"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Öyküler girdabındaki olayların nasıl gelişeceği hiç belli olmaz. Mutlu son ile biten öyküler hep acılarla, hüzünlerle başlar. Asıl korkulması gereken senaryo bunun tam tersidir. Eğer yazar güzel günler, mutlu yaşamlar anlatarak başladıysa işte o zaman okuyacaklarınız felakettir. Yaratıcılık elbette sonsuz seçeneği içinde barındırır. Önceden kestirilemez olaylar dizisi kurgulayabilir. Birisi çıkıp şunu sorabilir. "Öyküler yaşamın gerçeklerinden farklı mıdır?" Hayır, öykü zaten yaşamın kendisidir. Öykümüzün kahramanları tam rahata erecekleri zaman, yaşamın sıkıntılarından azıcık uzaklaştıkları zamanda ansızın çekip gittiler. Sabaha karşı derin bir uykunun karanlık kuyularına inip bir daha çıkamadılar. Kapıcı gelip ekmekleri bırakmak için zile bastığında onlar çoktan ölmüşlerdi. En azından devlet hastanesindeki doktorlar öyle söyledi. Topu topu iki çocukları vardı. Biri oğlan, ötekisi kız. Oğlan üniversiteyi dört sene önce bitirmişti. Düzenli bir işe girememişti. Bir yıl, altı ay, birkaç ay gibi birbirinden farklı sürelerle ona yakın işe girip çıkmıştı. Hepsinden kendi isteğiyle çıkmamıştı. Çalıştığı iş yerinin biri zaten mevsimlikti. Bir başkası ise iflas ettiği için kapanmıştı. İflas eden kişiler sonra başka bir isimle başka bir kentte şap sat işine girmişlerdi. Sınavdan aldığı puan devlete kapağı atacak kadar yüksek gelmemişti. Torpil de bulamayınca orda burada sürünmekten başka çare kalmıyordu. Devlet Baba televizyonlarda kayıtlı işsiz sayısının düştüğünü söylüyordu. Haberleri dinledikçe kendine olan güveni iyice azılıyordu. Neden herkes bir yolunu buluyor da ben başaramıyorum diye üzülüyordu. "Neden ben bu kadar beceriksizim?," deyip duruyordu. Birkaç ay önce tası tarağı toplayıp iş bulmak için alıp başını bu kocaman kente gelmişti. Aslında hiç böyle bir niyeti yoktu. Akrabalarının sözüne kanmıştı. "Bu küçük kasabada yok olup gidersin. İstanbul'da herkese fırsat var. Gel sen de burada şansını dene," türünden cümleleri onlarca kez kurup sürekli yineliyorlardı. Dayanamadı, bir umuda tutunup İstanbul'a geldi. İlk birkaç hafta akrabalarının yanına takıldı. Bu böyle olmayacak deyip ayrıldı. Kendi kasabasından gençlerin kaldığı bekâr evine taşındı. Önce eğitim gördüğü alanla ilgili işlerin peşine düştü. Bahçe peyzajı işi bulamayınca, bir kafeye garson oldu. Ayda sekiz yüz elli lira maaş, sigorta yok, pirim yok. Bahşişlerden ay sonunda payına düşeni alabilirsin… Öyküler parmaklarını avuç içine yuvarlayıp borazan yaparak çığırtkanlar gibi sokaklara bağırmazlar. "Haydi, yetişin başlıyor." Biz duysak ta duymasak ta, görsek de görmesek de yaşamları ince ince işlemeye devam ederler. Arada bir yaşamın bazı renklerine uzaktan baktığı doğrudur. Örneğin gerçek olsa bile Bakkal Necati ile Berber Mustafa'nın aşkından söz etmeyi ayıp sayabilir. Sürekli bahar bahçe, çiçek böcek ve lay lay lom anlatımlar ve kurgular gerçekliğin dışına taşmaktadır. Yaşam bazen acımasız olayları birbiri ardına sıralayarak anlatıcıyı küstürebilir. Yirmi beş kuruş için indikleri kuyuda metan gazından zehirlenerek ölen üç çocuğun öyküsünü kim anlatmaya heves edebilir ki? Soğuk ve ıslak bir sabah... Sulu sepken kar altında ve buz gibi bir sokakta yürürken telefonu çaldı. Sevimsiz haberi vermek ve insanın yüreğini dağlayan cümleleri kurmak amcasına düştü. İşyerine gidip izin aldı. Memleketine gidecek otobüsler genelde akşam saatlerinde kalkıyordu. Yakın illere veya o istikamete yakın geçen otobüs firmalarının birinden bilet aldı. Bir kaç saat otobüs terminalinde bekledikten sonra yola çıktı. "Dar zamanlarda işlerim hiç rast gitmiyor. Hay böyle şansın içine …çayım ," dedi. Bin kere, on bin kere dedi. Ama beklemekten başka çare yoktu. Üstelik annesinin ve babasının başına ne geldiğinden haberi yoktu. Kafasında binlerce soru dans ederken pencerenin dışından akıp geçen resimlerin içine boş gözlerle baktı. Ölen kadın ve erkek elli yaşını geride bırakalı birkaç sene olmuştu. Adamın emekli ikramiyesinin üzerine köydeki babadan kalma birkaç parça tarla da satılınca bu apartman dairesini alabilmişlerdi. Elde avuçta ne varsa hepsini harcayınca doğal gaz bağlatma işini seneye erteleyip bu kışı soba ile geçirmeye karar vermişlerdi. Her sabah açılan kapı duvar olunca, içerden sis gelmeyince komşular şüphelenip çilingir çağırmışlardı. Çağrılan çilingir kapıyı açtığında karı koca çoktan ölmüşlerdi. Yataklarının içinde dönüp durmuşlar ve birkaç yere kusmuşlardı. Zehirlendiklerinin farkına varmış ama ayağa kalkıp pencereleri açabilecek gücü kendilerinde bulamamış olabilirlerdi. Lodos ve sobada köz olarak kömürden eve dolan zehir iki canı birden alıvermişti. Kızları daha on sekizinde evlenmişti. Dur, otur dedilerse de söz geçmemişti. Ben Selahattin'i seviyorum demiş, başka bir şey dememişti. Vermeseler kız kaçıp gidecekti. Kötülük çıkmasın, tatsızlık olmasın diye razı olduklarında bu defa başka bir sorun çıkmıştı. Oğlanın ailesi onların kızını gelin olarak istemediklerini sağa sola söylemeye başlamışlardı. Yaşamları boyunca böyle bir aşağılanmayla karşı karşıya kalmamışlardı. Evde kalmış kızlarını birilerine kakalama hesapları içindeki insan konumuna düşüvermişlerdi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |