýklarý seyrettim, bunlarýn gemilerin ýþýklarý olduðu aklýma bile gelmedi. Görünmeyen becerikli bir elin ýþýk oyunlarý olduðunu düþündüm.



***



Telefonda Sibel vardý.

-Yarýn saat 20.00’de buluþalým. Sizin için uygun mu?

Diye soruyordu. “Evet, uygun.” Cevabýný alýnca da Çamlýca’da bir lokanta adresi verdi ve hemen ekledi:

-Benim misafirimsiniz. Önceden anlaþalým da sonradan bir sorun çýkmasýn: Hesaplar benden. Yani sizi ben aðýrlayacaðým. Kabul etmezseniz, bu buluþmayý iptal etmek zorunda kalýrým.

Kararlaþtýrdýðýmýz saatte, lokantanýn otoparkýnýn yanýndan geçip, kapalý bölümüne girdim. Etrafa bakýndým, birkaç masa doluydu. Ýçeride Sibel’i göremeyince arka bahçeye açýlan kapýya yöneldim. Burada mükellef bir þekilde donatýlmýþ masanýn baþýnda beni bekliyordu. Çok önceden geldiði belliydi. Çünkü böyle bir masayý hazýrlatmak için zamana ihtiyaç vardý.

Bana doðru yürüdü, elini uzattý. Gösterdiði yere oturdum.

-Bu kadar zahmete hiç gerek yoktu, dedim.

-Rica ederim. Ne zahmeti… Bir kere de randevuya sizden önce ben geleyim, dedim. Sizi beklerken zamanýmý da masanýn hazýrlanmasýyla uðraþarak geçirdim. Öykünün devamýný çeþitli sitelerde yayýmlamýþsýnýz. Okudum.

-Yazýlanlar, anlattýklarýnýzla örtüþüyor mu?

-Evet. Konuþmalarýmýzý belleðinizde çok iyi muhafaza etmiþsiniz.

-Teyp gibi herhangi bir ses kaydý aracý kullanmadan, anlattýklarýnýzý aynen vermeye çalýþtým. Ancak bazý noksanlar ve eklemeler de yapmýþ olabilirim.

-Ses alma cihazý ile yapacaðýmýz bir konuþmayý zaten ben kabul etmezdim. Ben olduðumu sonradan kanýtlayacak bir delil býrakmak istemiyorum. Son okuduðum bazý yorumlarda özel bir yaþama ait bazý sýrlarýn açýklanmasýnýn doðru olmadýðý þeklinde deðerlendirmeler vardý.

-Kimi okurlarýn bu konudaki hassasiyetlerini anlayýþla, hatta takdirle karþýlamak gerekir.

-Size katýlýyorum. Ben, bu okurlarýn endiþelerini gidermek için konuyu açtým. Benim gerçekte kim olduðum bilinemeyeceðinden, yapýlanlar etik açýsýndan yanlýþ deðildir.

Hava yavaþ yavaþ kararmaya baþlamýþtý. Köprünün ýþýklarý, boðaza ayrý bir güzellik katýyordu. Rüzgâr hafiften esmesine raðmen, adeta aðaçlarýn yapraklarýna etkileyici bir müzik yayýný yaptýrýyordu. Garson geldi, sipariþleri alýp gitti. Sibel tekrar konuþmaya baþladý:

-Öyküyü anlatmaya devam edelim: Hastaneden taburcu olmam gereken gün geldi çattý. Doktor, defalarca özür dileyerek beni çýkarmak zorunda olduðunu anlattý. Yatak imkanlarýnýn sýnýrlý olmasý, yatacak hasta sayýsýnýn artmasý gibi birçok mazeret sýraladý durdu. O gün çýkmam gerekiyormuþ. Odamda bana ait olan dolaptaki eþyalarýma hiç bakmamýþtým. Neyim vardý bilmiyordum. Hatta giyecek bir elbisem var mý, ondan bile haberim yoktu.

-Hastaneye geldiðiniz ilk günlerde, eþiniz veya kayýnvalideniz ihtiyacýnýz olabilecek þeyleri getirmiþ olmalýlar.

-Dolabý karýþtýrdýðýmda, bir elbisemin, ayakkabýlarýmýn ve içi boþ sayýlabilecek çantamýn olduðunu gördüm. Giyinip beklemeye baþladým. Hemþire geldi. Beni almasý için bir yakýnýma telefon edebileceklerini söyledi. Hangi yakýnýma? Kime? Böyle biri var mýydý gerçekten? Hemþireye kendim gidebileceðimi söyledim. Evraklarýmý hazýrladýlar, birkaç yere de imza attýrdýlar. Az sonra da hastanenin bahçesindeydim. Yürümekte zorlandýðýmý farkettim. Aðrým, sýzým yoktu, ama her adým atýþýmda ayaklarým kasýlýyordu. Yürümeyi yeni öðrenen bir bebek gibiydim. Küçük adýmlarla yürümeyi denedim. Ellerinde evraklarla dolaþan insanlar, beyaz önlüklü saðlýk personelleri, ilâç torbalarýný sallaya sallaya gelenler, yerdeki sigara izmaritleri, kâðýt parçalarý, aðaçlardan dökülmüþ kurumuþ yapraklar, yüksek sesle konuþanlar hatta baðýranlar… Þaþkýndým. Olanlarý anlamaya çalýþýyordum. Gördüklerim bana çok yabancý geliyordu. Oturacak yer aradým, yoktu. Kaldýrýma çöktüm. Etrafýma bakýndým. Yarým saat kadar bir zaman geçince normale döndüðümü anladým. Aklýma çantamýn içinde para olup olmadýðýna bakmak geldi. Çünkü en basidinden bir yere gitmek için bile para lâzýmdý. Çantamýn içinde para yoktu. Yürüyerek gidecektim. Nereye? Bilmem! Hastanenin çýkýþ kapýsýndaki görevliye sahile nasýl gideceðimi sordum. Tarif etti. Sahile gitmek isteyiþimin bir nedeni yoktu, aklýma ilk gelen yer olduðu için sormuþtum.

-Eviniz hastaneye yakýn mýydý?

-Uzak sayýlmazdý, sayýlmazdý da benim evime gitmeye hiç niyetim yoktu. Ne pahasýna olursa olsun, oraya gitmeyecektim. Orasý hariç her yere gidebilirdim. Sahile geldim. Kýyýya vuran dalgalarý izledim. Kendimi buradan denize býrakmayý düþündüm. Denize atladýðýmý, soðuk suyun vucudumu titrettiðini, tuzlu suyun aðzýma girdiðini, çýðlýk attýðýmý, çýðlýðýmý duyan birilerinin gelip beni kurtardýðýný, vucuduma yapýþmýþ yaþ elbisem ile banklardan birine uzattýklarýný, beni almak için bir ambulansýn geldiðini ve hastaneye doðru hareket ettiðimizi bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçirdim. Anlaþýlacaðý gibi bu sadece bir filmdi. Gerçekle herhangi bir iliþkisi yoktu. Yalnýzlýðým bir kez daha aklýma geldi. Þu koskoca dünyada tek baþýna bir Sibel! Bir yer bulup oturdum. Ellerimi baþýmýn arasýna alýp ne yapabileceðimi düþünmeye çalýþtým. Aklýma hiçbir þey gelmiyordu. Bir bayan sesi duydum, kafamý ona doðru çevirdim. Oturmak için izin istiyordu. Kýrk yaþlarýnda, eli yüzü temiz birisine benziyordu. Konuþkandý. Adýnýn Sabahat olduðunu söyleyip benim adýmý sordu. Sesi yumuþaktý. Birkaç dakika içinde kýrk yýllýk dost gibi konuþmaya baþlamýþtýk. Ustaca sorduðu sorularla benim hikayemin bir kýsmýný öðrenmeyi baþarmýþtý. Tek baþýna kaldýðýný, bir can yoldaþý aradýðýný, istersem durumumu düzeltene kadar onun yanýnda kalabileceðimi, bana geliri yüksek iyi bir iþ de bulabileceðini söyledi.

Garson sipariþleri getirince Sibel, masadaki mumlarý yakmayý unuttuðumuzu hatýrladý. Doðrusu ben fark etmemiþtim. Garsondan yakmasý için rica etti ve konuþmasýný sürdürdü.

-Bu bayan onunla gitmem konusunda beni ikna etti. “Sabahat haným, ben sizin bu iyiliðinizi nasýl öderim?” dediðimde “Haným, yok! Sabahat abla var. Aþk olsun ne ödemesi?” diye cevap verdi.

-Demek ki iyi insanlar da varmýþ bu dünyada!

-Ben de öyle sanýyordum, ama… Biraz sabredin de öyle olup olmadýðýna karar verin. Neyse, Sabahat abla, bir taksi çevirdi ve onun Kumkapý taraflarýndaki evine gittik. Burasý bakýmlý bir bahçesi olan, iki katlý güzel bir evdi. Bulunduðu yer de oldukça sakin bir sokaktý. Yüksek bahçe duvarlarý ile çevrili olan bu evin gizemli bir havasý vardý. Sabahat abla, bana yemek hazýrladý. Ben yedim, o seyretti. Neden yemediðini sorduðumda, akþama arkadaþlarý geleceðini, onlarla birlikte yiyeceðini söyledi. Bana üzerime bir þeyler almam için bir miktar para da verdi. “Yanlýþ anlama, borç veriyorum. Ýleride kazanýnca ödersin.” Dedi. Ayrýca akþam arkadaþlarý geldiðinde benim odama çýkmamý, zaten yorgun olduðumu, daha sonra arkadaþlarýyla tanýþmak için bol bol bol zamanýmýz olacaðýný söyledi. Ben de biraz sonra izin isteyip, bana gösterdiði üst kattaki odaya gidip hemen yattým. Uyumuþum. Bir ara uyandým. Aþaðýdan konuþmalar, gülüþmeler ve tokuþturulan kadeh sesleri geliyordu. Demek ki Sabahat abla, misafirleriyle eðleniyordu. Tekrar uykuya dalmýþým. Yan odadan gelen seslerle uyandýðýmda vaktin oldukça geç olduðunu anladým. Kalkýp odanýn ýþýðýný açýnca duvardaki saatin bu tahminimi doðruladýðýný gördüm. Yan odadaki sesler devam ediyordu. Konuþmalardan ve çýkarýlan seslerden orada seks yapýldýðýný anlamamak mümkün deðildi. Sabahat ablanýn bana bulacaðý iþ de böylece belli olmuþtu. Uyumamaya ve sabahý beklemeye karar verdim. Ancak kendimden geçip dalmýþým. Gözlerimi açtýðýmda çoktan gündüz olmuþtu. Duvardaki saate bir kez daha baktým. Dokuzu biraz geçiyordu. Hemen giyinip çantamý aldým ve aþaðý kata indim. Kimsecikler yoktu ortalýkta. Ýçkinin ve geç yatmanýn etkisiyle demek ki evdekilerin hepsi uyuyordu. Kendimi dýþarýya attýðýmda rahatlamýþtým. Dar bir sokakta ilerlemeye baþladým. Yürüdüm, yürüdüm. Sonunda Sultanahmet’e geldiðimi gördüm. Oradan Bayazýt tarafýna doðru devam ettim. Bir lokantada karnýmý doyurup Kapalýçarþý’ya girdim. Saatlerce orada oyalandým ve ne yapacaðýma karar vermeye çalýþtým. En sonunda istemeyerek de olsa evime dönmemin en doðru karar olduðu sonucuna vardým.

Konuþmanýn burasýnda aniden durdu. Yüzünde tiksinti duyan bir insanýn ifadesi vardý. Anlattýklarýndan aþýrý bir þekilde etkilendiði belliydi. Kadehimdeki son yudum rakýyý içip, garsona seslenip bir tane daha istedim. Konuyu deðiþtirmek amacýndaydým.

-Hava biraz serinledi. Ýsterseniz içeriye geçelim ya da görüþmemizi burada sonlandýralým, dedim.

-Hayýr, içeri girmek ya da konuþmayý kesmek istemiyorum. Devam edeceðim: Evimin kapýsýný açýp içeri girdim. Girerken attýðým ilk adýmýn bana çok derin acýlara mal olacaðýný hissediyordum. Burasý bir mezar kadar soðuktu. Bana dört duvarý olan bir sýðýnaðýn dýþýnda saðlayacaðý bir avantajý da yoktu. Gelmekle iyi mi, kötü mü ettiðimi deðerlendirebilecek durumda da deðildim zaten. Vakit öðleni geçmiþ olduðundan kocam iþe gitmiþti. Gece geç saatte geldi. Beni gördüðü halde, hiçbir þey söylemeden gitti yattý. Ne hastaneden ne zaman çýktýðýmdan, ne de dün geceyi baþka birisinin evinde geçirdiðimden haberi vardý. Bana karþý bu aldýrmaz tavrý bir hafta kadar sürdü. Keþke hep böyle davransaymýþ! Çünkü bir gün gecenin geç bir saatinde, tekme vurarak yattýðým odanýn kapýsýný açtý. Çok korkmuþtum. Beni dövecek sandým. Þaþkýn þaþkýn kendisine baktým. Yataðýn baþucu kýsmýna büzülüp oturdum. Benimle birlikte olmak istediðini, kadýnlýk görevimi yapmam gerektiðini yüksek sesle söyledi. “Hayýr!” cevabýný duyunca üzerime saldýrdý. Geceliðimi ve diðer giysilerimi yýrtarak çýkardý. Baðýramadým, çýðlýk atamadým. Baþkalarýnýn duyacaðýndan, rezil olacaðýmdan çekiniyordum. Direnmeye çalýþtým, gücüm yetmedi. Sonuçta benimle zorla iliþkiye girdi. Daha doðrusu bana tecavüz etti. Olay sýrasýndaki ve sonrasýndaki duygularýmý tam olarak anlatacak kelimeler bulamýyorum. Aþaðýlanmýþtým. Hem de ne aþaðýlanma! O alçaktan nefret ederken, kendimden de iðreniyordum. Pis, iðrenç bir yaratýða benzediðimi ve herkesin de bana bu gözle baktýðýný sanýyordum. Rüyalarým bile deðiþmiþti. Þu rüyayý günlerce tekrar tekrar gördüm: “Üst tarafýna tiþört giymiþ, alt tarafý ise çýplak olan arkasý dönük bir adamýn sol elinde, kafasý kesik; ama tam koparýlmamýþ bir tavuktan kanlar damlýyor, ayný adamýn sað elinde ise bir býçak var. Adam yürüyor, arkasýndan bir kedi de yerdeki kan izlerini koklayarak onu takip ediyor. Bir ara kedi tavuða doðru bir hamle yapýyor, bunun üzerine adam, ani bir refleksle dönme giriþiminde bulunuyor…” Her defasýnda rüyanýn tam burasýnda, çýðlýk atarak uyanýyorum ve sabaha kadar gözümü bile kýrpmadan yataðýn içinde oturuyorum. Tecavüzler aylarca devam etti. Bu sapýktan kurtulmamýn tek yolunun onu öldürmek olduðunu anlamýþtým. Nasýl yapacaðýma da bir komþumla konuþurken öðrendiklerim sayesinde karar vermiþtim. Sonuçta beni idam bile etseler, bu iðrençliðe son verecektim.

-Bunda ciddi olamazsýnýz, dedim. Ama yüzündeki kararlýðý görünce ciddi olduðunu anladým.

-Ciddiydim. Benim oturduðum mahallede çok seyrek de olsa görüþtüðüm iki tane komþum vardý. Bunlardan Fatma ile bir gün benim evde konuþuyoruz. Laf döndü dolaþtý onun bir tanýdýðýnýn kocasýndan gördüðü eziyetler canýna tak edince adamý öldürdüðü konusuna geldi. “Kocasý uyurken kulaðýna kýzgýn yað dökmüþ.” Dedi. “Olur mu öyle þey, adam döker dökmez acýyla uyanýr,” Dedim. “Uyanmaya zamaný kalmýyormuþ ki, hemencecik ölüyormuþ.” Diye itiraz etti. Bu konuþma bana bir fikir vermiþti. Ayný yolu ben de deneyecektim.

Dedi ve Sibel, aðlamaya baþladý. Yüzündeki donuk ifade ve gözyaþlarý… Týpký bir heykelin yüzünden süzülen yaðmur damlacýklarý gibiydi. Aðlamasý fazla uzun sürmedi. Bitince uzun süre suskun kaldý. Lafa baþladýðýnda ise önce özür diledi:

-Sizin de gecenizi zehir ettim. N’olur kusura bakmayýn!

-Özür dilemenize gerek yok. Benim açýmdan zehir olan bir gece de yok. Ben sadece olaylarý tesbit etmeye çalýþýyorum. Bu konuda duyarsýz davranmak zorundayým. Olaylardan etkilenirsem, okuyucuya gerçekleri aktarmak konusunda zorlanýrým. Anýlarýnýzý anlatmanýzý bu gecelik bitirmenizi rica edeceðim. Biraz da etrafa bakýn, boðazýn þu þairlere, yazarlara ilham veren, onca eser yazdýran manzarasýný seyredin.

-Ben boðazý görmüyorum ki… Sadece bakýyorum. Benim evimin penceresinden de boðaz görünüyor, ama bana deðil! Doðru dürüst zevk aldýðým, hoþlandýðým þey o kadar az ki! Para ile bu hazlara ulaþabileceðimi bilsem, servetimin önemli bir kýsmýný hiç düþünmeden verirdim. Ancak tabi ki bu, hiçbir zaman mümkün olamayacak bir istek.

Uzunca bir süre burada anlatmaya deðmeyecek konulardan konuþtuk. Kendisini toparlayýnca da kalkmaya karar verdik. Beni arabasýna davet etti. Binince þoföre:

-Önce Ömer beyi evine býrakalým, dedi.

Þoför bana adresimi sormadan arabayý harekete geçirdi. Yol boyunca söylemek benim de aklýma gelmedi. Tam evimin önünde duran arabadan indikten sonra, zihnimde koskocaman bir soru iþareti belirmiþti…



***



Bu görüþmeden bir hafta sonra bir mektup aldým. Mektubun üzerinde gönderenin adresi yazmýyordu. Pulun üzerindeki damgadan Bakýrköy’den postaya verildiðini anladým. Zarfý açtým, Sibel’den geliyordu.

Demekki Sibel, benim hakkýmda birçok þeyi biliyordu. Ama ben onun hakkýnda sadece anlattýðý kadarýný bilecektim. Zaten böyle olduðu, þoförün adresimi sormadan beni evime getirmesinden de belliydi. Bu durum, benim için o kadar önemli deðildi. Sibel’in bu þekilde davranmasýnda onu haklý kýlacak birçok neden olabilirdi.

Mektup bilgisayarda yazýlmýþtý. Ancak mektupta, bilgisayarda yazýlmýþ olmasýna raðmen sonradan üzeri tükenmez kalemle karalanmýþ ve çizilmiþ satýrlar vardý. Silmek istediklerini neden bilgisayardaki tuþlar vasýtasýyla yapmayýp bu yolu seçtiðini anlayamamýþtým.

Aslýnda benzeri durumla Sibel’in aný defterinde de karþýlaþmýþtým. Çünkü onda da üzeri çizilmiþ ve karalanmýþ satýrlar vardý. Bazýlarý iyice karalanmýþ ve çizilmiþ olmasýna raðmen okunabiliyordu: Küfür ve hakaret içeren sözcükler!

Lafý uzatmadan mektuba geçelim: “Ömer bey, sizinle olan son görüþmemizde yaþadýðým olaylarý anlatýrken çok rahatsýz oldum. Ayný durumu tekrar yaþamamak için, mektup yazmaya karar verdim. Lütfen bunu bir saygýsýzlýk olarak kabul etmeyin ve beni anlayýþla karþýlayýn.” Diye baþlayan mektup þöyle devam ediyordu:

Kocamý öldürecek ve bu rezilliðe bir son verecektim. Günlerce bunu baþaracaðým konusunda kendime telkinde bulundum. Bir sabah erkenden uyandým, kararýmý uygulayacaktým. “Pis sapýk, alçak herif sonun geldi! Yaptýklarýnýn hesabýný gebererek ödeyeceksin!” Diye içimden söyleniyordum. Bu söylenmem, bana cesaret verdiði gibi haklý olduðum konusunda kendimi ikna etmemi de saðlýyordu.

Kenan’ýn uykusu çok aðýrdý. Erken uyanma gibi bir alýþkanlýðý da yoktu. Öðlene yakýn bir saate kadar uyurdu. Buna raðmen “Ya uyanýrsa!” ihtimali aklýma gelmedi deðil. Mutfaða gittim. Tezgah üzerinde iki günlük bulaþýk yýkanmayý bekliyordu. Ýçine yað koyacaðým uygun bir kap bulmalýydým. Aklýma ilk gelen cezve oldu. Saða baktým, sola baktým, mutfak dolaplarýnýn içini karýþtýrdým; fakat cezveyi bir türlü bulamadým. Yok, yok, yok! Her gün gözümün önünde duran cezveyi, bugün bulamýyordum. Aksilik bu ya! Caným sýkýlmýþtý. Birden gözüme kepçe iliþti. Ayný iþi kepçe de görebilirdi. Ýçine yað doldurup, yaktýðým ocaðýn üzerine yerleþtirdim.

Yað kaynayýnca ocaðý söndürdüm. Kepçeyi tutan elimin titrediðini farkettiðimde kendime cesaret verecek sözler mýrýldandým. Fayda etmedi. Üstelik þimdi ayaklarým da titremeye baþlamýþtý. Korkuyordum, hem de çok korkuyordum. Bir insaný öldürmek öyle kolay mýydý? Elimde cezve birkaç adým attým, bu arada birkaç damla yaðý da yere dökmüþtüm. Titreme giderek arttý, son bir hamle ile mutfak tezgahýna yanaþtým ve cezvenin içindeki kaynar yaðý mutfak musluðunun altýndaki eyvenin içine boþalttým. “Cozzz !” sesi ile birlikte havaya yükselen buhar ve üzerime sýçrayan kýzgýn yað damlacýklarý… Neredeyse yanacaktým.

Bu deneme maalesef baþarýsýzlýkla sonuçlandý. Böylesi daha iyi oldu, diyemiyorum. Çünkü bu baþarýsýzlýðýn bedeli yýllarca süren dayak ve tecavüz olacaktý.

Bu berbat durum ne kadar devam etti, tam olarak hatýrlamýyorum. Yýllarca sürdüðü kesin de, ne kadar? Ama bir gün bitti. Evet bitti. Nasýl mý? Anlatayým:

Öyle bir gün geldi ki, ben acýya karþý duyarsýzlaþtým. Hislerim tamamen yok oldu. Yediðim dayaklar canýmý acýtmamaya baþladý. Dahasý tecavüze uðradýðým zaman da hiçbir þey hissetmiyordum. Tepkisiz, acayip bir yaratýk olmuþtum. Dövüyor aðlamýyorum, tecavüz ediyor itiraz etmiyorum, baðýrmýyorum. Robot gibi bir beden…

Bu durum o adamý dayak ve tecavüzden vazgeçirdi. Ben, itiraz etmeyince, direnmeyince yaptýðý þeylerden zevk almamaya baþlamýþtý. Bu da iþte böyle bir sapýktý! Onu çözmüþtüm, ancak ben de ben olmaktan çýkmýþtým. Bana hiç iliþmiyordu artýk. Geç saatte ve çoðunlukla sarhoþ olarak eve geliyor, yatýp uyuyor, sabahleyin kalkýyor, o günlük ihtiyaçlar için biraz para býrakýyor ve iþe gidiyordu.

Aynaya baktým bir gün. O acayip yaratýðý yani beni gördüm: Sarý kara karýþýmý bir beniz, avurtlarý çökmüþ zayýf bir yüz, normalden çok büyük patlak gözler, damaklardan ileriye doðru fýrlamýþ kirli diþler, daðýnýk saçlar…

Görüntü ve davranýþlarým diðer insanlarýn da dikkatini çekmeye baþlamýþtý. Dýþarýya çýktýðýmda çocuklar arkamdan “Deli deli, kulaklarý küpeli!” Diye baðýrýyorlardý. Ben onlara cevap vermeyip yoluma devam ediyordum. Bazý çocuklar daha da ileri giderek oramý buramý çekiþtirdiklerinde onlarý kendimden uzaklaþtýrmak için iteliyordum. Eðer bu sýrada kazara çocuðun birisi yere düþerse, etraftaki büyüklerden “Çocuða öyle bir tokat patlattý ki… Deli kuvveti var kadýnda. Ufacýk çocuðu öldürecekti… Bu deliyi týmarhaneye kapatmalý.” Þeklinde sözler duyuyordum. Söylenenlere tepki vermeden oradan uzaklaþýyordum.

Kýraathanenin dýþýndaki masalara oturup sohbet eden erkeklerden biri “Ne oldum demeyeceksin arkadaþ, ne olacaðým diyeceksin. Þu kadýna bir bak. Dünya güzeliydi eskiden, ya þimdi? Vah vah…” dediðini duyduðumda da aldýrýþ etmemeye çalýþýyordum.

Halimi görüp acýyan komþulardan biri, beni hastaneye götürdü. Doktor muayene etti ve ilâç yazdý. Komþuma “Siz bu bayanýn nesi oluyorsunuz? Bayanýn kocasý var mý?” Diye sordu. “Komþusuyum. Evet, kocasý var.” Cevabýný alýnca, “Durumu aðýr, bir akýl hastanesinde müþahade altýna alýnmasý gerekir. O nedenle kocasýna haber verin, gelip benimle görüþsün.” Dedi.

Kenan’ý gece geç saate kadar bekleyen komþum, doktorun söylediklerini ona aktardý. O, hiç umursamadý bile. Aylar geçti. Görüntüm ve davranýþlarým giderek kötüleþti. Ýlâçlar da fayda etmiyordu. Sonunda mahalleden muhtar ve birkaç kiþi birlik olup Kenan’ý ikna ettiler.

Sonra, evet sonra da akýl hastanesindeki yaþamýma baþladým. Ben olaylarýn farkýndaydým. Konuþulanlarý anlýyordum. Fakat, soru sorulursa cevap vermediðim gibi, yapýlan bir davranýþa karþý da tepkide bulunmuyordum. Ýtiraz etmiyordum, bir istekte de bulunmuyordum.

Akýl hastanesindeki þartlar çok kötüydü. Beni verdikleri koðuþta 40-50 tane hasta kadýn vardý. Yatak sayýsý yeterli olmadýðýndan bazý yataklarda iki kiþi yatýyordu. Koðuþun zemini kara betondu ve çok pisti. Birkaç günde bir, usulen paspas atýlýyordu.

Hastalarýn çoðunun sýrtlarýndaki giysileri eski ve yýrtýktý. Çýrýl çýplak dolaþanlar bile vardý. Bazý hastalar beton üzerinde yatýyorlar, sonra da hastalandýklarýndan günlerce acý acý baðýrýyorlardý.

Hastanedeki personel sayýsý çok azdý. Personel hastalara iyi davranmýyordu. Hastalarla alay ediyorlar, baðýrýyorlar, küfür ediyorlar, kimi zaman da sorun çýkaranlarý dövüyorlardý.

Bir kadýncaðýz hepimizin gözü önünde baðýra baðýra öldü. Onun öldüðünü gören bir baþka hasta kadýn, cesedi yere atýp yataðýna yerleþti. Sabahleyin koðuþa gelen hastabakýcý ve hemþireler kadýnýn yerde yatan çýplak cesedini gördüler. Çýplaktý, çünkü bir ara bazýlarý üzerindeki giysileri çalmýþ olmalýydý. Ama nedense ceset, ancak tam bir gün sonra koðuþtan kaldýrýldý.

Etrafa saldýran, oldukça tehlikeli hastalar da vardý. Sebepsiz yere bir insana zarar verebilirlerdi. Onlarla kavgaya girenlerin hemen hepsi çok büyük zararlar gördüler. Bana da bir-iki kere sataþtýlar. Ben onlara karþý da herhangi bir tepki vermeyince benimle uðraþmaktan vazgeçtiler.

Koðuþtaki insanlarý bir köþeye çekilip gözlüyordum. Hastalarýn çoðunun söz ve davranýþlarýnýn yarým olduðunu farkettim. Mesela konuþurken konuyu yarýda kesip baþka bir konuya geçiyorlardý. Ya da koðuþun içinde diyelim ki bir hasta, birisinin yanýna gitmek için yürümeye baþlamýþ, birkaç adým atýp vazgeçiyor ve baþka bir tarafa yöneliyordu.

Doktorlar çok seyrek uðruyorlardý. Ýlaçlarý hemþireler getiriyorlardý. Ýlaç almak istemeyen hastalarý da çoðunlukla dövüyorlardý. Yemekler çok kötüydü. Bu kötü yemekleri bile bir baþkasýna kaptýrmadan yemek büyük bir maharet gerektiriyordu.

Bu arada ben hastaneyden ihtilal olmuþ, asker yönetime el koymuþ. Tabi bunu ben çýktýktan sonra öðreniyorum. Çünkü biz içerideyken dýþ dünya ile herhangi bir iliþkimiz sözkonusu deðildi. Olaylardan haberimiz yoktu, daha doðrusu bunlar bizi ilgilendirmiyordu.

Size akýl hastalarýnýn, kimilerinin deyimiyle delilerin arasýnda geçen yýllarýmdan bazý anýlarýmý anlattým. Aslýnda o kadar çok þey var ki anlatacak!

Mektubu burada kesmek zorundayým. Gene yazacaðým. Hoþça kalýn.

**

Sibel’in mektubu burada bitiyordu. Her þeyi anlatacaðýný zannederken ani bir kararla mektubu sonlandýrmýþtý. Gelecek olan mektubu beklemek gerekecekti.

**

Sibel’den gelen ilk mektubun üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçtikten sonra ikincisi de geldi.

Mektubu okuduktan sonra anladým ki, Sibel’le olan bu iliþkim, adeta býçak sýrtýnda gidiyordu. Her an bitebilirdi. Mektubun baþýnda uzun uzun anlatýlanlardan bu kanaate varmýþtým. Defalarca yazdýðý mektuplarý silmiþ, vazgeçtiðini bildiren mektuplar yazmýþ ve en sonunda da bunu göndermeye karar vermiþ…

Tabi bu þartlar altýnda benim yapabileceðim pek fazla bir þey yok. Bu öykü ile ilgili vereceði bir olumsuz kararý deðiþtirebilmem mümkün deðil. O yüzden sabýrla, onun özgür iradesi ile yapacaðý davranýþlarý beklemek durumundayým.

Mektubun baþ kýsmý az önce de söylediðim gibi bu konularla ilgili. Aslýnda bunlar okuyucuyu pek ilgilendirmeyeceðinden, konu ile ilgili kýsmýný aktarýyorum:

“Akýl hastanesinde yattýðým günlerde “Ben deli miyim?” sorusunu kendime sorduðum zamanlar oluyordu. Her defasýnda cevabým “Hayýr”dý. Çevremde olup bitenlerden haberdardým, diðer hastalarla kendimi mukayese ettiðimde farklý olduðumu anlýyordum. Olaylara karþý kayýtsýzdým, hiç kimse ile konuþmuyordum, kendi iç dünyamda yaþýyordum. Ama tehlikeli durumlardan korunmasýný da biliyordum.

Mevsim kýþtý. Çünkü hava soðuktu. Ancak “hangi ay, ya da yýl?” diye sorarsanýz cevaplandýramam. Buradaki zamaný algýlama þeklim normal yaþamýmdakinden farklýydý. Günlerden ne olduðu, hangi ayda bulunduðumuz veya kaç yýlýydý gibi sorular beni hiç ilgilendirmiyordu. Zaman ile ilgili olarak sadece sabah, öðlen ve akþamý biliyordum. Uyandýktan sonra kahvaltý ettiðimde sabahtý, yemek yeme zamaný geldiðinde öðlendi ve hava kararmaya baþladýðýnda veya ikinci yemekte de akþamdý. Bildiðim bu kadardý ve bu da bana yetiyordu.

Öðlenleyin kar yaðmaya baþladý; tâ ertesi günün sabahýna kadar. Her taraf bembeyaz olmuþtu. Derken öðlen biraz geçince hava açtý, güneþ yüzünü gösterdi. Hatta kar yavaþ yavaþ erimeye baþladý. Sonra, hava gene kapattý. Soðuk arttý. Pencerenin yanýna gidip dýþarýya baktýðýmda aðaçlarýn dallarý sanki camla kaplanmýþ gibiydi. Demek ki eriyen kar sularý, ani soðuk nedeniyle buza dönüþmüþtü.

Koðuþtakilerin hemen hepsi yataklarýna yatmýþlar, yorganýn altýna girmiþlerdi. Yoksa soðuktan baþka türlü korunamazlardý. Çoðu zaman olduðu gibi, o gün de kaloriferler yanmýyordu. Kazan dairesinden gelen çekiç sesleri yapmaya çalýþtýklarýnýn iþaretiydi. Bu tamirat iþinin biraz uzun süreceðini tahmin ediyordum, çünkü önceki tecrübelerimden bunu öðrenmiþtim.

Üþüdüm. Pencere kenarýndan ayrýlýp yataðýma gittim. Az önce koðuþta ayaktaki tek kiþi benim sanýyordum, yanýlmýþým. Benden baþka bir kiþi daha vardý. Yürürken çýkardýðý gürültüden kim olduðunu tahnin etmiþtim: Belâ geliyordu…

Evet bu kadýn, tam bir belâydý. Geçen gün onu bizim koðuþa getirdiklerinde görünüþünden bile korkmuþtum. Cüsseli, iri yarý, pazulu, güçlü-kuvvetli bir kadýn. Yüksek sesle konuþuyor, o konuþurken bir baþkasýnýn konuþmasýna asla tahammül edemiyordu. Saldýrgandý. Sebepli sebepsiz insanlara vuruyor, yiyeceklerini ya da eþyalarýný ellerinden çekip alýyordu.

Bana doðru yürüdüðünü gördüm. Geldi, baþucumda durdu. Bana kötü kötü baktý. Ben de ona baktým. Sonra bakýþlarýmý kaçýrýp, baþýmý yorganýn altýna soktum. Bir yandan da bir an önce defolup gitmesi için dua ettim. Ayak seslerinden gittiðini anladým, yorganý baþýmdan indirip arkasýndan baktým.

Yataðýna gidip yatacaðýný sandým, öyle olmadý. Bir karyolanýn yanýnda durdu. Orada 18-19 yaþlarýnda bir genç kýz yatýyordu. Ona doðru saldýrýya geçti. Bir þeyler almak ister gibiydi. Kýz da vermemek için direniyordu. Kýzý karyoladan aþaðýya atýp, üzerine çýktý ve çiðnemeye baþladý. Kýz çýðlýk atýyordu. Biz ise hepimiz bu olayý sadece seyretmekle yetiniyorduk. Dakikalarca kýzý çiðnedi. Bu da yetmemiþ olmalý ki kýzcaðýzý havaya kaldýrýp duvara çarptý. Genç kýzýn bedeni yere yýðýldý kaldý. Hareketsizdi ve artýk baðýrmýyordu. Büyük bir ihtimalle ölmüþ olmalýydý.

Baðýrýþlarý duyan iki hastabakýcý içeriye girdi. Bunu gören kadýn, onlara karþý da saldýrýya geçti. Hastabakýcýlar koðuþtan kaçmakta buldular çareyi. Hastanedeki diðer personelden yardým alýp tekrar geri döndüler. 7-8 kiþi bu saldýrgan hastayý zor zaptettiler ve oradan götürdüler. Sonra da kýzcaðýzýn bedenini bir sedyeye koyup dýþarý çýkardýlar.

Bir daha ne bu hastayý ne de kýzý gördüm. Bu olay koðuþtaki hastalarýn hemen hepsini etkilemiþti. Soðuða korku da eklendiðinden, ben dahil tir tir titreyen hasta sayýsý oldukça fazlaydý.

Koðuþtaki yaþamýn eski haline dönmesi fazla sürmedi. Olaydan sonraki gün, ne Belâ’yý ne de ölen kýzcaðýzý hatýrlayan vardý. Yalnýz bir deðiþiklik olmuþtu. O da koðuþta bir hastabakýcýnýn sürekli nöbet tutmasýydý. Doktorlarýn da daha sýk gelmeye baþladýklarýný söylemek gerekir.

Bir gün doktor ve iki hemþire koðuþa geldiler. Ben dahil dört kiþiyi seçtiler ve bize “Eþyalarýnýzý toplayýn.” Dediler. Taburcu edileceðimizi düþünmüþtük. Ama onlar bizi baþka bir odaya götürdüler. Sanýrým Belâ’dan sonra bazý tedbirler almayý düþünmüþlerdi. Çünkü koðuþta baþka saldýrgan hastalar da vardý. O nedenle bu saldýrgan hastalarýn, bizim gibi sessiz, kendisini koruyamayacak durumda olan hastalara zarar vermesini önlemek için böyle bir tedbir düþünmüþ olmalýlar.

Yeni odamýzda tam on tane yatak vardý. Biz dört kiþiye yerlerimiz gösterildikten sonra bir yatak boþ bile kalmýþtý. Yani þimdilik burada dokuz kiþiydik.

Duvar kenarýna sýralanmýþ, çoðunun kapaðý kýrýk dolaplardan boþ olan bir tanesine eþyalarýmý koydum. Eþyalarým dediðim de ufacýk bir bohça…

Bu oda, daha aydýnlýktý, ötekine göre sýcaktý da. Yerlerin pisliði bakýmýndan diðerinden farký yoktu. Bir de rahatsýz edici aðýr bir koku vardý. Galiba kanalizasyondan geliyordu. Neyse ki bu kokuya da alýþacaktým. Burada çok uzun süre kaldýðýmý tahmin ediyorum.

Þu ifadem çok klasik bir söz olacak, ama söylemeliyim: Bu odada ben birinci “yeniden doðuþumu” yaþadým. Neden birinci? Çünkü ikincisi de var. Demek ki hayat insaný her zaman aðlatmýyor, güldürdüðü ve sevindirdiði zamanlar da oluyormuþ…

Yeniden doðuþlarýmý buluþtuðumuzda size anlatacaðým. Yakýnda görüþeceðiz.

Hoþça kalýn.”



***



Birkaç günlük tatil için Güzelyurt ile Aksaray arasýnda yer alan mütevazi bir otele geldim. Otelin oldukça geniþ bir bahçesi vardý. Burada kuþ seslerini dinleyerek, nehir kenarýnda bir masaya oturup yemeðimi yiyebilir, huzur verici, dinlendirici bir ortamda güzel günler geçirebilirdim.

Düþüncelerimi uygulamaya geçirmek amacýyla, nehir kenarýnda bir masaya oturdum. Aslýnda “nehir” dediðime bakmayýn, sonradan öðrendiðime göre bu barajdan gelen suyun tahliye edildiði 3-4 metre geniþliðinde 1-1,5 metre derinliðinde bir su kanalý. Suyun karþý tarafýnda yüksek bir tepe, bunun altýnda da bazýlarý ev büyüklüðünde kocaman kayalar vardý. Belli ki çeþitli doða olaylarý nedeniyle tepeden kopup oraya gelmiþlerdi. Tepenin en üstünde kopma ihtimali bulunan daha çokça kaya görülüyordu.

Suyun öteki tarafýnda yaþlarý 7 ile 9 arasýnda olduðunu tahmin ettiðim iki tane çocuk, altý tane ineði otlatýyorlardý. Ýnekler kendi hallerine býrakýlmýþ gibiydiler, çünkü suya doðru yaklaþtýklarýnda ben bile heyecan duyarken çocuklar, en ufak bir tepki vermiyorlardý. Biraz izleyince anladým ki, aslýnda inekler de belli bir mesafeden daha fazla suya yaklaþmýyorlardý. Çocuklarýn kayýtsýzlýðýnýn nedeni bu olmalýydý.

Suyun içinden otlarýn üzerine sýçrayan iki tane küçük kurbaða, bana doðru yaklaþtýlar. Sonra durdular. Þunlara dostça bir el sallayayým, diye düþünüp elimi havaya kaldýrdýðýmda hemencecik suya atladýlar.

Ýneklerden ikisi ayaklarýný kýrýp yere çöktüler. Aðýzlarýný oynatmaya ve yalanmaya baþladýlar. Onlarý izlerken kulaðýma bir výzýltý sesi geldi. Evet bu bir arý… Baþýmýn etrafýnda dolaþýyordu. Endiþelendim; çünkü bende alerjik astým vardý ve bu yüzden arý sokmasý tehlikeli olabilirdi. Hatta ölüme bile yol açýyormuþ. Arýyý kaçýrmak ya da korkutmak için el-kol hareketi yapmamaya gayret ettim. Ani bir harekete kýzabilirdi. Bir ara výzýltý kesildi, gittiðini zannedip sevindim. Gitmemiþti. Çünkü, iþte gene etrafýmda dönmeye baþlamýþtý.

Zihnim arý ile meþgulken garsonun geldiðini fark etmemiþtim. Masanýn üzerine desenli bir tabaka kaðýdý sermeye baþladýðýnda onu gördüm. Demek ki bu kaðýt masa örtüsü yerine kullanýlýyordu. Garson sordu:

-Ne alýrsýnýz?

-Balýklardan ne var?

-Alabalýk ve baraj levreði.

-Baraj levreði dediðin nedir?

-Buradaki barajdan tutuluyor, yaðda kýzartýyoruz.

-Tamam, ondan getir. Deneyelim. Salata filan da ayarla.

-Ýçecek ne alýrsýnýz?

-Bir duble raký. Gerçi bugün biraz araba ile gezmeyi de düþünüyorum ama.

-Valla beyefendi iþinize karýþmak gibi olmasýn; ama buradaki müþterilerden duydum. Alkol kontrol aletine üflediðinizde bir duble raký bile sýnýrý aþtý gösteriyormuþ.

-O zaman en iyisi bir bira içeyim.

Garson yanýmdan ayrýlýnca telefonum çalmaya baþladý. Açtým. Sibel’di.

-Nasýlsýnýz?

-Teþekkür ederim. Siz?

-Ben de iyi sayýlýrým. Son mektubumdan sonra sizi fazla bekletmek istemedim. Yarýn öðleden sonra saat üçte Kadýköy’deki Nazým Hikmet Kültür Merkezi’nde buluþalým. Orayý bulabilecek misiniz?

-Bulurum.

-Altýyol’dan Bahariye’ye giden caddenin sol tarafýndaki Ali Süavi sokaðýnda. Oraya Sanatkârlar Sokaðý da deniyormuþ.

-Anladým.

-Görüþmek üzere, hoþça kalýn.

Deyip telefonu kapattý.

Gelen numara görünüyor mu diye bakayým dedim, telefonu açtým. Telefondan “pil zayýf” uyarýsý geldi ve kapandý. Acaba þarj cihazýný almýþ mýydým? Aldýðýmý hatýrlamýyordum. Unutma ihtimalim daha yüksekti. Çantamý defalarca karýþtýrdým, arabanýn içine ve bagajýna baktým. Yoktu.

“Aksilik iþte. Günlerce beklersin Sibel aramaz, bir tatil kaçamaðý yapayým dersin arar. Telefonun þarjý biter, üstüne üstlük bir de cihazý almayý unutursun. “ diye kendi kendime söylenmeye baþladým.

Garson beni söylenirken gördü. Laflarýmý anlamasa da kendisinden bir þey istediðimi zannetti. Elindeki tabaklarý masaya koyarken sordu:

-Bir þey mi istemiþtiniz?

-Yok, hayýr yok. Ha sahi þunu sorayým: Aksaray buraya ne kadar uzakta?

-On kilometreden biraz fazla.

Aksaray’ýn uzaklýðýný sormamýn nedeni oraya gidip bir þarj cihazý almak istememdi.

Garson:

-Birayý da hemen getiriyorum, deyip yanýmdan ayrýldý.

Gelen balýklara baktým: Ýstavritden biraz büyük ve beyaz etliydi. Piþirmeden önce kýlçýðýný da çýkarmýþlardý. Tattým:Çok lezzetliydi.

Bu arada arýyý unutmuþtum. Görünmüyordu ve sesi de gelmiyordu. Gitmiþ. Sevindim.

**

Aksaray’a geldiðimde önüme çýkan ilk telefon iþi yapan dükkana girdim. Ýþimi burada halletmeye kararlýydým. Dükkan dükkan dolaþacak deðildim. Telefonu gösterip þarj cihazý istediðimi söyledim. Satýcý bir delikanlýydý.

-Abi, o telefonun þarj cihazýný biraz zor bulursun. Çünkü çok eski.

Deyince, aklýma yeni bir telefon almak geldi. Burada sadece iki çeþit cep telefonu vardý. Dükkanda az çeþit olmasý, “hangisini alsam!” diye tereddüt etmemi de önledi. Bir tanesini seçtim ve satýcýdan sim kartýný takmasýný rica ettim.

**

Ve böylece benim tatil baþlayýp bitmiþti. Dönüþ plânýmý hazýrladým: Ihlara’yý gezdikten sonra akþam yemeðimi otelin lokantasýnda yiyecektim. Erkenden yatýp, biraz uyuyacak, gece 01 civarýnda da yola çýkacaktým. Bu hesaba göre öðlenden önce Ýstanbul’da olabilirdim.

**

Ýstanbul’a geldiðimde Sibel’le olan randevuma daha birkaç saat vardý. Evde biraz dinlendim. Arabayý almayacaktým. “Trafik problemini ben yaþayacaðýma, mesleði þoförlük olan birisi yaþasýn.” Dedim ve bir taksiye atladým. 400-500 metre gitmiþtik ki trafik kilitlendi. Taksici:

-Beyefendi, burasý kördüðüm oldu. Zor çözülür. Yan yollardan gitmemi ister misiniz? Biraz fazla yazar da… Dedi.

-Kaptan sizsiniz. Bana sormayýn, problemi çözmek için ne gerekiyorsa onu yapýn. Yan yoldan mý gidersiniz, havadan mý uçarsýnýz, orasýna ben karýþmam. Yeter ki beni bir an önce Kadýköy Altýyol’a ulaþtýrýn! Dedim.

Bu sözlerim üzerine þoför önümüze çýkan ilk sapaktan saptý. Ara yollardan gidecekti. Buralarda trafik azdý, ama yollarýn darlýðý ve saðlý-sollu park etmiþ araçlar nedeniyle hýzlý gidemiyordu.

Þoförle muhabbet edersem yolun sýkýcýlýðýný fark etmeyebilirim, diye düþündüðümden birkaç laf attým. Ama þoför hiç oralý bile olmadý. Uygunsuz park eden araçlara söylendim, pahalýlýktan söz ettim, iktidara çattým. “Evet, öyle!” gibi kýsa cevaplar veriyor, bir türlü sohbet etmeye yanaþmýyordu. Belki de içinden “Amma da geveze adam!” diye geçiriyordu.

-Sizin bu meslek de doðrusu oldukça stresli. Bu trafik çilesini bir gün deðil, bir ay deðil; yýllarca yaþamak zorundasýnýz. Allah yardýmcýnýz olsun. Deyince sanki þoförün dili çözüldü.

-Biz alýþtýk strese beyefendi. Stres filan bizi etkilemiyor. Yeter ki müþteri olsun, ekmek paramýzý kazanalým, strese biz razýyýz, dedi ve Kadýköy Altýyol’a gelinceye kadar da hiç susmadý.

Sokaðý bulmam zor olmadý. Çok sevimli bir yer gibi geldi bana. Araç trafiðine kapalý olmasý hoþuma gitti. Sol tarafta standlar kurulmuþ. O nedenle yol daralmýþ. Taký malzemelerini; cam, tahta, gümüþ ve bakýrdan yapýlmýþ eþyalarý, resim tablolarýný, meyve þekli verilmiþ güzel kokulu sabunlarý seyrederek yürüdüm. Fal ve nargile kafeleri gözüme çarpan diðer görüntülerdi. Ellerinde dershanenin verdiði kitap ve testler bulunan öðrenciler bir anda sokaktaki kalabalýðý artýrdýlar. Ýnsanlara temas etmeden yürümek imkansýz hale gelmiþti. Ancak, randevu yerine de gelmiþtim.

Kültür Merkezi’nin bahçe kapýsýndan girdiðimde sol tarafta, içinde satýcýdan baþka kimsenin bulunmadýðý bir kitapçý dikkatimi çekti. Neden kitapçýnýn boþ olmasý dikkatimi çekti; çünkü bahçe aðzýna kadar müþteri ile doluydu. Bu doluluða raðmen kitapçýya uðrayan yoktu. Ýlk baþta boþ masa bulamayacaðýmý sandým, biraz dikkatli bakýnca ileride köþede boþ bir tane fark ettim. Baþkalarý kapmasýn diye adýmlarýmý hýzlandýrdým.

Sibel geldiðinde üzerinde ince bir elbise vardý. Saçlarýný arkaya doðru toplamýþtý. Oldukça güzel görünüyordu.

-Sibel haným, galiba zaman sizin için geriye doðru çalýþýyor. Dedim.

Yüzü hafif kýzardý ve bir kahkaha attý.

-Ah biz kadýnlar! Ýltifatlardan hemencecik etkileniriz. Dedi.

Klasik birkaç soru ve cümleden sonra konuya girdik.

-Yeniden doðuþunuzu anlatacaktýnýz.

-Birinci…

-Pardon, düzeltiyorum: Birinci yeniden doðuþunuzu anlatacaktýnýz. Ben dinlemeye hazýrým, siz de…

-Evet, ben de anlatmaya hazýrým. Bir sabah ezan sesi ile uyandým. Bu saatte hiç uyanmazdým. Ezaný dinlerken büyük bir haz duydum. Hiç bitmesin istedim, fakat tabi ki bitti. Kalktým, içeride biraz yürüdüm. Odanýn içindeki eþyalar, insanlar bir baþka görünüyordu gözlerime. Hepsi çok netti. Pencere kenarýna gidip dýþarýya baktým. Oradaki görüntü de aynýydý. Hani sinema izledikten sonra dýþarýya çýktýðýnýzda, iki boyutlu algýlamadan üç boyutlu bir dünyaya geçersiniz ya, iþte onun gibi bir þey. Benim birinci yeniden doðuþum böyle baþladý.

-Bu olaðanüstü bir olay. Þok tedavisi uygulanan bazý hastalarda bu tür olaylara rastlandýðýný okumuþtum. Size de þok tedavisi uygulamýþ olmasýnlar?

-Uygulandý mý, uygulanmadý mý bilemiyorum. Yataðýma dönüp geçmiþ yýllarýmý düþündüm. Çocukluðumdan baþladým. Aklýma gelenler hep güzel anýlardý. Kahvaltý saatine kadar bu güzel düþüncelerle oyalandým. Arada bir þarkýlar da mýrýldandým.

Kahvaltý ettikten sonra, koridora çýktýðýmda karþýmda hemþire haným bitiverdi. Ona:

-Günaydýn.

Dedim. Yüzü allak bullak oldu. Þaþýrmýþtý. Kekeleyerek cevapladý :

-Günaydýn, ama Sibel sen, sen konuþuyorsun.

-Evet.

-Ben yýllardýr senin aðzýndan tek kelime duymadým. Oysa sen konuþmayý biliyormuþsun. Neden susuyordun? Ýnat mý yaptýn bu kadar süre?

-Hayýr, inat filan deðil. Caným konuþmak istemiyordu. Tek neden bu.

-Nereye böyle?

-Bahçeye çýkmak istiyorum.

-Ben de seninle beraber geleceðim.

Deyip, koluma girdi. Arada bir yüzüme bakmasýndan duyduklarýndan hâlâ emin olamadýðýný anlýyordum.

Bahçeye çýkýnca ilk iþim yemyeþil çimenleri okþamak oldu. Çimenleri daha yakýndan görmek için kendimi yere attým. Bu hareketim hemþireyi heyecanlandýrmýþtý.

-Dur, ne yapýyorsun? Diye haykýrdý. Kendime bir þey yapacaðýmdan korkmuþtu. Çimenler üzerinde yuvarlandýðýmý görünce gülmeye baþladý. Çimenleri kokladým, renklerine iyice baktým. Benim bildiðim yeþil renk buydu ve ben þimdi bunu görebiliyordum.

Dakikalarca yuvarlandým. Bir ara hemþireye:

-Bu hareketi baþka bir yerde yapsam, beni hemen yakalayýp buraya getirirlerdi. Ama burada yapýnca götürebilecekleri baþka bir yer yok. Dedim.

-Ýstediðini yapabilirsin. Ýyisin deðil mi Sibel? Ýyisin?

-Evet, hem de çok. Neden inanamýyorsunuz ki?

-Ýnandým, inandým. Bunu doktora mutlaka anlatmalýyým. Çünkü sende meydana gelebilecek iyi ya da kötü her deðiþikliði anýnda kendisine bildirmemi tembihlemiþti. Birkaç gün önce, “Sibel’i ya tamamen kazanacaðýz ya da kaybedeceðiz.” Demiþti. Gidip haber vereyim. Sen burada bekle.

Hemþire gidince yerden kalktým. Dört-beþ adým ötedeki çiçeklerin yanýna gittim. Rengarenkti. Ýlk defa görüyormuþ gibi uzun uzadýya çiçekleri inceledim, bazýlarýný kokladým. Aðaçlara yöneldim. Birkaç aðacýn gövdesini ve ulaþabildiðim dallarýný okþadým. Gözüme kestirdiðim bir aðaca týrmandým. Kalýn bir dalýnýn üzerine oturdum.

Doktor geldiðinde beni aðacýn üzerinde yakaladý.

-Sibel haným, merhaba. Dedi.

-Merhaba doktor bey. Beni yakaladýnýz. Galiba bu gördüklerinizden sonra beni, ömrümün sonuna kadar burada tutarsýnýz.

-Düþündüðünüzün tam aksi kanaatteyim. Bu hareketiniz bile iyileþtiðinizin bir kanýtý. Hani yaramaz küçük çocuklar vardýr. Orayý burayý karýþtýrýrlar, bazen de kýzabileceðimiz hareketler yaparlar. Çocuklarýn bu davranýþlarýný onlarýn dünyayý tanýmak istemeleri þeklinde yorumlamak lâzým. Ýþte þimdi siz de yeniden dünyayý tanýmaya çalýþýyorsunuz.

Doktorun söylediklerine raðmen utanmýþtým. Aðaçtan indim ve doktora sordum:

-Beni hemen taburcu edecek misiniz?

Elini omuzumun üzerine koydu:

-Edebiliriz, ama acelemiz de yok. Bana kalýrsa on gün kadar daha sizi müþahade altýnda tutmalýyýz.

-Doktor bey, hangi yýldayýz ve hangi aydayýz? Merak ediyorum: Ben ne kadar süredir bu hastanede kalýyorum?

-1989 yýlýndayýz ve bu gün de 23 Mayýs. Yanlýþ hatýrlamýyorsam siz on seneden biraz fazla bir süredir buradasýnýz.

Deyip hemþireye baktý, o da bu ifadeyi baþý ile onayladý.

-Bakýn Sibel haným! Bugün sizin için olduðu kadar, benim için, hatta burada sizinle ilgilenen tüm saðlýk personelimiz için de önemli bir gün. Çünkü biz týp ordusu komutanlarý bugün büyük bir zafer kazandýk. Bizler, böyle bir olayý tüm meslek yaþamýmýzda çok sýk yaþamayýz. O yüzden duyduðum sevinci anlatamam.

Derken, yüzünde hem sevinç hem de gururun birlikteliðinin yarattýðý anlamlý bir ifade vardý.

**

Kararlýydým. Hayata yeniden baþlayacak, mücadele edecek ve kazanacaktým. Büyük harflerle zihnime “BAÞARACAÐIM!” diye bir yazý yazdým. Sýk sýk bu yazýyý gözümde canlandýrýyor, bütün gücümle içimden haykýrýyordum: BAÞARACAÐIM! Bu haykýrýþ kimse tarafýndan duyulmuyordu, ama o kadar gür bir haykýrýþtý ki, vücudumun bütün hücrelerinin titrediðini hissediyordum.

**

Sibel yorulmuþtu. Garsona iþaret ettim. Hareketimi görünce sustu. Mola vermesi gerektiðini o da anlamýþtý. Garsondan tost ve kola istedik. Sipariþler gelinceye kadar okuduðu kitaplar hakkýnda konuþtuk. Tostlarý yerken ve kolalarý içerken ikimiz de susmayý tercih etmiþtik.

**

-Ara vermemiz iyi oldu. Biraz dinlendim. Devam edebilirim.

-Buyurun, sizi dinliyorum.

-Hastanedeki son günlerimde, geçmiþ yaþantýlarýmý acýsýyla tatlýsýyla hatýrlamaya çalýþtým. Onlarla yüzleþmek istiyordum. Çünkü iyisiyle kötüsüyle bana aitlerdi. Zaten bu yüzleþmeye daha iyileþtiðimin ilk günü baþladýðýmý hatýrlarsanýz az önce söylemiþtim. Hayatýma kazanç ve zarar açýsýndan da bakmaya çalýþtým. Ne zaman kazanmýþtým, ne zaman kaybetmiþtim? Doðumum bir kazançtý, çünkü benim var olmam için sayýsýz ihtimal bir araya gelmiþ ve dünyaya merhaba demiþtim. Doðum olayýný sadece benim için deðil; belki de her canlý için büyük bir þans olarak da deðerlendirmek gerekebilir. Çocukluðum ve ergenlik dönemim de kazançtý. Ama evlendikten sonra birinci yeniden doðuþum dediðim güne gelinceye kadar geçen süre zarardý. O gün ise yeniden kazanmaya baþlamýþtým ve bunu ölünceye kadar sürdürmeye kararlýydým.

-Bütün geçmiþinizi, daha doðrusu geçmiþinizdeki önemli olaylarý hatýrlayabildiniz mi?

-Hepsini deðil. Hatýrlamakta zorlandýklarým oldu, ama silinenler de var sanýrým.

-Bunlar hangi zaman dilimine ait?

-Çoðu son yýllarla ilgili. Tam olarak süresini bilemem, ama herhalde 2-3 senelik bir zamaný kapsýyor. Þöyle anlatayým: Bu 2-3 yýllýk süre tamamen silinmiþ deðil, ancak hatýrladýklarým o kadar az ki… Üstelik hatýrladýðým anýlar baðýmsýz parçalar halinde. Bu parçalarla dünle, bugünle bir iliþki kuramýyorum. Bu durum beni rahatsýz ediyor. Çünkü geçmiþte “ne yaptým, nasýl yaptým, baþýma neler geldi?” hepsini bilmek istiyorum.

-Hatýrlamanýza yardýmcý olacak kimse yok mu?

-Nasýl olsun, bu olaylarý yaþadýðým sýrada yanýmda kim vardý ki? Akýl hastanesindeki hastalar… Umutsuzca olsa da bu yolu da denedim. Birlikte kaldýðýmýz hastalarýn bir tanesi hariç hepsi olaylara karþý kayýtsýz ve az konuþan kiþilerdi. Sadece orta yaþý biraz geçmiþ olan bir kadýn vardý çok konuþan. Ona benim yaþadýklarýmla ilgili bir þey bilip bilmediðini sordum: “Seni çok dövdüler.” Dedi. Kim ve niçin dövmüþtü beni? Diye sordum: “Seni dövdüler, beni de öldürdüler…” deyince, ya bir rüyasýný ya da bir hallüsinasyonunu anlattýðýný anladým.

-Doktorlar yardýmcý olabilirler.

-Onlarýn elinden gelen de bu kadar iþte. Neyse, tekrar konuya döneyim. Hastanedeki son günlerim çabuk geçiyordu. Ýstediðim zaman bahçeye çýkýp dolaþabiliyordum. Gündüzleri çoðunlukla bahçedeydim. Bir keresinde elindeki çakmaðý etrafýndaki insanlara göstermeye çalýþan uzun boylu, kumral saçlý, mavi gözlü yakýþýklý bir genç erkek hasta dikkatimi çekti. Kimileri “Çakmak, versene bir sigara!” dediðinde hemen ikramda bulunuyor, aðýr hareketlerle çakmaðýný göstere göstere o kiþinin sigarasýný yakýyordu. Aðýr davrandýðý için kýzýp, “Öf be, amma da uzattýn!” deyip sigarayý atýp yanýndan uzaklaþanlar da oluyordu. Daha sonraki günlerde bu hastayý göremedim. Hemþirelere tarif edip sorduðumda, hastaneden kaçtýðýný, ertesi gün de bir otomobilin altýnda can verdiðini öðrenmiþtim. Bu haber, beni çok üzdü. Gözlerimden boþalan yaþlara hakim olamadýðýmdan içeri kaçtým. Yataða kapanýp saatlerce aðladým. Aðlamak beni rahatlatmýþtý. Demek ki insan olduðumun farkýna varmýþ, insan gibi davranmaya baþlamýþtým.

Doktor on gün demiþti, ama hemþire onüçüncü gün eþime haber verdiklerini, yarýn gelip beni alacaðýný, hazýrlýðýmý yapmamý bana söyledi. Neyim vardý da hazýrlýk yapacaktým? Lafýn geliþi öyle demiþ olmalý.

-Ertesi gün eþiniz geldi mi?

-Gelmedi. Hemþirenin geleceðini söylediðinden tam dokuz gün sonra geldi. Kýsacasý doktorla konuþmamýzdan tam yirmiiki gün sonra taburcu oldum. Önce bir otobüsle Eminönü’ne gittik. Oysa evim Kocamustafapaþa’daydý. Deðiþmiþ. Oradan vapura binip Kadýköy’e geçtik. Kadýköy’den de Ümraniye’ye. Yeni evim bir apartmanýn üçüncü katýnda bir daireydi. Ýki oda ve bir salonu vardý. Kenan evi ve atölyeyi buraya taþýmýþtý ben hastaneyken. Tabi yaptýðý tek deðiþiklik bu deðildi. Birlikte olduðu kadýný da eve getirmiþ, ama benim döneceðimi duyan kadýn, onu terk etmiþ. Bunun üzerine kadýna yeni bir ev kiralamýþ, evi yeni eþyalarla doldurmuþ. Beni söz verdiði zamanda almaya gelemeyiþinin nedeni de böylece anlaþýlmýþ oluyordu.

-Kocanýzýn size karþý olan tutumunda herhangi bir deðiþiklik olmadý mý?

-Olmadý. Olsa da benim için fark etmezdi. O adamla, ayný evdeydik, ama iki yabancýydýk. Günlerce evi temizlemeye çalýþtým. Komþular edindim. Komþularýmla gidip gelmeye baþladýk. Makyajýmý yapýyor, param oldukça yeni giysiler alýyordum. Biraz kilo da almýþtým. Kilolar bana yaradý, güzelliðimi ortaya çýkardý. Aynalarla barýþmýþtým. Dakikalarca ayna karþýsýnda süsleniyordum. Bu arada okumaya da merak sardým. Yaþýma baþýma bakmadan dýþarýdan sýnavlara girip lise diplomasý aldým.

-Birinci yeniden doðuþ güzelliklerle dolu desenize.

-Öyle. Yýlgýnlýða düþtüðüm zamanlar olmadý deðil, ancak hemen zihnimdeki “BAÞARACAÐIM!” pankartýný açýp oracýkta boðuyordum yýlgýnlýðý. Bu arada söylemeyi unuttum: Ben hastanede iken kayýnvalidem de annem de ölmüþler. Duyunca ne üzüldüm ne de sevindim. Sanki sýradan bir haberdi. Olaylarý detaya girmeden özet olara anlatýyorum. Çünkü zamanýmýz oldukça azaldý. Kalan süre içerisinde söyleyeceklerimi bitirmek istiyorum.

-Kendinizi yormayýn. Bir kýsmýný, daha sonraki buluþmamýza býrakabilirsiniz..

-O zamana kalacak aným da o kadar çok ki. Bugünküleri bitireyim bir an önce: Kenan, çoðu gece eve gelmiyordu. Nerede olduðu belli. Geldiðinde de hep sarhoþtu. Evin masrafý için yeterince para veriyordu. Ama bir gün geldi, kirayý bile ödeyemez duruma düþtü. Ýþleri bozulmuþtu. Bu durumda benim de çalýþmam gerekiyordu. Kenan’a söyledim. Atölyede çalýþmam þartýyla kabul etti. Atölyede bir iþçi olarak iþe baþladým. Burada ondört tane makine olmasýna karþýlýk sadece altý tane iþçi vardý. Diðerlerini çýkarmak zorunda kalmýþtý. Atölyede mendil iþi yapýlýyordu. Mendil toplarý yandaki depoda büyükçe bir masanýn üzerinde kesiliyor, atölyede kenarlarý makine ile dikiliyordu. Daha sonra kalan iplik parçacýklarý makasla temizleniyor, kalýplanýp ütüleniyor ve oniki tanesi bir arada paketleniyordu. Sonra da Kenan bir araba kiralayýp bunlarý Mahmutpaþa’daki toptancýlara götürüyordu.

Kaðýt mendil kullanýmýnýn giderek yaygýnlaþmasý Kenan’ýn iþlerinin bozulmasýna yol açmýþtý. Piyasadaki mendil talebi giderek azalýyordu.. Ýþin doðrusu mendil iþinde çalýþmama raðmen, benim bile çantamda bez deðil, kâðýt mendil vardý.

-Çocukluðumda hatýrlýyorum. Bayramda elini öptüðümüz büyüklerimiz bize mendil hediye ederlerdi. Biz de bu bayram mendilleriyle bir sene idare ederdik.

-Kýsa sürede iþçi olarak girdiðim atölyede iþleri öðrenmiþ ve orayý idare eder hale gelmiþtim. Bunu gören Kenan, bütün iþi benim üzerime yýkmakta gecikmedi. Atölyeye para almanýn dýþýnda uðramamaya baþladý. Mallarý bile toptancýlara ben götürüp teslim ediyordum. Bu arada beni oldukça heyecanlandýran bir macera da yaþadým.

-Nasýl bir macera?

-Duygusal tarafý olan ama bedensel tatmin de amaçlayan bir iliþki yaþadým. Bedenim beni buna zorladý. O adama karþý içimde kýpýr kýpýr bir þeyler hissettiðimde, önce bu duygularý bastýrmaya çalýþtým. Baþaramadým. Adam yeni evliydi ve karýsýný da çok sevdiðini duymuþtum. Atölyenin yanýndaki depoda mendil toplarýný kesme iþini yapýyordu. Göz göze geldiðimiz anlarda elim ayaðým tir tir titriyordu. Kendime hakim olmam gerektiðini telkin ettiysem de boþunaydý. Depoya gitmemeyi bir çare olarak düþündüðümde aksine daha çok gitmek istiyordum. Bir gün depoda o adamla birlikte olduk. Çok zevkliydi. Her þey bir anda olup bitmiþti. Ne ben ne de o adam birbirimize seviþmek için bir teklifte bulunmuþtuk. Vücutlarýmýz kendiliðinden birleþmiþti. O anlarda ayýp, toplum, aile gibi þeyler insanýn aklýnýn ucundan bile geçmiyor.

-Fizyolojik güdüler bazen toplumsal güdülere sizin de anlattýðýnýz gibi baskýn çýkabilirler.

-Bazýlarý bunu Kenan’dan intikam almak için yaptýðýmý düþünebilirler. Öyle bir isteðim de yoktu. Üstelik bu olaydan sonra Kenan’a ihanet ettiðim düþüncesinde de deðildim. Kenan sadece kâðýt üzerinde benim kocamdý. Bu iliþkiyi þöyle noktalayalým: O adam ertesi gün iþe gelmedi ve ben onu, o günden sonra hiç görmedim.

-Bu konuda aklýma gelen sorular var. Sorabilir miyim?

-Lütfen sormayýn. Bir-iki tane sýr da benimle birlikte mezara gitse bundan ne çýkar? Bu öykünün size inandýrýcý gelmeyen ya da eksik anlatýldýðýný düþündüðünüz taraflarý var, sanýrým. Haklýsýnýz. Sizden ricam, bu konuyu burada kapatalým.

-Siz nasýl isterseniz öyle olsun!

-Eve barka uðramayan Kenan, sýk sýk evde vakit geçirmeye baþladýðýnda bir þeyler olduðunu anlamýþtým, ama ona ne olduðunu sormamýþtým. Nasýl olsa yakýnda her þey kendiliðinden ortaya çýkardý. Öyle de oldu. Bir süre sonra, onu her dýþardan geldiðinde elinde ilâç dolu torbalarla gördüm. Giderek zayýflýyordu. Derken geceleri acý içinde kývranmaya, hatta baðýrmaya baþladý. Hastalanmýþtý. Oldukça ciddi bir hastalýða yakalanmýþ olduðundan, ev ziyaretçi akrabalarýnýn akýnýna uðrayýnca emin oldum. Gene bir gün iþten eve döndüðümde Kenan’ý göremedim. Sonradan akrabalarýnýn hastaneye yatýrdýklarýný öðrendim. Aylarca hastanede yattý. Ziyaretine gitmedim. Gelmem için haber göndermiþ. “Hayýr” dedim. Yaptýklarýnýn bedelini ödediðini düþünüyordum. Bir hoca, “Ýnsanlar yaptýklarý kötülüklerin cezasýný bir gün mutlaka öderler. Bazýlarýnýn kötü olduklarý halde bu dünyada cezalarýný çekmediklerini görüp de yanýlmayýn. Demek ki onlarýn günahlarý o kadar çok ki, ödemeye bu dünyadaki ömürleri yetmeyeceðinden, cezalarý öteki dünyaya býrakýlmýþtýr.” Demiþti. Haklýymýþ.

-Yattýðý süre içinde hastaneye ziyarete hiç gitmediniz mi?

-Israrlar bir ara o kadar çok arttý ki ölmesine üç gün kala gitmek zorunda kaldým. Bitmiþti. Bedenen ufacýk kalmýþtý. Yüzü kirli sarý bir renkteydi. Beni görünce yüzü aðlama-gülme karýþýmý bir hal aldý. Benden defalarca özür diledi. Onu affetmem için yalvardý. Yakýnda öleceðini bildiðini ama bu vicdan azabý ile öteki dünyaya gitmek istemediðini söyledi. Benim çok katý bir insan olduðumu düþünebilirsiniz. Ancak ben Kenan’ý affedemedim. Yaþadýklarým gözümün önünde canlanýnca, bunu yapamayacaðýmý anladým. Keþke, affedebilseydim, keþke öylesine yüce bir gönüle sahip olsaydým…

Bunlarý söylerken Sibel samimiydi. Gözleri yaþla dolmuþtu. Her an aðlayabilirdi. Bir-iki damla gözyaþý yere düþmüþtü bile. Kendisini toparladý ve çantasýndan mendil çýkarýp gözlerini sildi. Aðlama gülme karýþýmý bir sesle:

-Kenan öldükten sonra, hayatýmýn ikinci yeniden doðuþunu hemen yaþamadým. Biraz zaman geçmesi gerekti. Ýkinci yeniden doðuþum birinciden kat kat güzeldi. Onu da artýk bir daha ki buluþmamýzda anlatýrým. Artýk kalkabilirim. Hoþça kalýn.

-Güle, güle. Arayý fazla uzatmayýn…

-Ýnanýn uzatmamayý ben sizden daha çok istiyorum. Her þeyi anlatamazsam diye korktuðumu bile söyleyebilirim. Tekrar hoþça kalýn.

**

Sibel aradýðýnda bayram nedeniyle Ýstanbul dýþýndaydým. O gün buluþmamýzý istiyordu. Mümkün olamayacaðýný, bayramýn üçüncü günü döneceðimi söylediðimde:

-Uygunsuz bir zamanda aradýðýmýn farkýndayým; ama hastanedeki doktorumdan binbir rica ile ancak bugün izin alabildim.

Deyince sorularý birbiri ardýna sýraladým:

-Hasta mýsýnýz? Neyiniz var? Hastanede mi yatýyorsunuz? Geçmiþ olsun.

-Yok caným, galiba yanlýþ anladýnýz. Benim hiçbir þeyim yok. Çok iyiyim. Hastanede bir arkadaþýn yanýnda refaketçi olarak kalýyorum da…

Dedi, ama bu ifade bana pek inandýrýcý gelmedi. Bayramýn üçüncü günü buluþmaya karar verip görüþmeyi sonlandýrdýk.

**

Bayramýn üçüncü gününün gecesi, Bostancý sahilde bir lokantadaydýk. Hava kararmýþtý. Sibel’in yüzü deniz tarafýna bakýyordu. Kendisi için seçtiði yer loþtu ve tam olarak yüzünü inceleme imkaným belki yoktu; ama gördüðüm kadarýyla iyi deðildi. Makyaj yapmamýþtý, kilo kaybettiði çýplak gözle bile fark edilebiliyordu.

Konuya girdi:

-Kenan öldükten sonra, ilk birkaç yýl hayatýmda fazla bir deðiþiklik olmadý. Hayatta kalabilme mücadelesi vermem gerekiyordu. Bunun için de iþimi yapmalýydým. Atölyede iþler iyi gitmiyordu. Ýki iþçiyi daha iþten çýkarmak zorunda kaldým. Bu duruma üzülmüþtüm, ancak baþka çarem de yoktu. Ýnanýr mýsýnýz benim üzüldüðümü gören bu iki iþçi, kendi dertlerine yanacaklarýna, üzülmeyeyim diye beni teselli etmeye çalýþýyorlardý. Derken, Kenan’ýn ölümünden 5-6 ay sonra alacaklýlarý atölyenin kapýsýný aþýndýrmaya baþladýlar.

-Desenize bu da iþin tuzu biberi oldu.

-Evet öyle oldu. Alacaklýlar beni icraya vermekle, atölyeye haciz koydurmakla tehdit ettiler. Onlara bunu yapabileceklerini, ama makineler icra yoluyla birkaç liraya satýlýnca alacaklarýný alma þanslarýnýn sýfýr olduðunu anlattým ve vadelere yayarak borçlarý ödemeyi teklif ettim. Kabul etmek zorunda kaldýlar. Hepsine ayrý ayrý borç senetleri verdim. Mendil iþi yaparak bu borçlarýn üstesinden gelemeyeceðimi anlamýþtým. Etraftaki diðer atölyeleri biraz inceledim. Bunlarýn içinde ihracaat iþi yapanlarýn durumlarýnýn iyi olduðunu gördüm. Ben de ihracaata yönelik fason iþi yapacaktým. Merter’e gittim, birkaç firma ile görüþtüm. Ýçlerinden bir tanesi hariç hepsi beni reddetti. Kabul eden de örnek çalýþmamýzý görüp karar vermek istiyordu. Firma yetkilileri ne yapacaðýmýzý, nasýl yapacaðýmýzý, atölyemizde ne gibi deðiþiklikler gerçekleþtirmemiz gerektiðini bana anlattýlar ve örnek çalýþmadan sonra hakkýmýzda karar vereceklerini söylediler. Ben de durumu atölyedeki iþçilere anlattým ve bu þansý iyi deðerlendirmemiz gerektiðini söyledim. On gün geceli gündüzlü çok titiz bir çalýþma yapýp bitirilmiþ iþlerle birlikte firmanýn kapýsýný tekrar çaldým. Çok þükür beðenildik. Bunu atölyede, dýþarýdan yemek ýsmarlayarak kutladýk. Ben de iþçiler de çok sevinçliydik.

Sibel’in yüzü gülüyordu. Kazandýðý zaferin gururu gözlerinden okunuyordu. O aný tekrar yaþamanýn mutluluðu içerisindeydi. Bir yudum su içip devam etti:

-Yeni iþimiz sayesinde vadesi gelen borçlarý ödeyip, çalýþanlarýn ücretlerini verebiliyordum. Bir sene böyle geçti. Daha fazla iþ yapýp daha fazla kazanmak istiyordum, ancak ayný firmanýn çalýþtýðý baþka atölyeler de vardý ve bize bundan daha fazlasýný veremiyorlardý. Buna raðmen firma sahibine teklif götürdüm. “Biz size daha fazla iþ veremeyiz; fakat ihracata yönelik çalýþan tanýdýklarýmýz var. Sizin için referans verebiliriz.” Deyince, adres alýp o firmalarýn kapýsýný çaldým. Ýþ hacmi oldukça fazla olan bir firma, olumlu referansýmýzdan etkilenmiþ olacak ki bizimle çalýþmayý kabul etti. Dahasý ayný firma, iþlerimizin düzgün olduðunu görünce altý ay sonra, makine ve iþçi sayýmýzý artýrmamýzý, gerekirse bu iþ için bize faizsiz kredi verebileceklerini söylediler. Biz de bu krediyi çok küçük taksitlerle onlara geri ödeyecektik. Ýki sene bu yeni firmaya iþ yetiþtirmeye çalýþtýk. Onlar bizden, biz de onlardan memnunduk. Ýþler tam rayýna oturmuþtu ki, ekonomik kriz oldu. Tekstil sektörü bu krizden etkilenenlerin baþýnda geliyordu. Ýhracaatda etkilenme azdý, ama gene de iþ hacmimiz azalmýþtý.

-Nedense her on senede bir dünya ve dolayýsýyla Türkiye bir ekonomik krizle karþý karþýya kalýyor!

-Maalesef öyle. Bu kriz döneminde çalýþanlarýn ücretlerini gecikmeli de olsa ödemeye çalýþtým. Ýþçi çýkarmaktan baþka bir çaremin kalmadýðýný düþünürken, firmanýn muhasebe müdürü beni davet etti. Bana, bu krizin yakýnda biteceðini, o nedenle hazýr yetiþmiþ elemanlarý kaybetmemem gerektiðini söyledi. Yani, iþçi çýkarmayýn, demek istiyordu. Ödemeleri þimdi bile zor yaptýðýmý, bundan sonraki aylarda belki de hiç yapamayacaðýmý muhasebe müdürüne söyleyince, “Gerekirse zararýnýzýn bir kýsmýný biz üstleneceðiz. Endiþeniz olmasýn. Biz sizden çok memnunuz, sizden gelen mallardan bir tane bile þikayet almadýk. Patron da bunun farkýnda ve teþekkür etmek için sizinle görüþmek istiyor. Uygun bir zamanda ben sizi arayýp randevu vereceðim.” Dedi. Birkaç gün sonra da randevu verildi, firmaya davet edildim.

Sibel, burada durdu ve önündeki tabaktan hýzlý hýzlý bir þeyler yemeye baþladý. Sanki güç-kuvvet, enerji toplamak istiyordu. Bu yeme çabasý kýsa sürdü. Çatalý, býçaðý býraktý. Az yemiþ olmasýna raðmen canlanmýþ gibi görünüyordu. Yüzünde gene bir gülümseme vardý. Devam etti:

-Ýþte ikinci yeniden doðuþum, o randevu ile baþladý. Ben size, bir masalý, bir rüyayý, belki de bir romaný birkaç satýrla anlatmaya çalýþacaðým. Baþarabilecek miyim? O gün, þunun farkýna vardým: Hayatýn içinde çokca kanallar vardý. Bu kanallardan birine düþtünüz mü, uzun bir süre orada devam ediyordunuz. Þansýnýz varsa iyi kanalda, yoksa… Ben þanslýydým. Olumsuz pek bir þey yaþamýyordum. Randevuya giderken de, sýradan bir iþ görüþmesi olduðunu düþünüyordum ve o nedenle de doðrusu þýk giyinmeye bile çalýþmamýþtým. Sekreter kýza kendimi tanýtýnca “Bir dakika Aydýn Bey’e haber vereyim” Dedi ve telefon ettikten sonra da beni içeriye götürdü. Aydýn beyin geniþ, sade döþenmiþ bir odasý vardý. Orta yaþýn biraz üzerinde, yakýþýklý denilebilecek bir adamdý. Görüþme sýrasýnda konuþmasýnýn oldukça etkili olduðunu fark ettim. Ayrýca kibar ve samimi bir adam olduðunu da anlamýþtým. Nedense görüþmeyi olmasý gerekenden daha uzun tutmuþtu. Hatta sekreterin bir baþka randevusunu hatýrlatmasý üzerine, biraz ertelemesini bile istemiþti. Ben Aydýn’ý görür görmez ona aþýk oldum, vuruldum, çarpýldým gibi ifadeler söylesem bu yalan olur. Çünkü ben Aydýn’a aþýk olup olmadýðýmý hâlâ bilmiyorum, ama onu sevdiðimden eminim. Evet, onu çok sevdim, çok…

Sibel’in eli bardaða gitti. Duygularýný bastýrmak için su içmek istiyor gibiydi. Bir yudum su aldý, bunu aðzýnda bir süre tuttuktan sonra yuttu. Konuþmaya baþladý:

-Ýlk görüþmemiz böyle oldu. Daha sonra birkaç kere atölyeye gelip bazý incelemelerde bulundu, tavsiyeleri oldu. Beni ilk yemeðe davet ettiðinde yüzü kýzardý, kabul edip etmeyeceðimi merak ettiðini normalden fazla açýlan gözlerinden okudum. Cevap vermeden önce biraz duraklamam, buna neden olmuþtu. Çünkü þaþýrmýþtým; duraklamamýn nedeni buydu. Tabi kabul ettim. Çok lüks bir yere gideceðimizi sanmýþtým. Öyle ya 3-4 tane þirketi ve bir tane fabrikasý olan kiþinin müdavimi olduðu lüks yerler vardýr. Yanýlmýþým. Sýradan deðil, ama mütevazi bir lokantaya gittik. Yemek davetleri birbirini takip etti. Aylarca süren bu iliþki sýrasýnda bana ait her þeyi öðrendi, ben de onunla ilgili olanlarý… Bekar olduðunu öðrenince, bu yaþa kadar neden evlenmediðini sordum. Sonradan yaþý iþin içine karýþtýrdýðým için pot kýrdýðýmý anladým; ama söz bir kere aðýzdan çýkmýþtý. O normal bir soru gibi karþýladý bunu ve “Para kazanmaktan evlenmeye vakit bulamadým. Tuhaf gelebilir, ama ben para kazanmayý çok seviyorum. Paranýn esiri deðilim. Sadece onu kazanmak hoþuma gidiyor. Bugüne kadar yaptýðým yatýrýmlarýn çok azýndan zarar ettim. Her kâr elde ediþimi bir zafer olarak kutlarým. Ailem daha küçük yaþta iken bana tahsil yaptýrýrken, bir yandan da para kazanmanýn yollarýný öðretmiþti.” Dedi. Uzatmayayým, sonuçta evlendik.

-Galiba bu kýsaltma biraz fazla oldu! Atlanýlan birçok olay olduðunu sanýyorum.

-Evet öyle. Onlar da bana kalacak… Aydýn’a para kazanmayý çok sevdiðini, þirketlerinin ve fabrikasýnýn birçok iþinin olduðunu, bu arada evliliði nasýl yürütebileceðini sordum. Evlenince en kýsa sürede iþlerini tasviye edeceði ve zamanýnýn önemli bir kýsmýný bana ayýracaðý sözünü verdi. Sözünü tuttu da. Aydýn’ý çok fazla anlatmaya da çalýþmýyorum aslýnda. Onu hep bana ait hissetmek istiyorum. Buna ister kýskançlýk, ister bencillik ya da ne derseniz deyin. Aydýn’la birlikte geçen dokuz senemi doksan seneye deðiþmem. Geçmiþte yaþadýðým kötü anýlarý da artýk, onu tanýmak için bir fýrsat olarak kabul ediyorum. Þimdi olsaydý ve benden af dileseydi Kenan’ý bile affedebilirdim. Kenan’ýn yaþattýklarý olmasaydý belki de Aydýn’la yollarýmýz hiç kesiþmeyecekti. Bakýn, bunu lâf olsun diye söylemiyorum: Bana deseler ki, Aydýn’ý sana sadece bir günlüðüne geri getireceðiz. Karþýlýðýnda ne verirsin? Hiç düþünmeden sahip olduðum her þeyi verirdim. Onu, Aydýn’ý, o sevgili adamý çok özledim. Artýk onsuz yapamýyorum. Ben de ona, onun yanýna gitmek istiyorum. Bunu…

Dedi ve bütün vücudu titremeye baþladý. Yüzüne baktým, simsiyah kesilmiþti. Bana:

-Lütfen þoförümü çaðýrýn, beni hastaneye götürsün. Dedi.

-Ambulans istesek! Dedim.

-Hayýr, hayýr. O kadar kötü deðilim. Arabayla gidebilirim. Dedi.

Þoförle birlikte kollarýna girip Sibel’i arabaya bindirdik. Konuþamýyordu, ama elleriyle iþaret ederek benim gelmemi istemediðini belli etmeye çalýþýyordu. Bu sefer Sibel’i dinlemedim, arabanýn arkasýna onun yanýna oturdum. Sað elimle de arabanýn sarsýntýsýndan düþmesin diye omuzundan tuttum. Biraz sonra o da, kendiliðinden baþýný omuzuma yasladý. Sesi çýkmýyordu, yarý uykuda gibiydi. Bu arada þoför hastaneye telefon edip durumu anlattý.

Oldukça büyük, özel bir hastaneye geldiðimizde; kapýnýn önünde hastabakýcýlar, hemþireler ve doktorla beraber bir tane de sedye vardý.

Benim hastanenin giriþ katýndan öteye gitmeme izin vermediler. Daha doðrusu boþuna beklememem gerektiðini söyleyip, kibarca kovdular.

Hastane bahçesinde yürürken kendime defalarca þu soruyu sordum:

-Bu Sibel’i son görüþüm müydü?

***



Son görüþmemiz deðilmiþ. Çünkü Pazar günü, Sibel beni aradý. Öðleden sonra müsaitsem hastaneye gelebileceðimi söyledi; ayrýca önceki konuþmamýzla ilgili yazdýklarýmýn çýktýsýný alýp ona götürmemi istedi.

Hastaneye geldiðimde, müracaattaki görevlilerin nasýl davranacaðý konusunda zihnimde sorular vardý. Bir öncekinin tam aksine çok iyi davranarak endiþelerimi yok ettiler.

Sibel, önce yazdýklarýmý okumamý rica etti. Okudum.

-Keþke son kýsmý, yani hastane macerasýný yazmasaydýnýz. Dedi.

-Ýsterseniz o kýsmý silebilirim. Dedim.

-Hayýr, silmek olmaz. Çünkü yayýmlanmýþ. Sizden önemli bir ricam olacak: Benim þu anki durumumu ve odamý lütfen okurlara anlatmayýn. Zaten bunlar okurlarý pek fazla ilgilendirecek þeyler de deðil. Dedi.

Nasýl isterse öyle yazacaðýmý söyledim ve konuþmaya baþladýk. Odada bizden baþka kimse yoktu.

-Aydýn’la geçen yýllarýmý, yaþarken hiç saymadým. Böyle bir þey aklýmdan geçmedi. Bu yýllarýn bir gün biteceðini de hiç düþünmedim. Sonsuza kadar sürecek sanýyordum. Buna sebep sanýrým biraz da Aydýn’ý kendisiydi. Çünkü o ölümle ilgili pek konuþmazdý. Mesela bana “Ben öldükten sonra þunu þunu yap.” Gibi herhangi bir vasiyette bulunmadý. Sadece bir kere ölüm konusu açýlýnca bana dedi ki:”Bak Sibel! Hayatta, dünyada ve tabi evrende birbirinin zýttý olan çok þey var. Ýþte ölüm ve hayat da bunlardan biri. Ýnsan bu zýtlardan birini seçmeli. Yani ya ölümü ya da yaþamayý. Hem yaþayýp hem de ölü gibi davranmak acemice rol yapmaya benziyor.” Bu konuda hatýrladýklarýmýn hepsi bu… Aydýn’la evliliðimizin ilk altý ayý Türkiye’nin ve dünyanýn birçok yerini gezmekle geçti. Evde kaldýðýmýz sadece birkaç gündü.

-Gene atlayarak anlatýyorsunuz galiba.

-Anlatacak o kadar çok þey var ki aslýnda. Düþüncelerimi derli toplu bir hale getirip ifade edemiyorum. N’olur kusuruma bakmayýn. Aydýn, evliliðimizden birkaç gün sonra elime bir banka hesap cüzdaný tutuþturdu. “Bu ne?” diye sorduðumda: “Senin adýna bankada bir hesap açtýrdým. Yalnýz bankaya gidip bir-iki yeri imzalaman gerekiyor. Ýmzadan sonra hesap iþlerlik kazanacak.” Dedi. Deftere baktým, oldukça büyük bir paraydý. “Ben bu kadar parayý ne yapacaðým?” diye sordum. “Ýstediðini yap. Ýstersen eþya al, istersen yatýrým yap, istersen birisine ver, istersen bir yere baðýþ yap. Para senin. Ne yapacaðýný bana sorma. Üstelik sen baþarýlý bir iþkadýnýydýn da.“ Dedi. Bol bol harcamama raðmen ben bu paranýn faizinin yarýsýný bile tüketemedim. Aydýn, para kazanmayý seviyordu. Ancak harcarken cimri de deðildi, müsrif de deðildi. Alacaðý þeylerde lüks olaný deðil, ihtiyacý olaný seçerdi. Gösteriþten hep kaçýndý. Bir müddet sonra kendisine giysi almaktan da vazgeçti. Çünkü çorabýndan kravatýna kadar her þeyini ben alýyordum. O bu durumdan çok memnundu.

-Bayanlar alýþveriþte erkeklerden daha baþarýlýlar.

-Aldýðým her þeyi beðenirdi. Bir tanesine bile dudak kývýrdýðýný görmedim. O, bambaþkaydý. Dünyada böyle bir insanýn olabileceðini bana anlatsalardý inanmazdým. Aðzýndan bir kere olsun býrakýn küfürü, bir kötü söz, bir hakaret ya da argo bir sözcük çýkmadý. Çok iyi bir eðitim almýþ. Ailesi sonradan görme deðil, Ýstanbul’un eski zenginlerinden. Kültürlü, hoþgörülü, anlayýþlý. Aydýn’dan küçük bir erkek kardeþi vardý. Evliydi, ama çocuklarý olmuyordu. Karý-koca bunu kendilerine dert etmemiþlerdi ve oldukça da uyumluydular. Kardeþinin hanýmý Aydýn’a “Abi” diye hitap ediyordu. O da gelinlerini kýzkardeþi gibi seviyordu. Çünkü arada sýrada karý-koca arasýnda küçük ihtilaflar olursa Aydýn, hemen gelinlerinin safýnda yer alýyor; aðabeyinin bu saf tutmasý kardeþini de daha ileri gidebilecek bir tartýþma yapmaktan alýkoyuyordu.

-Mutlu olmak ne kadar zor; ama ne kadar da kolaymýþ, deðil mi?

-Evet. Aydýn, benim koruyucu kalkanýmdý. Kötülüklerden, yanlýþlýklardan beni hep korudu. Güzelliklerin bulunduðu ortamlarda yaþamamý saðladý. Bütün bunlarý yaparken bana belli etmemeye çalýþýyordu. Ama ne yaptýðýný veya ne yapmak istediðini seziyordum. Keþke her mutlu olmak isteyen kadýnýn Aydýn gibi bir kalkaný olsa… O bana gerçekten aþýktý. Bunu sýk sýk söylerdi. Bir gün ona “Aþk nedir?” diye sordum.”Aþk vazgeçmektir.” Diye sorumu cevapladý. Altýncý ayýn sonunda hamile kaldýðýmý ona söylediðimde çok sevindi. Hemen bir hastaneye gidip gerekli kontrolleri yaptýrdýk. Doktorlar, bu hamileliðe karþý çýktýlar. Yaþýmýn ileri olmasý ve bazý bünyevi sorunlar nedeniyle bu bebeði doðuramayacaðýmý söylediler. Aydýn da doktorlarýn tarafýný tuttu. “Bebeðimizin olmasýný ben de çok istiyorum. Bana sorsan, þimdi en çok neyi istersin, diye: Cevabým bellidir. Ama seni kaybetmeyi de hiç istemiyorum. N’olur Sibel, doktorlarý dinleyelim.” Dedi. Dinlemedim. O bebeði doðuracaktým, Aydýn’a, bana bir hayat armaðan eden o adama, her ne pahasýna olursa olsun o çok istediði bebeði verecektim. Baþka hastanelere, doktorlara hatta yurtdýþýndakilere de gittik. Söylenenler birbirinin benzeri þeylerdi. Bebeði doðurabileceðimi, ama riskin fazla olduðunu söyleyen bir-iki doktorun dýþýndakiler kesinlikle karþý çýkýyorlardý. Kararým kesindi ve vazgeçmeye de hiç niyetim yoktu. Hamileliðim sýrasýnda Aydýn, bütün zamanýný benimle geçirmeye baþladý. Haftada, ayda bir kere birlikte olduðu arkadaþlarýný terk etti. Benim ýsrarým ile gittiðinde ise bu buluþmalarý çok kýsa tuttu. Doktorlarýn iddialarýnýn tam aksine çok rahat bir hamilelik dönemi geçirdim. Bunda psikolojik yapýmýn düzgün olmasýnýn ve inancýmýn rol oynadýðýný sanýyorum. Doðum da sorunsuz gerçekleþti.

-Geçmiþ olsun. Siz anlatýrken olmuþ bitmiþ bir olay olmasýna raðmen ben bile gerildim.

-Bir kýzýmýz dünyaya geldi. Güzel mi güzel, ufacýk bir bebekti. Benim ve Aydýn’ýn sevincini, mutluluðunu anlatamam. Sadece bizim deðil Aydýn’ýn kardeþi ve karýsý da mutluluktan uçuyorlardý. Onlar da kýzýmýzý kendi çocuklarý gibi benimsediler. Bir bahane uydurup sýk sýk bize gelmeye baþladýlar. Kýzým yurt dýþýnda okurken onlar ziyaretine benden fazla gittiler. O nedenle ölürsem gözüm arkada kalmayacak. Amcasý ve yengesi ona destek olacaklardýr. Zaten kýzým da þu anda hayatý tek baþýna devam ettirebilmek için gerekli olan donanýma sahip. Küçüklüðünden beri bu kýz, bize hiç sorun çýkarmadý. Hastalýklarý bile normalden kýsa sürdü. Babasý gibi para kazanmayý ve parayý idare etmeyi çok iyi bildi. Yüzü babasýna o kadar benziyor ki… Demek ki Aydýn gittikten sonra onu hatýrlamam, hasretimi dindirebilmem için kýzýmýzý bana býrakmýþtý…

**

Birbuçuk saate yakýn bir süre dýþarýda beklemem gerekti. Çünkü Sibel fenalaþtý. Hemþireye haber verdim; o da doktoru çaðýrdý. Doktor, beþ dakika dýþarýda beklememi rica etti. Çýktým. Ayrýntýya giremiyorum, hatýrlayacaksýnýz Sibel’e söz vermiþtim.

Dýþarýda dakikalar geçmek bilmedi. Hemþire ve doktorlarýn Sibel’in odasýna sýk sýk girip çýktýklarýný görüyordum. Beklememin sonuna doðru doktor ve hemþirelerin bana pek de iyi gözlerle bakmadýklarý gördüm. Kovulmam an meselesi olabilirdi. Tahminime göre içerde benim gönderilmemle ilgili bir tartýþma yaþanmýþ olmalýydý. “Hasmýn sitemini anlamamak, hasma sitemdir.” Düþüncesinden hareketle ben de doktor ve hemþireleri görmemezlikten gelmeyi bir çare olarak buldum. Nasýl bakarlarsa baksýnlar, ne düþünürlerse düþünsünler; umursamayacaktým.

Beþ dakika, oldu birbuçuk saat. Sabýrlý olmalý ve her þeye kendimi hazýrlamalýydým. Sonunda içeri davet edildim. Ben girince de doktor ve hemþireler odayý terk etti.

**

-Galiba istemeyerek rahatsýzlýk vermiþ oldum. Çünkü buradakilerin bana bakýþlarý hiç de dostça deðildi! Dilerseniz çok kýsa özetleyerek bu sohbetimizi bitirin. Dedim.

-Rahatsýzlýk diye bir þey söz konusu olamaz. Rahatsýz olabilecek kiþi baþkalarý deðil, benim. Ben de sizin varlýðýnýzdan þikayetçi deðilim, aksine çok memnunum. Son zamanlarýmý kiminle geçireceðime, nasýl geçireceðime ben karar vermeliyim. Sizden sonra da güzel kýzým beni ziyarete gelecek. Önceleri kýsa kesmemden yakýnýrken, bakýyorum þimdi siz ister oldunuz!

-Ben sizin için böyle bir istekte bulundum. Kendinizi yormamanýz için.

-Ýyiyim, konuþabiliriz. Aydýn’la olan anýlarýmý keþke kaleme alýp yazsaymýþým. Bunu yapamadým; çünkü böyle bir yeteneðim yoktu. Aslýnda aný yazmak için yetenek de gerekmiyor ya! Yazdýklarým edebiyat tarihi içinde yer alacak bir eser mi olacaktý ki yetenek istesindi? Neyse. Gelelim Aydýn’ýn son gününe. Bakýn sözünüzü dinledim ve neler neler atlayarak en sona geldim.

-Eþinizin gerçek adý Aydýn mýydý?

-Hayýr deðildi. Onun adýný da anlatýrken deðiþtirdim. Önce hangi adý kullanayým diye kendime sordum. Sonra, her adýn ona yakýþacaðýný düþünerek aklýma ilk geleni kullandým.

-Deðiþtirdiðinizi tahmin etmiþtim. Buyurun devam edin. Merakla sizi dinliyorum.

-O gün, alýþveriþe gitmeden önce Aydýn’a benimle gelip gelmeyeceðini sordum. Benim yalnýz baþýma gitmemi, kýzýmýza ödevlerinde yardýmcý olacaðýný söyledi. Israrla arabayý benim kullanmamamý, çünkü tam iþ dönüþ saati olduðunu, bu nedenle trafiðin canýmý sýkabileceðini, þoförün gelmesinin hem bu açýdan hem de alacaklarýmýn taþýnmasý açýsýndan iyi olacaðýný belirtti, daha doðrusu tembihledi. Dediði gibi yaptým. Alýþveriþte çok fazla durmadým, ama trafikle beraber gene de eve dönmem üç saatimi aldý. Salona girdiðimde kýzýmý masada ders çalýþýrken, Aydýn’ý da kanepede uyurken buldum. Kýzým beni görünce “Aaa annem gelmiþ!” Diyerek kalkýp bana sarýldý. “Anne, babamla az önce ödevimi yaptým bitirdim. O da þimdi kanepede uyuyor.” Dedi ve yerine oturdu. Aydýn’ýn vücudu kanepenin köþesinde ve biraz eðik duruyordu. Kafasýný da kanepenin arkasýna yaslamýþtý. Uyandýrýp, yataða yatmasýný söyleyecektim. Ona “Hayatým, ben geldim. Kalk da istersen yataðýnda rahat rahat yat!” Diyerek sarýldým. En ufak bir tepki vermedi. Yüzüne baktým, her zamanki gibiydi. Yüzünde dikkatimi çekecek bir þey yoktu. Ama, nefes almadýðýný fark ettim. Elini tutttum, soðuktu. Baþýmý kalbinin üzerine koydum. Hiçbir þey duyamadým. Öldüðünü anlamýþtým. Sýký sýkýya sarýldým Aydýn’a. Ölemezdi, ölse de dirilecekti. Ben ona canýmdan can verecektim. Hareketlerim kýzýmýn dikkatini çekmiþti. “Anne, sen babama sarýldýn; ben de sarýlacaðým.” Dedi. Kýskanmýþtý. Yanýmýza geldi ve babasýna sarýldý. Biraz sonra bir anormallik olduðunu anlamýþtý. Sordu: “Anne, babam neden uyanmýyor? Bize þaka mý yapýyor?” Dedi. Kýzýmý kucaklayýp salondan çýkardým, odasýna götürdüm. Soðukkanlýlýkla ona durumu anlatacaktým. Güçlü olmalýydým, panik yapmamalýydým. Çünkü, kýzýmýn ruh saðlýðý söz konusuydu. Sekiz yaþýnda bir çocuða babasýnýn öldüðünü nasýl anlatacaktým? Ýþim gerçekten çok zordu ve ben çok güçlü olmak zorundaydým. Hiç aðlamadan, heyecan yapmadan babasýnýn öldüðünü ona anlattým. Babasýnýn öldüðünü duyunca akan gözyaþlarýný elimle sildim ve ufacýk yeþil gözlerinden öpüp baðrýma bastým. Þaþkýndý; ama sonuçta çocuktu iþte. Önce aðladý, sonra dersleri aklýna geldi, salona gitmek istedi. Býrakmadým. Gidip defter ve kitaplarýný getirdim, odasýnda dersini yapmasýný istedim. Çalýþanlara; akrabalara, dostlara haber vermelerini söyledim. Kýsa bir süre sonra da zaten ev ziyaretçi ile doldu.

Sibel’den beþ dakika kadar dinlenmesini rica ettim. Ben de bu arada aldýðým notlarý düzenleyecektim. Kabul etti.

**

Ýlk konuþan Sibel oldu:

-Aydýn’ý kaybetmiþtim. O gece kýzýmý uyuttuktan sonra, sabaha kadar aðladým. Tek tesellim bu güzel adamýn ölümünün de güzel olmasaydý. O, söylediðim gibi ölümden söz etmezdi, ancak öldükten sonrasýyla ilgili her türlü tedbiri de almýþtý. Bize en ufak bir pürüz býrakmamýþtý. Ne ödenecek tek bir kuruþ vergi borcu, ne de yarým býrakýlmýþ bir iþi vardý. Aylar sonra evraklarýna bakarken klasörler dolusu yardým makbuzlarýyla karþýlaþtým. Çok az makbuzda onun adý yazýlýydý; diðerlerinde baþka isimler vardý. Yardýmsever olduðunu biliyordum. Bu yardýmseverliðinin reklamýný yapmayý ise hiç sevmezdi. Makbuzlar da zaten bunun kanýtýydý. Bu konuyla ilgili þöyle bir olay da hatýrlýyorum: Aydýn, fabrikasýný satýlýða çýkarmýþtý, ancak henüz satýlmamýþtý. O günlerde fabrika iþçilerinden bir kadýnýn gecekondusunda yangýn çýkmýþtý. Kadýncaðýzýn evi ve eþyalarýnýn hepsi yanmýþtý. Üniversiteye yeni kaydýný yaptýrmýþ olan bir oðlundan baþka kimsesi yoktu. Aydýn, fabrikada geçici bir süre kalmasý için ona yer ayarladý. Kadýnýn iþçi arkadaþlarý da ev ve eþya almak için yardým kampanyasý düzenlediler. Fakat, iþçilerin gücü buna yetmiyordu. Evin tutarýnýn onda birini bile toplayamamýþlardý. Buna raðmen o kadýna ev ve eþyalar alýndý. Çünkü adýný gizleyen bir hayýrsever gerekli olan parayý baðýþlamýþtý. Bana kalýrsa bu Aydýn’dan baþkasý deðildi. Bu olaydan on gün sonra da fabrika satýlmýþtý.

Sibel, derin bir nefes aldý ve:

-Hepsi bu sevgili dostum. Yani buraya kadar.

Deyince gitme zamanýmýn geldiðini düþünerek ayaða kalktým.

-Lütfen biraz daha kalýn. Bu öykünün son bölümünü benim okuma þansým olmadýðýný biliyorum. O nedenle sizden ricam, aldýðýnýz notlardan ne yazacaðýnýzý bana okumanýz; daha doðrusu anlatmanýz.

Sibel’in isteðini yerine getirdikten sonra, vedalaþmak için ayaða kalktým ve dedim ki:

-Sibel haným, þimdilik hoþça kalýn. Yarýn ve daha sonraki günlerde izin verirseniz sizi ziyarete gelmek isterim.

-Sakýn bana darýlmayýn, ama buna izin veremem. Lütfen bu konuda ýsrar da etmeyin. Siz artýk benim dostumsunuz, dostlar da birbirlerinin isteklerini yerine getirirler. Benim de sizden son ricam bu. Yanýma gelin, elinizi sýkmak istiyorum.

Deyince yanýna gittim. Elini uzatýrken zorlanýyordu. Ama elimi öylesine kuvvetli sýktý ki... Bu gücü nereden bulduðuna þaþýrmamak mümkün deðildi.

-Hakkýnýzý helal edin sevgili dostum. Dedi.

-Helal olsun. Siz de helal edin. Hoþça kalýn. Dedim.

-Güle, güle. Dedi.

Kapýdan çýkarken dönüp baktým, elini sallýyordu….

**

Sibel’in istememesine raðmen ertesi gün ve daha sonraki gün; ya onu ziyaret edebilirim ya da bir haber alabilirim umuduyla hastaneye gittim. Görevliler beni onun yanýna sokmadýklarý gibi, hastalýðýnýn seyri ile ilgili de tek kelime bile söylemediler. Son gittiðimde, bir ara güvenlik elemanlarýnýn kapýda olmadýðý bir zamana denk gelince, yavaþça içeri süzüldüm. Koridorda 4-5 adým atmýþtým ki beni yakaladýlar.

-Beyefendi, yaptýðýnýz çok ayýp! Yaþýnýzdan baþýnýzdan utanýn! Bizi size karþý zor kullanmak mecburiyetinde býrakmadan burayý terk edin!

Dediler. Çok utanmýþtým. Bir daha da hastaneye gitmeme kararý aldým.

**

Bu olaydan üç gün sonra, gece vaktiydi. Gazeteyi okumaya gündüz zamaným olmadýðý için, o sýrada göz atýyordum. Gazetenin orta sayfalarýna bakarken büyükçe bir vefat ilaný dikkatimi çekti. Ýlandaki fotoðrafa baktýðýmda hemen tanýdým: Bu maalesef Sibel’di. Cenazenin “öðle namazýný müteakip kaldýrýlacaðý” da ilânda belirtilmiþti. Cenazeye katýlamadýðým için üzülmüþtüm. Doðrusu mutlaka gitmek isterdim. Evet, ben gitmek isterdim de acaba Sibel bunu nasýl karþýlardý? Tabi, kesinlikle karþý çýkardý. Yani sonuçta yine Sibel’in istediði olmuþtu.

Sibel bize sýrlarýnýn birazýný verdi; ama çoðunu da beraberinde götürdü. Bu nedenle biz de, Sibel’i onun izin verdiði kadar tanýyabildik.

Bir yakýnýmý kaybetmiþcesine üzüldüm, acý çektim. Gözyaþlarým bu olaya tepki vermekte gecikmedi…

-Güle güle sevgili Sibel! Tek tesellim Aydýnýna kavuþmuþ olman. Sanýrým mutlusundur. Çünkü en çok istediðin þey vuslat deðil miydi?

07 Eylül 2011 Ýstanbul

BÝTTi



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn aþk romaný kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ücretsiz Okuyabileceðiniz 11 Kitap
Acýlar Mutluluða Dönüþür Mü?

Yazarýn roman ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ücretsiz Kitap Daðýtabileceðim Ýstanbul’da Bir Mekan Arýyorum
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Bir Edebiyatçý Gözüyle Maðaranýn Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Maðaranýn Kamburu – Yorum: 6
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Maðaranýn Kamburu
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Bir Romanýn Anatomisi: Maðaranýn Kamburu
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Siyasi Taþlama: Neþezâde - 2 [Þiir]
Siyasi Taþlama: Karamsarzâde [Þiir]
Kusurî"den Týrtýklama [Þiir]
Zam Zam Zam... [Þiir]
Týrtýklama (Kazak Abdal'dan) [Þiir]
Yoklar ve Varlar [Þiir]
Ýstanbul,sana Âþýk Bu Kul [Þiir]
Âþýk Dertli"den Týrtýklama [Þiir]
Namuslu Karaborsacý [Þiir]
Dostlarým [Þiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yýldýrým adýný kullanarak çeþitli forumlara yazý yazdým. Ýddiasýz iki romaným var. Çok sayýda siyasi içerikli yazýya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öðretmeniyim. Yazmaya çalýþan her kiþiye büyük bir saygým var. Çünkü yazýlan her satýr ömürden verilen bir parçadýr.

Etkilendiði Yazarlar:
Az veya çok okuduðum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.