Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Engin Geçtan’ın “ Psikodinamik Psikiyatri ve Normal Dışı Davranışlar” kitabında, içten ya da dıştan gelen tehdit edici güçler denetim altına alınamadığında, egoya anksiyete denilen duygu egemen olur (s.64). Freud 1926 yılında geliştirdiği yapısal modelde anksiyeteyi egoya ait bir duygu olarak tanımlamıştır. Ego, bilince ulaşan yolları denetler ve baskı mekanizmasını kullanarak iden kaynaklanan içgüdüsel dürtülerin kendisine ulaşmasını engeller. Yine de bazı içgüdüsel istek ve dürtüler klinik belirti biçiminde anlatım bulabilir. Ancak bu istek ya da dürtüler, çoğu kez klinik belirti şeklini almadan önce yön değiştirir ya da maskelenir. Sonuçta kullanılan savunma mekanizmasının türü bağlı olarak obsesif bir düşünce, bir fobi ya da kompülsif(tekrarlayan) bir ritüel ortaya çıkar (s. 169) diye belirtikten sonra Freud’un üç anksiyete tanımına kısaca değinelim: 1. Gerçeklik anksiyetesi; dış dünyadaki gerçek tehlikelerle karşılaşıldığında duyulan korku ya da kaygıdır. Kişi kaygısının neden olduğunun bilincindedir. 2. Nevrotik anksiyete; içgüdülerin denetimini yitirerek ceza ile sonuçlanacak davranışlarda bulunma korkusudur. Kişi içgüdülerine doyum bulduğu zaman cezalandırılacağından korkmaktır. 3. Suçluluk anksiyetesi; kişinin kendi vicdanından korkmasıdır, kaygısının nedenini bilmektedir. Kaygı yaşayan insan bir şeylerden korkuyormuş gibidir ve kendini aşırı rahatsız hisseder, kuruntuludur, iç sıkıntısı çeker ve bu hoş olmayan duygularının kendisinin fark ettiği ya da görünürde olan özgül bir nedeni yoktur. Kaygıda olumsuzluk vardır, kötü bir etki, sanki tatsız bir şeyler olacak hissi. Bu insanı korkuya götüren histir. Bilinmezlik korkusu gibi, tanımlanamayan, her an her saniye yaklaşmakta olan bir tehlike gibi ürküten bir durumdur. Sürekli ya da dönem dönem ortaya çıkabilen ve aynı zamanda psikofizyolojik bir tepki olan kaygının açık klinik tablosunda ise; huzursuzluk, gerginlik ve uykusuzluğa bazen öfke patlamaları, ölüm ya da çıldırma korkuları eklenebilmekte; tüm bu tabloya, kalp çarpıntısı nefes alma güçlüğü, baş dönmesi, uyuşma, ellerin terlemesi, sık idrar ve dışkılama, kusma ve öğürme, yorgunluk ve bitkinlik gibi bir takım bedensel belirtiler de eşlik edebilmektedir.(Amerikan Psikiyatri Birliği 1994) Felsefe açısından kaygı kavramında çok farklı bir yaklaşım sergilenmiştir. Ancak biz burada Seçil Deren’in Angst ve Ölümlülük makalesine dayanarak Kierkegaard ve Heidegger’in düşüncelerine değineceğiz. Angst, boşlukla tanışmış ve yüzleşmiş insanın ruh halidir. Heidegger’e göre düşünülmeyen, duyulan bir haldir. İnsanın kolayca içinde kalamadığı bu halde her şey şekil değiştirir ve yücelir. Heidegger Angst düşüncesinde bir evrensellik olup olamayacağını sorgulamıştır. Heidegger’e göre Angst modern insana dairdir. Heidegger’e dayanarak metafizikten arınmış bir etik kurulabileceğini düşünen Werner Marx, Angst’ı ve ölümlülük duygusunu evrenselleştirerek bunlar üstüne bir ahlak kurmaya çalışmıştır. Heidegger de Angsta kararlı bir biçimde tutunan insanın gündelik yaşamdaki tutumunun farklılaşacağına değinmiştir. Lukacs’ın Destruction of Reason’nda (aklın Yıkımı) Angstın evrensel olup olmadığı sorusuna getirdiği yorum, bu halin XX. Yy. bireyinin düştüğü durumun abartılması olduğudur. Modern insan için Angst daha korkunç ve abartılıdır ama Angstın yalnızca modern insana özgü olduğunu göstermez. ‘Nedensiz kaygı’dan ilk kez Kierkegaard The Concept of Anxiety’de söz etmiştir. Bu ‘nedensiz kaygı’ geleceğe yöneliktir ve insana soyundaki bozulmamış öge olan gebe kaygıdır. Angst korku değildir, bu nedenle yöneldiği herhangi bir şey yoktur. Kierkegaard’ın felsefi metinden çok edebiyata yakın üslubuna Sokrat’çı bir ‘kendini bil’ yaklaşımı eşlik eder. Kierkegaard’a göre Angst ve umutsuzluk her insanın yaşadığı ama yaşamamış gibi yapmayı, kulaklarını tıkamayı ve görmezden gelmeyi tercih ettiği deneyimlerdir. Heidegger ve Kierkegaard, modern çağın Angst yönelimli olduğu düşüncesini paylaşırlar. Kierkegaard, Ben üstündeki düşüncelerinin kültürel olduğunu, Hıristiyan dogma içinde kaldığını ve kesinlikle genellenemeyeceğini belirtmiştir. Fakat Heidegger, Ben’in yapısını fenomenoloji içinden göstermiş ve bunun insanlığın tamamı için geçerli olduğunu söylemiştir. Bu anlamda Heidegger, Kierkegaard’a kıyasla tamamen dünyevidir. Kierkegaard’da angst olabilirliklerini tamamlayamamaktan kaynaklanan psikolojik ama iyileştirilemez bir durumken, Heidegger’de insanın köklerinden kopmuşluğundan, yurtsuzluğundan kaynaklanan bir haldır. Kierkegaard ve Heidegger’deki Angstın ortak yanıysa, gündelik yaşamdaki kayıtsızlık, düzleme, konformizm ve anlam yoksunluğu ile körüklenmesidir. Heidegger’e göre Angst durumunda gündelik yaşamdaki tüm tanıdık anlamlar çözülür, önemli görünen her şey önemsizleşir. Angstın tanımında Kierkegaard ve Heidegger birleşir: Angst dünyanın hiçliği karşısında duyulan endişedir. Yukarda kısaca değinmeye çalıştığımız felsefenin kaygıya bakışında temelde varoluş ve din vurgusu ön plana çıkmaktadır. Sonuçta kaygı bireyde varlığını sürekli korumaktadır. Kaygı-insan özdeşliğini anlatan, ilk haliyle Hyginus tarafından kaleme alınan bir masalla bu bölümü sonlandıralım. “ Bir keresinde kaygı (cura) bir nehirden geçiyordu, bir kireç parçası gördü ve ona şekil vermeye başladı. Oluşturduğu şeye bakıp düşünürken Jüpiter geldi. Kaygı Jüpiter’den bu parçaya ruh vermesini istedi. Ardından Jüpiter parçaya kendi isminin verilmesini istedi. Kaygı ile Jüpiter arasında bu konuda bir tartışma başladı. Derken Yeryüzü ayaklandı ve yaratığa kendi isminin verilmesi gerektiğini, çünkü kendi parçasından yapılmış olduğunu söyledi. Üçü birden Satürn’den hakemlik yapmasını istediler. Satürn şu karara vardı: Jüpiter, sen ruhunu vermiş olduğun için yaratık öldüğünde ruhu senin olacak, sen Yeryüzü, bedeni verdiğin için, bu şeyin bedenini sen alacaksın. Ama bu yaratığa ilk kaygı biçim vermiş olduğundan, yaşadığı sürece bu yaratığa Kaygı sahip olacak. Ve aranızda isim konusunda bir anlaşmazlık olduğuna göre, gelin ona insan(homo) ismini verelim, çünkü topraktan (humus) yapılmıştır.” Osman Tatlı www.osmantatli.com.tr suskunsinemayazilari@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |