Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
-Ne kadar süre var doktor bey? Diye sordu. Diğeri: -En fazla iki-üç gün, dedi. Konularının ne olduğunu bilmiyorum, hatta konuşmayı tam olarak duyup anladığımdan da emin değilim. Nedense bir an, bu iki-üç günlük sürenin benim kalan ömrüm olabileceği aklıma geldi. Sonra, bir doktorun hastanın yanında böyle bir şey söylemeyeceğini düşünüp bu yargıyı zihnimden uzaklaştırdım. Konuşanların ikisi de erkek. Soruyu soranın sesi, resepsiyon görevlisinkine benziyor. Bir şeyler daha konuştular ama tek bir kelime bile anlayamadım. Sonra odanın içine bir sessizlik çöktü ve ben de derin ve tatlı bir uykuya daldım. Tekrar kendime geldiğimde gözlerimi kolaylıkla açabildim. Bu beni sevindirdi. Gerçi odanın duvarları ve içerisindeki eşyalar karışık, düzensiz yani karman çormandı, hatta silik ve gölgeli. Olsun. Buna da razıydım, çünkü bunlar aynı zamanda yaşadığımın kanıtıydı. Az sonra görüntüler netleşmese de o karman çormanlık bitmişti. İşte yatağımın sol tarafında başımın yanında bir sandalyede oturan biri var. Kıpırdandım, yataktan ses çıkınca oturan kişi hemen fırladı, dışarı çıktı, az sonra da beyaz önlüklü bir bayan ve adamla odaya geri döndü. Doktora ve hemşireye benim kendime geldiğimi haber vermeye gitmiş olmalı. Doktorla hemşire beni yatakta oturttular, doktor muayene etti, hemşire tansiyonumu ölçtü, iki tane hap içirdi. Çok nazik bir bayandı bu hemşire. Yavaş sesle konuşuyor, vücudumun herhangi bir yerine değerse ya da bir alet bağlarsa değerli bir şeyi koruma titizliğini gösteriyordu. Yüzü hep gülüyordu, işin tuhafı ben bu hemşirenin yüzünü bir yerlerden hatırlıyordum. Ama nereden? Sonra tekrar yatırdılar ve doktor çıktı gitti. Hemşire bir iki tetkik daha yapıp, geçmiş olsun deyip odadan ayrıldı. Odada kalan adama baktım, bu oteldeki resepsiyon görevlisiydi. Neler olduğunu anlatmasını istedim, yarım yamalak cümlelerle. Anlattı: Dün akşamüzeri otele dönmüşüm. Asansöre binmek için oraya doğru yürümüşüm. Ama bu yürüyüşüm bir sakatınkine benziyormuş; hani bir ayağı kırık ya da kesik sakatlar var ya. O yüzden resepsiyon görevlisi gidişimi izlemiş kameralardan. Asansörden odamın katında inmişim, sağa sola yalpa yapa yapa gitmeye çalışmışım ve gidemeyip koridordaki halının üzerine kapaklanmışım. Hemen bir cankurtaran çağırıp diğer personele de haber verip yanıma gelmiş. Cankurtaranla beni otelin yanındaki hastaneye götürmüşler, ilk müdahale yapılmış. Bütün gece başımda beklemiş, herhangi bir yardımı dokunur diye. Teşekkür ettim, ondan odamdaki defterimi ve kalemimi getirmesini istedim. Çünkü bu konuşmadan sonra, “iki-üç gün” lafının kalan ömrümün süresi olduğuna inanmaya başlamıştım. Defterimi tamamlamadan ölmek istemiyordum. Defterim ve kalem çok çabuk geldi. Bir de arkama yastık koyup oturtmasını istedim ve yazmaya başladım. Respsiyon görevlisine çok zahmet vermiş olduğumu, lütfen artık gitmesini söyledim. Odadan çıkabileceğini ama hastanede kalacağını söyledi. Zaten sonra da odaya sık sık girip çıktı, her defasında bir isteğim olup olmadığını anlamak için gözlerimim içine bakıyordu. Aylardır o oteldeyim ama ben bu adamın gözlerini hiç böyle buğulu görmemiştim. Ne kadar duygusal bir insanmış! Vedalaşmak istediklerim var: Biri gölgem: -Merhaba gölgem! -Merhaba. -Bana çok yardımın dokundu, teşekkür etmek istiyorum. -Ben fazla bir şey yapmadım. Sen sordun ben de cevap verdim. Hepsi bu. -Vicdanım seni de çok kırdım, bağışla. -Bağışlanacak bir şey yok. Vicdanın görevi uyarmaktır, yanlıştan doğruya, kötüden iyiye gitmeyi sağlamaktır. -Odada ayna yok, ama Aynadaki buradaysan lütfen cevap ver! -Buradayım Çapulcu Manyak. -Gene aynısın. -Şaka yapmak, seni biraz neşelendirmek istedim. -Sana da teşekkür ederim ve ettiğim hakaretler için de özür dilerim. -Teşekkürünü kabul ederim ama özrünü hayır. Çünkü defalarca söylememe rağmen anlamak istemediğin şu gerçeği bir kere daha tekrar edeyim: Yaptığın hakaretlerin hepsi kendineydi. O nedenle benden değil kendinden özür dileyebilirsin. ● ● ● NOT: Roman gelecek bölümde (Pazartesi günü) bitiyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |