|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
20 Ocak 2004
Aylak Kentin Trenleri
seyfullah ÇALIŞKAN
Sıcağı beter bir yazın gölgesinden parkları, dallarda durmadan sevişen kumruları anlatmak kolaycılıktır. Havuzda durmadan yıkanan üç ördeği anlatmakla asfaltın eridiği öğlenleri avutamazsınız. Ama sonra gölgeler sokaklarda uzayıp, güneş Bozköy üzerine |
|
AYLAK KENTİN TRENLERİ
Bir şiirin dalına tutunup, kendini çok eski zamanlara atmak günahtır. Cümleleri aklına düştüğü gibi yazmak, içindeki sesin dilinden konuşmak zayıflıktır. Yağmurlu bir güne kaçıp saklanmak, trenin penceresinden hızla akıp geçen evlere, sokaklara dalıp her şeyi unutmak yanlıştır. Ne güzel yanlışlıklar, ne güzel zayıflıklardır onlar.
Bizim kaderimiz bütün kitaplara, filmlere inat, bir akşam üzeri karşılaşmakmış. Ona, kuşlar son sözlerini söylerken ve sokaklar yorgunken gelmiştim. Arabaların sivri ışıkları, ağaçlara, kaldırımlara saplanıyordu. Ondan önce bir sevgilim olmamıştı ve beklemelere çok acemiydim. Sabırsız, heyecanlı ve korkaktım. Gecen onca zamana rağmen, o akşam, hala sıkça anılarımdan çıkıp karşıma dikilir. Ellerim terler, dilim tutulur. Hala, kumrular sustuğunda, ezanlar o parkın köşesinden karanlığa dağılır.
Yaz geldiğinde o parka sabahları iki aşığın geldiğini bilirim. Önce gelenin en serin gölgeyi seçtiğini, gazete ya da kitap okurken çay içtiğini de... En geç yarım saat sonra da diğeri gelirdi. "Bir sade kahve lütfen " diye garsona siparişini verirken sigarasını ve çakmağını çantasından çıkarırdı. Ağaçların gölgesi çam, kahve, çiçek, çimen ve sabah kadar güzel o kadın gibi kokardı. Sen hiç anlatmasan da ben biliyorum. Yüksek çamların gölgesindeki salıncaklar ikindi sonrası çocuk kaynardı. Düz saçları parlak çizgiler gibi boynunda oynaşan o küçük kız havuzdan hep su taşırdı. Çimenlere doğru uzanan derenin kıyısında köyleri vardı. Köyler, bütün derelere çok su isterlerdi ve mutlaka köprüler... O küçük kız bunu hepimizden daha iyi bilirdi. Oyun bittiğinde oyuncaklarını toplayıp, dereyi ve köprüyü geceye bırakır, isteksizce evine giderdi.
O kentte, zaman bile trenlerle söylenirdi. Oturay geçtikten sonra öğlen ezanı okunurdu. Ankara Ekspresi vagonlarının peşinden sürükleyerek o kentin akşamını getirirdi. Soma treni istasyona vardığında memurlar mesaiye başlardı. Asker treni istasyondayken sen Uluparkta beni beklerdin. Çocukluğumun her gün bana biraz daha küstüğü, bıyıklarımın terlemeye başladığı ilk gençlik zamanlarımda, ben o kentin sokaklarında geceleri ıslık çalarak kaygısızca gezerdim. Trenler gelip geceyi bölerken Laleli bağlarında üzüm salkımları uykusundan uyanırdı.
Sabah kokulu o kadın sevgilisini kahvaltıya çağırdı. " Kahvaltıya bekliyorum seni, sakın unutma. Sadece ekmek getirsen yeter." dedi. Adam, kendi sesinden bile çekinerek geleceğini söyledi usulca. “Ekmek dışında başka bir şey istemez misin?" diye sordu. Kadın ‘hayır’ anlamında başını salladı. Sabah kokulu o güzel kadın, ekmek ve sevgilisini istiyordu. Sabahı sevgilisiyle bölüşmeyi ve gün batana kadar sevişmeyi...
Uzun zamandır aşkın yoluna hiç çıkmadım. Gördüğümde yolumu değiştirip uzak sokaklara kaçtım. Tanımazdan geldim, yüzüne bile bakmadan selamsız geçtim. Şair “aşkın olduğu yürekte akıl tatile çıkar” diyor. Tepeden tırnağa kadar haklı olduğunu biliyorum. Yine de son günlerde canım yağmur çekiyor. Sokakları göllenmiş, saçakları şarkı söyleyen o kenti özlüyorum. Trenler İzmir'e doğru aksın, ve sokaklar yağmur koksun istiyorum.
Ertesi sabah sevgililer parka gitmediler. Sabah kokulu kadının sevgilisi tren saatinden az sonra evden çıktı. Çarşıya, Beyaz Fil’e kadar yürüyerek çiçekçinin yanındaki dükkandan kıymalı börek aldı. Tarzan heykelinin köşesindeki fırıncıdan aldığı iki ekmeği poşete koyup yürüdü. “Acaba biraz meyva da alsam mı?” diye düşündü. Kendisinden bile gizlenerek, etrafına bakmaya bile utanarak gidip zili çaldı. Otomatik her zamanki gibi tutukluk yaptı, kapı açılmadı. Kadın aşağı inip kapıyı açıncaya kadar sevgilisi herkes sanki kendisine bakıyor hissine kapılıp, renkten renge girip, utandı. Kapıdan dönüp gitmeyi defalarca aklından geçirip, erkekliğine yediremeyip bekledi. Sabah kokulu kadın onun elindeki poşeti alıp, yüzünde cıvıldaşan gülücüklerle, oturduğu daireye çıkardı.
Çocuk zamanlarımdan yırtılan bir akşam üzeri hala o trenin penceresinden pamuk tarlalarına el sallar. Çelik köprüden geçen tekerleklerin sesi, birbiri ardına akan vagonların gölgesi sulara düşer. Köprü altından kiremit rengi Gediz akar. Sazlıklardan, duvar gibi uzayıp giden söğütlerden kuşlar havlanır. Gediz üzerinden terli atlar gibi koşup gelen tren Manisa'ya girer. Alaybey sokaklarına demir tekerleklerin fren çığlıkları dağılır. Küçük çocuklar Nisan ortasında istasyonda taze çağla satar. Aceleyle vagonları dolaşıp su, simit satar.
Parkta hep sabahları buluşan iki aşık o gün ikindiden sonra geldiler. Havuzun etrafındaki yediveren asmasının gölgesine oturdular. Aşağı doğru uzanan üzüm salkımları henüz koruktu ve koyu yeşil renkteydi. Birlikte çay, su içip, sigara telleyip gülüşerek konuştular. İkisinin de gözlerinden tüten bir buğu, yüzlerinde tatlı bir huzur vardı. Çam ağacının dalına asılı hoparlörden parka yayılan şarkılara eşlik ettiler. Erkek bir kaç kere sevgilisinin elini avuçlarının arasına alıp bir şeyler söyledi. O gün olanları biliyorum.
Sabah kokulu güzel kadın oturduğu dairenin kapısını açıp sevgilisini içeri buyur etti. Kapıyı kapatıp ayakkabıları yerine koyduktan sonra sevgilisine sımsıkı sarıldı. Saçlarının, boynunun kokusunu içine çekti, yanağını onun yüzüne yapıştırdı. Biraz geri çekilip sevgilisinin yeşil gözlerinin içine bakarken “Hoş geldin, ne iyi ettin de geldin; ben çaya bakacağım, istersen mutfağa gel.” dedi. “Yumurta ister misin?” diye sordu sonra. Erkeğin kendini rahat hissetmediği sorulara verdiği “evet, hayır, olur” gibi kısa yanıtlardan belli oluyordu.
Kahvaltılıkları birlikte salondaki büyük masanın üzerine taşıdılar. Bal, tereyağı, birkaç çeşit peynir, zeytin, domates ve salatalık yediler, fincan fincan çay içtiler. Bütün pencereler açık olmasına rağmen sıcak kendini hissettirmeyi başlayınca kadın vantilatörü çalıştırdı. İçeride tatlı bir esinti gezinmeye başladı. Sohbetle birlikte kahvaltı da öğleye doğru uzadı. Kadın raftan bir kaset seçip müzik setine koydu. Sevgilisine “Burası daha serin, gel kanepeye otur.”dedi. Kendisi de sevgilisinin yanına oturdu. Yeniden birer sigara yaktılar. Kadın sevgilisinin üzerine uzanıp onu öptü. Yeniden, bir daha, bir daha öptü. Ellerini sevgilisinin teninde dolaştırmaya başladı. Kısa süre sonra kendilerini yerdeki halının üzerinde uzanmış buldular. Artık durulacak zaman aşılmıştı. Sırılsıklam ter içinde kaldıklarını ve öğlen sıcağını bile çok sonra fark ettiler. Kadın boynundaki saçlarını başının yukarısında topladı. Göğsü hızla inip kalkarken erkeğinin gözlerine baktı. Çenesinden süzülen ter damlası kadının memelerinin arasındaki çizgiyi izleyerek aşağıya yuvarlandı.
Sıcağı beter bir yazın gölgesinden parkları, dallarda durmadan sevişen kumruları anlatmak kolaycılıktır. Havuzda durmadan yıkanan üç ördeği anlatmakla asfaltın eridiği öğlenleri avutamazsınız. Ama sonra gölgeler sokaklarda uzayıp, güneş Bozköy üzerine çekildiğinde sokaklar kalabalıklaşır. Parkların fıskiyeleri sıcaktan bezmiş çimenleri öğlen uykusundan uyandırır. Bekçilerle havuzda yüzen çocuklar arasında her gün görmeye alıştığımız o bildik kovalamaca başlar. Arada sırada nerden geldiği belli olmayan bir esinti şehri okşar, dallarda oynaşır.
Keşke durup dururken, tam şimdi bir yağmur başlasa. Perşembe pazarı şaşırsa, şehrin dili tutulsa. Ben yine trenin camına yanağını yapıştırmış o küçük çocuk olsam.
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
Yazarın deneysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
| |
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 2 (Son)
Gelincikler Ağlar mı?
Yağmur, Kar, Değermen Çöreği ve Orçun Abi
Selver
Rakı Şişesinden Ejderha Olduk –ıı -
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 1
Gökçeada 3
Öyküler Sokaklara Yağar
|
Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
| |
Tabanca
Saman Altından Aşk Yürürse
Rakı Şişesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben İşin Kitabını Yazmıştım
Nataşa, Mavra ve Rakı
Güvercinli Yazı - 1
Emekleye Emekleye Emekli
Çaki, Çakmak, Bıcak, Tarak
Acemi Çapkın
|
Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
| |
Başka Türlü Bir Şey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır [Deneme]
Zaman Sen Yalansın [Deneme]
Nisan"ın Şuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fırtına Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlıyı Bozan Yazılar [Deneme]
|
|
seyfullah ÇALIŞKAN kimdir? |
|
|
Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .
Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,
|
|
|