Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur. -Mevlana |
|
||||||||||
|
-“Bugün evde kalsak iyi olur be kızım.” -“Neden anne? Ama ben yanmak istiyorum, bak hala yüzüm bembeyaz.” -“Pazar günü sahil çok kalabalık olur kızım. Yarın sabah erkenden gideriz, he ne dersin? Yarın yine yanarsın.” Bu konuşma sonrası kızımla öğlene kadar evde kaldık, öğle sonrası nerede bir çınar ağacı gördüysek gölgesinde çay içip serinlemiştik. Pazar günü nedeniyle Edremit Halkı adeta sahillere akın etmişti. Önceden Akçay’a bağlı olan Zeytinli Çay’ının ayırdığı beldenin yeşil doğası yıllar geçtikçe bozulmaktaydı. Kesilen zeytin ağaçları ve yerlerine beton binaların dikilmesine üzülmekten öte gidemiyorduk. Kızım ve torunumu senede bir kez görebiliyordum. Ana kız özlem giderirken arada tavla oynuyorduk. Torunum Sarp’ın özgürlük çığlıkları diğer masalarda oturan insanları şaşırttığında, 22 aylık torunum “bay bay” diyerek el sallayıp, yeşile çalan aksu mavisi gözleriyle her insana sevgiyle ve içten gülümsüyordu. Kısa zamanda sempatik tavırlarıyla tüm ilgiyi üzerinde topluyordu. --- 29 Temmuz’u oflaya puflaya geçirdik, İda’nın esintisi başlar başlamaz evlerimizin yolunu tutuyorduk. Gün boyu kızım ve ben bir gün ara verdiğimiz denizi özlemiştik. Ertesi gün erkenden kalkmış, kahvaltımızı yedikten sonra doğru Zeytinli sahillerinde soluğumuzu almıştık. Anlayamadığımız bir sessizlikle karşılaşmıştık!..Mavi kıyılarımız ıssızdı…Plaj Kafeleri boştu. Orta Kafe’nin hemen yanındaki Dila Kafe’deki masamıza oturur oturmaz kızım garson çocuğa seslendi: -“Bakar mısınız?” -“Buyrun efendim.” -“Bizim bilmediğimiz bir şey mi var, neden kimse yok plajımızda?” Dalyan-Orcan-Ören-Pelitköy’e kadar sol taraftan uzanırken gözlerimiz, Güre, Altınoluk ve Küçükkuyu sağ tarafımızda yarımayın diğer kısmını tamamlıyordu: Bir Edremit Körfezi’ne bir de Kızım ve bana hüzünlü bir ifadeyle gölgeli bakan genç garson çocuk anlatmasına devam etti: -“Bir kadın parçalandı dün, o nedenledir bu sessizlik ve tenhalık!” Kızımla olduğumuz yerde donmuş gibiydik, dudaklarımızdan aynı anda şaşkınlık nidası sözcük yuvarlanıvermişti: -“Nee!” Ardından meraklı kızımın soru trafiğine takılmıştı garson. -“Kim, nasıl öldü?” -“Evet, denizde bir kadın öldü dün, herkes şokları yaşadı…” Ve devam etti garson: “Öyle bir ses çıktı ki, sürat teknesinin kadının başına vurduğu an, sanki bomba patlamıştı. Halen o ses kulaklarımın içinde.” İçimiz kıyılarak dinliyorduk. Her yaz mutlaka sürat teknelerinin kurbanları olurdu. Kızım ve ben şaşkın bir vaziyette olduğumuzu görünce garson daha fazla bilgi aktarmaya başlamıştı. -“Anne iyi ki gelmemişiz bak, bizde şok olacakmışız!” -“Ya iyi ki, görmediniz kazayı. Ben böyle bir şey görmedim vallahi!..Kadının kafası ikiye yarıldı ve beyni dağıldı. Üstelik de 11 yaşındaki torunu az ileride yüzmekteydi. Çocuk anneannesinin feci ölümüne tanık oldu. Onu da kaldırdılar hastaneye. Allah’tan tekne ona çarpmadı.” Kızım: -“Tam nerede oldu kaza? Kadın ve torunu çok mu açılmışlardı?” Garson: -“Tam şurada, dubaların az ilerisinde yaşandı. Fazla da açık değildi.Ama teknedeki insanlar içkiliymiş ve şimdi serbestmiş…” Kızımla ben bir ağızdan yüksek sesle sorduk: -“Aa, olur mu öyle şey ya!” -“Kıyı koruma kanununa göre 150 metreye kadar sorumluymuş işletmeler. Kaza 170. Metrede yaşandı. Yani ölen öldüğü ile kaldı.” Ve garson bizi teselli etmek istercesine; -“Merak etmeyin. Yakında bizde 150 metreye kadar dubalarla sınır koyacağız. Hiçbir tekne o zaman yaklaşamaz.” O gün sahillerimiz tıpkı bir matem sessizliği içindeydi. Denize giremedik bile. Güneş banyosu yapıp, güneşlenmiştik. Serinlemek için ne zaman denize girmek istesek vazgeçiyorduk. Zira aklımızda hep garsonun heyecanla anlattığı o kaza anı geliyor, ardından da 52 yaşındaki kadının ikiye yarılan kafatası ve akan beyni gelince yüzme iştahımız kayboluyordu. İkindinin zilleri midemizde çalınca eve dönüşümüzde kim olduğunu anımsayamadığım bir filozofun sözleri çalındı kulağıma: “Dünü düşünüyorum. Dün geçti, yarına vakit var mı?” Yüksek sesle mırıldanmıştım: -”Vakit var mı?” diye. Kızım sordu: -“Neye vakit var mı annem?” -“Yaşamaya…” Ben bunları düşünürken şu üç günlük dünyada zamanın demliğinde demlenen asıl olan dün-bugün ve yarın vardı… Evet, şu kısacık yaşamımızda zaman hızla, gürül gürül akmakta olan uzun bir nehre benziyor. Kimi zaman düşünürüm, o nehrin önüne bir set çekilse kim bilir neler neler birikirdi, diye… Emine PİŞİREN 30.07.2012 Not: Kazada ölen kadının adı Belma Yılmaz’dır. Bu haberle ilgili görsel ve yazıların link adresleri: http://www.sabah.com.tr/Yasam/2012/07/29/edremitte-surat-teknesi-faciasi-1-olu http://www.timeturk.com/tr/2012/07/30/surat-teknesi-kazasinda-olen-kadin-istanbul-da-topraga-verilecek.html
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |