Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov |
|
||||||||||
|
Ambulansın feryadı figan içersinde sokakları inleterek acil servise geldiğimizde yaşlı kadını sedye ile indirdiler. O telaşın içinde genç bir doktor yanıma geldi. - Teyzemin nesi var?” diye sordu. - Evinin avlusunda düşmüş. Bulduğumuzda yerde yatıyordu. Alıp hemen hastaneye getirdik,” dedim. Doktor bu sefer sedyede yatan yaşlı kadına yöneldi. - Teyze neyin var? Ne oldu sana? - Düştüm yavrum, işte buram çok acıyor, diyerek sağ uyluk kemiğini göstermeye çalıştı. Doktor bana döndü; - Sen teyzemizin kızı mısın? diye sordu. - Komşusuyum, insanlık namına hastaneye getirdim işte. - Hastaneye yatırmamız lazım, imza için gerekli olacak, dedi. Oğlu, kızı veya gelebilecek bir yakını var mı? - Almanya’da bir kızı var. Başka kimsesi yok diye biliyorum. Genç doktor çaresizlik içinde ellerini havaya kaldırdı. Yaşlı kadını röntgene gönderdi. Benim de dışarıda beklememi söyledi. Acil servisin kapısı dur durak bilmeden arı kovanı gibi işliyordu. Üstü başı kan içinde erkek ve kadınlar geliyordu. Ve yanlarında ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş, korkuyla etrafına bile bakmadan koşturan insanlar. Şaşırtıcı derecede acılı insanların hepsi aynı görünüyordu. Acı ve endişe sınıf veya sosyal statü ayrımı yapmıyordu. Bu kapıdan giren ( şişmanı, cılızı, zengini, fakiri, kadını, erkeği, güzeli, çirkini, köylüsü, kentlisi) hepsi aynıydı. Bütün bedenleri ve duyguları çaresizlik batağında çırpınıyordu. Yaşlı Kadın Sedyeyi koşar adım sürüp beni röntgen odasına götürdüler. Görevli dışarı çıkıp giysilerimi çıkarmama istedi. Kıpırdanamadığımı görünce koşarak dışarı çıktı. Hacer’i çağırıp geldi. O canımı yakmadan fistanımı yukarıya sıyırdı. İç dizliğim ortaya çıkınca ödüm koptu. Ömrüm boyunca bir başkasının önünde soyunmadım ben. Üstelik korkudan biraz altıma da kaçırmıştım. Islaklık çoktan geçip gitmiş ama renginden anlaşılır. Hacer’i birkaç yıldır tanırım. İyi kadındır. Beyaz lastikleri dizden iç çamaşırımı çıkarırken bir yandan da beni teselli etmek için konuşup duruyordu. “Sıkılma teyze, sen yaşlısın. Üstelik çamaşırların sakız gibi zaten. Sıkma canını sen. Hem kirli olsa ne olacak. İnsanız hepimiz sonuçta. Senin kusuruna bakacak değilim ya. Boş ver bunları. Bizim daha büyük dertlerimiz var…” Başkasının benim giysilerimi çıkarması, buna mecbur kalmak canımı kemiğimden daha çok acıttı. Hacer, alt kısmımı soyduktan sonra üzerime bir çarşaf serip röntgen görevlisine haber verdi. Görevli geldi. Beni odada yalnız bırakıp kendisi de çıktı. Birkaç dakika sonra tekerlekli sedyeyi iterek bani acil servise geri götürdü. Perdelerle bölünmüş çadır gibi bölümlerin birisinde yarım saat bekledikten sonra doktor röntgen filmiyle beraber geldi. “Teyze benim uzmanlık alanım değil sende galiba kırık var. Ben ortopedist doktora telefon ettim. Birazdan gelip filme o da bakacak,” dedi ve gitti. Kimsenin yokluğunu fırsat bilerek Hacer’den çamaşırımı giydirmesini, fistanımı düzeltmesini istedim. Sanki herkes çarşafın altında yarı belimden aşağıya çıplak olduğumu görüyormuş gibi hissediyordum. Çok geçmeden ortopedist uzman bir doktor geldi. Filmleri götürüp ışıklı bir kutuya astı. Evirdi çevirdi baktı. Olmadı bir kez daha baktı. Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın en az on dakika baktı. Sonra “Hastayı Ortopedi servisine alalım. Kalçasında kırık var,” dedi. Bir hasta bakıcı ve Hacer Komşum beni alıp uzun koridorlardan geçtiler. Asansöre bindirip üç kat çıkardılar. Servisin girişindeki hemşire odasına uğradık. Emekliliği yaklaşmış kepi şeritli bir hemşire bunu Hilmi Elmacıoğlu’nun servisine yatırın” dedi. Girdiğimiz koğuşta benim dışımda sekiz yatak vardı. Ve hepsi doluydu. Hasta bakıcı ve Hacer çarşafın iki başından tutarak beni boş olan yatağa geçirdiler. Kapıdan çıkarken hasta bakıcı geri dönüp uzun uzun Hacer’e ve bana baktı. Yanımdaki yatakta yatan çocuğun annesi; “ Hastabakıcıya birkaç kuruş verin. Bir sigara parası atsanız fena olmaz,” dedi. Hacer ve ben önce bön bön adama baktık. Sonra da ezilip resmen erin dibine geçtik. Çünkü üzerimizde beş kuruş bile yoktu. Ama o hastabakıcı belki de bizi para canlısı belledi. Bursa-Mayıs 2012 Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |