Dünya hiçbir padiþaha kalmadý, sana da kalmayacaktýr. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Anneme “þekerli yoðurtlu ekmek”, “yaðlý þekerli ekmek” yapmasý için yalvardýðým o günlerde, bir gün bu “uydurma þeyleri” nasýl bu kadar seveceðimi merak edeceðim aklýma bile gelmezdi. 1987’li yýllarýn modasý, “kocaman saçlý adamlar” vardý televizyonda... Geniþ paçalý, uzun yakalý gömlekleriyle bize o yýllarýn burjuva modelini anlatýr gibiydi hepsi... Kültürlü adamlar hep böyle görünüyordu “siyah beyaz kutu”dan! Kutu ki sormayýn; Babamýn o hurdayý, sofrabezine sarýp da tamirciye götürmesini de unutmam, adam sanki, felç geçiren bir yakýnýmýzý acil servise götürür gibi heyecanlý olurdu onu taþýrken... Kolay deðildi, sohbet gidince evde, o “deli neþesi” kaplardý her yanýmýzý... Evimiz toprak üzerinde, yeþillerin içinde bir yerde, medeniyetin üfürdüðü ama yýkmadýðý bir semtteydi. Hemen üst mahallemizde kocaman bir yeþillik vardý tüm çocuklarý kucaklayan. Çelik-çomaklarýmýz, Birdirbir’lerimiz, “Cimcim” lerimiz ve daha bir çok oyun... Ama benim en çok hoþuma giden de, o yeþilliðin kýyýsýndaki kuytucuk oldu. Sabahtan akþama kadar delicesine oyun oynadýktan sonra durulur, sonra da o kuytuya gider toplanýrdýk. Cinlerden, þeytanlardan konuþur, olmadýk yere, kendi kendimize halisinasyonlar yaratýr, arkamýza bile bakmadan evlerimize koþaradýmlarla kaçýþýrdýk. Korku olmasýna vardý ama, bu korkuya raðmen, her gece ayný þeyleri tekrar etmemizin nedenlerini çözemi-yorduk. Kasýtlý bir korkunun, geri dönüþü olmayan çekiciliði, bizi her gece o kuytuya çekiyordu. Ben Fatma’ya aþýktým. Gülten’in kýzý Fatma... Namý diðer “Sidikli Fato”... Onu görmek için bin bir türlü maymunluk yapar, ama mutlaka görürdüm. Pencerelerimiz birbirine bakan iki nöbetçi gibi ikimizi beklerdi hep... “Elvan Gazozu”nu çok severdim. Bakkalcý Sami amcayý da Elvan Gazozu nedeniyle çok sevdim. Her þeyi ateþ pahasýna satan Sami amcanýn verdiði Elvan Gazozu o kadar gevþetirdir ki çocuk yüreðimi, “kazýkçý bakkalý bile görmezdi gözlerim. Sonra Kav kibritlerinin yüzlerini keser “kibrit”oyanardýk. Nedendir çözemedim, ben hep kaybettim bu oyunlarda... Babamý ilk kez, bana getirdiði haþlanmýþ tavuktan tanýdým. Fabrikada çalýþýrken, ona verilen öðle yemeklerini bir kenara koyar, akþam olunca bize getirirdi. O mert adamdý. Açlýða dayanýrdý, yemediklerini biz yiyelim diye... Elinde yaz helvasý, biraz haþlanmýþ tavuk ve bir kutu gazozla evden girdiðinde bayram sanýr kollarýna atýlýr, sonra da nasibimize mutlu iki çift gözle bakardýk. Kaç defa topuz yapýlmýþ havlu yedim bilmiyorum ama, en büyük rakibim aðabeyim di. Ýki yaþ büyüktü ve müthiþ güreþirdik onunla... Ne zaman babam gelse, benden önce atýlýrdý. O hýzlý koþardý kabul ama, benim gözyaþlarýma dayanmazdý ki baba yüreði... Sonunda alýverirdim. “Son beþik” olmanýn en ihtimamlý ve ihtiþamlý anlarýnýn keyfini çýkarýrdým. Karným aðýrýsa çikolata, baþým aðýrýrsa, gazoz; onlar hangi rahatsýzlýðýmda(!) neyi alacaklarýný çok iyi biliyordu. Benim ailem “derin” bir aileydi... Hepsinin gözlerinde yýkýlmayacak gökdelenler parýldýyordu. Güvende ve sarsýlmaz bir çocuk ruhunu aþýlýyordum kendime. “Bu gün kozalak toplayacaðýz hadi gel...” Bu ses onundu... Komþunun çocuðu Özgür’le, ormandan kozalak ve selvi fidaný toplardýk. Selvi finalarýný ön bahçemize dikmeye baýyýlýrdým. Onlarý sular büyütürdüm. Hele bir þeftali aðacým var dý ki, ikimiz ayný dönemin canlýsý gibiydik onunla... Bulgaristan göçmeni Özgür... Sarý saçlarýyla güneþin oðlu Özgür... Adý mahallede “sarý kafa” ya çýkan Özgür... Mahallenin dibindeki ormandan kozalak toplamak bu kadar mý güzel olabilirdi. Dere kenarýnda anadan üryan yüzmeler, köpekten kýtalar geçirtecek hýzda koþmalar, üzüm baðýndan salkým üzümler toplamak, elma aðaçlarýný taþla tehdit edip de elmalarý düþürmek... Biz profesyonel düþme ustalarýydýk. Muntazam, ya kolumuzu ya da ayaklarýmýzý kýrardýk her mevsim. Her mevsim hem mimar hem de amele olurduk. Önce kaðýda düþündüðümüz damý çizer sonra da topraðý kazarak, taþlarý yýðar, toprak damlar yapar, sonra da askercilik oynardýk. Sarhoþlarýn içtiði biralarýn þiþelerini ormanlýktan toplar, Tekel Süleyman’a satardýk. Ýyi de para kazanýrdýk hani... Evde sofrabezinden yeni çýkarýlmýþ ve bir dahaki aya yine sofrabezine sarýlarak, muhtemel bir arýza ile tamirciye gidecek olan televizyona bakýyorum. Siyah beyaz kutuda tek kanal; TRT ve en çok sevdiðim gün Pazar... Þimdi “Ýþitme Engelliler için Haberler” ya sonra? Sonra da tabi ki “Uçan Kaz” Uçan Kaz’ý seyretmek için, gözlerimi ayýrmadan “o adamýn” dudaklarýný okurdum. Okumayý henüz söküyorken, dudak okumayý bu adam öðretirdi bana. Uçan Kaz az sonra baþlayacak ve ben büyük bir mutlulukla yastýðýma gömülüp günün keyfini çýkartacaðým... En azýndan öyle düþündüðüm bir hafta sonuydu... Yine televizyonda Uçan Kaz’ý bekliyorken çaldý telefon... Arayan ses belediyeden olduðunu söylüyor ve daha sonradan adýný ve söyleniþini öðreneceðim “istimlakla”ilgili bir þeyler söylüyordu. Annem bu konuþmada, mealen kapýmýzýn önünden yol geçeceðini söylüyordu. Kendi ellerimle diktiðim ve büyüttüðüm þeftali aðacýmýn kesilmesi anlamýna geliyordu bu... Selvi aðaçlarým olmayacaktý. Hiç bir þey keyif vermedi sonralarý. Sanki, hayatýmýn çocukluk evresine bir jilet atýlmýþtý. Sanki evimizin bulunduðu o cennet bahçelerinden bir parçayla, yani benim dünyamla, beni ayýrmak için anlaþmalý bir darbe yaþanýyor gibiydi. Her þey çok çabul oldu. Bir ay gibi kýsa sürede o yolu evimizin önünden geçirdiler. Sonra asvaltladýlar. Arabalarýný aþaðý mahalleye park edenler, evlerimizin önüne kadar getirdi onlarý. Yol gelince “medeniyet(!) gelmiþti mahalleye. Sonra bizim koþarcasýna, hoplaya zýplaya oynadýðýmýz o yeþil düzlüðe de bir kaç bina kondurdular. Çocuklarla hep beraber, koro halinde söylercesine göz yaþlarý aðýtlarý haykýrýyorduk. Artýk plastik toplarýmýzý kesecekler, “Oðlum burasý futbol sahasý mý? Oynayacak baþka yer bulamadýnýz mý” diye aptal sorular soracaklardý. Her þey çok çabuk oldu. Babam emekli olmuþ ve daha önce yapýmýna baþlanan ve bitmek üzere olan yeni apartmana taþýnacaktýk. Karar alýnmýþ, çocukluðuma danýþýlmamýþtý. Her þey daha iyi bir yaþam içindi onlara göre... Oysa “yaþam” kepçe içerisinde dev kamyonlara dolduruluyordu... Üzülüyordum... Taþýnmanýn arefesinde Fatmalarýn evine bir kez daha bakýþým... “BÜYÜMÜÞTE KÜÇÜLMÜÞ BÝR MECNUN MÝSALÝ” gidiyorduk, açýk kasa bir kamyon üstünde, üze-rine asfalt geçtikleri hayallerimin üzerinden... Ýlk kez kapýmýzýn önünde bir araca biniyordum. “Sarý kafa” Özgür, Fatma ve diðerleri... Gözlerimizden bir tutam yaþ toplayarak hediye ediyorduk birbirimize... Betonlarla tanýþmam 1990’lara denk düþtü. Tüm birikimini o beton binayý dikmek için harcamýþtý babam. Araba výzýltýlarý, satýcý sesleri, kaabalýk insan kuyruklarý, açýlýp kapanan kepenkler ve her gece küfür ettiðim BEDFORD çöp arabalarý... Omuzdan ilikli bir süveterim vardý unutmuyorum. O süvereteri burnu uçmuþ siyah ayakabýmýn üzaerine gi-yerdim. Sünnetimden arta kalan lacivert pantolonla birlikte kendimi “tam bir çocuk” ettiðim zamanlar... Burnum her zaman bir yaradan kalma kabuk taþýrdý her daim, gönlümde de bulutlar dolaþýrdý... Tel örgüler arasýna gideceðimi bilseydim, gömmez miydim kendimi o topraða...
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |